Hz. Halifetü’l Mesih 5 (Allah yardımcısı olsun) 1 Ekim 2021’de İslamabad (UK) Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile birlikte MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver, kelime-yi şehadet ve Fatiha suresini okuduktan sonra, şöyle buyurdu:
Hz. Muslih Mevud (ra) Avrupa, İspanya ve Sicilya’da tebliğ konusunda konuşma yaparak, hz. Ömer’in (ra) dönemindeki olaylardan bahsedip şöyle dedi: Hz. Ebu Ubeyde (ra), Suriye savaşında askerlerin azlığı ve düşmanın sayısının çokluğu üzerine hz. Ömer’den (ra) daha fazla asker göndermesini rica etti. hz. Ömer (ra) muhtelif kabilelerle istişarede bulunduktan sonra bir kabileden gençleri toplayıp hz. Ebu Ubeyde’ye (ra) şöyle yazdı: Üç bin asker ve üçbin askere bedel Amr bin Ma’dikerib’i yardımınıza yolluyorum.
Hz. Muslih Mevud (ra) şöyle der: Bizim bir gencimiz eğer üç bin kişiye karşı koymak için gönderilse o, bu akla aykırı bir şey, diyecektir. Ancak o insanlar, imanlarının sağlamlığı ve vaktin halifesinin sözüne değer verdiklerinden dolayı tek başına olan Amr bin Ma’dikerib’e itiraz etmek yerine, büyük bir şan ile ve naralar atarak onu karşıladılar. Bu yüzden düşman, belki de yüz bin, iki yüz bin Müslüman asker yardıma gelmiştir zannetti ve korkup savaş meydanından kaçtı. Hz. Muslih Mevud (ra) şöyle der: Yeni baştan bizim de aynı şekilde kalbimizde itminan oluşturmamız gerekir.
Mısır fetihlerinde Farma savaşı zikredilmeye değerdir. Farma, Akdeniz ve Paluzi’nin yanında Nil nehrinin yakınında kurulmuş, Mısır’ın meşhur bir şehridir. Beytü’l Makdis’in fethinden sonra hz. Ömer (ra) Mısır’a varmadan önce, mektubu ulaşır ulaşmaz geri dönmesi şartıyla hz. Amr bin As’ı dört bin askerle birlikte Mısır’a yolladı. Bu konuda değişik rivayetler bulunmaktadır ancak doğrusu şu şekilde görülmektedir: Mısır sınırları içinde Ariş’te ona mektup ulaşmıştı ve Mısır’a girdikten sonra da onun ilerlemesi gerekiyordu. Çünkü müminin atılmış adımı geri çekilmez. Romalılar, İslam ordusunun sıradan olduğu ve kendi sayılarının da fazlalığını ve hazırlık oluşlarını görüp Müslümanların azminin çabuk kırılacağı düşüncesiyle kendilerini kaleye kapattılar. Hz. Amr bin As (ra), aylarca süren muhasaradan sonra kaleden çıkan bir asker birliği ile yapılan çarpışmadan sonra onları yenerek büyük fethin yolunu açtı.
Hz. Amr bin As (ra), Suriye yolunda Fistat’tan otuz mil uzaktaki bir şehri fethetmek için oraya yönelince Roma birlikleri, savaşmak gayesiyle onun yolunu kestiler. Kendisi, savaşmak yerine İslam’ı kabul etmeleri ve cizye vermelerini önererek Mısır halkına merhamet ve ihsanda bulunulmasına dair hz. Resulüllah’ın (sav) emrinden de bahsetti. Hz. Amr bin As (ra) tarafından dört gün mühlet verilmesine rağmen Mısır’ın lideri Ertabun, on iki bin askerle gece vakti Müslümanlara saldırarak önemli sayıda kimseyi şehit etti, kendisi ise bin askerin öldürülmesi ve üç bin askerin yakalanması üzerine savaş meydanından kaçtı. Balbis’te bir ay süren çarpışmalardan sonra sonunda Müslümanlara zafer nasip oldu.
Savaş karmaşası sırasında Kıptilerin lideri Mukavkıs’ın en sevdiği kızı Armanusa yakalandı. Hz. Amr bin As (ra),
ھَلۡ جَزَآءُ الۡاِحۡسَانِ اِلَّا الۡاِحۡسَانُ
(Iyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey olabilir mi?) ayetine istinaden, Mukavkıs tarafından hz. Resulüllah’a (sav) hediye gönderilmesi sebebiyle, Mukavkıs’ın kızını bütün kıymetli takıları ve hizmetçileri ile birlikte son derece saygı ve hürmetle geri gönderdi. Bütün sahabeler hz. Amr bin As’ın (ra) kararını doğru buldular. Bu olay Müslümanların bilgelik ve ahlak güzelliğinin bir delilidir.
