Dönüş yolculuğunda, Hz. Resulüllah (S.A.V.) ölümünün yaklaşmakta olduğunu sahabelerine tekrar haber verdi ve şöyle dedi: “Ey insanlar, ben de sizin gibiyim. Davet her an gelebilir ve gitmeye mecbur kalabilirim. Keremi bol olan ve her şeyi görüp bilen Rabbim, bir peygamberin ömrü kendisinden evvelki peygamberin ömrünün yarısı kadardır, diye bana bilgi verdi.[1] Zannedersem yakında daveti alıp göçeceğim. Ey sahabelerim, ben Allah (C.C.)’a cevap vermeye mecbur olacağım. Nitekim siz de mecbur olacaksınız. O zaman ne söyleyeceksiniz?”
Bunun üzerine sahabeler, “Allah’a: İslâmiyetin tebliğini bize bildirdiğini, bütün ömrünü din hizmetine vakfettiğini, insanların iyiliğini son derece istediğini söyleyeceğiz ve O’ndan sana mükâfatların en iyisini vermesini niyaz eyleyeceğiz” şeklinde cevap verdiler.
Hz. Resulüllah (S.A.V.) yine sordu: “Allah’ın bir olduğuna, Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna, cennet ve cehennemin gerçek olduğuna, ölümün muhakkak olduğuna, ölümden sonra hayat bulunduğuna, kıyamet gününün mutlaka geleceğine, bütün ölülerin bir gün mezarlarından kaldırılıp diriltileceğine ve bir araya getirileceğine şahadet eder misiniz?”
Sahabeler “Evet, bütün bu gerçeklere şahadet ederiz” cevabını verdiler.
Hz. Resulüllah (S.A.V.) Allah (C.C.)’a hitap ederek “İslâmiyeti onlara açıkladığıma Sen de şâhit ol, Yarabbi!” dedi.
Bu hac ziyaretinden sonra, Resulüllah (S.A.V.) ümmetine talim ve telkinlerde bulunmakla meşgul oldu; onların ahlâk seviyesini yükseltmeye, tavır ve hareketlerini ıslâh edip zarifleştirmeye çalıştı. Kendi ölümünden sık sık bahsediyor ve Müslümanları buna hazırlıyordu.
Bir gün, müminlere hitap etmek üzere, minbere çıktı ve o gün aldığı şu vahyi kendilerine okudu:
Allah’tan yardım ve zafer erişip de insanların yığın yığın Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, O’nu överek şanını yükselt ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O tekrar tekrar bağışlayan ve merhamet edendir (110:2-4).
Yani, Allah (C.C.)’ın yardımıyla, insanların yığınlar halinde İslâmiyete katılacakları zaman yaklaşıyordu. O zaman, Hz. Resulüllah (S.A.V.) (ve ümmetinin) vazifesi Allah (C.C.)’ı sena ve tazim etmek ve dinin kuvvetlenmesi yolundaki bütün engelleri kaldırmasını O’ndan niyaz eylemek olacaktı.
Bu münasebetle Hz. Resulüllah (S.A.V.) şöyle bir mesel nakletti: “Adamın birisine Allah (C.C.) ‘İstersen Bana dön; istersen dünyayı ıslâh etmek için biraz daha çalış’ dedi. Bu adam da, Rabbine dönmeyi tercih ettiğini söyledi”
Dinleyiciler arasında Hz. Ebu Bekir (R.A.) de vardı. Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın bu son hitabesini hem şevk ve heyecanla ve hem de endişe ile dinlemişti. İmanı tam ve kâmil bir Müslüman olarak şevk ve heyecan, hitabede Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın ölümüne dair belirtiler sezen bir dost ve taraftar olarak da endişe duymuştu. Meseli işitince, Ebu Bekir kendini tutamayıp ağlamaya başladı. Dinledikleri hitabenin manasını yarım yamalak anlayan öteki sahabeler, Hz. Ebu Bekir (R.A.)’in gözlerinden yaşlar boşanarak ağlamasına şaştılar. “Acaba Ebu Bekir (R.A.)’e bir şey mi oldu?” diye birbirlerine sordular. Hz. Resulüllah (S.A.V.) İslâmiyetin gelecekteki zaferlerinden bahsederken Hz. Ebu Bekir (R.A.)’in ağlaması tuhaf görünmüştü. Bilhassa Hz. Ömer (R.A.)’in canı sıkılmıştı.
