Sıkıntılar ödül olabilir mi? İbtila ve azabın farkı nedir? - Müslüman Ahmediye Cemaati

Sıkıntılar ödül olabilir mi? İbtila ve azabın farkı nedir?

Unutulmamalıdır ki müminlerin hayatında maruz kaldıkları sıkıntıların dört ana amacı vardır:

1.     Bazen musibetler mümin iman seviyesini ölçebilsin diye gelirler. Bazıları buna şaşırabilirler. “Kendi iman seviyesini bilmiyor mu ki ölçmeye ihtiyacı olsun” diyebilirler. Ama detaylarını anlatınca daha iyi anlayacaksınız. Daha önce de birçok kez anlattığım bir hikâyeyle bunun ne kadar doğru olduğunu anlatmaya çalışayım.

Muhsini adlı bir kadının kızı çok hastaymış. O da hep “bu kurtulsun; gerekirse hastalığı bana geçsin, ben öleyim” diye dua edermiş. Bir gece evin dışına bağladıkları ineğin bağları çözülmüş yiyecek bir şeyler ararken kafasını bir kovaya sokmuş. Ama kafası kovanın içinde sıkışmış kalmış. Bu vaziyette evin içine giren ineği gören anne Azrail sanmış ve “Ölüm meleği; ben Muhsini değilim; sadece yaşlı ve zavallı bir çalışanım” demiş. Sonra yatakta yatan kızına işaret ederek “Muhsini orada yatıyor” demiş. Yani “beni değil onu öldür” demek istemiş. Hep kızına karşı hissettiği sevgisi yüzünden ettiği duayı o anda tamamen unutuvermiş. Tüm cesaretini kaybetmiş ve böylece aslında duasının sadece lafta olduğunu anlamış. Sevgisinin gerçek olmadığını fark etmiş.

Daha anlaşılır bir örnek vereyim. Birçok insan gazetelerden savaş hakkında okuyunca “ben olsaydım böyle yapardım; şöyle cesaret gösterirdim” der. Oysa savaşa giden askerlerin çoğu zaten gazetelerden okuduktan sonra motive olup orduya katılanlardır. Ama gerçek savaş meydanında durumları terse döner. Sebebi şudur ki bazen insanın nefsi onu kandırır. Zamanı gelince ancak gerçek ortaya çıkar. Hikâyeye göre birisi kendisini çok cesur sanıyormuş. Bir gün dövme yapan birisine gitmiş ve “koluma bir aslan dövmesi yap” demiş. Tabi dövmeye başlayınca canı acımış ve “şu anda ne yapıyorsun?” diye sormuş. “Aslanın sağ kulağını yapıyorum” demiş o da. “Kulak olmadan aslan olmaz mı” demiş cesur adayı ve “olur tabi” cevabını almış. “Öyleyse kulağı boş ver; kalanın dövmesini yap” demiş. Birazdan yine canı acıyınca “şimdi ne yapıyorsun” demiş. “şimdi de sol kulağını yapıyorum” cevabını duyunca “o da olmazsa aslan kalır mı?” diye sormuş bu. Dövme yapan “kalır” deyince bu da “o zaman onu da boş ver, kalanını yap” demiş. Bu böyle devam etmiş ve her acıdığında aynı olaylar tekrar etmiş. Sonunda hiçbir şey yaptırmadan oradan kalkmış; dönmüş. Sıradan insanların durumu da aynı şekildedir. Kendilerini sıkı mümin sanırlar ve bu düşünceleri yapmacık değildir. Gerçekten de öyle olduklarına inanırlar. Ama zamanı gelince iddialarının yanlış olduğunu anlarlar.

İncil’e göre Hz. Isa (a.s.) havarilerin birisi hakkında “bu bir gün beni düşmana teslim edecektir” demiş. Duyan havari ağlamaya başlamış[1] ama daha birkaç gün bile geçmeden birkaç kuruş uğruna gerçekten de yakalattırmış[2]. Parayı görünce Hz. İsa’ya olan sevginin gerçek değerini anlamış. Bu şekilde Allah insana onun gerçek iç durumunu açıklar. Mümin sıkıntıya girince eksikliklerini hisseder ve hemen tedavileri başlatır. Örneğin özel mali fedakârlık için yaptığım çağrıya karşı birisi kalbinde bir tutukluk veya çekingenlik hissederse hemen sebebini araştırsın; yok etmeye çalışsın.

