Bana göre “İslâm terörizmi” pek çirkin ve tuhaf bir terimdir. Bu terim ne demektir, neden icat edildi? Buna şaşmamak elde değil doğrusu. Çünkü İslam ile terör arasında hiçbir münasebet, hiçbir ilişki düşünülemez bile. Eğer bu her ikisi arasında bir münasebet ve ilişki varsa da tıpkı aydınlık ile karanlık, hayat ile ölüm veya barış ile savaş arasındaki ilişkiye benzer. Bazen iki nesne birbirine taban tabana zıt olduğu halde biribirine bağlı olur. Öyle ki birini düşündüğünüzde öteki kendi kendine hatıra gelir. Bunun gibi, İslâm’la terör arasındaki münasebet de biraz buna benzer. Her ikisi arasında yerden göğe kadar fark olduğu halde yine de her ikisi arasında bir ilişki vardır.
Neden İslâm Terörizmi?
Bu ilişki tabii ki, yakın bir ilişki değil, birbirine zıt bir ilişkidir. Tıpkı iki muhâlif ordunun karşı karşıya geldiği gibi, İslâm ile terör arasındaki ilişki de böyledir. Birbirine zıt iki kutup gibidir. İkisi de yan yana yürüyen, el ele veren iki dost değil, yıldızları ebediyen barışmayan iki düşman gibidir. Fakat bazı Müslümanların korsanlık ve yıkıcı faaliyetlerde bulunmaları da doğrudur. Bu gibi kendini bilmez kimseler, kimi zaman belli bir çete, belli bir gruba mensup olarak, kimi zaman halkın çoğu Müslüman olan bir ülke tarafından teröristik faaliyetlerde bulunurlar. Dünyada bu Müslümanlardan başka yıkıcı faaliyetlerde bulunan nice çeteler, hizip ve gruplar vardır.
Neden Yahudi veya Hıristiyan Terörizmi Yok
“İslâm terörizmi” terimi uydurulduğu gibi başka gruplar için de aynı terim geçerli olabilir. Sözgelimi, Sih terörizmi, Hıristiyanlık terörizmi, Yahudi terörizmi, Budist terörizmi, dinsizlik terörizmi v.s. Buna benzer nice terörizm listesi meydana gelir.
Ne yazık ki, çağımızda bin türlü terörizm ortaya çıkmış ve gitgide güçlenip çoğalmaktadır. Bunu hiç görmemek mümkün değildir. Doğrusu, bazılarca üstün bir görüş veya yüce bir maksat adına dünyada yapılan zulüm, baskı, zorbalık, soykırımı, fitne ve fesattan habersiz olmak mümkün değildir. Aklı başında olan bir kimse, her gün patlak veren kanlı olaylardan habersiz kalmak isterse de mümkün değildir. Terör artık bütün dünyayı alabildiğine sarıp kuşatmış bulunuyor. Bu artık uluslararası bir mesele haline gelmiştir. Dolayısıyla bunun nedenlerini derinden araştırıp incelemek gerekir. Terör ve kanlı olaylarında kimin parmağı olduğunu, terör ve şiddet olaylarının arkasında bulunan kuvvetler hakkında kesin bilgi elde etmeden bazı Müslüman devletlerin dahi birtakım amaçlarına ulaşabilmek için teröre neden bulaştıklarını anlayamayız. Bu konuyu enikonu düşündükten sonra şu sonuca vardım ki, bugün her türlü din ve mezhep kavgası, dünyanın neresinde olursa olsun aslında siyasi bir kavgadır. Din hadd-i zatında hiçbir yerde, hiçbir zaman menfaatçi ve çıkarcı değildir. Tam tersine, din daima siyasi amaçlara ulaşılabilmek için alet edilmiştir. Sözgelimi, ırkçılığa dayalı terör ve şiddet olaylarını ele alalım. Bu gibi olayları iyiden iyiye incelediğimiz zaman bunların siyasi amaçları güden olaylar olduğunu hemen anlarız. Daha küçük çapta başgösteren şiddet olayları da vardır. Bunlar genellikle bugün revaçta bulunan toplum ve kültürlere karşı olan nefret ve kini yansıtmaktadır. Bu gibi olaylar, aşırı görüşlü, kanun ve nizama karşı isyan bayrağını çeken kimseler tarafından meydana geldiği telakki edilir. Bundan başka şiddet ve terörün belli bir çeşidi de Mafya’dır. Mafya’nın bütün çabaları devleti ve iktidarı ele geçirmek içindir. Mafya’nın içinde bulunan çeşitli gruplar da bazen birbiriyle çarpışırlar. Anlaşılıyor ki, bu tür terörün bütün çabaları da siyasi amaçları gütmektedir.
