5. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 10 Ocak 2025’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu: Geçen hutbeden önce Hz. Resulüllah’ın (sav) zamanındaki seriyyelerden ve gazvelerden bahsediyordum. Onlardan Benü Fezare seriyyesinden bahsedilmişti.
Tarihte, Beni Fezare kabilesine karşı yapılan bir seferde, Ümmü Kırfe’nin öldürülmesi olayı anlatılır. Bazı tarihçilerin bu olayı yazış biçiminden, bunun gerçeğe aykırı olduğu apaçık bellidir. Bu olayı, Sahibzade Mirza Beşir Ahmed Bey, delilleriyle birlikte ve güzel bir şekilde anlatmıştır. Kendisi şöyle yazdı: Hz. Ebubekir Seriyyesi yerine İbni Saad başka bir seriyyeden bahsetti ve onun emiri Zeyd bin Harise idi. Yani İbni Saad bu seriyyede Hz. Ebubekir yerine Hz. Zeyd bin Harise’nin emir olduğunu beyan etti. İbn-i Sa’d, ayrıntılarda da bazı farklılıklarla, bu seferin, Vadi-yi Kura yakınlarında yerleşik olan ve Müslümanların bir ticaret kervanına saldırarak bütün mallarını yağmalayan Beni Fazare’ye bir gözdağı vermek için yapıldığını yazar. Bu fitne fesat grubunun lideri, İslamiyet’e düşman olan yaşlı bir kadın olan Ümmü Kırfe idi. Bu kadın savaşta yakalanınca, Zeyd’in grubundan bir kişi olan Kays adında biri tarafından öldürüldü. İbn-i Sa’d bu cinayeti şöyle anlatır: Kadının iki ayağı farklı iki deveye bağlanmış ve develer zıt yönlere doğru sürülmüştür. Sonuç olarak kadın ikiye bölünmüştür. Daha sonra kadının kızı, Selme bin Ukve’ye teslim edilmiştir. İbn-i İshak da bu hikayeyi bazı küçük farklılıklarla kısaca anlatmıştır.
Bu rivayete dayanarak, diğer Avrupalı tarihçilere kıyasla daha detaylı bilgi verme adeti olan oryantalist Sir William Muir, bu olayı Müslümanların vahşi ruhunun bir örneği olarak büyük bir hevesle kitabına eklemiştir. Hatta Muir, bu olayı kitabına almanın nedeni olarak Müslümanların bu seferde zalimce bir fiil işlemiş olmalarını göstermiştir. Muir şöyle yazar: Bu yıl Müslümanlar birçok sefer için Medine’den çıkmak zorunda kaldılar, ancak bunların hepsi kayda değer değil. Ancak ben bunlardan birini atlayamam çünkü bunun sonucu Müslümanların çok zalimce bir fiil işlemesiyle sonuçlanmıştır.
Huzur-i Enver şöyle buyurdu: Bu, Muir’in ifadesidir. Bunun analizinde, Sahibzade Mirza Beşir Ahmed Sahib şöyle yazmaktadır: Bir tarihçi, bir olayda bir milletin zulmüne dair bir kanıt olduğu için bu olayı diğer olaylara tercih ederek kitabını süslüyorsa, aslında tarafsız bir araştırmacı olarak adlandırılmayı hak etmez. Çünkü ondan asla bu zulüm olayının gerçek olup olmadığını araştırmaya yönelik bir çaba göstermesi beklenmez. Çünkü bunu yaparsa elinden bir delil kaçmış olur. Her halükarda Muir, bu olayı büyük bir hevesle kitabına almıştır, ancak şimdi görüleceği gibi, bu olay tamamen yanlış ve kesinlikle temelsizdir ve akıl ve nakil ile uyduruk olduğu ispatlanmıştır.
Akli bir bakış açısıyla, suçsuz bir kadını hapse atıp soğukkanlılıkla öldürmek, hele ki bu rivayette anlatıldığı şekilde, çok uzak bir ihtimaldir. İslam, savaşın ortasında bile kadınların öldürülmesini şiddetle yasaklar. Peygamberimiz (sav) bu konuda birçok kez açıkça belirtmiştir ki, kadınları öldürmeyin. Nitekim bir hadiste, savaş meydanında düşman bir kabilenin bir kadını öldürülmüş olarak bulunmuştu. Bu kadının nasıl ve kim tarafından öldürüldüğü bilinmese bile, Peygamberimiz (sav) çok kızdı ve sahabelere böyle bir olayın tekrarlanmaması gerektiğini kesin olarak söyledi. Benzer şekilde, Peygamberimiz (sav) bir grup gönderdiğinde, sahabelere verdiği öğütler arasında kadın ve çocukları öldürmemek de bulunurdu.
