Şimdi, İlahi lutuf ile Vadedilen Mesih’e bahşedilen bilgiden bahsedeceğim. Peygamber Efendimiz. (s.a.v.), Vadedilen Mesih’in zamanında dini savaşların sona ereceği, ve İslâm’ın akıl, ikna ve tartışma yolu ile zafer kazanacağı kehanetinde bulunmuştu. Bu kehanete göre, Vadedilen Mesih ve Mehdi (a.s.) Kalem’le İslamiyetin şampiyonluğunu yaptı. Allah (c.c.), onun bu asil gayretini kabul etti ve ona “Sultan-nül Kalem” yani Kalem Sultanı ünvanını bahşetti. Vadedilen Mesih’in bütün yazıları, konferansları ve kitapları, aklı cezbeden ve etkileyen özlü bir ruhsal kalite taşır ve onun ilahi yardım ve imdat almış olduğuna delil teşkil eder. Burada sadece O’nun, özel ilahi lütuf ve yardımı ile yazılmış ve okunmuş bir yazısı ile bir konuşmasından söz edeceğim. Bunlardan birincisi, “İslamiyet’in Öğrettiği Esaslar”dır. Bu eser, 1894 Aralık ayının son günlerinde Lahor’da yapılan Dini Konferans için yazılmıştı. Bütün dinlerin temsilcileri, konferansın tertip komitesi tarafından tesbit edilmiş konular üzerinde, kendi inançları ve bu inançlara ait bilgilerin ışığı altında hazırlayacakları tebliğleri konferansta okumak için davet edilmişlerdi. Bu konferansın ayrıntılı sonuçları basında yayınlanmış, konferansın Tertip Komitesinin raporunda ve Vadedilen Mesih ve Mehdinin daha sonraki yazılarında açıklanmıştır. Ben burada, Vadedilen Mesih’in (a.s.) ilk ashablarından biri olan Abdür Rahman (r.a.) Hazretlerinin raporundan bir özet vereceğim. 1894 yılının ikinci yarısında, Savami Şogan Çandır isminde bir zat Kadiyan’a geldi ve gerçeği aramakta olduğunu Vadedilen Mesih’e anlattı. Vadedilen Mesih, kendisinin ortaya çıkışının asıl amacının, dinler arasındaki farkları tayin ve tesbit etmek ve gerçek tanrıya götüren yolu insanlığa göstermek olduğunu ona söyledi. Eğer, Savami Bey, Lahor’da bütün dinlerin temsilcilerini toplayarak onların kendi inançlarının üstünlüklerini ortaya koyacakları bir konferans tertip edebilirse, böylece Allah’a giden yolu bulmak için halka yardım edebileceğini ve bunun insanlığa büyük bir mükafat ve hizmet olacağını ve halkın, gerçek Rabbi’nin ve Efendisi’nin alametlerini tanımasına yardımcı olacağını anlattı. Savami Bey Vadedilen Mesih’in bu teklifinden etkilenerek Lahor’a gitti; çeşitli dinlerin liderleriyle görüştü ve bir konferans düzenlemeyi başardı. Konferansın Tertip Komitesi tarafından ortaya konulan beş nokta ile ilgili olarak, her dinin temsilcisi, Allah’ın varlığı ve sıfatları hakkında bir tebliğ okumağa davet edildi. Vadedilen Mesih (a.s.) bu beş nokta üzerinde etraflı, geniş bir tebliğ hazırladı ve Konferanstan günlerce evvel, bir el ilânı bastırarak halka dağıttı. Bu ilânda şunlar yazılıydı: Allah’ın (c.c.) bana vahiy ettiğine göre:
1. Benim tebliğim, Konferansta okunacak bütün tebliğlerden üstün tutulacak ve onlara galip gelecektir. 2. Bu tebliğ, Allah’ın ( c.c.) büyüklüğünün açıkça ortaya çıkmasına vasıta olacak ve İslâmiyet’in öğrettiklerini açıklayıp savunmasının neticesi olarak, diğer bütün dinler bunun önünde, Hayber’in Yahudi kabileleri gibi sararıp solacaklardır.3. Bu tebliğin yayınlanması ile, Kur’anî gerçekler galip gelecek ve İslâm ışığı etrafa dağılacak yayılma çevirimini tamamlayacaktır.[1]
