Sahipzade Abdullatif hazretleri Afganistan’ın çok büyük âlimlerinden biriydi ve hem âlim hem de büyük irfan sahibi, keşif sahibi bir insandı.
Bu zat Afganistan’dan hac iradesiyle çıktı, fakat oradan direk gidilemediği için Hindistan’a geldi. O esnada Vâdedilen Mehdinin zuhur ettiğini duyunca ve Vâdedilen Mehdinin kitaplarını okuyunca onun aynen Resulüllah (sav)’in müjdelediği kişi olduğunu anladı. Ve Resulüllah (sav)’in bütün emirlerini yerine getirmeden, özellikle de böyle bir kişi geldiyse ona tabi olmadan ve onun izni olmadan hacca gitmem uygun değildir diyerek, önce ona gitmem lazım, ona tabi olmam lazım sonra onun müsaadesiyle hacca gitmem lazım dedi.
Bu zat oradan direk Kadiyan’a geldi ve Mehdi (as)’ı bizzat kendisi tanıdı. Hatta müritleriyle beraber Kadiyan’a geldiği zaman, müritleri Vâdedilen Mehdi (as)’ın daha sonra 1. halifesi olan Nuruttin hazretlerini Vâdedilen mehdi zannettiler ve onun elini öptüler. Sahipzade Abdullatif hazretleri ise Nuruttin hazretlerine dedi ki o zat kimdir ben onunla görüşmek istiyorum. Nurettin hazretleri ise “efendim, bu günlerde Vâdedilen Mesih (as) bu günlerde çok meşguldür. Ve kimseyle görüşmüyor ama siz çok uzaktan geldiniz, isterseniz haber vereyim dedi. Şehzade Abdullatif hazretleri “hayır, bu edebe aykırıdır, kendisi yasakladıysa ben uzaktan geldim diye imama bu şekilde söylemem uygun olmaz” sadece ne zaman geliyorlar? Dedi. Dedi ki namaz vaktinde filan mescide geliyor. Peki dedi, biz camiye gidip bekleyelim ama bana kesinlikle kim olduğunu söylemeyin, bizzat ben kendim tanıyacağım. Mescide birçok kişi gelip geçti. Mehdi (as) geldiği zaman, şehzade Abdullatif hazretleri ayağa kalktı, Mehdi (as)’ın elini öptü. Müritleri daha sonra sordular, siz o kadar kişi arasından nasıl tanıdınız, hâlbuki biz yanılgıya düştük. Abdullatif hazretleri diyor ki Allah-u Teâlâ bize bu irfanı vermezse o zaman sizinle bizim aramızda fark kalmaz. Allah bana o irfanı verdi ki ben yalancı ve doğrunun yüzünü tanıyabileyim. Bu şekilde biat etmek istedi, Mehdi (as) da çok ısrar etti, hayır siz biraz daha durun, biraz sabır edin, burada görün. Ama buna rağmen o çok ısrar etti ve biatını aldı. Altı aya yakın Mehdi (as)’ın sohbetinde bulundu ve ondan sonra kendisi Afganistan’a gitti ve orada Afgan kralı tarafından şehit edildi.
Mehdi (as) diyor ki Şehzade Abdullatif’in şehadetinde sizin için büyük bir örnek vardır. Bunun için tezkeretüş şehadeteyn’i sık sık okuyun ve görün o ne kadar yüksek bir iman örneğiydi diyor. O, dünya ve dünya ilişkilerini hiçe saydı. Çoluk çocuğunun düşüncesi onun imanını bir zerre kadar etkilemedi. Ve dünyevi saygınlık, dünyevi makam onu korkak yapmadı. Çünkü insanlar, ya ben bu imama biat edersem, elimdeki şu rahatlık gider, şu makam gider diye düşünürken, bu tür şeyler hiç onu korkak yapmadı. O can vermeyi kabul etti ama imanını vermeyi kabul etmedi. Denilebilir ki Abdullatif öldü veya öldürüldü, ama gerçekten biliniz ki o hayattadır ve hiçbir zaman ölmeyecektir. Bu Mehdi (as)’ın ifadeleri. Sonra, Mehdi (as) tezkeretüş-şahadeteyn’i okuyun ve oradan bu zatın ne şekilde şehit edildiğini öğrenin. Afganistan’da o zaman da dikta yönetimi var ve bu olay Mehdi (as)’a çeşitli mektuplar vasıtasıyla bildirildi ki olaylar şu şu şekilde cereyan etti diye. Mehdi (as) anlatıyor;
O hac niyetiyle buraya geldi ve daha sonra Afgan kralına bir mektup yazdı. Çünkü Afgan kralının nezdinde çok saygın bir kişiydi Abdullatif hazretleri. Hatta, Afgan kralına o taç giydirmeden, resmen kral sayılmıyordu. Onun için Mehdi (as) diyor ki dünyevi makamlar onu korkak yapamadı.