2.     İlk amaç edna seviyeli müminler içindir. Bu seviyeden geçtikten sonra artık Allah kulunu özellikle sıkıntıya sokarak dünyaya “Bakınız; bu kulum nasıl da sabırlı, nasıl da şükreden birisidir” demek ister. İncil’e göre şeytan Allah’a “Senin kulların sözünü dinlemiyorlar. Dinleyen varsa apaçık ödüllerini aldığı için öyledir. Yoksa ödül olmasaydı şükreden ve sabreden de olmazdı.” demiş. Allah da “hayır öyle değildir; Eyüp kulumdur ama anlattığın gibi değildir” deyip şeytanın dediğini reddetmiş. Bunun üzerine şeytan da “Öyleyse izin ver; sınayayım.” demiş. “Tüm ödüllerini geri alacağım. Ancak ondan sonra öyle olup olmadığı belli olur” demiş. Allah da izin vermiş ve neticesinde Hz. Eyüp’ün tüm ailesi, malı mülkü teker teker yok olmuş. Evlatları, hayvanları ve malları gözünün önünde mahvolmuş ama o aynen ibadetlerine devam etmiş. Sonunda kendi bedeni bile hastalıklara yakalanmış ama ağzından bir of bile çıkmamış[3]. Bu olay gösteriyor ki bazen sıkıntılar müminin kendisine iman seviyesini anlatmak için değil, başkalarını ikna etmek için de gelir. Allah dünyaya gerçek kullarının şükretmesinin sözde değil, özde olduğunu göstermek ister. Sevdiği kullarına ibtila (ilahi sınanma) gönderir.

3.     İbtilaların üçüncü gerekçesi müminin seviyelerini yükseltmektir; onu parlatmaktır. Belli bir seviyeye çıkmış olan birisi tam “artık yapacak bir şey kalmadı” derken daha da büyük bir ibtila gelir ve onu daha da fazla çalışmaya zorlar. Sıkıntıların bir kısmı bu sebeptendir.

4.     Dördüncü sebep şudur ki sıkıntılar vesilesiyle Allah kuluna karşı beslediği sevgisini açıklar. Bu garip gelebilir ama doğrudur. Bu durumda Allah sevdiği kulun düşmanlarını serbest bırakır; istedikleri kadar zulmetmelerine göz yumar. Ama haddini aşınca birden bire yakalayıverir. Örneğin Ebu Cehil Peygamber Efendimize acı çektirmek konusunda o kadar ilerledi ki, görenler “Muhammed herhalde bir şey yapamaz.” demeye başladılar. O noktada Allah Ebu Cehil’i yakaladı ve dünyaya “bakınız; benim kullarıma bu kadar zulmedeni ve karşı koyanı böyle yakalarım” mesajını verdi. Eğer muhalefetini başlattığı ilk gün azaba yakalanıp öldürülseydi bu olay o kadar etkileyici olmazdı, şanı ortaya çıkmazdı[4].

İbtila (ilahi sınanma) ve azabın farkı

Şimdi de ibtila ile azabın farkını anlatacağım.

1.    Azap neticesinde insan helak olur ama ibtila böyle bir netice doğurmaz. Her ikisi yaşayan için sıkıntılar getirir ama sonuçlar farklı olur. Peygamber Efendimiz birçok kez düşmanın eline düşmüş ve bazen yalnız olmasına rağmen hep kurtulmuş; kurtarılmış. Ebu Cehil ise bir kez tüm askerleriyle birlikte yakalandı ama öldürüldü; kurtulamadı, kurtarılmadı.

2.    Nihai netice olarak azap zarar verir ama ibtila fayda verir. İbtila’nın misali büyük bir güçle yere atılan bir top gibidir. Atılan seviyeden de daha yükseğe seker. Oysa azaba yakalanmış birisi yere çakılır kalır.

3.    Azap yaşayan birisinin kalbinde tedirginlik ve umutsuzluk vardır. Oysa ibtiladan geçen birisi son derece sakindir; huzur içindedir. Azap geldiğinde yaşayan “Aman Tanrım; öldüm ben.” der. Kolay tedirgin olmayan birisiyse kalbi kibir ve kendini beğenmişlikle dolar. “Bana kim dokunabilir?” demeye başlar. İbtila’yı yaşayan birisi ise “Evet zayıfım; güçsüzüm ama beni kurtaracak olan güçlüdür, muktedirdir.” der. Neticesinde Allah’a olan inancı daha da sarsılamaz hale gelir; hakkında daha da iyi düşünmeye başlar; umutlarla dolar.

4.    Azaptan kurtulmak isteyen birisi panik olur; battıkça batar. Oysa ibtilaya maruz kalan birisi olayın felsefesini anlar, aklı daha da iyi çalışır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yaşadığı bir olayı hatırlayalım. Sevr mağarasının ağzına kadar gelenler “ya buradadır ya da yer yarıldı içine girdi” dediler. Profesyonel arama ekiplerinin ağızlarından çıkan kelimeler Araplar için son derece fazla önem taşıdığı için bu noktada Peygamber Efendimiz’in hayatı gerçekten ciddi tehlikedeydi. Ama o en ufak bir tedirginlik göstermedi. O asıl hedefin kendisi olduğunu biliyordu. Yanında olan Ebu Bekir’in sadece birlikte oldukları için arandığını da biliyordu. Bütün bunlara rağmen arkadaşını rahatlatı ve korkma Allah yanımızdadır dedi[5]. Benzer bir olayı dün de anlatmıştım. Bir seferinde kâfirlerden birisi Peygamber Efendimiz uykudayken kimse farkında olmadan yanına gelmiş ve yanında duran kılıcı alıp hafif dokundurarak uyandırmış. “Şimdi seni benden kim koruyacak?” diye sorunca Peygamber Efendimiz son derece sakin bir şekilde “Allah’ım” demiş. Bu kadar rahat bir şekilde söylenen bu kısacık cümle kâfiri öyle bir etkilemiş ki dehşet içinde kalmış. Tuttuğu kılıç elinden düşmüş[6].

