Bazıları “Ahmedî’ler hadislere inanmıyorlar” diye bir takım kuruntular içindedirler. Bazı kimseler ise “Ahmedî’ler fıkıh imamlarını kabul etmiyorlar” diye, ithamda bulunurlar. Her ikisi de yanlıştır. Ahmediyet, fıkhî imamların çizdikleri yolu takip edip etmemek arasında orta çizgi üzerinde yürür.
Ahmediyet’in öne sürdüğü talimata göre, eğer bir mesele Hz. Peygamber Efendimizin sünneti ve sözlerinden ispatlanmışsa, yine de o hususta başka birinin sesini dinlemek Hz. Peygamber Efendimize saygısızlıktır. Efendi varken kölenin sesine kulak verilmez. Hoca varken öğrenciden ders alınmaz. Fıkıh imamları ne kadar büyük alimler olurlarsa olsunlar, hepsi Hz. Peygamber Efendimizin öğrenci ve köleleridir. Onların bütün şan ve şöhretleri, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in itaati ve köleliğindedir. Onun için eğer bir mesele Hz. Peygamber Efendimizin sünneti veya hadisiyle ispatlanmışsa, o zaman onun sözleri artık son karardır. Değişmez bir hükümdür. Artık onu reddetmeye veya onun aleyhine söz söylemeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Fakat hadisleri rivayet edenler de nede olsa insandırlar. İyileri de var kötüleri de. Bellekleri iyi olanlar da var, kötü olanlar da. Keskin zekalıları da var, sivri zekalıları da.
Bildiğiniz gibi her hadis katî değildir. Hadis imamlarınca da bazı hadisler katî, bazıları ise rivayet itibariyle sıradan birer hadistirler. Bazı hadisler ise şüpheli ve zanna dayanır, bazıları da uyduruk hadislerdir. Onun için eğer hadisin biri Kur’an-ı Kerim gibi katî bir kitabın herhangi bir mefhumuna ters düşerse, veya onunla çelişirse, böyle bir hadis asla kabul edilemez. Fakat herhangi bir mesele hakkında eğer Kur’an’da kesin bir hüküm mevcut değilse, ve bu meseleyi aydınlatan hadis de bize kesin ve güvenilir kaynaklardan ulaşmamışsa, veyahut istenilen hadisin mevcut olmasına rağmen ondan bir çok anlam çıkıyorsa, işte o zaman ömürlerini Kurân ve Hadis araştırmalarında harcamış fıkıh imamları içtihat yapmakta haklıdırlar.
Bir de Kurân ve hadisi hiç dikkat ve tefekkürle okumamış veyahut bilgisi ve dinî malumâtı zayıf ve bu konuda derinliklere inmesi imkansız olan sıradan bir adamın kalkıp da “Efendim, imam Ebu Hanife, İmam Şafî ve imam Mâlik veyahut da diğer din adamları kim oluyorlar ki, onların sözleri benimkinden üstün tutuluyor ? Ben de Müslüman’ım onlar da” diye alimlik taslasa biz de elbette din adamlarının sözleri daha çok tercih edilir diyeceğiz. Örneğin bir hastalık hakkında bir doktor ve sıradan bir adam arasında ihtilaf ortaya çıksa, elbette ki doktorun görüşü öteki adamın görüşünden daha üstün tutulur. Veyahut kanunla ilgili bir ihtilaf ortaya çıksa, tabi ki bir avukatın görüşü, avukat olmayanın fikrinden daha üstün tutulur. Peki öyleyse dinî meselelerde ömürlerini Kurân ve hadis araştırmalarında tüketmiş fıkıh imamlarının görüşleri daha yeğ tutulmaz mı ? Hele onların zihni güçleri diğer yüz binlerce insanın zihni kuvvetlerinden daha iyi olsa ve onlarla olan Yüce Allah’ın muamelesi de onların takva ve gönül temizliklerine tasdik damgası vursa, yine de onların sözleri tercih edilmez mi?
Her neyse Ahmediyet, ne tamamen Ehl-i Hadisin görüşlerini teyit eder, ne de tamamen fıkıh imamlarının çizdikleri yolu takip edenleri tutar. Bu hususta Ahmediyet’in pek basit bir inancı vardır. O da şudur ki Hz. İmam Ebu Hanife’nin inancı gibi, yani Kurân her şeyden önce gelir. Sonra sahih hadisler, ondan sonra sırasıyla mesleklerinde usta olanların istidlal ve içtihatları gelir. Böyle bir inançtan ötürü Ahmediler bazen kendilerine Hanefî de derler. Yani biz de Hz. İmam Ebu Hanife’nin din esaslarını izah eden açıklamalarını tasvip ediyoruz demektir. Fakat kimi zaman Ahmediler kendilerine Ehl-i Hadis de derler. Çünkü Ahmediyet’e göre Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’in bir sözünün doğruluğu rivayet ve dirayet bakımından ispatlanıp aydınlığa kavuşmuşsa, o söz artık bütün insanların sözlerinden, hatta bütün imamların tüm sözlerinden de üstündür.