Tabi o zaman Hindistanda İngilizler saltanat sürmekteydi ve o hac niyetiyle Afganistan’dan çıkmıştı ama hacca gitmedi ve buraya, Mehdi (as)’ın yanına geldi. Ve bu Afgan kralının aklına bazı şeyler getirmesin diye önceden ona bir mektup yazdı. Ben şu şu şekilde buraya geldim ve burada Vâdedilen Mesihin ziyaretine nail oldum dedi. Çünkü vaat edilen Mesihe iman etmek ve ona itaat etmek daha efdaldir dedi ve Allah ve Rasülünün emri de budur. Bundan dolayı ben Kadiyana geldim ve bu işi ben kendimden yapmadım, peygamberin emrinden dolayı ben bunu yapmak zorunda kaldım ayet ve hadis bunu emretmektedir. O bu mektubu birisine, ordu içerisinde bir subaya gönderdi. Ve o zat bu mektubu sakladı, çünkü o biliyordu ki ben bu mektubu krala şimdi verirsem o çok öfkelenir, onun için ben bunu uygun bir zamanda vereyim. Ama bunun yardımcısı gizliden bu mektubu aldı ve okudu. O çok şerli bir insandı. Bunu direk krala verdi. Bunun üzerine Abdullatif hazretleri bir cevap alamayınca tekrar bir mektup yazdı, onu da posta müdürü açtı ve krala iletti. Kral bu subayı çağırıp sordu, sana böyle böyle bir mektup geldi mi? O da canını kurtarmak için inkâr etti, hayır efendim, ben böyle bir mektup almadım diye. Mehdi (as) diyor ki Allahu Teâlâ’nın kaza ve kaderi onun şehit olmasını istiyordu. Allahu Teâlâ onu şehitlerin zümresine dâhil etmişti. Afgan kralı büyük bir kurnazlıkla ona bir mektup yazdı. Bu mektubunda diyor ki, siz hiç korkmadan Afganistan’a gelin, eğer sizin söyledikleriniz doğruysa ben bile iman ederim. Sonra Mehdi (as) diyor ki, ravilerin anlattıklarına göre, biz bilemiyoruz bu mektup posta ile mi geldi yoksa bir elçi mi getirdi? Abdullatif hazretleri bu mektubu okuduktan sonra Kabil’e doğru ilerledi. Ve diyor ki tekrar ravilerin dediklerine göre, Abdullatif şehit hazretleri Kabile bir at üzerinde vardı ve onu takip eden sekiz süvari vardı, kaçmasın vs. diye etrafını çevirmiş sekiz süvari vardı, kral tarafından tayin edilmiş.