5.    Beşinci fark şudur ki söz konusu ibtila olunca insan sıkıntıları o kadar da hissetmez, çok da zorlanmaz. Gelen sıkıntıları hakir görür, hatta çekerken zevk alır. Sebebi de şudur ki onun kalbi “ben âlâyı elde etmek için ednayı feda ediyorum” düşüncesi hâkimdir. Örneğin malını kaybederse “ne fark eder. Sonuçta Allah için feda ettim. Neden umursayayım?” der ve eğer çocuğu ölürse “o da Allah’a gitti, neden gam yiyeyim” der. Vâdedilen Mesih’in buna benzer bir olayı vardır. O en küçük oğlu Mirza Mübarek Ahmed’ı çok severdi ve hastalanınca büyük titizlikle ona baktı. O kadar titizlikle bakıyordu ki Hekim Mevlevi Nuruddin bile “eğer Mirza Mübarek Ahmed vefat ederse herhalde Vâdedilen Mesih çok üzülecek” diye kaygılanmaya başladı. Vefatından bir az önce Mevlevi Nuruddin nabzını kontrol ederken Vâdedilen Mesih den biraz misk istedi ama nabzının durmak üzere olduğunu hissedince “bunu Vâdedilen Mesih’e nasıl anlatacağım” diye dayanamadı; bayıldı. Oysa Vâdedilen Mesih küçük oğlunun vefat ettiğini fark edince son derece sakin bir şekilde kalkmış ve arkadaşlarına “Mübarek Ahmed vefat etmiştir ama bu bizi perişan etmemelidir. Bu Allah’ın isteğidir; sabretmemiz gerekir” diye mektup yazmış. Sonra güler bir yüzle dışarı çıkmış ve bekleyenlere “Mübarek Ahmed hakkında Allah’ın ilhamı gerçekleşti” diye anlatmaya başlamış. Hatta bir şiirinde şöyle demiş;

Oğlumuzu geri çağırandır bizim esas sevgilimiz.

Ey can’ım eğer feda olacaksan O’na feda ol.

Yani ibtilada insan olayın felsefesini bildiği için gayreti ve himmeti sarsılmıyor. Ednayı âlâ olan için feda ettiğini bildiği için bazen çok şiddetli azapları bile hiç hissetmiyor. Bunun gerekçesi ilgili hislerin bilinçli bir şekilde bastırılmasıdır. Mevlevi Nuruddin bir seferinde bir kadına “Falanca akraban ne oldu?” diye sordu. O da gülerek “O öldü.” dedi. Bunun üzerine o da “Peki ya öbürü?” dedi ve kadın yine gülerek “Evet o da öldü.” dedi. Onun gülmesi bilinçli ve ölümün felsefesini anladığı için değildi; tersine bazı hisleri öldüren bir hastalığı vardı. Hüznü algılayan hisleri kalmamıştı ama insan olup bitenlerin farkında olursa bilinçli de yapabilir çünkü onun gözü yükseklerde olur.

6.    Altıncı fark şudur ki ibtila neticesinde insanın ruhani seviyesi artar. Oysa azap olunca düşer. Azap Allah’dan uzaklaştırır, ibtila ise yakınlaştırır. Bunlar azapla ibtilanın belli başlı farklarıdır. Dünyevi musibetlerin insanı sıkıntıya soktukları doğrudur ama hepsinin azap olduğu gerçek değildir. Bazıları azaptır ve bazıları sadece insanın amellerinin doğal neticeleridir. Bir kısmı ise insanın ruhani ilerleyişi için tasarlanmış özel antrenmanlardır.

Hazreti Beşiruddin Mahmud Ahmed

Vadedilen Mesih’in 2. Halifesi

“Necat” konulu konuşma, “Calsa Salana” 28 Aralık 1922


[1] Matta 26. bölümü 21-22 ayetleri

[2] Matta 26. bölümü 47-50. ayetleri

[3] Eyüp bölüm 1 -2 (İncil)

[4] Yani amaç sadece dünyaya “bakınız benim kulum benim için sıkıntılara of  bile demeden katlanır” demek değildir. Ayrıca Allah “o benim için sıkıntılara girerse bende onun için her şeyi yaparım” mesajını da vermek istiyor. Hiç sıkıntılar olmasaydı Allah’ın, O’nun için sıkıntıya girene karşı ne muamele yaptığı da ortaya çıkmazdı*

[5] Tevbe (9) sûresi, ayet 40

[6] Sahih Buhari: Kitabul cihat.

[7] Bakara (2) sûresi, ayet 187

[8] Muslim Kitabul salam

Print Friendly, PDF & Email

Bir Öncekini Oku

Günah Nasıl Oluşur?

Bir Sonrakini Oku

Dünyevi Sıkıntılardan ve Günahtan Kurtulmak Mümkün mü?