Zikir nedir
Kelime anlamı itibarıyla “zikir” anmak veya hatırlamak demektir. Bu açıdan İlahi zikrin anlamı Allah’ı (c.c.) anmak ve hatırlamak olacaktır ve dolayısıyla Allah’ı (c.c.) anmanın yöntemlerine zikir denir. Yani Allah’ın (c.c.) sıfatlarını zihnimizde hazır bulundurmak, dilimizde virt etmek, kalbimizin derinliklerinden ikrar etmek ve bu sıfatların işleyişini fark edip müşahede etmek zikirdir.
Zikrin önemi
Önemine gelince şunu söylemekle yetineceğim ki son derece önemlidir. Birisi, anlatmaya kalkıştığım için abarttığımı sanabilir ama sebep bu değildir. Önemli dememin asıl sebebi şudur ki Allah (c.c.) da bunun çok önemli olduğunu söylemiştir. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur;
Yani Allah’ın (c.c.) zikri tüm işlerden ve her tür ibadetten üstündür. [1]
Bu durumda bu artık benim şahsi fikrim olmaktan çıkıp Allah’ın (c.c.) biçtiği bir değer haline geliyor ve “Allah’ın (c.c.) zikri her şeyden üstündür, çok önemlidir”; benim değil Allah’ın kavlidir.
Denilebilir ki eğer bu konu gerçekten tüm konulardan daha üstün ise gösterilmesi gereken ilgi konusunda da ciddi tavsiyelerin olması lazım. Bu açıdan Kur’an-ı Kerimi inceleyince büyük bir tekrarlamayla bu konunun ele alındığını görüyoruz. Örneğin şöyle buyurur;
Ey Allah’ın kulu, Allah’ı (c.c.) sabah akşam hatırla [2]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de “Bir oturumda zikir ediliyorsa melekler orayı her taraftan kuşatırlar; Allah’ın (c.c.) merhametini yağdırırlar” diye buyurmuştur. Senelik Calsa toplantısı için bu konuyu seçmemin sebeplerinden birisi de budur. Çünkü binlerce kişi toplanacaktı ve herkesin önünde zikir konusunu beyan edince meleklerin herkese bereketler yağdırmasını istedim. Sonra buradaki insanlar evlerine döndükleri zaman anlatılanları yanlarında götürecekler ve gelemeyenlere anlatacaklar ve böylece bereket tüm cemaate yayılmış olacaktır. Dolayısıyla dediğim gibi Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bu hadisi de konuyu seçmemde etkili olmuştur. Melekleri bile etrafında toplayan bir şey olduğuna göre ne kadar önemli olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Düşünsenize; meleklere bile bir şeyler anlatanın değeri ne kadar çok olur. Zikir ettikçe etrafında toplanan melekler artacaktır ve arttıkça daha da büyük iyiliklere teşvik edeceklerdir. Bu söylediklerim hayali şeyler değildir ve meleklerin gelmesi bir gerçektir. Ben kendim de melekleri görmüş olan bir insanım; hatta bir seferinde uzun uzun son derece dostane bir şekilde sohbet ettiğim de olmuştur. Sözün özü melekler zikir edene giderler ve eninde sonunda onunla bir nevi arkadaşlıkları oluşur. Allah (c.c.) şöyle buyurur;
Yani Ey müminler mal mülk veya evlatlarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasınlar. Siz Allah’ı (c.c.) hatırlama konusunda herhangi bir engel tanımayın ve ne olursa olsun, yaparken Allah’ı (c.c.) unutmayın. Kesretle zikrini yapın; sabah akşam O’nu hatırlayın.[3][4]
Yine Ebu Musa Eşeri’nin bir rivayetine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;
Allah’ın (c.c.) zikrini eden ve etmeyenin misali diri ve ölü gibidir. Yani eden diri sayılır, etmeyen ise ölü. [5]
Bundan da zikrin ne kadar önemli olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Yine Tirmizi’de şöyle bir rivayet vardır;
“Size en iyi ve en sevilen şeyi; mal harcamak ve cihada gidip düşmanları katledip ayrıca şehit olmaktan bile iyi olan şeyi söyleyeyim mi?” Sahabeler “buyurun” deyince o da “O şey Allah’ın (c.c.) zikridir” dedi. [6]
Başka bir hadise göre sahabeler “zikir cihattan da iyi midir?” diye sorunca Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Evet, çünkü zikir cihat için de teşvik ediyor” diye cevaplamış.
