Ramazan kelime olarak “Yanmak”, “Isınmak” demektir. Öyleyse ne demektir Ramazan? Mümin Ramazan Ayında Allah-u Teâlâ ile olan ilişkilerini daha çok ısındırıyor. Daha çok Allah sevgisi içinde yanıyor, bu demektir. Ramazan Ayı Kuranı Kerimin vurguladığı gibi Allah-u Teâlâ’nın cömertliği ile dolu bir aydır. Allah-u Teâlâ zaten cömerttir. Ama nasıl ki bazen kralların belli günleri olur; mesela doğum günü gibi. İşte bu günlerde krallar derler ki “dileyin benden ne dilerseniz”. İşte Allahü Teâlâ bunun için Ramazan’ı koydu. O günlerde isteyin benden ne isterseniz. Ama tabii ki bazı şartlara bağlı!
En başta benimle olman lazım!.. Yani bir kişi o kralın saltanatından değilse, o krala karşı geliyorsa, isyancı ise ve ben senin saltanatını istiyorum derse, o kişiye bir şey vermez tabii ki. Onun için bizim Ramazan Ayı’nı çok iyi değerlendirmemiz lazım. Mesela hepimizin kusuru, ayıbı, eksik tarafları vardır. Hiç değilse kendi kendimizi böyle inceleyelim ve diyelim ki benim böyle bir kusurum var. Bu Ramazan Ayından çıktığım zaman bu kusurdan arınmış olarak çıkmış olacağım. Bir kusurdan arınmak yeterli değildir. Bununla beraber şöyle bir iyilikte yapmalıyım. Bu aynı şuna benzer ki, bir lambanın yanması için nasıl hem pozitif hem negatif akım gerekiyorsa, iman ışığının da yanması için hem pozitif akımın olması lazım yani insanın bir şeyi yapması lazım, hem de negatif akımın olması lazım yani bazı şeyleri de yapmaması lazım. İkisi bir araya gelmediği müddetçe iman ışığı yanmaz. Bunun için hepimiz (bunu herkes kendi düşünmeli), ben şu eksikliğimden kurtulacağım, şu iyiliği de yapacağım diye karar vermeliyiz.
Örneğin bir insan namaz kılmıyorsa, diyecek ki ben namaz kılmaya başlayacağım bu Ramazan’da. Hiç değilse bir vakit başlayacağım. Bunun için bazen şeytan çeşitli yollarla insanı kandırabilir. Mesela derki, namazı bak bilmiyorsun. Onun için önce namazı kılmayı öğren, sonra kılmaya başla. İşte bu şeytanın bir özelliğidir. Şeytan bazen iyiliği emreder. Görünürde bu insana tuhaf gelebilir. Şeytan nasıl iyiliği emredebilir. Şöyle ki; daha büyük bir iyilikten mahrum bırakmak için, daha küçük bir iyiliğe teşvik eder. Namaz kılmak daha büyük bir iyilik! Onun için derki sen önce namaz kelimelerini öğren, daha sonra namaz kıl. Ama onun amacı bize namaz kelimelerini öğretmek değil, daha büyük bir iyilik olan namaz kılmaktan alıkoymaktır. Onun için birisi namaz kılmıyorsa, diyecek ki o kişi ben namaz kılacağım. Bu beş vakit değilse, bir vakit namaz belki kılacak. Bu şu demek değil ki Ramazan içinde kılacak, Ramazan bitince oh namazdan kurtuldum deyip terk edecek. Bu artık onun hayatının bir parçası olacak, o şekilde onu yapacak.
Birisi yalan söylüyor, dedikodu yapıyor, birisi sahtekârlık yapıyor veya hiçbirimizin bilmediği bir eksiklik var birinde. Birincisi insan diyecek ki bu kötülükten kurtulacağım. İkincisi, Ramazan’da nasıl biz Allah-u Teâlâ’nın cömertliğinin bize yansımasını istiyorsak, bizde insanlara karşı cömert olmak zorundayız. Bu Allah-u Teâlâ’nın kurduğu doğal bir dengedir. Benden nasıl beklerseniz, aynı şekilde benim kullarıma davranmak zorundasınız. Kıyamet günü sizin ayıplarınızı örtmemi istiyorsanız, o zaman sizde Allah’ın kullarının ayıplarını örteceksiniz. Bu Allah’ın açık bir emridir. Benim cömert davranmamı istiyorsanız, sizde insanlara karşı cömert davranacaksınız.