Nil nehri üzerinde Turacan halicinin kaynağının yanındaki Umm Denin, Kayyum’un bütün bölgeleri ve Aynü’ş Şems’te Müslümanlar Romalılara galip geldiler. Manofiye’nin iki şehri Esrib ve Manof fethedildi. İskenderiye’den sonra en güçlü kale Babiliyun yahut Fistat, yedi aylık muhasaradan sonra içeri girilerek savaşa savaşa fethedildi. Hz. Amr bin As (ra) fethi duyunca şükür secdesi yaptı.
İskenderiye’nin fethi konusunda muhalifler tarafından, özellikle de Hıristiyan yazarlar tarafından, Hz. Ömer’in emriyle İskenderiye kütüphanesinin altı ay boyunca ateşe verildiğine dair itiraz ileri sürerek, Müslümanların neuzübillah ilim ve akla karşı olduğu etkisini uyandırmaya çalışırlar. Halbuki öyle bir kavim düşünün ki o kavmin önderi, yani hz. Resulüllah (sav) ilim elde etmek her Müslümana farzdır ve ilim öğrenmek için gerekirse Çin’e gidin diye emretmiştir. Böyle kimseleri kütüphaneleri yakmakla suçlamak akıl ve mantığa temelden aykırıdır. Birçok Hıristiyan ve Avrupalı araştırmacı da ispatlamıştır ki İskenderiye kütüphanesinin yakılması olayı baştanbaşa uydurma bir olaydır.
1.Halifetü’l Mesih hazretleri “Tasdik Berahin-i Ahmediye” adlı kitabında bu itirazdan bahsederek şöyle der: Eğer İslam’da böyle adetler olsaydı birincisi, hz. Ömer (ra) kendi hilafet döneminde İslam’ın ilk muhatapları olan semavi dinlerin, yani Yahudi ve Hıristiyanların kitaplarını yakardı. Sonra Mecusiler üzerinde galip geldikten sonra onların kitaplarının yakıldığına dair tarihte hiçbir bilgi bulunmuyor. İkincisi, eğer dini kitapları yakmak İslam’ın işi olsaydı Yunan felsefesi, tıbbı ve ilimlerinin Arapçaya tercüme edilmesi imkansız olurdu. Üçüncüsü, eğer İslam’a mensup olanlar kitapları yakma adeti benimsemiş idiyseler, onlar Hindistan’a geldiğinde Hinduların hangi kitabını yaktılar. Dördüncüsü, Hindistan’da yedi yüz yıldan fazla süren İslamî saltanat sırasında Hindu dini kitapları Bhagavat Gita, Ramain, Mahabharata ve meşhur kitaplarının yakıldığını hiçbir kulak duymadı. Tersine onlardan bazıları tercüme edildi. Artık insaf ile düşünün!
John William Draper, meşhur kitabı “Conflict Between Religion and Science”da şöyle yazmıştır: Hayıflanmak gereken şudur ki Hıristiyanlar İspanya’yı ele geçirdiğinde mutaassıp kardinal Cimeros, seksen bin Arapça el yazması kitabı Garnata meydanında ateşe verdi.
Hz. Ömer Faruk’un (ra) hilafet döneminde İslam saltanatı doğuda Ceyhun ve Sind nehrinden batıda Afrika’nın çöllerine kadar, kuzeyde Asya’nın Çek dağları ve Ermenistan’dan güneyde Pasifik okyanusu ve Noba’ya kadar bir dünya devleti şeklinde dünya haritasında yer etti ve hepsi de İslam’ın adaletinin ve rahmetinin gölgesinde emniyet ve sükun ile hayatlarını geçirdiler.
Hz. Muslih Mevud (ra) şöyle der: Allah-u Teala bir yandan, birisi size tokat atarsa siz de ona tokat atın diye izin verirken, diğer taraftan eğer karşı koymayı barışa aykırı görürseniz sessiz kalın ve tokata karşılık vermeyin diye de emreder. Hz. Ebubekir (ra), hz. Ömer (ra) ve hz. Osman’ın (ra), Afganistan ve Buhara kabileleri ve Kürtlerin zulümlerinde onları niye affetmediklerine dair bir delil bulunmuyor. Onun sebebi şudur: Onlar biliyorlardı ki bazı kabileler Müslümanlara saldırmadılar, aksine Allah saldırdı ki Müslümanlar uyansınlar ve onların içinde yeni bir ruh, yeni bir hayat meydana gelsin.
Hz. Muslih Mevud (ra) bu konuda bir hutbede Cemaate şöyle nasihat etti: Musibetler ve zorluklar, bizi, Allah-u Teala’ya yaklaştırmalıdır ve işte bu, zaferlerin yolu olur. Eğer bu konularda biz sadece korkuyla geri geri durur ve kendimizi ıslah etmeye ilgi göstermezsek o zaman ilerleme de olamaz. İlerleme nasip olduğunda ve musibetler sona erdiğinde tekrar o günlerde Allah-u Teala’ya doğru ilgimizi çevirmeliyiz ve bizim kendi manevi ilerlememiz ve maneviyatımızın düzelmesine yönelmemiz gerekir. Bugünlerde de her Ahmedi için bu, anlaşılması gereken bir konudur.