Kuran-ı Kerim'in savaş ve barış hakkında öğrettikleri - Müslüman Ahmediye Cemaati

Kuran-ı Kerim’in savaş ve barış hakkında öğrettikleri

İslâmiyet ne Musa gibi tecavüzkârlık telkin etmiş, ve ne de tahrife uğradığı anlaşılan bugünkü Hıristiyanlık gibi birbirini tutmaz inançlar öğretmiştir. İslâmiyet bizden öteki yanağımızı çevirmememizi ve aynı zamanda bir kılıç satın almak için sırtımızdaki elbiseleri satmamızı istemez. İslâmiyetin talim ve telkini insanın tabiî temayüllerine ve duygularına uygundur ve mümkün olan tek çıkar yoldan barışı sağlar.

İslâmiyet saldırganlığı men eder; fakat dövüşmemek barışı tehlikeye koyarsa ve savaşa zemin hazırlarsa, o takdirde bizden dövüşmemizi ister. Eğer dövüşmemek iman hürriyetinin ve hakikati arama imkânının ortadan kalkması anlamına gelirse, dövüşmek bizim için bir vazife teşkil eder. Barış ancak böyle bir talim ve telkin temeli üzerine kurulabilir; ve Hz. Resulüllah (S.A.V.) tedbirlerini ve icraatını bu temel üzerine kurmuştur. Hz. Resulüllah (S.A.V.) Mekke’de iken devamlı surette eziyet ve ıstırap çekmiş, fakat mağduru olduğu tecavüzlere karşı dövüşmemişti. Hicretten sonra düşman İslâmiyeti yok etmeye kalkıştı. Binaenaleyh, iman hürriyeti ve hakikat uğrunda düşmanla savaşmak ve dövüşmek gerekiyordu.

 

Kur’an-ı Kerim’in savaş ile ilgili olan ayetlerini aşağıya dercediyoruz.

 

(I)          Hac suresinde şöyle deniliyor:

Kendilerine karşı harp edilenlere, zulme uğradıklarından, dövüşmek için izin verildi; ve Allah onlara hakkıyla yardım etmeye kâdirdir. Onlar yalnız “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için yurtlarından haksız olarak sürülmüşlerdi. Allah insanlardan bazısının şerrini başka insanlarla defetmeseydi, manastırlar ve kiliseler ve havralar içinde Allah’ın ismi çok anılan camiler harap ve viran edilirdi. Allah Kendi davasına yardımcı olanlara yardım eder. Allah gerçekten kudret ve izzet sahibidir. O müminleri dünya yüzüne yerleştirdiğimizde namaz kılarlar, zekât verirler, iyiliği emrederler ve kötülüğü yasaklarlar; ve işlerinin sonu Allah’ın elindedir. (22:40-42)

Bu ayetlerde tecavüzün mağdurlarına dövüşmek için izin verildiği anlatılıyor. Allah bu mağdurlara, inançları sebebiyle yurtlarından sürülmüş olanlara, yardım etmeye kâdirdir. İzin çok isabetlidir, çünkü Allah zalimi âdil ve hakkaniyetlinin yardımıyla def etmezse, dünyada din ve ibadet hürriyeti kalmaz. Allah, hürriyet ve ibadetin teessüsünde yardımı dokunanlara yardım etmelidir. Bundan, bir kavim uzun müddet haksız  yere tecavüze uğradığı, mütecaviz hiçbir sebep yokken tecavüze kalkıştığı ve mağdurunun dinine müdahale etmek istediği zaman, dövüşe izin verildiği neticesi çıkar. Mağdurun vazifesi, kuvvet kazanırsa ve kazandığı zaman, din hürriyetini temelleştirmek ve bütün dinleri ve dinî yerleri korumaktır. Onun kazanacağı kuvvet ve kudret kendi şan ve şerefi için değil, fakirlerin bakımı, memleketin gelişmesi ve genel olarak teşvik edilmesi için kullanılmalıdır. Kimsenin itiraz edemeyeceği bu İslâmî talim ve telkin açık ve kesindir, ve ilk Müslümanların mecbur kaldıkları için savaşa başvurduklarını da belirtmektedir. İslâmiyet tecavüzî harpleri yasaklamıştır. Müslümanlara siyasî kudret vâdedilmiştir; fakat bu kudretin mütecavizane bir şekilde büyüyüp genişlemek için değil, fakirlerin durumunu düzeltmek ve barış ve terakkiyi desteklemek için kullanılması gerektiği de onlara ihtar edilmiştir.