Bu, Dünya Dinler Konferansı, 26-29 Aralık 1896’da Lahor’da toplandı. Müslüman, Hıristiyan, Sanatın Dharım, Arya Samac, Sih, Brahmo Samac, Özgür Düşünenler, Teosofik Derneği ve diğer dinlerin temsilcileri kendi inanç ve doktrinlerini konferansta takdim ettiler. Vadedilen Mesih’in tebliğini, sâdık arkadaşı Mevlevi Abdül Kerim Siyalkoti okudu. Bay Abdür Rahman diyor ki: “Tebliğ okunurken Hindu, Arya, Sih ve Hıristiyan dinleyicilerin kendiliklerinden “Süphanallah! Süphanallah” dediklerini işitiyordum. Binlerce kişiden meydana gelmiş olan dinleyici kütlesi cansız heykeller gibi hareketsiz oturuyor, kendilerini kapıp götüren bir dikkatle tebliği dinliyorlardı. Eğer o sırada kuşlar gelip dinleyicilerin başlarına konsaydı ve kimse bunun farkına varmasaydı hayret edilmezdi. Tebliğ, bütün kalpleri yakalamış gibiydi. Nefesler kesilmişti. Yalnız tebliği okuyanın dolgun sesi işitiliyordu. O sırada gördüğüm ve işittiğimin ancak onda birini dahi açıklayıp anlatmağa kudretim olsun isterdim. O saatin zevkini ve sevincini duymayan bir tek kalp dahi yoktu. Tebliğin güzelliğini ve mükemmelliğini teslim etmeyen ve övmeyen bir tek dil dahi yoktu. Birçok Hindu ve Sih’in Müslümanları kucakladıklarını gördüm ve “Eğer Kur’an’ın öğrettikleri Mirza Bey’in açıkladığı gibi ise, eğer İslâmiyet bu ise, bugün olmasa da yarın, İslâmiyet’i kabul etmek zorunda kalacağız” dediklerini işittim.[2]Konferansta okunmak üzere tebliğin güzel bir kopyasını hazırlayan Münşi Celâleddin’in anlattığına göre, Vadedilen Mesih (a.s.) bir gün şöyle demiştir: “Bu tebliğin her satırı üzerine dua ettim.”Tebliğ kitap şeklinde yayınlanmıştır ve İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Arapça, Farsça, gibi aşağı yukarı 30 dile çevrilmiştir. Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan kardeşlerimden kitlelere dağıtılması için özel bir ilgi ve gayret göstersinler. Çünkü bu kitap Allah’ın özel lütfunu ve nimetlerini taşımaktadır. Müslüman kardeşlerimden ayırca rica ediyorum. Bu kitabı kendi dillerine çevirsinler ve onu kendi ülkelerinin uzak yerlerine ve geniş kitlelere dağıtsınlar ki, Kur’ani Gerçekler galip gelsin ve İslâmiyet’in ışığı yeryüzünün bütün köşelerini aydınlatsın. Şimdi konuşmamı Vadedilen Mesih’in bir hutbesine getiriyorum. 1900 yılında Vadedilen Mesih (a.s.) “Hutbe-i İlhamiye” olarak bilinen ve yayınlanan bir hutbe vermiştir. İsminde de belirtildiği gibi, bu hutbe İlahi olarak ilham edilmiştir. İzin verirseniz, tekrar Abdür Rahman Hazretlerinin anlattıklarını zikredeyim: “Kurban bayramı gününde, Vadedilen Mesih (a.s.), o gün Allah’ın ona Arapça olarak bir hutbe vermesini emrettiğini ilân etti. Bayram namazını Mevlevi Abdülkerim Siyalkoti (r.a.) Hazretleri kıldırdı. Namazdan sonra Vadedilen Mesih (a.s.) Urdu dilinde kısa bir hutbe irad etti ve dostluğun, birliğin ve kardeşlik sevgisinin kalplere yerleştirilmesini emretti. Sonra Mevlevi Abdül Kerim Siyalkoti Hazretlerinden kendisine yakın bir yere oturmalarını istedi ve şöyle emir verdi: “Şimdi söyleyeceklerim İlahi olarak ilham edilmiş olacaktır. Onun için dikkatle kaydedin ki emin olunsun. Zira, şimdi söyleyeceklerimi ileride kendim dahi hatırlamayabilirim.”