Abdullatif hazretleri daha Kabil’e varmadan her tarafta meşhur olmuştu, Afgan kralı bunu kandırarak buraya çağırdı, niyeti kötüdür, bu meşhur olmuştu. Abdullatif hazretleri Kabil sokaklarından geçerken birçok sokak adamları alay etmek için oradaydılar. Ve diyor ki kendisi Afgan kralının huzuruna çıktığında, önceden afgan kralını bir hayli kışkırtmışlardı. O çok kötü bir şekilde davrandı kendisine. Dedi ki ben bundan pis koku alıyorum, Abdullatif hazretleri hakkında, onu benden uzak tutun dedi. Ve biraz sonra, yani orada buna benzer şeyler söyledikten sonra, bunu benim oturduğum kalede hapsedin dedi. Ona zincir vurdurdu, bu zincirin ağırlığı aşağı yukarı 140 kiloya yakın. Mehdi (as) diyor ki, bu zincir boynundan göbeğine kadar geliyordu, ayrıca ellerine kelepçe vurdurdu ve ayrıca ayağına da sekiz kiloya yakın zincir bağlattı. Bu suçtan dolayı ki niye bu iman etmiştir diye. Ve bundan sonra bu şekilde dört ay tutuklu kaldı Abdullatif şehit hazretleri. Abdullatif hazretleri için bu çok büyük bir şeydi, çünkü o çok rahat yaşayan bir insandır. Böyle sıkıntılar görmemiştir. Mehdi (as) diyor ki o bu şekilde dört ay içerde kaldı. Ve bu süre zarfında Afgan kralı sık sık kendisine gelerek veya elçiler göndermek suretiyle, ona tövbe et dedi. Bu insanın Vâdedilen Mesih olduğundan tövbe et, ben seni buradan çıkaracağım dedi. Ama Abdullatif hazretleri her defasında, Allahu Teâlâ bana ilim verdi ve bana hak ile batılı tanıma gücü verdi. Allah bana bu gücü verdikten sonra ben içtenlikle bu kişinin Vâdedilen Mesih olduğuna iman ettim ve ben biliyorum ki benim bu inanışımdan dolayı hem benim canım gidecektir, hem benim çoluk çocuğum yok olacaktır, can ve dünyevi rahat için imanımı terk edemem. Mehdi (as) diyor ki, Kral her geldiğinde o bunu sık sık söyledi. Ve zannetmeyiniz ki, oradaki hapishaneler İngilizlerin hapishaneleri gibidir. İngilizler gene de düşünürler ki ya bu insandır, bu şartlar çok ağırdır diye, Afganistan’da ise hapishaneler çok kötüdürler. Çünkü orada insanın durumuna hiç bakılmaz, çok vahşice davranılır. Ve diyor ki öyle bir tutukluluk haliydi ki ölüm bundan daha hayırlıdır, ölümden beter bir tutukluluktu. Ve bundan dolayıdır ki insanlar Abdullatif hazretlerinin bu sebatını görünce çok taaccüp ediyorlardı, hayretler içerisinde kalıyorlardı. Taaccüp edilmesi gerekiyordu, çünkü bu içeri atılan kişi orada yüz bin rupilik arazilere sahipti. Çok zengin bir insandı, ayrıca ilmi üstünlüğünden dolayı, takva üstünlüğünden dolayı Afgan toprağının lideri hükmündeydi. Bu öyle bir insandır. Ve elli seneye yakın hayatı boyunca hep çok rahat bir şekilde hayatını geçirmiştir. Abdullatif hazretleri için bu çok büyük bir imtihandı. Bununla beraber onun büyük bir ailesi var, ailesi içinde çok sevdiği insanlar var, böyle bir insanın tutuklanarak içeri atılması ölümden beterdir onun için. O kadar kötü bir durumdur ki onun tasavvurundan bile insan titremeye başlıyor. Ama bu kadar naz ve nimetler içinde yetişen bu insan büyük sabır gösterdi. Ve özellikle insanları şaşırtan şu idi ki Afgan kralı sık sık gelerek; bakın siz bu imanınızdan vazgeçin, biatinizi geri alın, ben size büyük ikramlarda bulunacağım, eski makam ve itibarınız size geri verilecek diyordu. Bu insan her defasında, Afgan Kralının bu sözlerini hiç umursamadı