Huzur-i Enver (Atba) 25 mayıs 2018’de Londra’da Beyül Futuh camisinde Cuma hutbesi verdi. Teşehhüd taavvuz ve fatiha suresinden Nur suresinin 56. Ve 57. Ayetlerini ve tercümesini okudu.
Tercümesi: Allah, aranızdan inanan (ve yerli yerinde) iyi işler yapanlara kesin söz vermiştir. O, kendilerinden öncekileri halife kıldığı gibi, onları (da) yeryüzünde halife kılacaktır (ve) onlar için beğendiği dinlerini mutlaka güçlendirecektir. Korkulu (durumların) ardından, kendilerini mutlaka emniyetli (bir hale) döndürecektir. Onlar, Bana ibadet edecekler (ve) hiçbir şeyi Bana ortak koşmayacaklar. Bundan sonra (da) nankörlük eden olursa, işte itaat dışına çıkanlar (da) kendileridir. Hepiniz namazı ayakta tutun, zekât verin ve Peygamber’e itaat edin ki, merhamet edilesiniz.
Huzur-i Enver daha sonra şöyle dedi: Bu ayetlerde Allah-u Teala’nın bir sözü açıklanmıştır; Allah sizi bir nimet ile nimetlendirecek, o nimet Hilafettir. Onun neticesinde siz güç de elde edeceksiniz ve korkulu durumlardan sonra emniyetli bir hale döndürecektir. Bu bir sözdür, önceden verilmiş haber değildir ki mutlaka verilsin. Tabii ki, bunun şartlarını yerine getirenlere mutlaka bu nimeti verecektir. O şartlar nelerdir? Allah-u Teala buyuruyor ki, onlar Bana ibadet edecekler, şirkten tam manasıyla uzak duracaklar. Bir kimse eğer ibadet eden birisi değilse, şirkten tam olarak uzak duran birisi değilse, o zaman o bu sözden tam olarak faydalanamayacak.
Kuran-ı Kerim’den belli olduğuna göre ahir zamanda “Hilafet ala minhac-i nübüvvet” (Nübüvvet yolu üzerinde hilafet) kurulacaktır. Hadislerden de “Hilafet ala minhac-i nübüvvet” kurulacağı ve daimi olacağı anlaşılmaktadır. Hz. Mesih-i Mevud (as) da iyice açıklayarak dedi ki, benden sonra hilafet olacak ve daima kalacak. Fakat bununla birlikte Allah-u Teala bu ayetlerde Müslümanlara şunu da açıkladı ki hilafet nimetinden feyz almak, pay almak için kendi durumunuzu değiştirmek gerekir, sadece Müslüman olarak adlandırılmak, sırf zahiren iman göstermek, sizi hilafet nimetinin hissedarı yapmayacak. Velhasıl Allah-u Teala Müslümanlara şöyle nasihat etti: ibadetin hakkını vermek için, şirkten korunmak için, namazları kaim kılın, zekat verin, peygambere itaat edin, işte o zaman Allah’ın rahmetini elde edebilirsiniz.
Peygambere itaat konusunda Peygamber Efendimizin buyruğunu da hatırda tutmak gerekir. Hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: Kim benim tayin ettiğim lidere itaat ederse, bana itaat etmiştir, kim ki benim tayin ettiğim lidere itaatsizlik ederse, bana itaatsizlik etmiştir. Peygamber Efendimizin tayin ettiği liderlerin en büyüğü hilafet nizamındaki halifedir. Burada kastedilen hilafet, “minhac-i nübüvvet” nübüvvet üzerindeki hilafettir. Bu hilafet şimdi sadece Ahmediye Cemaatinde vardır.
Ramazanda kötülükleri bırakmak ve iyilikleri edinmek işte budur, bununla orucun gayesi gerçekleşir. İnsan bunda sebat etmek için çabaladığında işte o zaman gerçekten orucun amacına ulaşan birisi olabilir, aksi takdirde aç kalmaktır. Hz. Resulüllah (sav) buyurmuştu ki, Allah-u Teala’nın, sizin aç kalmanıza hiçbir ihtiyacı yoktur, eğer siz o gayeleri elde etmiyorsanız. Bazı insanlar oruç adıyla kandırırlar da ve aç da kalmazlar. Kendilerini oruçluymuş gibi gösterirler ama oruç değildirler. Bunlar öyle insanlar ki yeyip içmeyi bile kontrol altına alamıyorlar. Kimi birkaç saatliğine Allah’ın rızası için yeyip içmeyi durduramaz, bazısı ise bütün gün aç ve susuz dursa bile namaz ve ibadetlere, gösterilmesi gereken ilgiyi göstermez. Yarım yamalak namaz kılar, işte o kadar. Allah’ın emirlerine ve yasaklarına hiçbir ilgi yoktur. Böyle oruçlar, Allah’ın takvayı edinin diyerek belirlediği maksada ulaştırmaz.