Sözde “İslâm terörizmi” denilen saçma bir lakırdıyı düşündüğümüz zaman şu gerçeği görürüz. Görünürde İslâm’ın yüce ismi kullanılıyorsa da, bunun perde arkasında bazı siyasi güçlerin yer altındaki faaliyetlerini sürdürdüğü göze çarpar. Bu güçler din ve mezhep kılığına girerek bir takım siyasi menfaatleri elde etmek isterler. Halkın dinî duygularını suistimal ederek iktidarı ele geçirme hevesindedirler. Bu bahaneyle iktidarlarını daha da güçlendirmek isterler. Sonra, sözde “İslâm terörizmi” denilen şeyin perde arkasından hassas tellere dokunan ve siyasi menfaatleri elde eden, genellikle Müslümanlar bile değildirler. Perde arkasındaki bu güçler, arka planda kalıp Müslümanları öncü yaparak, onları maşa olarak kullanarak terör ve şiddet için kışkırtırlar. Böylece çirkin emellerine de ulaşmış olurlar.
Müslümanlar Bugün Cihat mı Yapıyor?
Bahsetmekte olduğumuz konunun arasında İran-Irak savaşından sözetmek belki size biraz konu dışı birşey gibi gelecektir. Ama bazı Müslüman ülkelerde bomba gibi patlayan bazı olayların iç yüzünü anlamak için bu savaş bize birçok şeyleri anlatır. İran ile Irak her ikisi de Müslüman olduğunu iddia ederler. Her ikisi de, birbirinden nefret ettiğini, birbirini yok edip yerle bir edeceklerini, yeryüzünden silip süpüreceklerini ilan ederler. İşin tuhaf tarafı da her iki ülkenin, “Bize bu hususta İslâmiyet yol gösteriyor. Hep ondan ışık alarak onun kutsal adıyla ilerliyoruz,” diye iddia etmeleridir. Irak hükümeti savaş alanında öldürülen askerleri “şehit” olarak ilan etti. Ülke çapında ruhlarına fâtihalar okundu. Ruhlarının şâd olması için milli marşlar şarkılar söylendi. Irak radyosu, ölen İranlı askerlere ise, “Gâvurlar geberdi gitti. Hepsi cehennemi boylayacaklar,” diyerek durmadan yayın yapardı. Öteki taraftan da aynı davul, aynı zurna çalınırdı. İran radyosu da, ölen İranlı askerlerden “şehit” diye bahseder, Irak’lı askerlere ise, “Kefere nallarını dikti,” diyerek yayın yapardı. Savaş alanında Irak’lı bir asker kurşun yiyerek ölürken İranlı askerler büyük bir coşkuyla “Allahü Ekber!” narasını atarlardı. İranlı bir asker yığılıp kaldığı zaman da savaş alanı Irak’lı askerlerin “Allahü Ekber!” naralarıyla inlerdi. Dünya, acaba İslâm hangi taraftadır, veyahut hangi tarafta değildir diye düşünmekten şaşkındı. Acaba kimin naraları gerçektir, kimin naraları koftur? diye herkes hayret içindeydi. Her türlü şüphe şöyle bir kenara dursun. Bu hususta şu gerçek ortaya çıkar ki, ister Irak’lı olsun, ister İran’lı, kendi canını feda eden herkes, başında bulunan liderleri tarafından kandırılarak mutlaka aldatılmıştı. Her iki cephenin naraları boş ve koftu. İslâmiyet ne bunlardan yana, ne de ötekilerden yana idi. Kurân-ı Kerim;