(II)          Bakara suresinde şöyle deniliyor:

Sizinle dövüşenlerle Allah yolunda dövüşün, fakat haddi aşmayın. Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez. Onları rastladığınız zaman her yerde öldürün, ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. Çünkü zulüm ve tazyik öldürmeden beterdir. Onlar sizinle Mescid-i Haram’ın yanından dövüşmedikçe siz de orada onlarla dövüşmeyin; fakat onlar sizinle orada dövüşürlerse siz de onlarla dövüşün. Kâfirlerin cezası böyledir. Fakat vazgeçerlerse (siz de vazgeçin). Allah muhakkak ki bağışlayıcı ve merhametlidir. Zulüm ve tazyik ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla dövüşün. Fakat onlar vazgeçerlerse, yalnız zalimlere karşı düşmanlığa izin verildiğini hatırlayın. (2:191-194)

Dövüşmeye kendi hatırımız için, hiddetlendiğimiz için veya toprak, servet ve kudret kazanıp büyümek için değil, yalnız Allah için yapılacaktır. Ayrıca dövüşte haddi aşan, ifrata varan hareketlerden uzak durmaya çalışılacaktır; çünkü o kabil hareketler Allah’ı hoşnut etmez. Dövüş muharipleri inhisar edecektir. Muharip olmayanlara saldırmak yasaklanmıştır. Bir dine karşı vâki olan tecavüze şiddetle mukavemet edilecektir, çünkü böyle bir tecavüz kan dökmekten beterdir. Müslümanlar Mescid-i Haram’ın yanında dövüşmeyeceklerdir. Ancak evvela düşmanın saldırması hali müstesnadır. Mescid-i Haram’ın yanında dövüşme, herkesin hac etmek hakkına karşı bir müdahaledir. Dövüşü düşman başlatırsa, o zaman Müslümanlar dövüşmekte serbesttirler. Çünkü bu, tecavüze karşı yerinde bir davranıştır. Ancak, düşman dövüşten vazgeçerse, Müslümanlar da vazgeçmeli ve geçmişi unutup affetmelidir. Dinî tazyik ve zulüm ortadan kalkmadığı ve din hürriyeti gerçekleşmediği müddetçe, dövüşme de devam edecektir. Din Allah içindir. Dinde tazyik ve zor kullanmak yanlıştır. Kâfirler bundan vazgeçerlerse ve dini serbest bırakırlarsa, Müslümanlar da kâfirlerle dövüşmekten vazgeçerler. Ancak haddi aşanlara ve ifrata gidenlere karşı silaha davranılır. Hadden aşırı davranışlar kesildi mi dövüşmenin de kesilmesi icap eder.

Bundan dolayı, bahis konusu âyetlerin aşağıdaki kaideleri öğrettiğini kesinlikle beyan edebiliriz:

  1. Harp yalnız Allah için yapılır; hodbinane saikler için, toprak ve servet ve kudret kazanıp büyümek için veya sair menfaatlerin elde edilmesi için yapılmaz.
  2. ancak bize evvela saldıranlara karşı harbedebiliriz.
  3. Ancak bizimle dövüşenlerle dövüşebiliriz. Dövüşe katılmayanlara karşı dövüşemeyiz.
  4. Düşman saldırıyı başlattıktan sonra bile, muharebeyi sınırlar içinde tutmak vazifemizdir. Üzerinde dövüş cereyan eden saha ve kullanılan silahlar bakımından harbi genişletmek caiz değildir.
  5. Yalnız, düşmanın dövüşmek için görevlendirdiği muntazam bir ordu ile dövüşeceğiz. Düşman tarafında bulunan başka kimselerle dövüşmeyeceğiz.
  6. Harpte bütün dinî ibadetlere ve ayinlere muafiyet tanınacaktır. Düşman dinî merasimin cereyan ettiği yerleri tahrip etmezse, Müslümanlar da o kabil yerlerde dövüşmekten sakınacaktır.
  7. Düşman bir ibadet yerini taarruz üssü olarak kullanırsa, Müslümanlar taarruza misli ile mukabele edecekler ve bu hareketlerinden ötürü mesul tutulmayacaklardır. Dinî yerlere saldırmak, onları tahrip etmek, veya herhangi bir şekilde hasara ve zarara uğratmak mutlak surette yasaktır. Harekât üssü olarak kullanılan bir dinî yer mukabil taarruz davet eder. Bu sebeplerden ötürü, dinî yerlerde vaki olan her hangi bir zarar ve hasarın sorumluluğu Müslümanlara değil düşmana aittir.
  8. Düşman bir dinî yeri harekât üssü olarak kullanmanın hatalı ve tehlikeli olduğunu takdir eder ve muharebe cephesini değiştirirse, Müslümanlar da bu değişikliğe uyacaklardır. Düşmanın, dinî bir yerden taarruzu başlatmış olması keyfiyeti, o yere hücum etmek için bahane olarak kullanılmayacaktır. Düşman muharebe cephesini değiştirir değiştirmez Müslümanlar da, dinî yerlere hürmeten, aynı şeyi yapacaklardır.
  9. Dövüş, ancak dine ve din hürriyetine karşı müdahalede bulunulduğu müddetçe devam edecektir. Din serbest bırakıldığı, dine müdahale edilmesine artık izin verilmediği ve düşman bu şekilde hareket ettiğini sözleriyle ve davranışlarıyla göstermeye başladığı zaman,  harbi düşman başlatmış olsa bile, harp durdurulacaktır.