bile. İnsanlar şaşırıyorlardı bu insan bu kadar sebat nasıl gösteriyor. Mehdi (as); onun bu konudaki sebatı şaşırmaya değerdi diyor. Mehdi (as) diyor ki o sık sık dedi ki, zannetmeyiniz ki ben dünyevi rahatımı imanımdan daha üstün tutacağım. O bunu yapamazdı. Çünkü o imanın nerede olduğunu çok iyi tanımıştı. Her açıdan o teselli olmuştu. Ve o dedi ki benden böyle umut beslemeyin, ben tam manasıyla teselli oldum ve tanınması gerekeni tanıdım. Ben canımdan vazgeçmeye hazırım ama haktan vazgeçemem ve Mehdi (as), o kadar sebatlı olarak sık sık bu cevapları verdi ki Kabil toprağı hiçbir zaman onun o sebatını unutamaz. Kabilde yaşayan insanlar, hayatlarında hiç bu derece iman ve sebat görmemişlerdir. Mehdi (as) diyor ki, ben burada bunu da size hatırlatayım ki, Afgan krallar hiçbir zaman suçlu saydıkları insanlara gidip de yalvarmazlar ki, ya sen vazgeç te senin cezanı kaldırayım, bu onların başvurdukları yol değildir. Abdullatif hazretleri için yaptılar, onun saygınlığından dolayı bunu yaptılar. Çünkü çok büyük saygı gösteriliyordu kendisine, binlerce insan ona karşı itikatlıydı, ona tabi idi. Ve sonra Afgan kralın gözünde o çok seçkin âlimlerden birisiydi. Sanki âlimler arasında bir güneş idi diyor. Ve Afgan kralı böyle birisinin bu duruma düşmesinden çok üzülmüştü. Kral biliyordu ki, o âlimlerin ittifakı ile öldürülecek, onun üzüldüğü bu şeydi. Bu günlerde bilindiği gibi Afganistan’da hükümet aslında mollaların elindedir. Onlar bir konuda ittifak ettikleri zaman kral hiçbir şey yapamaz. Onun için diyor Mehdi (as) zannediyorum ki, bu kral bir taraftan mollalardan korkuyordu öbür taraftan da Abdullatif şehidin masum olduğunu biliyordu. Onun için bir çabaya girdi ki ben bir şekilde bunu kurtarayım. Ve bunun için ona sık sık gelip dedi ki, siz tövbe edin ve hatta rivayetlere göre en sonunda Afgan kralı ona şunu dedi, hiç değilse siz susun, ben diyeyim ki bu tövbe etti, siz susun. Onu bile Abdullatif hazretleri kabul etmedi. Cennet benim ayağıma kadar gelmişken ben onu nasıl geri çevirebilirim dedi, siz yapacağınızı yapın. Diyor ki bu niyetten dolayıdır ki, kral belki ben bunu vazgeçiririm diye onu kendi yaşadığı kale içerisinde hapsettirmişti. İstediğim zaman telkinde bulunabileyim, rahat görüşebileyim diye. Sonra Mehdi (as) diyor ki; Bu dört ay geçtikten sonra, bir gün kral gene böyle divanını toplamış otururken onu da çağırdı ve herkesin önünde tekrar tövbeye çağırdı, sen tövbe et dedi. Ve elinden geldiğince onu inandırmaya çalıştı ki sen bundan vazgeç böylece biz senin canını bağışlarız ve sana çok saygınlık verilir dedi. Ama Şehit merhum tekrar, hayır bu mümkün değildir dedi. Ben doğruluktan tövbe edemem, bu dünyada ki hâkimlerin cezası geçicidir, ölümle biter ama ben azabı daim olan zattan korkuyorum, ben bunu yapamam dedi. Sen ne yaparsan yap dedi. Ama hiç değilse bana bu kadar müsaade ver, bu hocalarla bir tartışma yapalım, bir müzakere edelim bu olayı, eğer ben deliller bakımından yalancı çıkarsam o zaman siz bana ceza verin, ama eğer hak benden yana ise o zaman sizin bileceğiniz iş ne yaparsanız yapın dedi. Ve bunun üzerine raviler diyor ki bu konuşmalar cereyan biz oradaydık ve Afgan kralı bunu benimsedi peki dedi tamam. Âlimlerle sizi bir tartıştıralım. Ve kral camiinin imamı olan Han Molla ile ve onunla