Abdullah bin Abbasra şöyle anlatır:
“Rasûlullahsav insanların en cömerdi idi. O’nun en cömert olduğu zamanlar da Ramazan’da Cebrâîlas’ın, kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. Cebrâîlas (vahiy getirme vazîfesinin dışında da) Ramazan’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz ile buluşur, (karşılıklı) Kur’ân okurlardı. Bu sebeple Rasûlullahsav Cebrâîl ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranırdı.”[1]
Onun için bizim elimizden geldiğince sadaka vermemiz lazım. Bu sadakanın miktarı önemli değil. İnsanın bir şeyler vermesi, başkasına yardımcı olabilmesi önemli.
Sonra Ramazan Ayında eğer biz Onun bereketinden faydalanmak istiyorsak, Peygamber Efendimiz sav “Sahurda bereket vardır”[2] buyurdu. Sahurda bereket vardır buyurdu derken, bu sahurda güzel yemek yenilir anlamına gelmiyor. Birisi böyle anlıyorsa “Efendim sahurda güzel yemekler olsa” diye, bu değil. Çünkü sahura kalkan insan genelde teheccüde kalkmıyorsa bile, hiç değilse kalkar Allah’a dua eder, teheccüd namazı kılar, bir-iki nafile kılar. Bereketi orada yatıyor, güzel sofrada değil. Ramazan içinde teheccüde mümkünse alışmamız lazım.
Beş vakit namazı kılalım ama cemaatle namaza alışmamız lazım. Diyelim karı-koca her ikisi de namaz kılıyorsa, kocası imam olur, kadın da arkasında namaz kılar (farz namazlarda). Çünkü Peygamber Efendimiz sav buyurdular ki: “Cemaatle kılınan namaz, ayrı kılınan namazdan yirmiyedi derece üstündür.”[3]
Eğer birkaç arkadaş yakın ise bunlar birlikte farz namazları kılabilirler. Hiç değilse karı-koca birlikte kılabilir.
Bunun dışında nafileler kılmamız lazım. Çünkü Ebu Hureyrera’dan rivayet edildiğine göre Resulullah sav; “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur” dedi:
“… Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (adeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse onu mutlaka veririm, bana sığınırsa onu korurum.”[4]
Bunlar nafilenin bereketleridir. Bu ne demektir? Ben onun gözü olurum, dili olurum, şu demektir ki; (Tabi ki bu nafileler günlük namazlardaki nafileler değildir.) Mesela zekât farzdır bir zengine ama o sadece zekât vermekle yetinmiyor sadaka da veriyor. O nafiledir, ona farz değil. Benim komşuma yardım etmem farz değil, ama ben ona yardıma koşuyorsam bu nafiledir. Namazda da nafile, kul haklarında ve Allah hakkında da nafileler vardır bu şekilde. Eğer bir insan bunları yapıyorsa, bu ne demektir? Artık Allah’ın isteği doğrultusunda hareket ediyor demektir. İşte bunun için Allah’u Teâlâ diyor ki, ben onun gözü olurum onunla görür. Yani o artık benim gözümle görüyor. Çünkü artık o kadar ilerlemiş ki, bırak farzları bir yana nafilelerle bile uğraşıyor o insan.
Sonra Ramazan’da bizim çok çok duaya sarılmamız lazım. Dua konusunda şunu bilmemiz lazım ki dua bir ölüyü bile diriltebilir. Dua insanın kaderini değiştirir. Peygamber Efendimiz sav “Dua kaderi değiştirir”[5] diye buyuruyor. Ama duanın da bazı şartları vardır. O şartlara uygun yapılan dua için böyle bir ifadesi var Peygamber Efendimizin.
İnsanın doğasında ağlamak vardır. Bebek ağlayınca annenin sütü kendiliğinden geliyor. Anne ile bebek arasında böyle bir ilişki var. Aynı şekilde kul yalvarınca ağlayınca oradan süt iniyor. O duanın kabulüdür. Allahcc indinde yalvarmayana bu meyve verilmiyor, o kul ağlayacak ve yalvaracak ki ona o meyve verilsin.
