Huzur-i Enver kelimeyi şehadet ve Fatiha suresinden sonra şöyle dedi: Bugün anlatacağım sahabenin ismi hz. Ebu Hüzeyfe bin Utbe’dir. Kendisi çok uzun boylu ve çok güzel yüzlüydü. Hz. Resulüllah’ın (sav) Dar-ı Erkam’a gitmesinden önce iman etmişti. Başlangıçta iman edenlerden idi. Ondan bahsederek hz. Mirza Beşir Ahmed şöyle yazar: Hz. Ebu Hüzeyfe bin Utbe Beni Ümeyye’den idi, babası Kurfeyş’in liderlerinden Utbe bin Rabia idi. Hz. Ebu Hüzeyfe Habeşistan’a yapılan her iki hicrete de katılmıştı. Ve hanımı hz. Sehle binti Suheyl de kendisiyle birlikte hicret etmişti. Müslümanlara yapılan eziyetler son noktaya ulaşıp Kureyşliler eziyet etmekte ileri gidince hz. Resulüllah (sav) Müslümanlara şöyle buyurdu: İmkanı olan Habeşistan’a hicret etsin, Habeşistan’ın padişahı adaletli ve insaftan yanadır, onun idaresinde hiç kimseye zulmedilmez.
Nitekim hz. Resulüllah’ın (sav) buyruğu üzerine Peygamberliğin beşinci yılında Recep ayında 11 erkek ve 5 kadın Habeşistan’a hicret etti. Onlar arasında Ebu Huzeyfe bin Utbe de vardı. Bu muhacirler güneye doğru yolculuk yapıp limana ulaştıklarında Allah’ın lütfu ile bir ticaret gemisi nasip oldu. O gemi Habeşistan’a doğru hareket etmeye tam olarak hazırdı. Nitekim onlar bu gemiye bindiler. Habeşistan’a vardıklarında Müslümanlara son derece emniyetli bir hayat nasip oldu ve uzun bir zamandan sonra Kureyş’in zulmünden kurtuldular. Ancak bazı tarihçilerin de açıkladığı gibi bu muhacirlerin Habeşistan’a gitmelerinin üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki, bütün Kureyş’in Müslüman olduğu ve Mekke’nin tamamıyla emniyetli bir hale geldiğine dair bir söylenti duydular. Bu söylenti neticesinde muhacirlerin çoğu düşünüp anlamadan geri geldiler. Fakat onlar Mekke’nin yakınına ulaştıklarında gerçeği öğrendiler. Bunun üzerine bazıları gizlenerek, bazıları da güçlü ve etkili Kureyş liderlerinin himayesinde Mekke’ye geldiler ve bazıları ise geri döndüler. Her ne ise, Habeşistan muhacirleri geri geldilerse de çoğu tekrar geri gittiler. Kureyş günden güne zalimliklerini ilerlettiği ve zulümleri günden güne arttığı için hz. Resulüllah’ın (sav) nasihati ile diğer Müslümanlar da gizli gizli hicret hazırlığına başladılar ve fırsat buldukça yavaş yavaş çıkıp gittiler. Bu hicret silsilesi öyle bir başladı ki sonunda Habeşistan muhacirlerinin sayısı yüze ulaştı. Bunların arasında 18 kadın da vardı ve Mekke’de hz. Resulüllah’ın (sav) yanında çok az Müslüman kaldı. Bazı tarihçiler bu hicreti, ikinci Habeşistan hicreti olarak da isimlendirirler.