Zikir konusuna olan ilgisizliğin sebebi
İşte bütün bunlardan zikir konusunun önemini ve gerekliliğini anlayabiliriz ama zikrin bir kısmı vardır ki cemaatimiz ya hiç ya da pek az ilgi göstermektedir. Çocukluğumdan beri Allah, fıtratımda derin düşünme özelliğini yerleştirmiştir. Olgunlaştığım günden beri hep cemaatimizde olan bu eksiklik nasıl giderilebilir diye hep düşünmüşümdür ve hala da düşünürüm. Vâdedilen Mesih (a.s.) dua konusunu çok vurgulamıştır ve Allah’ın (c.c.) lütfuyla cemaatimiz de bu konuda gereken özeni göstermektedir. Aynı şekilde Vâdedilen Mesih (a.s.) zikir konusunun önemini de çok vurgulamıştır ama bu konu hala hak ettiği ilgiyi alamamıştır. Bunun büyük sebebi modern eğitim sisteminin insanların düşüncelerini değiştirmiş olmasıdır ve artık insanlar “öylesine Allah’ın isimlerini anmanın ne manası vardır” diye düşünürler. “Birisi bir köşede oturup La ilaha illallah veya Allah (c.c.) Kuddus’tur, Âlim’dir, Habir’dir, Kadir’dir, Halik’tir diyorsa bundan nasıl faydalanabilir? Hiç. Dolayısıyla böyle yapmanın da gereği yoktur” derler. Cemaatimizdekiler de batı eğitim sisteminden alakalı oldukları için etkilenmişlerdir. Bir de bizde çiftçi sınıfından insanlar çoktur ve bunlar eskiden de zikrin ne olduğunu ve faydalarını bilmezlerdi. Bu sebeple konu iyice anlaşılana kadar kimsenin tam bir teveccühle ilgilenmesi beklenemez. İşte zikir konusunda biraz ilgisiz olmalarının sebebi budur. Namaz da bir zikirdir ve Allah’ın (c.c.) fazlıyla cemaatimiz bu konuyu eksiksiz uygulamaktadır ama namaz dışında da bilinmesi ve uygulanması gereken zikirler vardır. Onlar hakkında “Bizde hiç yoktur” diyemem ama en azından az olduğunu söyleyebilirim. Hiç bilmeyen arkadaşlar da olabilir ve bu büyük bir eksiklik olur. Bakınız; birisinin yüzü güzelse ama gözleri ve burnu veya kulakları çirkinse kimse ona güzel demez; tersine herkes çirkin diyecektir. Aynı şekilde cemaatimizdekilerden bazıları zikrin belli kısımlarından haberdar değillerse misalleri, üstünde çok değerli bir takım elbisesi olup yalın ayaklarla gezen birisi gibi olur. Elbisesi mükemmel olmasına rağmen bir şapka veya bir pabucun eksikliği tüm görüntüsünü bozacaktır ve kıymetli insanlar en ufak bir eksikliğe bile göz yummazlar. Sözün özü eğer zikrin tüm yöntemlerini kullanmamak bir eksiklik ise ve hikmeti anlaşılsın veya anlaşılmasın Allah’ın (c.c.) namaz dışında da zikirler emrettiği ispatlanırsa ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) de bu konuda uyardığı tespit edilirse ruhaniyetin kemale ermesi için bu yolları denemek şart hale gelecektir. Cemaatimizde nafile namazlar konusuna hak ettiği önemle bakılmamasının arkasında da zikrin faydalarını anlamamak yatmaktadır. Onlar farzları eda edip “işimiz bitti” derler. Oysaki Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) buyurduğuna göre; hatta “Allah (c.c.) bana böyle dedi” diyerek buyurduğuna göre;
Yani: Nafile ibadetlerle kulum bana o kadar yaklaşır ki Ben onun duyduğu kulak oluveririm, gördüğü göz oluveririm, yakaladığı eller oluveririm, yürüdüğü ayaklar oluveririm.[7]
Bundan Allah (c.c.) katında nafile ibadetlerin ne kadar değerli olduğunu anlayabilirsiniz. O kadar önemlidirler ki bunlarla insan resmen Allah’ın (c.c.) sıfatlarını kendisinde geliştirir. Sözün özü nafile ibadetler önemsenmeyecek şeyler değildir ama ne yazık ki çok az insan gerekli ilgiyi gösterir. Gerçek şudur ki insan son derece tembel ve zayıftır; en az antrenmanla yetinmeye çalışır. Bu sebeptendir ki kulunun eksikliklerini bilen O çok merhametli Allah (c.c.) ibadetleri ikiye bölmüştür; bir kısmına farz demiştir bir kısmına ise nafile. Farzların amacı en azından o kadarını yapanları töhmet altında bırakmamaktır. Hadise göre bir seferinde birisi Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yanına gelip İslam dini hakkında sorunca o da şöyle cevap vermiş;