“Şüphesiz Allah inananları hep savunacaktır. Allah, hiçbir hain ve inkârcıyı sevmez. (Hiçbir sebep yokken) kendilerine karşı savaş açılanlara da, zulüm gördükleri için, savaşmalarına artık izin verilmiştir. Onlara yardım etmeye Allah’ın gücü yeterdir. Bunlar, “Allah Rabbimizdir!” dedikleri için, hiçbir meşru sebep olmadan evlerinden çıkarılan kimselerdir. Eğer Allah, (bu kâfirlerden) bazı kimselerin (kötülüklerini) bazı kimseleriyle defetmeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın adı çok anılan camiler yıkılırdı. Allah, O’nun (dinine) yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz Allah son derece güçlü ve galiptir.”[1]
“Onlar her ne zaman savaş ateşini alevlendirirlerse de Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde fesat çıkarmaya uğraşıp dururlar. Allah fesatçı kimseyi hiç sevmez.”[2]
“Eğer inananlardan iki grup dövüşecek olurlarsa, aralarını bulup barıştırın. Fakat barıştıktan sonra gene biri kalkıp ötekine saldırırsa, hepiniz birlik olup saldırana karşı, onun Allah’ın emrine gelene kadar savaşın. Eğer Allah’ın emrine dönerse (dövüşen her iki grubun arasını) bulup barıştırın ve adaleti daima gözönünde tutun. Allah adalet edenleri sever. Mü’minler birbirleriyle kardeştirler. O halde kavga eden iki kardeşin arasını bulup barıştırın. Allah’tan sakının ki merhamet edilesiniz,”[3]
diye savaş hakkında bazı açıklamalarda bulunur.Müslüman ülkelerde bazı idarecilerin şiddete başvurmaktan yana olmaları ve gösterdikleri faaliyetlerin de gayri İslâmi olduğu bir gerçektir, Fakat ne var ki, Müslüman ülkelerdeki bazı kimselerin terör ve şiddet olaylarına karışmaları dinî faaliyetler telakki edilip buna “islâm terörü” deniliyor da bunca dinlere mensup kişilerin terör faaliyetlerine karışmalarına dinî faaliyetler denmiyor neden acaba? İran ve Irak’a durmadan savaş araç gereçleri temin etmiş ve bu savaş sonucu sayısız can ve mal kaybına sebep olan milletlere hiç terörist denmiyor, neden acaba?
Din Adına Kan Dökmek
Bugün özellikle Ortadoğu’da meydana gelen bazı terörist ve şiddet olayları (ister bu faaliyetler İsrail’e karşı, ister Batı kuvvetlerini temsil eden kişilere karşı olsun) İslâm’ a göre bu faaliyetler tamamen yanlıştır. Çünkü İslâmiyet terör ve şiddete başvurmaktan yana değildir, buna asla müsaade etmez.
Müslüman ülkelerde her gün silahlı çatışmaların meydana geldiği duyulur. Bütün Müslüman ülkelerde mollaların, din adamları ve hocaların dar görüşlülüğe gün geçtikçe meyil ettikleri aşikârdır. Bunun sonucu da silaha sarılma eğilimi de arttıkça artmaktadır. Bunun sorumluluğu vahâbi Suudi Arabistan hükümetinin boynundadır. Bu devlet kendini İslâm dünyasının merkezi haline getirme çabasındadır. Din kılığı altından kendi nüfuzunu genişletme gayretindedir. Bu devlet, İslâmiyetin en kutsal iki şehri (Mekke ile Medine’nin) koruyucusu ve hizmetçisi olma şerefine tek başına naildir. Bu şerefi en iyi şekilde kullanarak kendi ehemmiyeti ve nüfuzunu genişletmeye çalışmaktadır.