Bu temel ilkeler varken, Sahabe ve özellikle de Hz. Peygamber’in ev halkından sayılan Zeyd bin Harise gibi birinin, İbn Sa’d’ın anlattığı şekilde bir kadını öldürdüğünü veya öldürttüğünü düşünmek kesinlikle kabul edilemez. Evet, rivayette öldürme fiili Zeyd’e değil, başka bir Müslümana isnat edilmiştir. Ancak bu olay Zeyd’in emri altında gerçekleşmişken, sonuçta bunun sorumluluğu da Zeyd’e ait olacaktır. Zeyd gibi Hz. Peygamber’in öğretilerini bilen birinin, böyle bir olaya izin verdiğini düşünmek asla kabul edilemez.
Şimdi gelelim nakil yöntemine! İbn Sa’d veya İbn İshak bu rivayet için herhangi bir sened göstermemişlerdir. Hz. Peygamber’in açık emirlerine ve sahabelerin genel ve bilinen uygulamalarına aykırı olan bu tür bir rivayet, güvenilir bir sened olmadan kesinlikle kabul edilemez. İkincisi, bu olay, hadislerin en güvenilir kaynaklarından olan Sahih-i Buhari ve Sünen Ebu Davud’da da zikredilmiştir. Ancak bu hadislerde Ümmü Kırfe’nin öldürülmesi hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır ve diğer bazı detaylarda da İbn Sa’d gibi tarihçilerin anlatımlarından farklılık göstermektedir. Sahih hadisler, genel tarihsel rivayetlere göre kesinlikle daha güçlü ve tercih edilmelidir. Bu nedenle, Sahih-i Buhari ve Sünen Ebu Davud’daki rivayet karşısında İbn Sa’d gibi tarihçilerin rivayetlerinin hiçbir ağırlığı yoktur.
Bu fark daha da belirginleşir çünkü İbn Sa’d ve İbn İshak rivayetlerini herhangi bir delil sunmadan anlatırken, İmam Muslim ve Ebu Davud rivayetlerini tam ve eksiksiz senedlerle desteklemişlerdir. Ayrıca, son derece dikkatli olan muhaddislerin (hadis alimlerinin) yaklaşımıyla karşılaştırıldığında tarihçilerin genel rivayetleri pek de gerçekçi değildir. Bu nedenle, Ümmü Kırfe’nin zalimce öldürülmesi olayının tamamen yalan ve temelsiz bir olay olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur. Bu olay, İslam’a düşman gizli bir kişi veya münafık tarafından bazı tarihsel rivayetlere eklenmiş olabilir. Bu seriyyenin hakikati, Muslim ve Ebu Davud’un anlattıklarından başka bir şey değildir.
Abdullah bin Atik Seriyyesi
Tarihte zikredilen Abdullah bin Atik seriyyesi, Ebu Rafi’ye yönelik bir operasyondur. İbn Sa’d, bu seferin hicretin 6. yılında gerçekleştiğini belirtmiştir.
Bu seferin detaylarını Hazretleri Sahibzade Mirza Beşir Ahmed Sahib şöyle anlatır: Hicretin 5. yılının sonunda Müslümanlara karşı Ahzab Savaşı’nı başlatan Yahudi liderlerin fitneleri arasında, Huyey bin Ahtab, Beni Kureyza ile birlikte cezasını çekmiş olsa da, künyesi Selam bin Ebi’l-Hakîk olan Ebu Rafi, hala Hayber bölgesinde özgürce fitne fesat çıkarıyordu. Hatta Ahzab’ın utanç verici yenilgisi ve Beni Kureyza’nın korkunç sonu, düşmanlığını daha da artırmıştı. Zira Gatafan kabilesinin yurdu Hayber’e yakındı ve Hayber Yahudileri ile Necd kabileleri komşuydu. Bu nedenle, büyük bir tüccar ve zengin olan Ebu Rafi, Necd’in vahşi ve savaşçı kabilelerini Müslümanlara karşı kışkırtmak için düzenli olarak para veriyordu. O dönemde, bahsettiğimiz gibi, Ebu Rafi, Hz. Peygamber’e düşmanlıkta Kâb bin Eşref’in tam bir benzeriydi. Hatta o dönemde, yani bahsettiğimiz dönemde, Gatafanlıları Hz. Peygamber’e saldırmaya teşvik etmek için onlara büyük miktarda para vermişti. Tarih, Şaban ayında Beni Sa’d tarafından Müslümanlara yönelik bir tehdit oluştuğunu ve bu tehdidi engellemek için Hz. Ali komutasında bir birlik gönderildiğini göstermektedir. Bu olayın arkasında da, Ebu Rafi liderliğindeki Hayber Yahudileri vardı.