Bazı ulema ve ciddi kesim, hilafet nizamının olması gerektiğini de belirtirler. Fakat onlara Allah’ın kurduğu Hilafet nizamını kabul edin dendiğinde buna yanaşmazlar, hatta muhalefeti artırırlar. Yeni bir muhalif olay iki gün önce Siyalkot’da bizim camimize yapıldı. Polis ve idarecilerin gözetiminde, mollalar ve birkaç yüz müritleri Cami’ye ve onun yanındaki eve saldırdılar ve kırıp döktüler. Üstüne bir de diyorlar ki biz daha başka camilere de zarar vereceğiz, yıkacağız.
Hz. Resulüllah’ın (sav) verdiği gaybe habere göre kurulan hilafeti kabul etmedikçe bunlar böyle hareketler yapmaya devam edecekler. Zaten bunlardan herhangi bir iyi davranış beklenemez. Onlar Hz. Mesih-i Mevud’un (as) zamanından kalma bir hatıraya zarar verdiler, hükümet de onu ele geçirmiştir. Bizim duygularımıza gelince her zaman olduğu gibi, olması gerektiği gibi cevabımız sadece şudur:
اِنَّمَا اَشْكُوا بَثّٖى وَحُزْنٖى اِلَى اللّٰهِ
Ben üzüntü ve kederimin feryadını Allah-u Teala’nın huzuruna arz ederim.
Şüphesiz bizim onunla duygusal bir bağımız var, ancak hz. Mesih-i Mevud’a (as) bağlı olmanın göstergesi sadece binaları korumakla değil, aksine onun nasihatlerine bağlı kalmak ile, kendisinden sonra hilafet nizamıyla birleşmek iledir. Allah’ın, hilafet nimetinden istifade etmek için bildirdiği şartlara uymak ile; ibadetlerin seviyesini iyileştirmekle; Allah’ın emirlerine göre hareket etmek iledir. İtaatin standardını yükseltmek iledir. Velhasıl bizim bunlar için çaba sarfetmemiz lazım.
Birisi, hz. Mesih-i Mevud’a (as), halifenin gelişinin sebebi nedir, diye sordu. Hz. Mesih-i Mevud’un (as) buna verdiği cevap her zaman gözlerimizin önünde olmalı, şöyle dedi: “ıslah”. Buyurdu ki, Allah’ın sünneti her zaman şöyle işler: bir zaman geçip, insanlar önceki peygamberin talimatını unutarak, doğru yolu, iman hazinesini ve marifet nurunu kaybedince; dünyada karanlık ve sapmışlığın, fısk ve fücürun (günahın) tehlikeli karanlığı dört bir taraftan yayıldığı zaman, Allah’ın sıfatı coşar ve yüce bir insan vasıtasıyla yeni baştan dünyada Allah’ın marifetini kurarak varlığının açık delillerini binlerce mucizeler ile verir.
Müslümanlarda da iman ve takva kaybolmuştur, gayri Müslimlerde de. Bu yüzden bu devirde Allah-u Teala, hz. Resulüllah’ın (sav) bildirdiği gaybi habere uygun olarak “Hatem-ül Hulefa”yı gönderdi. Kendisi şöyle dedi: Bu kadim sünnete göre bizim cemaatimiz kuruldu, ta ki Allah’ın varlığının açık delilleri sunulsun. Tevhid yeniden kökleştirilsin, üstün ahlak yeni baştan yerleşsin. Görüyoruz ki Müslümanların ekseriyetinin amelî durumu zayıftır. Kabirlere tapmaya, şirk ve bidatlere müpteladırlar. Fısk ve fücur genel bir durumdur. Fakat, hz. Mesih-i Mevud’un (as) sözünün son kısmı bizi her zaman uyanık tutmalı. O şöyle demişti: O kadim sünnete göre bizim cemaatimiz kuruldu, ta ki dünyada her tarafta fısk ve fücur ve fesat yayıldığında, ahlak bittiğinde, işte o zaman Allah-u Teala tekrar bir sevdiğini yollar ve yeni baştan tecdid-i din (dinin ilk haline getirelerek tazelenmesi) gerçekleşir.