Diğer taraftan Suudi Arabistan ve onun etkisi altında olan ülkeler Amerika’ya karşı rüyalarında bile kılıç çekmeye cesaret edemez. Suudi hükümetinin ayakta durabilmesi tamamen Amerika’ya bağlıdır. Devlet başında bulunan sülâlenin tüm serveti Amerikan bankalarında ve Batı dünyasının öteki bankalarında yatmaktadır. Bir de çağımızda hiçbir Müslüman ülke silah üretiminde kendi başına yeterli değildir. Her Müslüman ülke savunma ve savaşma ihtiyaçlarını karşılamak için Doğu ve Batı’dan büyük bir devlete başvurmak zorundadır. Durum böyle olunca her Müslüman ülke, gayri müslim güçlerle iyi geçinmeye ve onlarla iyi ilişkiler kurmaya mecburdur. Libya ve Suriye’nin durumu da aynıdır. Bu ülkeler Batı’dan daha çok Doğu güçleriyle iyi ilişkiler kurmakta cömerttir. Çağımızdaki savaş tekniğinden az çok anlayan bir kimse dahi sözde İslâmî askerî gücün Batı güçleri için bir tehlike oluşturduğunu söyleyemez. Fakat bu hususta başka bir tehlike mevcuttur. Evet bizzat İslâm âlemi, İslâmî askeri güçten tehlike duymaktadır. Evet yalnız ve yalnız İslâm âlemi bu tehlike ile karşı karşıyadır. Bu tehlike İslâm âleminin gözlerinin içine bakmaktadır. Bu tehlike her yerde Müslümanların barış ve güvenliklerini bozmaktadır. Doğrusu bugün İslâm âleminde bulunan taassup ve dargörüşlülük İslâm âleminin güvenilirliğini kökünden sarsmış bulunmaktadır. Yazıklar olsun! Bin kere yazıklar olsun!
Müslüman Ülkelerde Sadece Müslümanlar mı Terörist?
Şüphesiz bazı Müslüman ülkelerde bir huzursuzluk göze çarpar. Buradaki bazı partilerin, kuruluş ve cemiyetlerin hatta hükümetlerin dahi girdiği, şiddet ve terör faaliyetlerine karıştığı görülür. Genellikle Filistin, Lübnan, Libya ve Suriye gibi devletlerin terör olaylarına karıştığını duyarız. Nedense radyo ve televizyonlarda terör ve şiddet olaylarına hep Müslümanların karıştığı anlatılır. Oysa bu olaylara karışanların hepsi Müslüman değil. Sözgelimi, Filistinliler arasında, İsrail’e karşı terör faaliyetlerine katılmış ve gelecekte de katılmayı kafasına koymuş nice gençler vardır. Bunlar din bakımından Hıristiyan’dırlar. Fakat Batı yayın organları, radyo ve televizyon kuruluşları, bunların hepsine Müslüman diyerek propaganda eder. Bunun gibi Lübnan’da Müslüman terörist de vardır, Hıristiyan terörist de vardır. Bunların içinde nice İsrail ajanları da vardır. Bunların hepsi insanlara korku ve dehşet vermek için terör ve şiddet olaylarına durmadan karışırlar. Fakat ne var ki Batı yayın organlarınca Lübnan’da olup bitenlerin sorumlusu, ne Yahudi ne de Hıristiyan teröristlerdir. Batılılar, Lübnan’da meydana gelen bütün şiddet olaylarını toplayıp bir paket yaparak üzerine “İslâmî terörizm” yaftasını asarlar.
Müslüman Devletlerin Hiç Suçu Yok mu?
Ben, terörün her çeşidine şiddetle karşıyım. Bunu herkes böyle bilsin, ister bu terör ırkçılık, renk ve herhangi bir millet uğruna işlenmiş olsun, ister din adına olsun. Gayesi görünürde her ne kadar faydalı olursa olsun her zaman ve her yerde kınanmaya müstahaktır. İslâmiyet hiç bir zaman, hiçbir yerde terörü asla sevmez. Onun için terör ve İslâmiyet arasındaki fark, doğu ile batı, nur ile karanlık arasındaki farka benzer. Albay Kaddafi petrolden kazandığı servete dayanarak örgütlenmiş bir terörizme arka çıkmaktadır. Peki onun yaptıklarının dinle ne alakası vardır? Suriye hükümeti de geçmişte teröre destek olmuştur. Bunun hiçbir dinî tarafı yoktur, İslâmiyet buna müsaade eder mi’? Eğer öyle olsa, o zaman İslâmiyet ve sosyalizm arasında fark kalmaz. Doğrusu, Albay Kaddafi’nin yazmış olduğu “Yeşil Kitap” adlı eserin sadece cildi yeşildir, içindekiler ise baştan sonuna kadar “kızıldır!” İslâmiyetin rengi aynı anda hem yeşil hem kızıl nasıl olabilir? Libya’nın karıştığı terörün esası ırkçılıktır doğrusu. Bu hususta Küba’nın devlet başkanı Kastro’yu düşünmemek elde değil. Bu adam, zulüm ve zorbalıkta, eziyet ve işkence yapma yarışında, ırkçılığa dayanan terör olayları çıkarmakta Kaddafi’yi geride bırakmıştır. Hatta bu hususta onun öncüsü sayılır. Fakat hiç kimse Kastro’nun karıştığı terör olaylarına “Hıristiyan terörizmi” demez.