birlikte sekiz müftü tartışma için seçildi. Bunun dışında orada bir doktor vardı ki o zaten muhalefette çok ilerdeydi, onu da hakem olarak tayin ettiler. Ve şöyle karar verdiler; Bu tartışma yazılı olacaktır ve oradaki halka hiç okunmayacaktır bu tartışma. Haklıya bu hocalar, güya koruyorlar halkı, şimdi bile biz bunu gizli gizli yapalım ki halk bilmesin bunu. Ve bir tek kelime bile oradaki halka söylenmedi ve sabah yedide bu tartışma başladı ve öğleden sonra üçe kadar bu tartışma devam etti. En sonunda ikindi vaktinde bu hocalar Abdullatif hazretlerinin kâfir olduğuna dair fetva verdiler ve tartışmanın sonunda ona sordular, senin İsa ile ilgili inancın nedir? Yani eğer bu Vâdedilen Mesih ise İsa’nın durumu nedir? Şehit merhum, İsa (as)’ın vefat ettiğini ve tekrar geri gelemeyeceğini söyleyince onlar dediler ki, bunun artık küfründe hiçbir şüphe kalmadı. Mehdi (as) diyor ki, İsa (as) karşısında Yahudilerin durumu ne ise, İsa (as) bazı sözleri karşısında nasıl üstlerini yırttılarsa, bunlar da aynı şekilde kendi üstlerindeki elbiselerini yırttılar ve birçok küfür söylediler ve bu şüphesiz ki bu kâfirdir dediler. Ve tekrar şehit merhum üzerindeki zincirlerle beraber aynı hapishaneye gönderildi. Bu tartışma devam ederken sekiz adet görevli yalın kılıçlarla bunun başında durdular. Ne kadar çok tehlikeli adam ya, kaçar filan diye. Böylece akıllarınca baskı yapmaya çalıştılar. Ve sonra bu fetvayı gece vakti Afgan kralına gönderdiler. Ve fakat sadece fetvayı gönderdiler ama neye dayanarak bu fetvayı verdiklerine dair delilleri göndermediler. Mehdi (as) diyor ki, onların bu kadar kurnazlık yapmaları açık bir şekilde gösteriyor ki, ona kâfir demeleri için ellerinde açık bir delil yoktu. Yoksa delillerle göndereceklerdi; efendim bu birinci delil, şu iki şu üç diye. Ama hiçbir delil göstermemeleri onların aciz olduğunu ve Abdullatif hazretlerinin ise masum olduğunu gösteriyordu. Yazıklar olsun o krala ki o da bu küfür fetvasını kabul etti, hâlbuki onun göreviydi. O tartışma evraklarını istemekten sorumluydu. Çünkü o bir hâkim yerindeydi, hükmü o verecekti, hatta bundan da öte bizzat gidip o tartışmaya katılması gerekiyordu, çünkü karar verecekti bir insanın canına kıyacaktı. Mehdi (as) diyor ki, bu masum onların gözünün önünde bir keçi gibi boğazlandı. O doğru olduğu halde tamamıyla haklı olduğuna dair deliller onlara verdiği halde onlar bunu yaptılar ve o bu yolda evliya gibi sebat gösterdi. Bundan sonra onun vücudu taşlarla paramparça edildi ve onun çoluk çocuğunu tutuklayıp, büyük bir zillet içerisinde ve acınacak bir durumda başka bir yere sürgün ettiler. Ey ahmak kral sen bilmiyor musun ki iki Müslüman arasında bir mezhep ihtilafı varsa onun cezası bu değildir. Ve sen nasıl büyük bir cürette bulundun diyor Mehdi (as).
Bu fetvadan sonra, orada büyük bir kalabalık olduğu halde o zatı çağırdı ve efendim ne karar verildi, biraz daha dalga geçmek için. Bunun üzerine şehit merhum hiçbir şey söylemedi. O, onların artık zulme razı olduğunu bildiği için bir şey söylemedi. Orada duran sipahilerden birisi Padişaha, onu kâfir ilan ettiler dedi. Sadece bu kadar söyledi. Ve padişah bunun üzerine, bakın artık sizin hakkınızda karar verildi sizin kâfir olduğunuza dair. Artık tövbe mi edeceksiniz yoksa ceza mı çekeceksiniz?