(III)              Enfal suresinde şöyle deniliyor:

Kâfirlere de ki: Vazgeçerlerse eskiden yaptıkları affedilecektir. Eski yaptıklarına tekrar dönerlerse, kendilerinden evvel gelip geçenlerin misali gözlerinin önündedir.zulüm ve tazyik ortadan kalkıncaya ve din tamamıyla Allah için oluncaya kadar onlarla dövüşün. Yüz çevirirlerse, bilin ki Allah sizin koruyucunuzdur ve O koruyucuların ve yardımcıların en iyisidir. (8:39-41)

Yani Müslümanlar harbe girmeye mecbur bırakılmışlardır. Fakat düşman vazgeçerse, Müslümanlar da vazgeçmeli ve geçmişi unutup affetmelidir. Ancak düşman vazgeçmezse ve Müslümanlara tekrar tekrar hücuma kalkışırsa, o takdirde daha evvelki peygamberlerin düşmanlarının akıbetini göz önünde tutması gerekir. Dinî zulüm ve tazyik devam ettiği, din Allah için olmadığı ve din işlerine müdahaleden vazgeçilmediği müddetçe, Müslümanlar dövüşmekten uzak olmayacaklardır. Mütecaviz vazgeçerse, Müslümanlar da vazgeçecektir. Düşman sahte bir dine bağlıdır diye onunla dövüşmeye devam etmeyeceklerdir. İtikatların ve amellerin değeri Allah’ın indinde malûmdur ve onları dilediği şekilde mükâfatlandırır ve cezalandırır. Müslümanlar, başka bir milletin dini kendilerine sahte görünse bile, ona müdahale etmek hakkını haiz değildirler. Barış teklifinden sonra düşman harbe devam ederse, Müslümanlar sayıca az olsalar bile, zaferden emin olabilirler. Çünkü Allah onlara yardım edecektir ve Allah’tan daha iyi yardımcı kimdir?

Bu ayetler Bedir savaşı münasebetiyle vahyolunmuştu. Bu savaş Müslümanlarla müşrikler arasında yapılan ilk düzenli dövüştü. Müslümanlar sebepsiz ve haksız bir tecavüze uğramışlardı. Düşman Medine’nin ve dolaylarının başarısını bozmaya kalkışmış, fakat zafer Müslümanlarda kalmıştı. Önemli düşman liderleri de öldürülmüştü. Sebepsiz bir tecavüze mukabelede bulunmak tabiîdir, haklıdır ve gereklidir. Buna rağmen, düşman harbi durdurunca Müslümanların da durdurması emrolunmuştur. Düşmandan istenilen yegâne şey din ve ibadeti serbest bırakmasıdır.

(IV)          Enfal Suresinde yine şöyle denilmektedir:

Onlar barışa meylederlerse, sen de meylet ve Allah’a güven. Her şeyi işiten ve bilen elbette O’dur. Onlar seni aldatmak isterlerse, muhakkak ki Allah sana yeter. Yardımıyla ve müminlerle seni destekleyen O’dur. (8:62-63)

Yani, harp devam ederken, herhangi anda kâfirler barışa temayül gösterirlerse, Müslümanlar barış teklifini kabul edip barış yapacaklardır. Müslümanlar, hatta aldatılmak tehlikesi bile mevcut olsa, bu şekilde hareket edecekler ve Allah’a güveneceklerdir. Allah’ın yardımına dayanan Müslümanlara aldatılmaktan bir zarar gelmez. Onların zaferi kendilerinin değildir, Allah’ındır. En ümitsiz ve en müşkül anlarda, Allah, sevgili Habibi’ne ve ümmetine yardım etmiştir. Hilekârlara ve aldatıcılara karşı da kendilerine yardım edecektir. İleri sürülen bir barış teklifi kabul olunacaktır. Bu teklif, sadece yeni bir taarruz için vakit kazanmak ümidiyle düşman tarafından kullanılan bir hile, bir taktiktir diye reddedilmeyecektir.