Hıristiyan Devletler Sabıkasız mı?
Söz sözü açar derler. Terör olayları ve onun nedenlerinden bahsederken birçok tarihî belgeler insanın aklına geliverir. Şu Hıristiyanlığı ele alalım. Geçmişte, zulüm ve zorbalık, şiddet ve baskı faaliyetlerine karışmıştır. Bazı Hıristiyan hükümdarlar, zulüm ve zorbalık politikasını vahşice uygularken Hıristiyanlığa hizmet ettiklerini zannederlermiş. “Kara Ölüm” (1348-1349) zamanında birçok Yahudi evlerinde diri diri yakılmadı mı? İspanya’da dinsizliği ortadan kaldırma kampanyası esnasında herkes can havliyle tir tir titrerdi. Bu kampanya bizzat Hıristiyan papazların kılavuzluğunda başlatılmıştı. Vahşet ve barbarlığın bu uzun dönemi İspanyol halkını kırıp geçmiştir. Bu dönemde nice kimsesiz ve çaresiz masum kadınlar “büyücü kadınlar” diyerek idam edilmişti. Hıristiyan din adamları, “Büyü ve büyücülere dinimizce ancak böyle davranılır,” diye fetva vermişlerdi. Bu gibi şiddet olaylarına Hıristiyanlık doğrudan doğruya karışmıştı. Fakat insanlığa karşı işlenen bu suçların karanlık ve cehalet döneminde meydana geldiği de unutulmamalıdır. Acaba bir insanın, kişinin yaptıklarıyla onun dini arasındaki farkı kolaylıkla ayırdedebileceği çağ ne zaman gelecek? Eğer biri, kişinin şahsi karakteri ve onun dinini birbiriyle karıştırarak bir sonuca varmak isterse, birçok sorunun ortaya çıkacağı kaçınılmazdır. Çünkü bazı kimselerin yaptıkları, inandıkları dine uymayabilir. Aynı dine inananların yaptıkları, ülkeden ülkeye, fırkadan fırkaya ve çağdan çağa değişebilir, birbirinden farklı olabilir. Bir insanın yaptıkları ve amelleri ötekinin amelleriyle bağdaşmayabilir.
Hz. İsa’nın havarilerinin yaptıklarıyla Şili’de Pinoşet dönemindeki Hıristiyanların ve Güney Afrika’daki Hıristiyan hükümdarların yaptıkları arasında dağlar kadar fark vardı. Bu hükümdarlar da Hıristiyanlık değerlerine inandıklarını iddia ederlerdi. Peki bu her iki zümreden Hıristiyanlığı kim temsil ediyor acaba? Birinci ve İkinci Dünya Savaşı esnasında milyonlarca insan öldürüldü. İnsanlığa karşı savaşılan bu her iki harbe “Hıristiyanlık Savaşları” diyebilir miyiz? Bu savaşta sadece Rusya’nın can kaybı altı milyon nüfusu aşmıştı. Mal kaybı ise had safhaya ulaşmıştı. Korkunç boyutlara ulaşan bu can ve mal kaybı Hıristiyanlığa maledilebilir mi? İlk Hıristiyanlarla çağımızdaki Hıristiyanlar arasında bir karşılaştırma yaparak Hıristiyanlığın “azameti” ve “yüceliği” hakkında bir sonuca varabiliriz. İlk Hıristiyanların yanağına biri tokat attığı zaman, öteki yanağını da ona çevirirlermiş. Bu ilk Hıristiyanların başından geçenleri biliyor musunuz? Bunlar aç vahşi hayvanların önüne atıldılar. Bu hayvanlar vücutlarını anında parçalar, lokma ederdi. Kimi zaman evlerinde diri diri yakıldılar. Onlar şiddete karşı şiddet kullanmaktansa, her türlü zulüm ve baskıya karşı göğüs gererek buna katlanmayı yeğlemişlerdi. Biri bana Hıristiyanlığın azameti ve yüceliği hakkında sorarsa, ona ilk Hıristiyanların tarihini okumasını tavsiye edeceğim.