Ancak Ebu Rafi bununla yetinmedi. Düşmanlığından dolayı, Müslümanların kanına susamıştı ve Hz. Peygamber’in varlığı gözüne diken gibi batıyordu. Bu yüzden, sonunda Ahzab Savaşı’nda olduğu gibi, Necd kabilesi Gatafan ve diğer kabileleri bir araya getirerek büyük bir ordu oluşturmaya başladı. Durum bu hale geldiğinde ve Müslümanlar yeniden Ahzab Savaşı’na benzer bir durumla karşı karşıya kaldığında, Hz. Peygamber’e Hazrec kabilesinden bazı Ensar geldi ve bu fitnenin çözümünün, fitnenin baş mimarı olan Ebu Rafi’nin ortadan kaldırılmasından geçtiğini söylediler. Hz. Peygamber, ülkede büyük bir kan dökülmek yerine tek bir fitneciyi ortadan kaldırmanın daha iyi olacağını düşünerek, bu sahabelere izin verdi ve Abdullah bin Atik Ensari komutasında dört Hazrecli sahabiyi Ebu Rafi’nin peşine gönderdi. Ancak yola çıkarken, kesinlikle hiçbir kadın veya çocuğa zarar vermemeleri konusunda onları uyardı.
Nitekim Hicretin altıncı yılı, Ramazan ayında bu grup yola çıktı ve son derece dikkatli bir şekilde görevlerini tamamlayıp geri döndüler. Böylece Medine üzerindeki bu tehlikeli bulutlar dağılmış oldu.
Ebu Rafi’yi öldürdükten sonra, kalesindeki merdivenlerden hızla inerken Abdullah bin Atik’in baldırı kırıldı (bazı rivayetlere göre baldır eklemi çıktı). Kendi ifadesine göre, sarığıyla bağlayarak sürüyerek dışarı çıktı. Ancak içinden, Ebu Rafi’nin öldüğünden emin olana kadar buradan ayrılmayacağım diye düşündü. Bu yüzden kalenin yakınlarında bir yere saklandı. Sabah olduğunda, kaleden gelen bir sesle Ebu Rafi’nin öldüğü haberini duydu. Bunun üzerine kalktı ve yavaşça arkadaşlarına ulaştı. Sonra Medine’ye giderek Hz. Peygamber’e (sav) Ebu Rafi’nin öldürüldüğü haberini verdi. Peygamberimiz (sav) bütün olayı dinledikten sonra bana, “Ayağını uzat!” buyurdu. Ben ayağımı uzattım, o da dua ederek üzerine eliyle dokundu. Bundan sonra sanki hiçbir sakatlığım olmamış gibi hissettim.
Hz. Sahibzade Mirza Beşir Ahmed Sahib şöyle yazmaktadır: Ebu Rafi’nin öldürülmesinin meşruiyeti konusunda herhangi bir tartışmaya girmeye gerek yoktur. Ebu Rafi’nin kan dökücü eylemleri tarihte açıkça belgelenmiştir. Bu durumda, sahabelerin yaptığı her şey tamamen doğru ve yerindeydi. Bir toplumun ölüm kalım mücadelesi verdiği savaş durumlarında bu tür tedbirler tamamen meşru kabul edilir ve her millet her zaman ihtiyaç duyduğunda bu tür tedbirlere başvurmuştur.
Ancak ne yazık ki, günümüzdeki ahlaki çöküşün etkisiyle, suçluyla empati kurma duygusu o kadar abartılıyor ki, bir zalim kahraman haline geliyor ve işlediği suçların cezası, halkın sempatisini topluyor, hatta suçunu unutturuyor. Oysa İslam’ın bu tür yanlış duygulara yer verecek bir din olmadığını kabul etmeliyiz. İslam, suçluyu suçlu olarak görür ve cezasını toplum için bir rahmet olarak değerlendirir. İslam, çürümüş bir uzvu vücuttan ayırmayı emreder ve bu çürük uzuv sağlıklı organları hasta etmeden önce müdahale edilmesi gerektiğini öğretir. Ceza yöntemine gelince; o dönemdeki Arap toplumunun koşulları ve Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki savaş durumu göz önüne alındığında, uygulanan yöntemin genel güvenlik açısından en uygun ve doğru olduğu söylenebilir.
Son olarak Huzur-i Enver buyurdu ki, bununla ilgili başka olaylar da var, gerisi gelecek sefere inşallah.
٭…٭…٭