Daha sonra Medine’ye hicret izni çıkınca Ebu Hüzeyfe ve onun azat ettiği kölesi hz. Salim, Medine’ye hicret ettiler. Medine’ye hicret ettiklerinde, hz. İbad bin Beşer’in evinde kaldılar. Hz. Resulüllah (sav) Ebu Huzeyfe ve İbad bin Beşer arasında muvahat (kardeşlik) bağı kurdu. Hz. Ebu Huzeyfe, hz. Abdullah bin Cahş’ın komuta ettiği akıncı birliğinde de yer almıştı. Hz. Abdullah bin Cahş’ın bu seriyyesinin tafsilatı şöyledir: Mekke’nin bir lideri, Karz bin Cabir bin Fahri, Kureyş’in bir destesi (on-on iki kişilik saldırı timi) ile son derece kurnazlıkla Medine’nin otlağına kadar gelip saldırdı. O otlak Medine’den sadece üç mil uzaklıktaydı. Bu saldırı ile o, Müslümanların develerini vesair hayvanlarını gaspedip götürdü. Peygamber Efendimizin (sav) haberi olunca derhal, Zeyd bin Harise’yi kendi yerinde emir tayin edip, muhacirlerden bir topluluğunu alıp takibe başladı. Ve Bedir’in yanında Safvan denen yere kadar takip etti, fakat onlar kurtulup kaçtılar. Bu gazveye, ilk Bedir gazvesi de denir. Karzan bin Cabir’in bu saldırısı, öyle sıradan cahilce bir yaramazlık değildi, bilakis o Kureyş tarafından Müslümanlara karşı kasıtlı olarak gönderilmişti. Büyük bir ihtimalle onun niyeti bizzat hz. Resulüllah’a (sav) zarar vermekti, fakat Müslümanların dikkatli oluşundan dolayı onların develerini gasp etmekle yetinip çıkıp gitti. Bundan şu da anlaşılıyor ki, Kureyşliler, Medine’ye baskınlar yaparak Müslümanları mahvetmek istemişlerdi. Karz bin Cabir’in bu ani saldırısı doğal olarak Müslümanları korkutmuştu. Kureyş liderleri, Medine’ye saldıracaklarına ve Müslümanları mahvedeceklerine dair önceden tehditler savurdukları için, Müslümanlar çok endişelendiler. Hz. Resulüllah (sav) bu tehlikeleri görerek, Kureyş’in hareketlerini yakından izleyip bilgi edinmeye karar verdi. Nitekim Peygamber Efendimiz bu niyetle muhacirlerden sekiz kişilik bir grup belirledi. Ve hikmetli davranarak bu grubu Kureyş’in çeşitli kabilelerinden olan sahabelerden seçti ki Kureyş’in gizli niyetleriyle ilgili malumat edinmek kolay olsun. İşte bu grubun başına, halasının oğlu hz. Abdullah bin Cahş’ı lider tayin etti. Bu gruba hz. Huzeyfe bin Utbe de dahildi. Medine’den iki gün uzaklığa yapılan yolculuktan sonra Peygamber Efendimizin emrine göre sekiz kişiden oluşan bu grup Mekke ve Taif arasında bulunan Nahle vadisine doğru yola çıktılar. Yolda Saad bin ebi Vakkas ve Utbe bin Gazvan’ın develeri kayboldu ve onlar develeri araya araya arkadaşlarından uzaklaştılar, fakat bütün aramalarına rağmen bulunmadı. Ve böylece bu grup altı kişi kaldı. Müslümanların bu küçük grubu Nahle vadisine ulaştı ve kendi görevlerine odaklandılar. Onlardan bazıları sırlarını saklamak için, oradan geçen kimseler bu insanların umreye gittiğini düşünsün diye başlarını bile kazıtmışlardı. Oraya varmalarının üzerinden fazla geçmemişti ki, aniden Taif’ten Mekke’ye gitmekte olan, Kureyş’in küçük bir kafilesi de oraya geldi ve her iki grup karşı karşıya geldiler. Kureşliler onların Müslüman olduğunu anladı ve savaşmaya azmettiler. Müslümanlar ne yapacaklarını aralarında danıştılar, çünkü hz. Resulüllah (sav) onları gizli gizli haber almaları için göndermişti. Ancak diğer taraftan da Kureyş ile savaş başlamıştı ve her iki taraf karşı karşıya gelmişti. Tabii olarak şu endişe de vardı ki Kureyş’in bu kafilesi Müslümanları gördüğü için onların haber almakla ilgili sırları da açığa çıkmıştı. Diğer taraftan bazı Müslümanlar şunu da düşünüyorlardı ki bu haram olan ayların sonuncusuydu ve Arapların köklü geleneğine göre bu ayda savaş yapmamak gerekiyordu ve aynı zamanda Nahle vadisi harem bölgesinin tam sınırındaydı. Bu altı Müslüman, bu kafile savaşıp ya öldürmek yahut esir almak gerektiğine karar verdiler. Nitekim Allah’a sığınıp saldırdılar. Bunun neticesinde kafirlerin bir adamı, Amr bin Hazremi öldürüldü, iki kişi de yakalandı, ancak dördüncüsü kaçtı ve Müslümanlar onu yakalayamadılar. Nitekim onların, kafirleri ya öldürelim ya yakalayalım önerisi tam olarak başarıya ulaşamadı. Çünkü Kureyşlilerden birisi kaçmıştı ve bu çarpışmanın haberinin Mekke’ye çarçabuk ulaşacağı kesindi. O yüzden Müslümanlar kafiledekilerin eşyalarına el koydular ve Abdullah bin Cahş ve beraberindekiler mal ve ganimeti alıp hızlıca Medine’ye yöneldiler.