Velhasıl, eğer biz hz. Mesih-i Mevud’a inandığımız halde, içimizde bu değişiklikleri yaratmıyorsak o halde bu çok endişe duyulacak bir durumdur. Bizim her zaman kendimizi muhasebe etmemiz lazım: Yüce Allah, hilafete bağlı nimetleri elde etmek için hangi işleri yapmamızı nasihat ettiyse, acaba biz hayatımızı ona uydurmaya çalışıyor muyuz? Bakmamız lazım ki bizim ibadetlerimiz nasıldır, namazlarımız nasıldır, her sözümüz ve amelimiz şirkten temiz midir, mal fedakarlığımızın seviyesi nedir, itaatimiz hangi ölçüdedir? Acaba Allah-u Teala ve O’nun Resulünün (sav) istediği seviyeye ulaşmak için çabalıyor muyuz? Ayrıca bu devirde hz. Mesih-i Mevud (as) kendi cemaatini kabul edenleri hangi seviyede görmek istiyorsa, biz o seviyeye ulaşmak için çabalıyor muyuz?
İbadetlerin ve namazların önemi hakkında hz. Resulüllah’ın (sav) bir tenbihi şudur: Kıyamet günü kulların hesaba çekileceği ilk şey namazdır. Eğer bu hesap doğru ise o başarıya ulaştı ve necat buldu. Eğer bu hesap bozuk ise o başarısız oldu ve hüsrana uğradı.
Hz. Cabir (ra), Peygamber Efendimizin, “Namazı terk etmek insanı şirk ve küfre yaklaştırır,” dediğini beyan eder. İşte bu korkulacak yerdir. Şirk öyle bir suçtur ki Yüce Allah ondan son derece tiksinir. O, şirki affetmez. Acaba böyle bir suça batmış olursak Allah’ın hilafet nimetinden fezylenebilir miyiz? Asla.
Namaz nasıl olması gerekir, onun hakikati ve ruhunun seviyesi nedir? Bu konuyu açıklayarak hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: bazı insanlar camilere de giderler, namazları da kılarlar ve İslam’ın diğer şartlarını da yerine getirirler, fakat Allah-u Teala’nın yardımı ve desteği onlarla birlikte olmaz. Onların ahlak ve adetlerinde göze çarpar bir değişiklik meydana gelmez. Çünkü İlahi hükümleri yerine getirmek bir tohum gibidir, onun etkileri ruh ve bedenin her ikisi üzerinde olur. Bir kimse tarlayı işler ve büyük bir meşakkatle tohum eker, eğer bir iki aya kadar hasat çıkmazsa kabul etmek zorundadır ki o tohum bozuktur. Huzur-i Enver şöyle dedi: İşte bu noktayı bizim daima göz önünde tutmamız gerekir ki ibadetlerimiz ahlak ve tavırlarımızın ölçüsünden Allah’a yakınlığımız belli olmalı.
Hz. Mesih-i Mevud (as) namazın hakikatini anlatarak şöyle buyurur: Namaz nedir? O bir duadır ki tesbih, tahmid, takdis ve salavat ile yakarışla yapılması gerekir. Sizler namaz kıldığınızda, Allah’ın kelamı olan Kuran-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin kelamı olan sünnet dualar dışında diğer bütün dualarınızı kendi lisanınızda yalvararak eda ediniz ki sizin kalplerinizde bu acz ve niyazın bir etkisi olsun. Namaz öyle bir şeydir ki onun sayesinde gökler insana eğilir. Namazın hakkını veren, öldüğünü zanneder ve onun ruhu eriyerek Allah’ın kapısına düşer. Bu türlü namazın olduğu evler asla mahvolmazlar.
Yine Allah-u Teala, şirkten kaçının buyurur. Bir rivayette bildirildiğine göre hz. Resulüllah (sav) kendi ümmeti içinde şirkten endişe ediyordu. Allah-u Teala buyurur ki, “ve yağfiru ma düne zalike” yani her günah bağışlanacaktır ama Allah-u Teala şirki affetmeyecek. Velhasıl şirkin yanına dahi yaklaşmayın, onu yasak ağaç sayın. Ağız ile la ilahe illallah deyip kalpte binlerce put barındırmak tevhit değildir. Kim kendi işine, planına, hilesine, tedbirine ilah gibi yücelik verirse, yahut Allah’a bağlaması gereken güveni, bir insana bağlarsa, yahut Allah’a verilmesi gereken azameti kendi nefsine verirse, bütün bu durumlarda o Allah katında putperesttir.
