Fevkalade İlahi Yardım Ve İlahi Koruma - Müslüman Ahmediye Cemaati

Fevkalade İlahi Yardım Ve İlahi Koruma

BENİ ATEŞE ATSALAR BİLE

Arya  mezhebine mensup bir Hindu, İslamiyete karşı şöyle bir itiraz ortaya atmıştı:

“Kur’an, Hazreti İbrahim’in ateşe atıldığını ve İlahi bir emirle ateşin söndüğünü yazmaktadır. Bu tabiat kanunlarına aykırıdır.”

Daha sonra Vadedilen Mesih’in (a.s.) ilk Halifesi olan Mevlevi Nurüddin Hazretleri, bu itiraza cevap olarak, Kur’an-ı Kerim’deki bu metinde yazılı olan “ateş” kelimesinin yanma ile meydana gelen ateş olmayıp, düşmanlık ve husumet ateşi manasına geldiği yolunda bir açıklamada bulundu. Vadedilen Mesih (a.s.) bu açıklamayı işitince, son derece haşmetli bir eda ile, Mevlevi Sahibin böyle bir açıklamaya başvurmaması gerektiğini söyledi. Kimse, Allah’ın (c.c.) koyduğu bütün tabiat kanunlarını tam olarak kavrayıp ihata edemezdi. Bu sebeple, Allah (c.c.)’ın, Hazreti İbrahim için ateşi söndürmesine hiç şaşmamak lâzımdı. Sonra şöyle dedi:

“Hazreti İbrahim bugün yaşamıyor. Allah’ın emri ile, bu çağda onu ben temsil ediyorum. Eğer düşmanlarımdan bazıları beni ateşe atmış olsalar, ateş Allah’ın lütfu ile, benim için de sönecektir. Fakat bir hokkabaz gibi oyunlar göstermek, mesela ateş yakıp kendimi içine atmak ve böylece Allah’ı denemek benim işim değildir. Çünkü O’nu denemek O’nun haşmetine ve Allah (c.c.) tarafından gönderilen kişilerin vakarına aykırıdır. Bununla birlikte eğer bir düşman, husumetinden dolayı beni ateşe atsa, ateş hiç şüphesiz benim için sönecektir ve Allah (c.c.) ateşin zararlı tesirlerinden beni koruyacaktır.[1]

İŞTE REFERANS

Vadedilen Mesih’in ilk halifesi Mevlevi Nurüddin Hazretleri şöyle anlatıyor: “Bir münakaşa esnasında Peygamber Efendimiz’in ( s.a.v.) bir Hadis’inden söz edilmişti. Kibirli ve azametli bir muârız (muhalif), o anda Vadedilen Mesih ( a.s.) Hazretlerinden bir referans göstermesini talep etti. Sözü edilen Hadis’e dair derhal bir kaynak gösteremeyeceğini düşünerek, Vadedilen Mesih’i herkesin içinde zor duruma sokmak istiyordu. Fakat Vadedilen Mesih (a.s.) hiç telaşlanmadı. Sahih-i Buhari’nin bir kopyasını getirtmek için birisini gönderdi. Kitap geldiği zaman onu eline aldı ve sayfalarını çok hızlı bir şekilde çevirmeye başladı. Belirli bir sayfaya geldiği zaman yüksek sesle: “İşte referans” dedi. Orada hazır bulunanlar gördüklerine şaşırdılar. Çünkü Vadedilen Mesih, Sahih Buhari’nin sayfalarını hızla çevirirken, yazılara dikkatli bir şekilde bakmamıştır bile; fakat referansı bulmuştu. Daha sonra, okumadan nasıl olupta belirli bir sayfa üzerinde durup, “İşte referans” dediğini ona sorduğunda, Vadedilen Mesih durumu şöyle açıkladı: “Kitabı elimde tutup sayfaları çevirirken, sayfalar bomboş üzerlerinde hiçbir yazı yokmuş gibi görünüyordu. Nihayet üzerinde bir şeyler yazılı bir sayfa gördüğüm zaman, tam olarak inandım ki, Allah (c.c.) lutfunun yardımıma yetişmesiyle, istediğim referans bu sayfada idi ve hiç tereddüt etmeden bunu, itirazcının önüne koydum.”[2]