Tekrar Abdullatif hazretleri, hayır dedi, ben tövbe etmeyeceğim ne cezası varsa onu çekeceğim. Ve dedi ki haktan kim tövbe eder. Mehdi (as) diyor ki bunun üzerine bu kral uzun uzadıya bir mektup, bir yazı yazdı, onun üzerine de bu mollaların verdiği fetvayı yazdı. Ve dedi ki böyle bir kâfirin cezası recm etmektir. Bu fetva Abdullatif şehit hazretlerinin boynuna takıldı ve sonra Afgan kralının emri üzerine şehit merhumun burnu bir şey ile delindi ve hiç beklemeden onun burnuna bir ip bağlayıp sürükleye sürükleye recm edileceği yere kadar götürdüler. Hayvanların burnu delindiği zaman onun yarası iyileşsin diye beklenir, fakat onlar Abdullatif hazretlerinin yarasının iyileşmesini bile beklemeden bunu yaptılar. Oraya kadar giden yolda hep halk dalga geçti küfür etti. Afgan kral da bütün saray erkânı, müftüler ve ileri gelenlerle beraber bu manzarayı seyrede seyrede onun recm edileceği, yani taşlanacağı yere kadar gittiler. Orada binlerce insan vardı, onlar bu olayı seyretmek için toplanmışlardı. Orada bir çukur kazıldı ve Abdullatif hazretleri yarı beline kadar gömüldü. Ve tekrar Afgan kralı kendisine geldi, sen bu Kadiyaninin Vâdedilen Mesih olduğu inancından vazgeç, eğer sen şimdi bile tövbe edersen ben seni yine de kurtarırım. Bu bak senin eline geçmiş son fırsattır, kendine merhamet et, kendine merhamet etmiyorsan da hiç değilse ailene merhamet et, onlara acı dedi. Bunun üzerine şehit merhum hazretleri; Ben böyle bir şeyden Allah’a sığınırım, ben doğruluğu nasıl reddedebilirim dedi. İnsanın canının hakikati nedir ki ve böyle bir nimet karşısında insanın çoluğu çocuğu bir hiçtir dedi. Onun için ben böyle hakir şeyler için imanımı terk edemem, benden bunu beklemeyin, ben ölmeye hazırım. Bunun üzerine o kadılar ve fıkh adamları kâfir kâfir diye gürültü kopardılar, böyle bir adamın derhal recm edilmesi lazım dediler. Afgan Kralı, onun kardeşi Nasrullah Han ve kadı ata binmişlerdi diğer insanlar ayakta idiler. Kral kadıya ilk taşı sen vur dedi. Kadı veya Şeyhülislam dedi ki, Kral sensin ilk taşı sen vur dedi. Bunun üzerine Kral, hayır şeriatın kralı sensin ben değilim. Ve fetvayı da sen verdin onunla benim bir ilgim yok. Ve bu kadı atından indi ilk taşı kendisine vurdu. Ve bu ilk taş ta diyor çok korkunç bir yara aldı Abdullatif hazretleri, bu taş ile birlikte onun boynu yana düştü. Ve ikinci taşı Afgan kral attı. Bundan sonra binlerce on binlerce taş atıldı, orada bulunan herkes onu taş yağmuruna tuttu. Hatta o kadar çok ki onun bütün bedeni taşlar içerisinde kaldı. Ve Kral geri dönerken, bu adam ben altı güne kadar tekrar hayata kavuşacağım diyordu, onun için burda altı gün nöbet tutulacaktır. Belki yeniden hayata kavuşur. Tabi bu Abdullatif hazretlerinin çok irfan dolu bir sözüdür, şehitler birkaç gün sonra tekrar hayata kavuşurlar. Mehdi (as) bu kitap içerisinde diyor ki, ben öyle anlıyorum ki Allahu Teâlâ vahyen, Abdullatif hazretlerine altı gün içinde hayata kavuşacağını bildirdi. Bu ahmak adam anlamadı.