[3] Sonra Aksa Camii’nin doğuya bakan merkezi kapısı yanında bir sandalyeye oturdu ve Arapça nutkuna başladı. İlk cümlesi şöyle idi: “ Ey Allah’ın kulları! Kurban Bayramı olan bugün üzerinde iyi düşünün; Allah bu günü, aklı olanlar için sayısız mübarek sırlarla donatmıştır.” Bay Abdür Rahman şöyle devam ediyor: “Vadedilen Mesih (a.s.) sandalyesine oturup konuşmasına başladığı zaman, sanki bu dünyadan başka bir dünyaya intikal etmiş gibi görünüyordu. Hutbe esnasında gözleri hemen hemen kapalıydı. Mübarek yüzü kızarmıştı. Yüzünden nur akmaktaydı. Sanki Nur-ı İlahi (Allah’ın (c.c.) nuru) etrafını sarmış O’nu aydınlatıyor ve parıldatıyordu. Hareket eden mübarek dili şüphesiz onun diliydi, fakat sanki dışarıdan bir kuvvet onu harekete zorluyor gibi geliyordu insana. Onun Allah’a olan teslimiyetini ve kendini O’nun üzerinde teksif edişini, O’na olan güvenini, vecd içinde eriyişini kelimelerle anlatmak insan gücünün ötesindedir.”Vadedilen Mesih ve Mehdi (a.s.) konuşmasını bitirdikten sonra dinleyiciler, konuşmanın Urdu diline çevrilmesini istediler. Mevlevi Abdül Kerim Siyalkoti Hazretleri, bu akıcı ve etkileyici güzellikte ve mucizevi bir şekilde Arapça olarak irad edilmiş nutku Urdu diline çevirdi. (Hutbe-i İlhamiye adlı kitabın ilk otuzsekiz sayfası bu nutku ihtiva etmektedir.) Nutkun Urdu diline çevrilerek açıklaması esnasında tercümenin bir yerinde, Vadedilen Mesih ( a.s.) İlahi bir ilhamla, oturduğu sandalyeden doğruldu ve secdeye kapandı. Onunla birlikte bütün dinleyiciler de, kendilerini yaratan Allah’ın huzuruna secde ettiler.[4]Bu mucizevi nutukla ilgili olarak Vadedilen Mesih şöyle demiştir: “Süphanallah! (Şanı yüce Allah’ım) O anda gaibden bir pınar fışkırmaktaydı. Konuşan ben miydim, yoksa benim dilimle bir melek mi konuşuyordu, bilmiyorum. Ama biliyordum ki bu konuşmada benim bir payım yoktu. Kendi kendine yapılmış cümleler ağızımızdan çıkıyordu. Her cümle benim için bir ilahi nişan ve alamet idi. Bütün cümleler Hutbe-i İlhamiye isimli kitapta yayınlanmıştır. Arapça olarak bu kadar uzun bir hutbeyi hiç düşünmeden vermenin insan üstü bir olay olduğunu bu kitabı okuyan herkes anlayacaktır. Bu hutbe Allah’ın ( c.c.) gösterdiği ilmi bir mucizedir. Hiç kimse bunun bir benzerini yapıp takdim edemez.[5]Bu anlattıklarım, çağımızda Allah (c.c.) tarafından İslâmiyet’i yeniden canlandırmak için görevlendirdiği Vadedilen Mesih ve Mehdi Hazretlerinin karakterine ait çok kısa bir açıklamadır. O’nun hayatı, İlahi alâmetler, mucizeler,İlahi yardım ve nimetlerle doludur. Konuşmamı bitirirken, O’nun karakteri hakkında geniş bir açıklama yapan Hazreti Mir Muhammed İsmail’in şu sözlerini zikredeceğim: “Vadedilen Mesih’i ve Mehdi’ye ( a.s.) mükemmel bir ahlâk bahşedilmişti. Son derece şefkatli ve merhametli idi; yardım sever ve misafirperverdi; erkeklerin en cesuruydu; bir erkeğin kalbini durdurabilecek felâketler karşısında bir aslan gibi ileri atılırdı. Affedicilik, tahammül, cömertlik, doğruluk, namusluluk, alçak gönüllülük, kendine