FAKAT BÖYLE OLMAYACAKTIR

Bunun gibi sayısız fevkalâde İlahi yardım ve İlahi koruma anılarını yaşamış olmasına rağmen, Vadedilen Mesih (a.s.) yine de, Allah yolunda her türlü fedakârlığı yapmaya daima hazırdı. Burada örnek olarak yalnız bir olayı zikredeceğim. Mevlevi Abdül Kerim Hazretleri şöyle anlatıyor: “Pandit Lekhram’ın katli ile ilgili olarak, beklenmedik bir şekilde Vadedilen Mesih’in (a.s.) evini aramak için Polis Müfettişi’nin Kadiyan’a geldiği gün, Mir Nasır Nevab Hazretleri ( Vadedilen Mesih’in dostu ve kayınpederi ) bunu işitince pek çok üzüldü ve büyük bir şaşkınlıkla Vadedilen Mesih’e koştu. Heyecan içinde, zorlukla şunları söyleyebildi: “Polis Müfettişi elinde kelepçelerle sizi tutuklamaya geliyor. “Vadedilen Mesih ( a.s.) o sırada Nur-ül Kur’an isimli kıtabını yazmakla meşguldü. Başını kaldırdı ve gülümseyerek şöyle dedi: “Mir Sahip insanlar süslenmek için bileklerine altın veya gümüş bilezikler takarlar. Ben Allah uğruna bileklerime demir bilezikler takmakla mes’ut olacağım.” Sonra biraz durdu ve şöyle ilave etti: “Fakat bu böyle olmayacak. İlahi Hükümdarlığın kendi planları vardır. Allah (c.c.), seçtiği kullarının halifesini böyle cezalandırmayacaktır.”[3]

… VE BİR DÜŞMANI AYAĞINA KAPANIYOR

Şimdi Vadedilen Mesih’in ruhsal cazibesine ve nüfuzuna dair iki olay zikredeceğim. Mevlevi Server Şah ( r.a.) Hazretleri şöyle anlatıyor: “Mevlevi Nurüddin Hazretlerinin doktor olarak büyük ününü işiten birisi, tedavi olmak üzere Mardan şehrinden Kadiyan’a gelmişti. Bu şahıs Vadedilen Mesih’in amansız bir düşmanı idi. Kadiyan’da kalmak için Ahmediye Mahallesi’nden uzakta bir ev kiraladı. Allah’ın lutfu ile sıhhatine kavuştu ve evine döneceği zaman, Ahmedi Müslüman olan bir arkadaşı, “Kadiyan’a gelmişken hiç olmazsa camimizi görmelisin” deyince kabul etti; fakat Camii Vadedilen Mesih’in orada bulunmadığı bir zamanda gezip görmesini şart olarak ileri sürdü. Bunun üzerine arkadaşı onu, namaz vakti dışında ve içerde kimsenin bulunmadığı bir saatte Mübarek Camii’nin içine aldı. Fakat içeri girer girmez, tesadüfen, Vadedilen Mesih (a.s.) de Cami’ye bitişik evinden cami içine açılan kapıyı açarak, bir şey için içeriye girmiş bulundu. Ziyaretçi Vadedilen Mesih’e göz ucuyla baktı ve O’nun aydınlık verici, nurlu görünüşü karşısında büyülenerek kontrolunu kaybetti ve kendini Vadedilen Mesih’in ayaklarına atarak derhal orada Ahmediye Cemaatine kabulünü rica etti.[4]

…VEYA ALLAH ( C.C.) KİME LÜTUF EDERSE

Münşi Zafer Ahmet Hazretleri anlatıyor: “Ben bizzat Vadedilen Mesih (a.s.) tarafından Cemaat’e kabul edildikten sonra bir süre daha Ludhiana’da kaldım. Bir sufi ( tasavvuf ehli) Vadedilen Mesih’e bir süre soru sordu ve sonra: “Siz birisinin peygamber Efendimizi görmesini sağlayabilir misiniz?” diye sordu. Vadedilen Mesih cevap olarak: “O’nu görmenin bazı şartları vardır” dedi. Sonra bana dönerek şöyle ilave etti: “Veya Allah (c.c.) lütfuyla kime nimetlendirmişse o görebilir.” Ben bu konuşmanın geçtiği günün gecesinde ve daha sonra birçok defa rüyamda Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ziyaretine nail oldum.[5]