Öbür taraftan içinde şöyle bir şey de var ki; ya bu adam hayatı boyunca hiç yalan söylemedi. Bu çok büyük âlimdir, evliyadır, bu söylediyse altı gün sonra hayata kavuşacağım belki de bu tekrar dirilir, onun için nöbet tutturuyor. İçinde bir kuşku var, belki de böyle bir şey olur diye. Bu da onun Abdullatif hazretlerinin sözlerine ne kadar güvendiğini gösteriyor aslında. Mehdi (as) diyor ki, bu olaylar bana çeşitli mektuplar vasıtasıyla bildirildi, hatta bu mektubu yazanlar içerisinde bu olaya iştirak edenler de var. Ve diyor ki anladığım kadarıyla bu olay bundan daha korkunç bir şekilde, daha acı verici bir şekilde gerçekleştirildi, çünkü bu kişiler mektup yazarken bir korku içerisinde yazdılar, bu mektup birilerinin eline geçerse bizim başımız derde girer. Onun için onlar tam olarak anlatmadılar.
Mehdi (as) diyor ki, Allah indinde bu şehitlik takdir edilmişti ama şimdi bu zulmün intikam vaktidir, Allah-u Teâlâ bu intikam alacaktır. Çünkü diyor ki, “İnnehü men yehdi Rabbehü mücrimen, fe inne lehü cehenneme la yemutu fiha vela yahya” “Kim Rabbine suçlu olarak gelirse, onun için cehennem vardır, orada ne yaşayabilecek ne de ölebilecek. Ve Mehdi (as) diyor ki yazıklar olsun bu krala ki o, “men yaktül mü’minen müteammiden”; “Kim bir Mü’mini bile bile öldürürse onun cezası cehennemdir” bu ayetin tehdidi altına girdi ve bir zerre kadar Allah’tan korkmadı. Onun bu şehit ettiği mü’min de öyle yüce bir kişidir ki bütün Kabil toprağında onun bir benzeri yoktu. Bu insanlar bir iksir hükmündedirler, onlar içtenlikle hak için canlarını feda ederler ve iman karşısında hiçbir şeyi tercih etmezler. “Ey Abdullatif, senin üzerine Allah’ın binlerce rahmeti insin ki, ben hayattayken sen sadakat örneğini gösterdin ve bilmiyorum ki ben öldükten sonra benim cemaatim ne gösterecektir.”
Bunun üzerine Huzur ağlayarak dedi ki “Ey bizim efendimiz Mehdi (as), ben sana bunu arzetmek istiyorum ki, Abdullatif Şehit hazretlerinin çizdiği o yol üzerinde bizim yolculuğumuz devam etmektedir. Bizim yaptıklarımız, tabi ki onun yaptıkları karşısında bir hiç kalıyor ama biz de ona benzemeye çalışmaktayız ve senin bıraktığın cemaat, senin bıraktığın yol üzerinde devam etmektedir. Ve o yolda bir zerre kadar sapmış değildir.”
Sonra Mehdi (as); “Ey Kabil toprağı, sen şahit ol ki senin üzerinde çok büyük bir suç işlendi. Ey şanssız toprak, sen Allah’ın gözünden düştün, sen bu çok büyük zulmün işlendiği yer olarak seçildin.”
Huzur dedi ki, insanlar bana gelip soruyorlar efendim, bu Afganistan için dua edin. Ben de onlara diyorum ki Allah’ın gözünden düşmüş olan toprak benim duam ile nasıl kalkacak. Onun yücelmesi mümkün değildir. Yücelmesinin bir tek yolu vardır, o da Abdullatif hazretleri kanını hangi amaç için oraya akıttıysa o amacın gerçekleşmesi, yani onun mesajının kabul edilmesi lazım. Ne zamana kadar onlar bu mesajı kabul etmezlerse orada bir felaketten sonra başka bir felaket onların peşini bırakmayacaktır. Ve bu şekilde Afganistan’ın hali devam edecektir.