Yani Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “gün içerisinde beş vakit namaz vardır” deyince o da “peki bunlar dışında da var mı” diye sormuş. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise “Hayır; ancak nafile olarak kılmak istersen o ayrıdır” demiş. Sonra Peygamber Efendimiz Ramazan ayının oruçlarını anlatınca o yine “peki bunlar dışında da var mı?” diye sormuş. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise yine “Hayır; ancak nafile olarak tutmak istediklerin ayrıdır” demiş. Sonra zekâtı anlatınca aynı soru sorulmuş ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yine “Hayır; ancak nafile olarak vermek istediğin ayrıdır” demiş. Bu cevapları alan adam “Andolsun; ne fazlasını yapacağım ne da azını” diyerek gitmiş ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise “doğru söylediyse bu kişi amacında başarmış sayılır” demiş.[8]
Bu gösteriyor ki başarmak için farzlar yeterlidir ama dikkatli bir insan hiçbir zaman farzlarla yetinme riskini almaz; farzlardaki eksiklikleri kapatmak için nafile ibadetlerde de hep ileri adım atar. Örneğin gün içinde beş vakit namaz farzdır. Şimdi eğer birisi sadece bunlarla yetinip nafile namazlar kılmıyor ise eksik veya kabul görmeyen namazları kıyamet gününde onun için sorun olacaklardır. Yine başka bir hadise göre bir seferinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) camide otururken birisi gelip namazını kılmış. Bitirince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona “tekrar kıl” dedi ve o da tekrar kıldı fakat bitirince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yine “tekrar kıl” diye emretti. Üçüncü defa kılınca bile Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “tekrar kıl” deyince adam “Ya Resul Allah; başka nasıl kılındığını bilmiyorum; siz söyleyin” demiş. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise “Çok hızlı kılıyorsun; kabul olmuyor; yavaş kıl” demiş. [9]
İşte bu ve bunun gibi noksanlıklar namazlarımızın kabulüne engel olabiliyorlar ama farzlarla beraber nafile namazlar da kılan kimsenin bir farzı kabul olmazsa yerini nafile namazı alır. Bunun misali geçmek için elli puan gereken bir sınava katılıp sadece elli puanlık soruları cevaplayıp “artık geçerim” diye düşünen kimse gibidir çünkü herhangi bir cevabı yanlış çıkarsa geçemeyecektir. Bu sebeple akıllı öğrenciler hep yapabildikleri kadar soruları yaparlar ve bu şekilde geçmeyi umut ederler. Aynı şekilde birisi yolculuğa çıkarken yolda tam olarak ne kadar para gerekeceğini hesaplayıp sadece o kadar para yanında bulundurursa birçok zaman tahmininin yanlış olduğunu görür ve yolda ciddi sıkıntılar çeker. Aynı şekilde nafile ibadetler de her tür riski kapatmak için vardırlar ve onlara hak ettikleri değeri vermek son derece önemlidir.
Cemaatimizde zikre tam olarak yönelmemenin ikinci sebebi de Vâdedilen Mesih’in (a.s.) günümüzde baş gösteren ve birçok bidatlere sebep olan bazı sufiler hakkında yazdıklarıdır. Vadedilen Mesih (a.s.) onlara “sizin böyle papağan gibi bazı şeyleri okuyup durmanız herhangi bir netice vermeyecektir. Seccadelerinizden kalkmıyorsunuz; oysaki İslamiyet her taraftan düşmanın okları tarafından saldırı altındadır. Neden kalkıp cevap vermiyorsunuz?” demiştir. İşte Vâdedilen Mesih (a.s.) bu şekilde böyle insanların yaptıklarını tenkit etmiştir ve gerçek şudur ki bu tenkidi hak etmişlerdi. Ama bazı insanlar Vâdedilen Mesih’in bu tenkidini yanlış anlayıp zikrin hâşâ manasız bir şey olduğunu zannetmişlerdir. Oysaki bu hiç ama hiç beyhude bir şey değildir. Zikir Allah’ın hamdı ve takdisi içindir ama yanlış yapanlar sadece evlerinde oturup zikrettikleri için ve esas Allah’a dil uzatıldığı yerlere gidip Onu savunmadıkları için Vâdedilen Mesih (a.s.) tarafından azar işitmişlerdir. Çünkü Vâdedilen Mesih (a.s.) onlara “Sizler gerçekten Allah’ı seviyorsanız neden evlerinizden çıkıp O’nun takdisini ve hamdını beyan etmiyorsunuz?” demiştir. Onlar tembellikleri yüzünden Emir-bil-maruf ve Nehyi-anil-münkir[10]’i tamamen bıraktıkları için azarlanmışlardır çünkü yaptıkları münafık birisinin yaptığına benzemeye başlamıştı. Bu sebeple Vâdedilen Mesih (a.s.) onlara “kalpleriniz Allah (c.c.) sevgisiyle dolup taşıyorsa muhalifler İslamiyet’e saldırdıkları vakit neden evlerinizden dışarı çıkıp müdafaa etmiyorsunuz ve neden kıyıda köşede Allah’ın hamdını yaptığınız gibi meydanlarda da yapmıyorsunuz” demiştir.
[1] Ankebut 42
[2] Dahar 26
[3] Münafıkun 10
[4] Ahzab 42
[5] Sahih Buhari Kitabul Davat
[6] Tirmizi Ebvabul Davat
[7] Sahih Buhari; Kitab-ul-Rikak
[8] Sahih Buhari –Kitabul İman
[9] Sahih Buhari
[10] İyi şeyleri emretmek ve kötü şeylerden menetmek