Vadedilen Mesih ve Mehdi’nin beşinci halifesi hz. Mirza Masrur Ahmed (atba) 10 Mayıs 2019’da Londra’da Beytül Futuh camisinde Cuma hutbesi verdi. Hutbe, çeşitli dillerdeki tercümesi ile birlikte MTA International televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver Bakara suresinin 184 ila 187. Ayetlerini okuduktan sonra şöyle dedi:
Bu ayetlerin tercümesi şöyledir: Ey inananlar, oruç tutmak sizden öncekilere farz kılındığı gibi (her türlü manevi ve ahlâki fenalıklardan) korunasınız diye, size (de) farz kılınmıştır. (Onun için) şu sayılı günlerde (oruç tutun.) Aranızdan hasta veya yolculukta bulunanın, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutması (gerekir.) (Oruca) gücü yetmeyenlerin (maddi durumları da elverişli ise,) fidye olarak bir yoksula yemek vermesi gereklidir. Kim gönülden iyilik yaparsa, kendisi için hayırlıdır. Eğer bilgi sahibi iseniz, sizin için oruç tutmanın hayırlı olduğunu (anlarsınız.) Ramazan ayı (öyle mübarek bir aydır ki,) onun hakkında Kur’an indirildi. O, bütün insanlara doğru yol göstermek üzere (nazil oldu.) O, aynı zamanda nice apaçık mucizeleri ve hidayet veren delilleri (de) ihtiva eder. (Bunun yanı sıra onda,) nice İlâhî mucizeler (de) bulunur. Onun için aranızdan (hasta ve yolcu olmayıp,) bu aya erişenler, oruçlarını tutsunlar. Hasta veya yolculukta olan kimsenin oruç tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutması gerekir. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. (Allah, sizler zahmet çekmeyip) oruç sayısını tamamlayasınız, sizi hidayete eriştirdiği için O’nun yüceliğini ifade edesiniz ve O’na şükredesiniz diye, (bu emirleri indirdi.) (Ey Peygamber,) kullarım sana Beni sorarlarsa, (de ki:) “Ben onlara pek yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim. Onlar doğru yolu bulsunlar diye, Benim emirlerime boyun eğsinler ve Bana inansınlar.”
Bu ayetlerde orucun farz oluşu ve önemi, bu ayda müminlerin sorumlulukları ve duaların kabul edilişi ve onun yolu anlatılmıştır. Yüce Allah tarafından kullarına o kadar rahmet ve lütufların kapısı açılınca, peki bizim ne kadar Allah’ın söylediklerini dinleyerek orucun hakkını vermeye çalışmamız lazım. Hz. Resulüllah (sav) buyurdu ki eğer siz orucun önemini bilseydiniz bütün yılın oruç olmasını isterdiniz. Şimdi artık gayri müslimler bile, orucun sağlığa olumlu etkisi olduğunu ve oruç vasıtasıyla insanın hayatının düzene girdiğini yazmaktadırlar. Hakiki bir mümin tecrübe ile bilir ki oruç bir yandan cismani durumunu iyileştirirken daha önemlisi de diğer yandan onun manevi durumunun daha iyi bir seviyeye ulaşmasını sağlar. Velhasıl, bizim Allah’ın bu emrine göre davranıp ramazan ayında tam manasıyla çaba sarfetmemiz lazım.
Sabahtan akşama kadar aç durmak oruç demek değildir. Vadedilen Mesih (as) bir yerde şöyle dedi: Allah’ın bundaki gayesi şudur: Bir gıdayı azaltın ve diğerini artırın. Bunun anlamının aç kalmak olmadığını daima göz önünde tutun. Bilakis oruç tutanın Allah’ı zikretmekle meşgul olması gerekir, ta ki bütün gücüyle Allah’a yönelme alışkanlığı elde etsin. Bedeni geliştiren gıdayı bırakıp, ruhu geliştiren gıdayı elde edin. Oruç tutanın, Allah’ı hamd ve tesbih etmeye sarılması gerekir. Orucun farz olduğunu beyan ederken de, takvayı elde edesiniz diye farzdır, buyurur. Takva nedir? Manevi ve ahlaki eksikliklerden korunmak.