Her peygamberin devrinde, İlahi ışık ve nimetler öyle bir bolluk içinde iner ki, bunu şiddetli bir yağmurla kıyaslayabiliriz. Vadedilen Mesih için de durum aynı idi. O, İlahi bir şekilde görevlendirilmişti ve İlahi ışık, özel bir kalite ile ve özel bir ölçü içinde ona bahşedilmişti. Bu ışık, onunla birlikte ve ona yakın olarak yaşayan ve ona yardım edenlerin de üzerine iniyordu. Bu kimselerin herbiri, erkek veya kadın, kendi ruhsal kabiliyetine ve kapasitesine göre bu ışığı aldı. Yukarıda ilk zikredilen olay bu gerçeği doğrulamaktadır. Sırası gelmişken, Vadedilen Mesih’in üç veya dört arkadaşını zikredeceğim. Bunlar toplumun farklı sınıf ve bölümlerinden geliyorlardı. Gerçek odur ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir sözüne uygun olarak, bunların her biri, kendi kapasitelerine göre semavi yıldızlardı. İmanda sebat, fedakarlık ruhu ve itaat hususunda bunlar, Peygamber Efendimizin ashabının özelliklerini kendilerinde toplamışlardı, ve gelecekteki nesillere örnek olacak şekilde hizmet etmişlerdi. Hazreti İsa’nın doğru olarak dediği gibi, bir ağaç meyvalarından tanınır. Bunun gibi, Vadedilen Mesih’in (a.s.) farsça şiirlerinde övdüğü ve sonraları ilk halifesi olan Mevlevi Nurüddin (r.a.) Hazretleri’nden bahsedeceğim.

Sahipzade Mirza Beşir Ahmed  (r.a.) onun hakkında şöyle yazıyor: Vadedilen Mesih Hazretleri (a.s.) İslâmiyet’te Ahmediye Hareketi’ni başlattığı ve halkı buna davet ettiği zaman, Mevlevi Nurüddin Hazretleri, ona inanan ilk kişi olmuştu. Vadedilen Mesih ( a.s.) vefat ettikten sonra onun ilk halifesi oldu. Sadakatinin ve teslimiyetinin derecesi o kadar yüksekti ki, Vadedilen Mesih bir yazısında O’nun için şöyle yazmıştır:

“Eğer bu ümmetin her ferdi Nurüddin olsaydı ne güzel olurdu.”

Başka bir yerde O’nun hakkında Vadedilen Mesih şöyle der: “Nabzın kalp atışlarına tabi olduğu gibi, o da bana itaat eder.”

“Bir gün Vadedilen Mesih Delhi’deyken, Kadiyan’da bulunan Mevlevi Nurüddin (r.a.) Hazretlerine bir telgraf çekerek Delhi’ye gelip kendisine iltihak etmesini istedi. Kâtip, kendi başına, telgrafı şöyle kaleme aldı: “Gecikmeden Delhi’ye geliniz” Mevlevi Nurüddin Hazretleri telgrafı aldığı zaman, dispanserinde hastalarla meşguldü. Derhal ayağa kalktı ve evine gidip bir hazırlık yapmadan ve yolculuk için masrafları ve diğer ihtiyaçları dahi düşünmeden araba bulmak için dışarı çıktı. Birisi, nasıl olup da böyle hiçbir hazırlık yapmadan ve tedarikte bulunmadan böyle uzun bir yolculuğa çıkmak üzere olduğunu kendisine sorduğunda şöyle dedi: “İmam gecikmeden gel, diye emrederek beni çağırıyor. Artık benim için, hareketimi bir an bile geciktirmek caiz değildir. Ne durumda olursam olayım Delhi’ye gidiyorum. Çünkü şimdi Allah benim kefilim olacaktır”. Allah (c.c.) da onun kendisine olan tevekülünü ve güvenini, fevkalade bir şekilde, doğruladı. Batala şehrinin tren istasyonuna varınca zengin bir hastası onu karşıladı ve ona bir bilet ile bir miktar para takdim etti. Böylece uzun yolculuğu boyunca bütün ihtiyaçları olağan dışı kaynaklardan sağlanarak hiçbir zorluk çekmeden ertesi gün Mevlevi Nurüddin Hazretleri (r.a.) İmamı’nın huzuruna vardı.[6]

Baba Kerim Bahş isminde basit bir köylü vardı. Tahsili azdı, ama Ahmedi Müslümanların çoğu gibi, Vadedilen Mesih’e içtenlikle bağlı idi. Bir gün Vadedilen Mesih Mübarek Camii’nde bir konuşma yapıyordu. Geç gelenler camii’nin arka tarafında saflar halinde ayakta duruyorlardı. Bu durum sıkışıklığa sebep olduğu için, Vadedilen Mesih (a.s.) herkesin oturmasını emretti. O sırada Baba Kerim Bahş, yolda yürüyerek Cami’ye geliyordu. İmam’ın bu emrini işitir işitmez yolda ayakları üzerine oturdu ve bu durumda Cami’ye doğru emekleyerek ilerlemeye başladı. Baba Kerim Bahş bunu sonradan: “Oturma emrini işittikten sonra yürümeye devam etseydim ve o sırada ölseydim, Allah bana , Vadedilen Mesih’in emrine niçin itaat etmediğimi soracak olsa ne cevap vereceğimi düşündüm” diye izah etti.[7]