Hz. Resulüllah (sav) sahabelerin kafiledekilere saldırdığını öğrenince çok kızdı ve ben size Harem şehrinde savaşmanıza izin vermemiştim, buyurdu. Ayrıca da ganimet mallarını da reddetti ve ben bundan asla bir şey almayacağım, buyurdu. Bunun üzerine Abdullah bin Cahş ve beraberindekiler çok pişman oldular ve şimdi biz Alla ve Resulünün kızgınlığı yüzünden helak olduk, diye düşündüler. Diğer taraftan Kureyşliler de, Müslümanlar hürmetli ayların saygınlığını bozdu, diye yaygara kopardılar. Sonunda Kuran vahyi nazil olup Müslümanların teselli bulmasına vesile oldu. Nitekim tarihten ispat edildiğine göre Kureyş’in liderleri kendi kara propagandalarını hürmetli aylarda da devam ettirirlerdi. Kısacası yüce Allah’ın Kuran’da verdiği cevap ile Müslümanlar da teselli buldular Kureyş de biraz sakinleşti. Hz. Resulüllah (sav) Müslümanların esir aldığı iki kafiri, fidye ile serbest bıraktı. Ancak Medine’de kaldıkları günlerde hz. Resulüllah’ın (sav) yüce ahlakı ve İslam öğretisinin doğruluğunun, o esirlerden birisi üzerinde o kadar derin etkisi oldu ki o serbest bırakıldığı halde geri gitmeyi reddetti ve Peygamber Efendimizin elinden Müslüman olarak saadet dairesine girdi. Ve sonunda Birr-i Mauna’da şehit oldu. Onun adı Hekim bin Gaysan idi.
Hz. Ebu Huzeyfe hakkında şu da yazılıdır ki Bedir savaşı günü o, kendi babasına karşı savaşmak için ileri çıktı. Çünkü onun babası Müslüman değildi ve kafirlerle beraber gelmişti. Hz. Resulüllah (sav) onu bundan men etti ve onu bırak, onu başkası öldürecek, buyurdu. Nitekim hz. Ebu Huzeyfe’nin babası, amcasının oğlu ve yeğeni, hepsi öldürüldüler. Hz. Ebu Huzeyfe büyük bir sabır gösterdi ve Allah’ın rızasına razı olarak Allah’ın bu yardımına, yani O’nun Resulüllah’a lütfettiği galibiyete şükretti. Şöyle bir rivayet de vardır. Hz. İbni Abbas’ın rivayetine göre Bedir savaşı günü hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: Aranızdan kim Abbas ile karşı karşıya gelirse, onu öldürmesin, çünkü o mecbur olarak gelmiştir, onu esir alın ama öldürmeyin. Bunun üzerine hz. Ebu Huzeyfe bir arkadaşına dedi ki, acaba biz kendi babalarımızı, kardeşlerimizi ve akrabalarımızı öldüreceğiz de Abbas’ı bırakacağız mı? Bu nasıl iş? Benim karşıma gelirse Vallahi ben ona kılıç sallayacağım. Bu söz hz. Resulüllah’a (sav) ulaşınca hz. Ömer’e şöyel buyurdu: Ey Ebu Hafs! Allah’ın Resulü’nün amcasının yüzüne kılıç ile saldırılacak mı? Hz. Ömer, Ya Resullah! Bana izin verin, ben onun boynunu uçurayım, vallahi onda nifak vardır, diye arzetti. Peygamber Efendimiz (sav) onu bundan menetti. Hz. Ebu Huzeyfe beyan ederdi ki, şehit olarak ölüp onun şerrinden kurtulmadıkça o gün ettiğim sözün şerrinden emniyette olamayacağım. Ravi beyan eder ki, velhasıl kendisine Yemame savaşında şehit düşmek nasip oldu.
Hz. Aişe’nin rivayetine göre hz. Resulüllah (sav), müşrik maktullerin bir çukura atılmasını emretti ve böylece onlar bir çukura atıldılar. Bunun üzerine hz. Huzeyfe’nin yüzünde hoşnutsuzluk görüldü, çünkü onun babası da çukura atılıyordu. Peygamber Efendimiz (sav) ona şöyle buyurdu: Ey Ebu Huzeyfe! Vallahi öyle anlaşılıyor ki babana yapılan muamele sana kötü göründü. Ebu Huzeyfe şöyle arzetti: Ey Allah’ın Resulü! Vallahi benim Allah ve Resulü ile ilgili hiçbir şüphem yok. Ancak benim babam, çok merhametli, dürüst ve sözü dinlenir birisiydi, onda kötü niyetlilik yoktu ve ben, ölmeden önce Allah’ın ona hidayet vermesini isterdim. Ancak baktım ki şimdi artık öyle olma imkanı yoktur ve onun sonu olması gerektiği gibi oldu. İşte bu beni üzdü. Bunun üzerine hz. Resulüllah (sav) Ebu Huzeyfe’nin iyiliği için dua etti.
Hz. Ebu Huzeyfe hz. Resulüllah (sav) ile birlikte bütün gazvelere katılma saadetine erdi. Hz. Ebubekir’in hilafet döneminde Yemame savaşında 53 yahut 54 yaşında şehit oldu.