Ayetlerde, barış üzerinde bu kadar ısrarla durulması anlamlıdır. Bu, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın Hudeybiye’de imzaladığı barış antlaşmasını daha önceden belli etmektedir. Hz. Resulüllah (S.A.V.)’a düşmanın barış talebinde bulunacağı bir zaman geleceği önceden haber veriliyor. Düşman mütecavizdi; zulümler yapmıştı ve itimada şayan değildi diye onun barış talebi reddedilmemeliydi. İslâmiyetin telkin ettiği doğru yol Müslümanların bir barış teklifini kabul etmesini gerektiriyor. Gerek diyanet ve gerek siyaset bakımından, böyle bir teklifin kabulü arzuya şayandır.

(V)          Nisa Suresinde şöyle deniliyor:

Ey iman edenler! Allah’ın davası uğrunda yola çıktığınız zaman, gereği gibi tahkikat yapın ve size selâm verene “Sen mümin değilsin” demeyin. Siz bu hayatın fayda ve menfaatlerini arıyorsunuz. Fakat nimetler Allah’ın nezdinde bol bol mevcuttur. Siz de evvelce onlar gibi idiniz de Allah size lûtfunu bahşeyledi. O halde, iyice tahkik edin ve araştırın. Muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (4:95)

Yani, Müslümanlar harbe giderken, harbin ne kadar anlamsız olduğu düşmana anlatıldığı halde onun yine de harp istediğine iyice kanaat getirmiş olmalıdırlar. Fakat böyle olsa bile, bir fertten veya bir gruptan barış teklifi alınırsa, Müslümanlar, dürüst ve samimî olmadığı mülâhazası ile teklifi reddetmeyeceklerdir. Müslümanlar barış teklifini reddederlerse, Allah için değil, dünya menfaati için ve servet ve kuvvetlerini arttırmak için dövüşmüş olurlar. Gaye öldürmek değildir. Bu gün öldürmek istediğimiz birisi yarın hidayete erişebilir. Canları bağışlanmasaydı, Müslümanlar Müslüman olabilirler miydi? Müslümanlar öldürmekten sakınmalıdırlar, çünkü bağışlanan canlar neticede hidayete eden canlar olabilir. Allah insanların ne iş işlediğinden ve bunu ne maksatla ve hangi saiklerle işlediğinden haberdardır.

Ayetin bize öğrettiğine göre, harp başladıktan sonra bile, düşmanın tecavüz için kararlı olduğu hususunda kesin bilgiye sahip olmak Müslümanlar için bir vazifedir. Çok kere düşmanın, tecavüz niyeti beslemediği halde, heyecan ve korku tesiriyle harp hazırlığına başladığı görülmüştür. Müslümanlar, düşman tarafından bir hücum tasarlandığına kesinlikle kanaat getirmedikçe savaşmayacaklardır. Düşmanın hazırlıklarının nefis müdafaası için olduğu anlaşılırsa veya düşman böyle bir iddiada bulunursa, Müslümanlar iddiayı kabul edip harpten vazgeçeceklerdir. Girişilen hazırlıkların tecavüzden başka bir hedefi olmadığını ileri sürmeyeceklerdir. Düşman tecavüz niyeti beslemiş, fakat niyetini değiştirmiş olabilir. Niyetler ve saikler daima değişmez mi? İslâmiyet düşmanları dosta dönmüş olmamışlar mıydı?

(VI).   Andlaşmaların ihlâlinin caiz olmadığı hususunda Kur’an açıkça şöyle söylemektedir.

Sizinle andlaşma yaptıktan sonra taahhütlerini tamamen ifada kusur etmeyen veya aleyhinizde kimseye yardımda bulunmayan müşrikler müstesnadır. Bunlarla münasebetinizde, andlaşmanın hükümlerine, mer’iyet müddeti sonuna kadar, riayet ediniz. Allah adaleti ve insaflı olanları muhakkak ki sever. (9:4)

Müslümanlarla antlaşma yapan, bu antlaşmayı bozmayan ve Müslümanlara karşı düşmana yardım etmeyen müşrikler Müslümanlardan aynı şekilde muamele göreceklerdir. Müslümanların bir antlaşma ile yüklendikleri taahhütleri tamamen yerine getirmesi dindarlık icabıdır.