Mian Abdül Aziz isimli bir köy Patvari’si (arazi kayıtlarını tutan memur ) vardı. Bu zat, Vadedilen Mesih’in ilk arkadaşlarından biriydi. Bir olayı, Sahipzade Mirza Beşir Ahmed Hazretlerine (r.a.) şöyle anlatmıştır: “Vadedilen Mesih ( a.s.), bir hukuk davası ile ilgili olarak bir ara Gurdaspur’a gitmişti. O sırada şiddetli bir bağırsak hastalığı geçiriyordu ve sık sık abdest alması gerekiyordu. Bunun için yanında kalıyor ve ihtiyacı olduğu zaman su getiriyordum. Fakat O bana tekrar tekrar : “Mian Abdül Aziz, lütfen yatağınıza gidin. Gerekirse ben sizi uyandırırım” diyordu. Ama ben, şayet uyursam O da beni çağırırsa, işitemem, ona eziyet olur, diye bütün gece uyanık durdum. Sabahleyin, Vadedilen Mesih arkadaşlarıyla otururken, sevinç içinde şöyle dedi: “Allah’ım ( c.c.) ne büyük nimettir bu bana ! Hz.İsa (a.s.) havarilerine, ilahi bir sınama zamanında, uyanık kalmalarını ve dua etmelerini tekrar tekrar tenbih etmiş, ama onlar uyuya kalmışlardı. (Matta, 26:39-46) Halbuki ben sadece bir hastalıktan muztariptim. Münşi Abdül Aziz’e tekrar tekrar yatıp uyumasını söyledim. Fakat O, benim için bütün gece uyanık kaldı, bir an bile uyumadı.”[8]

ONUN DOĞRULUĞUNUN DELİLİ ONUN ÇEHRESİYDİ

İzin verirseniz Vadedilen Mesih’in diğer bir arkadaşı Münşi Muhammed Rura (r.a.) Hazretlerinin bir olayını zikretmek isterim. 1915 veya 1916’da Genç Hıristiyan Erkekler Derneğinin sekreteri Bay H.A. Walter Kadiyan’a geldi. Ahmediye Hareketi hakkında bir kitap yazıp yayınlamak istiyordu. Vadedilen Mesih’in bazı arkadaşlarıyla tanışmak arzusunu belirtti. Onu, Mübarek Camii’nde Münşi Muhammed Rura’ya takdim ettiler. Münşi Muhammed Rura, o sırada Cami’de namaz vaktini bekliyordu. Usulen tanıştırıldıktan sonra Bay Walter, Münşi Bey’e sordu: “Ne zamandan beri Mirza Sahip ile temastasınız? Onun iddiasının gerçekliğine dair hangi delil sizi en çok cezbetti ve onun karakterinin hangi yönü sizi, diğerlerinden daha çok etkiledi?” Münşi Sahip çok basit bir şekilde şöyle cevapladı:  “Mirza Gulam Ahmed Kadiyani’yi Mesihlik iddiasında bulunmasından önce de tanırdım. Onun çehresi gibi mübarek ve nur dolu bir çehre asla görmedim. Benim için, Onun nur dolu görünüşü ve mıknatıs gibi çekici kişiliği, iddiasının gerçekliğine en büyük delil idi. Daima, Onun parıltılı yüzünü görmeye can atardık.”Böyle söyledikten sonra Münşi Rura ( r.a.) Hazretleri, Vadedilen Mesih’in (a.s.) hatırası ile heyecanını yenemeyerek, annesinden uzaklaştırılmış bir çocuk nasıl içtenlikle hıçkırırsa, öyle hıçkırmaya başladı. Bay Walter bu basit olaydan o kadar duygulandı ki, bunu “Ahmediye Hareketi” isimli kitabında zikretti ve kitabı aşağıdaki cümlelerle bitirdi: “Mirza Gulam Ahmed Kadiyani Bey’e aldatılmış diyebiliriz, fakat müritleri üzerinde bu kadar derin bir etki yaratmış olan birisine asla sahtekar diyemeyiz.”[9]