güven, tevâzu, iffet, sebat, kanaat, sadakat, samimiyet ve teklifsizlik (formaliteden uzak oluşu), sadelik, şefkat, Allah’a ve O’nun peygamberine ve din büyüklerine saygı, herkesin sözünü yerine getirme, uyanık olma, sempati, imanı yayma, toplumu eğitme ve öğretme , basiret, vekar, safiyet, canlılık ve iyi huy, vefa, metânet, itidal, kendine saygı, hayır ve ihsan, başkalarına saygı, iyimserlik, azim, bir dava yolunda kıskanç bir tutum, güleç yüzlülük, geniş fikirlilik, kendi kendini kontrol, fedâkarlık, dakiklik ve zamanı iyi kullanma, yöneticilik ve hürmet, okumayı ve ilahi bilgiyi yayma, Allah’a ve O’nun peygamberlerine karşı aşk, Peygamber Efendimize (s.a.v.) tam bir itaat, O’nun karakterinin özellikleriydi. Manyetik bir câzibesi ve kendine mahsus büyüleyici bir havası vardı. Mübarek bir kişiliğe sahipti ve insanın içine huşu veriyordu. Müşfikti, sözleri etkili ve iz bırakıcı, duaları müstecab yani Allah huzurunda kabul olurdu. Arkadaşları, onun etrafında, bir lambanın etrafındaki pervaneler gibi, bir daire şeklinde otururlardı ve kalpleri, kendiliğinden tertemiz yıkanmış olurdu.”“Kısacası, O dünyaya mucizevi bir karakter ve mucizevi bir sevk ve idare örneği takdim etti. Erkek güzelliğinin ve ahlâk yüksekliğinin bir modeliydi. Eğer O’nu birisinin sureti (kopyası, benzeri) diye düşünürsek, bu ancak Efendisi Hazreti Resulullah (s.a.v.) idi, başka birisi değil. Burada zikredilen karakterinin her özelliğini tasvir eden olayları ve örnekleri sayabilirim. Buralarda en ufak bir mübalağa ( abartma ) yoktur.” “Onu ilk defa iki yaşında bir çocuk iken gördüm. Sonra, yirmiyedi yaşımda bir delikanlı iken gözümden kayboluncaya kadar, onu görmeye devam ettim. Allah’ı Şahidim olarak gösteriyor ve iddia ediyorum ki, O’ndan daha dürüst, Allah’a ve Peygamberine (s.a.v.) ondan daha çok aşkla bağlı birisini asla görmedim. O, insanlık için yeryüzünde beliren bir ışıktı. O, uzun bir kuraklık döneminden sonra yeryüzüne yağan ve onu yeşil ve taze yapan bir rahmetti.”Sözlerimi bitirirken, Rahman ve Rahim olan Rabbimize yalvarıyorum: “Allah’ım, benim sınırlı bilgim ve anlama gücüme göre, şu toplantıda, Senin Vadedilen Mesih’inin (a.s.) mübarek hayatına dair bazı olayları nakletmiş oldum ki böylece O’nu takip edenler, onun izlerinde yürüsünler ve O’nun kendi Cemaatinde görmek istediği karakteri kalplerine yerleştirsinler. Ey lütufkâr Rabbimiz! Senin tam lütfun sayesinde, bizleri, kelimelerin gerçek anlamıyla, Senin Mübarek Peygamber’inin (s.a.v.) ve Kutsal Mesih’in (a.s.) Kutsal Cemaatine dahil et ve Senin hoşnutluğunu kazandıracak yolda yürümemiz için bize kuvvet ver. Rabbimiz, bize karşı olanların herhangi bir planının, herhangi bir felaketin veya büyük bir sıkıntının, vekarımızın herhangi bir sahte yönünün, herhangi bir alçak arzunun, herhangi bir kin veya garezin, bir delile dayanmayan herhangi bir yanlış tahmin ve zannın, bizi doğru yoldan ayırmasına izin verme. “Bütün övgüler ve şükürler (Hamd-ü Sena) Allah’a, âlemlerin Rabbi’ne mahsustur.”
[1] İştihar 21 Aralık 1898
[2] Ashab-ı Ahmed
[3] Ashab-ı Ahmed; c.1
[4] Ashab-ı Ahmed; c.
[5] Hakikatü’l Vahiy; s.362-363, Ruhani Hazain, c. S.