(VII)     Müslümanlarla savaş halinde olmakla beraber, Müslümanlığın tebliğini tetkik ve tahkim isteyen bir düşman hakkında Kur’an-ı Kerim şöyle diyor:

Müşriklerden biri senden himaye edilmesini dilerse, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için onu himaye et. Sonra, onu, emniyet içinde olacağı yere kadar gönder. Çünkü onlar bilgiden mahrum bir kavimdirler. (9:6)

Yani Müslümanlarla harbedenlerden birisi, İslâmiyeti incelemek ve İslâmiyetin tebliği üzerinde düşünüp taşınmak amacıyla, Müslümanlara sığınacak olursa, böyle bir amacın elde edilmesi için gereken müddet zarfında Müslümanlardan himaye görecektir.

(VIII)     Harp esirleri hakkında Kur’an-ı Kerim şunu öğretiyor:

Bir peygambere, yeryüzünde harp etmedikçe, esir almak yaraşmaz. Siz dünya malı istiyorsunuz. Halbuki Allah sizin için ahireti ister ve Allah kudret ve hikmet sahibidir. (8:68)

Yani bir peygamber, ancak çok kan dökülmesine yol açan düzenli bir savaş neticesinde esir alabilir. İslâmiyetten evvel ve hatta İslâmiyetten sonra, harp edilmeden ve kan dökülmeden düşman kabilelerinden esir almak gelenek halinde idi. İslâmiyet bunu yasaklamıştır. Esir, ancak bir muharebe neticesinde muhariplerden alınır.

(IX).  İslâmiyet harp esirlerinin serbest bırakılmasına dair kaideler de vaz’eylemiştir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim şöyle diyor:

Ondan sonra, harp ve tahmil ettiği külfetler nihayete erince, esirleri ya bir lûtuf olarak veyahut bir bedel alarak serbest bırakın. (47:5)

İslâmiyete göre, esirleri bedel almadan serbest bırakmak en makbul hareket tarzıdır. Fakat bu her zaman mümkün olmadığından, bedel mukabilinde serbest bırakmak için de hüküm konulmuştur.

(X)         Serbestliklerini elde etmek için bizzat bedel ödemeye gücü yetmeyen, ve bedel ödemeye muktedir veya istekli bir kimsesi bulunmayan harp esirleri hakkında da hüküm vardır. Çok defa akrabalar bedel ödemeye muktedir oldukları halde bunu yapmazlar ve ihtimal ki esir düşen yakınlarının gıyabında mallarını gasbetmek niyetiyle, onların esir olarak kalmalarını tercih ederler. Kur’an-ı Kerim’in bu husustaki hükmü şudur:

Elinizin altında bulunan esirler içinde sizden azatlık senedi isteyenlerle, hal ve tavırlarını iyi bulursanız, böyle bir senet yapın; ve Allah’ın size bahşettiği maldan onlara verin. (24:34)

Yani bedelsiz serbest bırakılmaya lâyık olmayan ve fakat bedel ödeyecek kimseleri bulunmayan esirler yine de serbestlik isterlerse, çalışıp para kazanmalarına müsaade olunduğu takdirde bedeli ödeyeceklerine dair bir taahhüt senedi imzalamak şartı ile, serbestliklerini elde ederler. Ancak, onların çalışıp para kazanmaya ehil oldukları iyice bilinmelidir ki kendilerine böyle bir müsaade verilsin. Ehliyeti sabit olanlara, çalışıp para kazanmaları için, Müslümanlar tarafından malî yardım bile yapılmalıdır. Gücü yeten Müslümanlar şahsen böyle bir yardımda bulunmalı veya bu bedbahtların kimseye muhtaç olmaksızın hayatlarını yoluna koyacak bir duruma gelebilmesi için halktan yardım toplanmalıdır.Yukarıda iktibas olunan ayetler İslâmiyetin savaş ve barış konusu hakkında öğrettiği esasları ihtiva etmektedir. İslâmiyete göre hangi şartlar altında harbetmek caiz olduğu ve harbederken Müslümanların hangi kaidelere uyacağı bu ayetlerde bize anlatılmıştır.

Bir Öncekini Oku

2.12.2022 – Hz. Resulüllah’ın (sav) yüksek mertebeli sahabesi ve 1.Halifesi Hz. Ebubekir Sıddik’in (ra) güzel vasıfları

Bir Sonrakini Oku

Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın savaş hakkında öğrettikleri