KISMEN FAKİRLİKTEN

Münşi Rura Sahip ile ilgili diğer bir olayı hatırlıyorum. Bunu Vadedilen Mesih’in ikinci halifesi anlatmıştır. Bir gün Mübarek Camii’nin kapısı çalınır. Bu kapı Vadedilen Mesih’in oturduğu evin içine açılmaktadır. Mesih’in ikinci halifesi kapıyı açtığında, Münşi Bey’i görür. Elinde bir para kesesi vardır. Halife Hazretlerini görür görmez Münşi Bey birden hıçkırarak ağlamaya başlar. Nihayet kendini kontrol edebilecek hale gelince elindeki para kesesini İkinci Halife Hazretlerine uzatır ve şöyle der: “Vadedilen Mesih’in ( a.s.) sağlığında ona birkaç altın sikke takdim etmek için çok şiddetli arzum vardı. Fakat, kısmen fakirlikten takdim etmekteki aceleciliğimden para biriktiremediğim için bu arzum gerçekleşmedi. Şimdi şu birkaç altın sikkeyi getirdim ve düşündüm ki, Vadedilen Mesih’in (a.s.) kendisine takdim edemediğim böyle bir hediyeyi hiç olmazsa onun oğluna takdim etmeliyim”. Bu küçük olay, Vadedilen Mesih’in ( a.s.) ashablarının ona karşı duydukları derin aşkın ve muhabetin çok açık bir delilini de teşkil etmektedir. Burada, Vadedilen Mesih’in (a.s.) en büyük kızı Mübareke Begüm Hazretlerinin kendisinden dinlediğim iki olayı da zikretmek isterim. Mübareke Begüm ( r.a.) Hazretleri bana şöyle demiştir: Bir gün Vadedilen Mesih ve Mehdi (a.s.) Beytüddua’nın[10]

Batı tarafındaki hücresinde uzanmış yatıyordu. O sırada kimse yoktu. İçeri girdim ve vücuduna masaj yapmaya başladım. Birden, sanki üzerinden bir elektrik akımı geçmiş gibi, bütün vücudunun titrediğini hissettim. Gözleri kapalıydı ve alnında inci taneleri gibi ter taneleri vardı. Sonra gözlerini açtı, bir kağıda birşeyler yazdı ve bana: “Mir Sahip’i çağır” dedi. Mir Nair Nevab Hazretleri, o sırada diğer bir odada bulunuyordu. Geldiği zaman Vadedilen Mesih ona kağıdı uzattı ve “Oku şunu, şimdi bana vahiy edildi” Vahyin sözleri şöyle idi: “İlerleme ve başarı, kudretli alametlerle birlikte gelecek”. Şu anda burada oturan her biriniz, bu vahyin gerçek olduğuna birer delilsiniz. Her gün gördüğümüz diğer, sayısız alametlerden başka Ahmediye Cemaati’ne katılan her fert bu vahyin gerçekliğine bir delil teşkil etmektedir.

BUNU ANNENE ANLATMA

Mübareke Begüm (r.a.) Hazretleri şöyle devam etmiştir: “1907 veya 1908’in başında Vadedilen Mesih (a.s.) bir seyahata hazırlanıyordu. Bana da iki rekat nafile namazı kıl ve istihare et, bir düya görürsen bana bildir” dedi. Dediğini yaptım ve o gece rüyamda, Mevlevi Nurüddin (r.a.) Hazretlerini gördüm. Mübarek Camii’nin bir yerinde oturuyor, elinde tuttuğu geniş bir kitabı okuyor: “Bunlar Vadedilen Mesih ve Mehdi’nin (a.s.) kehanetleridir. Ben Ebu Bekir’im” diyordu. Rüyada ayrıca Ammican (r.a.) Hazretlerini gördüm. Alt katta avluda oturuyor, et dağıtıyordu. O anda bu rüyanın manasını anlamamıştım. Vadedilen Mesih ve Mehdi (a.s.) bu rüyayı benden işitince ; “Bunu annene anlatma” dedi. Bu rüyada, bir taraftan, Vadedilen Mesih’in yaklaşan ölümüne dair bir işareti ki -hayatının son iki veya üç yılında kendisinin ölümünü önceden bildiren vahiyleri sık sık alıyordu- diğer taraftan da Mevlevi Nurüddin Hazretlerinin O’nun ilk halifesi olacağına dair bir işaret vardı.


[1] Ashab-ı Ahmed;

[2] Siratü’l Mehdi; Mirza Beşir Ahmed, rivayet, 139 ve 147

[3] Siratü’l Mehidi; Mirza Beşir Ahmed, c.2, rivayet 306

[4] A.G.E.; C.1, rivayet 73

[6] Siratü’l Mehdi; rivayet 741

[7] Siratü’l Mehdi; rivayet 701

[8] A.G.E.; rivayet 704

[10] Vadedilen Mesih’in dua etmek için ayırdığı küçücük bir oda

Bir Öncekini Oku

Vadedilen Mesih’e Bahşedilen Bilgi

Bir Sonrakini Oku

Hz. Mirza Gulam Ahmed’ten Öğütler