Gerçek Sevgiden Nefret Doğmaz
Ne yazık ki bugün Müslüman bir ülke savaşa girdiği zaman Batı dünyası ona “İslâmi Terörizm” damgasını vurur. Fakat gayri müslim bir ülke savaşa girdiği zaman ona “siyasi kavga” der. İnsafsızlığın böylesi görülmemiştir doğrusu. Bu insafsızlığın, bu adaletsizliğin sebebi nedir acaba? Hayret ve şaşkınlığa düşen herkes Hıristiyan medeniyetinin saman altından su yürüttüğünü görür. Herkes düşünür, acaba pek sakin görünen bu medeniyetin altında İslâmiyet’e karşı bir lâv mı kaynamaktadır? Acaba bunların hepsi eski Hıristiyan savaşlarının yeni bir şekli mi? Veyahut müsteşriklerin yeni kadehlerle sunduğu eski zehirli şarap mı? “İslâmiyet kılıç gücüyle yayıldı” diyerek bir görüş ortaya atmak son derece saçmalık ve yanlıştır. Bu görüşün hiçbir aslı astarı yoktur. Müslüman ülkelerin savaşları siyaset ve uluslararası ilişkilerin belli başlı ilkeleriyle ölçülmelidir. Dinî taassupla ölçmek yanlıştır. Terör olaylarının sık sık patlak vermesi toplumun aynı anda çeşitli hastalıklara yakalandığını gösterir. Bugün İslam âlemi pek şaşkındır. Ne yapacağını, nasıl edeceğini, nereye gideceğini bilmez. Halk çeşitli işler hakkında bilgi sahibi olmadığı için huzursuz ve kararsızdır. Bu işler artık boyunlarından aşkındır. Onlar, kötü liderlerin elinde veyahut dış mihrakların, dış güçlerin ajan ve yardakçılarının elinde ölüye benzer bir oyuncak gibidirler. Devlet başındakiler veyahut adı geçen güçler bu zavallı halkı istediği yere götürür, istediği zaman onu yere vurup paramparça eder. Ne yazık ki, Müslüman ülkelerin liderleri kendi halkına karşı baskı ve zorbalık politikasını uygulamak istedikleri zaman bunun cevazını İslâmiyet’te aramaya çalışırlar. Tıpkı Pakistan’da olduğu gibi, General Ziya-ül-Hak zamanında bu gibi örnekler sergilenmiştir. Kanlı devrimlerle İslâmiyet’in hiçbir alakası yoktur. Bu gibi devrimleri gerçekleştirmek isteyenlere gerçek Müslüman ülkelerde hiç yer yoktur. Ben, yüzyıl boyunca her türlü zulüm, baskı, eziyet ve işkenceye uğratılmış bir cemaatin manevi başkanı olarak her türlü terörü şiddetle kınarım. Bana göre sadece İslâmiyet değil, hiç bir hak dini -adı ne olursa olsun- Yüce Allah’ın adına masum erkek, kadın ve çocukların kanını dökmeye, onlara zulüm ve eziyet etmeye asla müsaade etmez. Allah, baştanbaşa bir sevgidir, bir aşktır. O, büsbütün barıştır. Sevgiden nefret doğmaz. Gerçek barış hiçbir zaman insanoğlunu savaşa sürükleyemez.
Hz. Mirza Tahir AhmedHalifet-ül Mesih 4
[1] Hac Suresi, 39-41
[2] Maide Suresi, 65
[3] Hucurat Suresi, 10-11