Hilafet nimetine kavuşanların zekat ve mal fedakarlığında bulunmalarının zorunlu olduğu bildirilmiştir. Hz. İbni Mesud’un beyan ettiği bir hadiste hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: İki kişiden başkasına gıpta etmemek lazım. Onlardan biri odur ki, Allah ona mal verdi o da onu Allah yolunda harcadı. İkincisi odur ki, Allah ona feraset, akıl, hikmet verdi o da onların yardımıyla insanlar arasında karar verir ve onlara öğretir de.
Hz. Mesih-i Mevud (as) namaz kılmak ve zekat vermek arasında ilişkiyi açıklayarak şöyle der: İnsanlar namazlarında huşu ve huzu ederler, bunun gerekli sonucu şu olur ki tabii olarak lağv (boş işlerden) yüz çevirirler ve pis dünyadan necata kavuşurlar. Ve bu dünyanın sevgisi soğuyarak onlarda Allah sevgisi oluşur. Bunun neticesi şu olur: “hüm lizzekati failun” yani o yine Allah’ın yolunda mal harcar.
Velhasıl namaz, lağv (boş işlerden) uzak durmaya dikkat çeker, boş işlerden uzak durmak yeniden Allah’ın hükümlerini bilinçli olarak yapmaya sevkeder. Ve sonra da malını caiz olmayan şeylere harcamak yerine Allah yolunda harcamaya dikkati çevirir. Hz. Mesih-i Mevud (as) bundan şu neticeyi de çıkardı: Allah yolunda mal harcamak bir çok lağv (boş ve faydasız) şeylerden insanı kurtarır.
Sonra Allah-u Teala, hilafet nimetine erişenlere, itaatin seviyesini yüksek tutmalarını nasihat etti. Hz. Abbas’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir: Bizler hz. Resulüllah’a (sav) şu nokta üzerinde biat ettik ki, duyacağız ve itaat edeceğiz, ister hoşumuza gitsin, ister gitmesin, ve her nerede olursak olalım bir konudan sorumlu olanlarla kavga etmeyeceğiz, hak üzerinde duracağız yahut hakkı söyleyeceğiz ve Allah-u Teala ile ilgili muamelelerde hiçbir kınayanın kınamasından korkmayacağız.
Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Allah ve O’nun Resulü ve yöneticilere itaat edin. İtaat öyle bir şeydir ki dürüst kalp ile benimsenirse kalbe bir nur ve ruha bir haz ve aydınlık gelir. İtaate gerek olduğu kadar mücahedelere gerek olmaz, fakat şart şudur ki gerçek itaat olmalı ve işte bu zor bir iştir. Mesih-i Mevud’un cemaati denerek ashab-ı kiramın cemaatiyle birleşmek istiyorsanız içinizde ashab-ı kiramın rengini yaratın.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Eğer cemaatin ilerlemesini daima sürdürmek istiyorsanız, hilafet nizamının daima sürmesi için çaba sarfetmek gerekir. Sonra bu örneği kalıcı olarak kökleştirmek gerekir, o zaman önceden beri nasip olan ilerlemeler yine nasip olmaya devam edecek. İbadetlerimizin seviyesini de yüksek tutmamız lazım, namazlarımızı da korumamız lazım, her söz ve davranışımızı her türlü şirkten tamamıyla temiz tutmamız gerekir, malllarımızı da Allah yolunda harcamamız gerekir, hilafete vefa ve itaatin standardını her zaman korumak gerekir. İşte o zaman biz, hilafetin nimetleri ve ona bağlı olan Allah’ın bereketlerinden feyzlenebiliriz ve kıyamete kadar sürecek olan hilafet ile bağlı olabilir, nesillerimizi de hilafete bağlı tutanlar olabiliriz.
Allah-u Teala bize hilafet nimeti bahşetti ve geçen yaklaşık 110 seneden beri Allah’ın lütuflarının manzaralarını ve hz. Mesih-i Mevud’a (as) verilen sözlerin gerçekleştiğini görmekteyiz Allah-u Teala, hz. Mesih-i Mevud’a (as) biat etmiş olan herkesi, Allah’ın verdiği nasihati göz önünde tutarak hilafetin bereketlerinden daima feyz bulmaya muvaffak kılsın. Ben önceki hafta da Pakistanlılar için özellikle duaya teşvik etmiştim. Tekrar söylüyorum ki Pakistanlıların özel olarak duaya dikkatlerini çevirmeleri lazım, namazlarınızı, nafilelerinizi, zikirlerinizi artırmanız lazım. Yüce Allah hepimizi buna muvaffak kılsın. Amin.
Kaynak: https://www.alislam.org/friday-sermon/2018-05-25.html