Hayırlı haberler verildiği halde, bu yaşlı adam ağlıyordu. Hz. Ebu Bekir (R.A.)’e ne olduğunu yalnız Hz. Resulüllah (S.A.V.) biliyordu. Demek ki, kendi sözlerini anlayan yalnız Hz. Ebu Bekir (R.A.) idi. Demek ki, İslâmiyetin gelecek zaferlerini müjdeleyen ayetlerin aynı zamanda kendi ölümüne de işaret ettiğini sezen yalnız o idi.
Hz. Resulüllah (S.A.V.) sözüne devamla, “Ebu Bekir indimde çok azizdir. Birisini başkalarından daha çok sevmek caiz olsa, Ebu Bekir’i sevecektim. Fakat sevginin bu derecesi yalnız Allah içindir. Ey ümmetim, mescide açılan bütün kapılar bu günden itibaren kapansın ve yalnız Ebu Bekir’in kapısı açık kalsın” dedi.
Bu son emir, hiç şüphe yok ki, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’tan sonra Hz. Ebu Bekir (R.A.)’in Birinci Halife olacağına dair bir kehaneti[2] tazammun ediyordu. Müminlere namazda imamlık yapmak için, onun günde beş defa mescide gelmesi lâzımdı ve bunun için evinin kapısını mescide açık olarak tutmak icap ediyordu. Hz. Ömer (R.A.), yıllarca sonra halifeliği zamanında, Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın bahis konusu hitabesini işitmiş olanlardan bazısına “Allah’tan yardım ve zafer eriştiği zaman” ayetinin manasını sordu. Anlaşılan, bu ayeti ve müteakip ayetleri Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın Müslümanlara ne gibi şartlar altında öğrettiğini hatırlamıştı. Keza, bu ayetlerin manasını yalnız Ebu Bekir (R.A.)’ın anladığını da herhalde hatırlamış olmalıydı. Hz. Ömer (R.A.), Müslümanların bu ayetler hakkındaki bilgisini denemek istedi. Acaba, Müslümanların Hz. Resulüllah (S.A.V.) zamanında anlayamadıkları bu ayetlerin manasını şimdi biliyorlar mıydı? Ayetler inzal edildiği vakit yaşı on veya on bir şimdi on yedi veya on sekiz olan Hz. İbn Abbas (R.A.) Hz. Ömer (R.A.)’in sualine cevap vermek istedi ve şöyle dedi: “Ya Emir el-Müminin! Bu ayetler Resulüllah (S.A.V.)’ın ölümüne dair bir kehaneti ihtiva ediyordu. Bir peygamber işini bitirdiği zaman, artık dünyada kalmak istemez. Ayetlerde İslâmiyetin yakın olan zaferinden bahsediliyordu. Bu zaferin bir de hazin tarafı vardı ve o Hz. Resulüllah (S.A.V.)’ın az zaman sonra dünyadan ayrılacağı keyfiyeti idi.” Hz. Ömer (R.A.) Hz. İbn Abbas (R.A.)’ı tebrik etti ve bu ayetler vahyedildiği zaman onların manasını yalnız Hz. Ebu Bekir (R.A.)’in anlayabildiğini söyledi.
[1] Bu, genel bir kaide olmayıp sadece Resulüllah’a mahsustur. Bir rivayette İsa’nın yüz yirmi yıl yaşadığı zikredilmiştir. Resulüllah (s.a.v.) altmış iki, altmış üç yaşına vardığından, ölümünün yakın olduğunu düşünmüştü.
[2] Yani önceden verilen haber (Mütercim).