Sonra; insan toplum içinde dua ederken, gösterişe de kaçabilir. Kapıyı üzerine kapat ve yalnız bir tarafa çekil ve orada dua et. Yalnızlıkta edilen dualar aslında gerçek dualardır. Teheccüd vaktinde bunun içindir ki insan yalnız bir köşeye çekiliyor ve Allahcc’a dua ediyor. Teheccüd bir de bir kulun Allahcc’tan hoşlandığının bir belirtisidir. İnsan birisinden hoşlanmaya başlayınca, doğal olarak hiç kimsenin bulunmadığı bir yerde onunla buluşmak ister. Eğer bir insan Allah-ü Teâlâcc’dan hoşlandığını zannediyorsa ve teheccüd kılmıyorsa ve teheccüde alışık değilse, o yanılıyor. İnsanın doğasında var, hoşlandığı kişi ile yapayalnız görüşmek istiyor. Bunun için Allah-ü Teâlâcc teheccüdü koydu. Yani İslamiyet’te ne kadar emir varsa hepsi ve nafile ibadetler insanın doğasına hitap eden şeylerdir. Boş yere veya Allahü Teâlâ muhtaç olduğu için koymadı bunları. Neden Allahü Teâlâ bunları koydu. İnsan yaradılışında bir şey var; hep birisi ona bir şeyler verdiği zaman, eziliyor bu kişinin minneti altında ve canı istiyor bende vereyim. Hatta bazen çocuklar bile, kendi harçlıklarından anne-babalarının verdikleri paradan, annelerinin doğum günü için hediye lapı getiriyorlar. Anne babada seviniyor. Sanki çocuk kendi parasından getirmiş gibi. Hâlbuki parada anne babasınındır. Çocuğun bir şeyi yok.
Allah-u Teâlâ eğer Allah yolunda harcama meselesini koymasa idi, âşıklar ölürdü. Âşıklar için koydu bunu Allahü Teâlâ. Âşıklar diyecekti ki; “Hep Rabbim veriyor, ben de verebilsem, birazda bana müsaade edilse”. Eğer müsaade edilmemiş olsa idi onlar ölürdü. Onun için Allahü Teâlâ “ver” dedi. Ama ver derken, Allah sanki âşık kendi cebinden veriyormuş gibi kabul etti. Hâlbuki âşık bunu kendi cebinden vermiyor. Allahü Teâlâ sık sık “Benim verdiğimden harca”[6] diyor. Şunu da vurgulamak istiyor ki, o da aslında benim verdiğimdir.
Dua ederken birinci derecede Peygamber Efendimiz sav’e dua etmek zorundayız. Çünkü bir insan az çok bir şükran duygusu içinde ise, kendisine minnette bulunan insan için dua eder. Hiç bir şey yapamıyorsa bile onun için duacı olur. Peygamber Efendimiz sav’in bizim üzerimizde o kadar çok minnetleri o kadar çok iyilikleri vardır ki, O’nun karşılığını bizim vermemiz mümkün değildir. Ancak, dua şekli ile biz bir şeyler yapabiliyoruz ve Peygamber Efendimiz sav’e bizim yapabileceğimiz en güzel dua Salâvat-ı Şeriftir. (Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed kema salleyte ala İbrahime ve ala ali İbrahime inneke hamidün mecid
Allahümme barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed kema barekte ala İbrahime ve ala ali İbrahime inneke hamidün mecid).
Ne kadar mümkünse o kadar Peygamber Efendimiz sav’e salâvat göndermemiz lazım. Çünkü Peygamber Efendimiz sav için Allahü Teâlâ diyor ki “Ey müminler ben ve melekler Muhammed’e salat gönderiyoruz. Siz de O’na salat gönderin.”[7] Melekler dahi Peygamber Efendimiz sav’e salât gönderiyor. Peygamber Efendimiz sav “O gün (Cuma) bana salâvatı çok okuyun. Zira salâvatlarınız bana arz edilir.”[8] dedi. Allahü Teâlâ O’na bu salâtları nasıl ve ne mahiyette iletiyor bilemeyiz ama bu bir gerçektir. Peygamber Efendimiz sav diyor ki “Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salâvat okumayandır.”[9] buyuruyor.
İkincisi bugün sadece Ahmedi olduğu halde hapse atılmış, ölüme veya müebbet hapse mahkûm edilmiş Ahmediler var. Onlar için çok dua etmemiz lazım. Hâkimler hiç bir suçun yok dediği halde bu kararı vermekteler, hocaların korkusundan dolayı. Bu çok büyük bir zulümdür. Onlar için dua etmemiz lazım. Sonra onlara zulüm eden insanlar için şu şekilde dua etmemiz lazım ki “Ey Allah, eğer Senin indinde onların hidayete kavuşmaları mümkün değilse, o zaman o mikropları yok et ki millet hidayete kavuşsun.”
İslam âlemi bugün büyük üzüntüler içinde. Özellikle İslam âlemi için bizim dua etmemiz lazım. Nereye göz gezdirirsek, İslam âleminde her ülkede sıkıntılar var. İslam’ın galip gelmesi için bizim dua etmemiz lazım.
Kuranı Kerim’de Allah-u Teâlâ derki,
“ Sana dağlar hakkında soru sorarlar. Sen (onlara), “Rabbim onları söküp atacaktır,”
“Onları dümdüz ve bomboş bir alana çevirecektir,”
“Orada hiç girintili ve çıkıntılı bir yer görmeyeceksin,” de.
O gün, talimatında hiçbir eğrilik olmayan bir çağrıcının arkasından yürüyecekler. Rahman olan (Allah’ın) sesi karşısında (insanların) sesleri pek kısık kalacak. Sen ancak bir fısıltıdan başka hiçbir şey duymayacaksın.”[10]
Allahü Teâlâ “dağlar” ile maddi dağları değil, dağlar gibi güçlü olan milletleri ve devletleri ve bunların yerle bir olmasını kast ediyor.
Huzur hutbelerinde, “Bu neslin hayatında Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaktır. Bunun da faturası korkunç olur,” demiştir. Bizim ona dua etmemiz lazım, İslamiyet’in galebesi kesinlikle öyle mümkünse ki öyle olacaktır, ama Allahü Teâlâ böyle bir neticeden insanoğlunu korusun ve insanları hidayete getirsin.
Onun dışında Ramazan’da insanın kendisi için dua etmesi lazım. Peygamber Efendimizsav şöyle buyurdular;
“Davut Peygamber sav’ın duası Allah’ın çok hoşuna gitti. O şöyle dua ederdi:
“Allahüm merzukni hubbeke ve hubbe mena habbeke ve hubbe yukarribun aleyh vec’al hubbeke ehabbe ileyye minel mâil baîd”
“Ey Allah, Sen kendi sevgini ve seni sevenlerin sevgisini, sana yaklaştıran her şeyin sevgisini bana rızk olarak ver ve senin sevgin bana, çölde susuz kalmakta olan bir insan için soğuk su ne kadar aziz ise o kadar aziz olsun.”
Bu çok güzel bir duadır. Allah sevgisini kazanmamız için böyle dua etmemiz lazım. Bunun dışında da her insan kendi anne-babası için, evladı için, akrabaları için, etrafındakiler için dua edebilir ama bizim özellikle bu konularda kesin dua etmemiz lazım.
——————————————————————————–
[1] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim,Fezâil 48, 50
[2] Buhari, Savm 20; Müslim, Sıyam 45, (1095); Tirmizi, Savm 17, (708); Nesai, Savm 18, (4, 141)
[3] Kaynak: Buhari, Ezan 30; Müslim, Salat 272” buyurdu.
[4] Buhari, Rikak 38.
[5] Taberani, Hakim
[6] Bakara Suresi 4. Ayet
[7] Ahzap Suresi 57. Ayet
[8] Ebu Davud, Salat 207, (1047); Nesai, Cum’a 5, (3, 91,92)
[9] Kaynak: Tirmizi, Salat 357, (484), Da’avat 110, (3540)
[10] Taha Suresi Ayet: 105-108