Takva şudur ki; pintilikten kurtulmak konusunda güçlü olun, bütün kötülükleri terk etmekte azimli olun ve kötü ahlakları bırakıp iyi ahlaklarda ilerleyin. Güzel ahlakı benimseyin, yumuşak huylu ve dert ortağı olun. Allah’a karşı gerçek vefa ve sıdk gösterin, bu da takva için şarttır. Dine hizmet etmekte övülecek makama ulaşmaya çalışın. Bunda Allah’ın haklarını eda etmek de vardır, insanların haklarını eda etmek de. Gerçek muttaki için ne korku vardır ne de üzüntü, Allah muttakilerin ve salihlerin koruyucusu olur. Birisi, bir Allah dostuna saldırdığında, Allah ona öyle saldırır ki aynen bir arslanın, yavrusuna bir saldırı olduğunda karşı sadırıya geçtiği gibi. Oruç da insanı, Allah’ın koruma kalkanın içine getirir. Şöyle bir hadis vardır: Allah-u Teala buyurur ki, insanın her ameli kendisi içindir ama oruç Benim içindir, kim Benim için oruç tutarsa onun mükafatı Ben olurum, oruç kalkandır. Oruçlu olan şehvani arzulardan ve sövmekten uzak dursun, eğer birisi kendisine söverse yahut kavga etmek isterse, cevap olarak, ben oruçluyum, desin. Oruçlunun ağzının kokusu Yüce Allah katında misk kokusundan daha iyidir. Oruçlu için iki sevinç vardır; Biri, iftar vaktindeki mutluluğu, diğeri de Rabbine kavuştuğunda oruç sebebiyle olan mutluluğu.
Velhasıl, gerçekten oruç tutanın elde etmesi gereken takva seviyesi işte budur. Her türlü manevi ve ahlaki zaaflardan korunarak gününüzü geçirin. Ben oruç tuttum, diye sadece bununla sevinmeyin. Bir çok oruç tutanlar vardır ki, oruç tutmasına tutar ama ne namazlarda olması gereken seviye vardır ne de ahlaki bakımından olması gereken seviyededir. Hz. Resulüllah (sav) buyurdu ki, ramazanda cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır ve şeytan zincire vurulur. Fakat Peygamber Efendimiz şunu da söyledi: Birisi ramazana ulaşır da yine de bağışlanmazsa peki başka ne zaman bağışlanacak. İşte bu tembihi biz Müslümanlar için buyurmaktadır. Oruç, o günlerde Allah’a ibadet edin ve güzel ahlakı benimseyin diye farzdır. Eğer böyle yapmazsanız, o zaman cennetin kapılarının açılması ve şeytanın bağlanması size hiçbir fayda vermeyecektir. Kendimizi muhasebe etmemiz gerekir; acaba biz Allah’ın orucun gayesi olarak belirttiği hedefi elde etmek için çaba sarfediyor muyuz, etmiyor muyuz? Yüce Allah hepimizi buna muvaffak kılsın ve af örtüsü altına alsın.
Biz, sahur vaktinde de iftarda da iyice karnımızı doyuruyoruz, o yüzden bu büyük bir fedakarlık değildir, nihayetinde oruç bir yıl içinde birkaç günden ibarettir. Bazı kimseler, oruç tutunca büyük bir gururla ben oruç tuttum derler. Gerçek mümin ise, çok büyük fedakarlıklar yaptığı halde bile, Allah bizi ne zaman ve ne şekilde bağışlayacak acaba diye korkar. Allah-u Teala buyuruyor ki, bu sayılı birkaç gündür, aranızdan hasta veya yolculukta olan, gücü yetiyorsa fidye versin ve tutamadığı günler sayısınca başka zaman orucunu tutsun.
Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle der: Fidye, oruç tutabilme fırsatına ermek içindir. Bu da ancak Allah’ın lütfu ile olur. İnsanın dua etmesi lazım: Allah’ım! Bu Senin ayın, ben de oruç tutabileyim. Böylece O’ndan muvaffak olmayı talep edin. Fidyeyi, geçici olarak hasta olan da verebilir, devamlı hasta olan da. Sağlığına kavuşup oruç tutabilecek hale geldiğinde onun, ben fidye vermiştim demesi doğru değildir. Ramazanda fidye vermiş olsa bile ramazandan sonra yine de oruç tutulması gerekir. Tabii ki, devamlı hasta olanlar, süt emziren anneler, hamile bayanların sadece fidye vermesi yeterlidir. Fakat fidye ile birlikte, Allah’ı zikretmek, ibadetler ve diğer iyilikleri sürdürmek şarttır. Ben fidye verdim ve bütün yükümlülüklerden kurtuldum demek doğru değildir. Oruç tutmuyor da olsa, diğer iyilikleri devam ettirdiği takdirde bu gibi kimseler de ramazanın feyzinden istifade ederler. Oruç tuttuğu halde fidye vermek ise daha fazla iyiliktir.
Allah bu ayette yine şöyle buyurur: Tam bir itaatle siz hangi iyiliği yaparsanız, Allah onun en iyi neticelerini ortaya çıkaracaktır. Allah-u Teala bir sonraki ayette, Biz bu ayda, içinde apayadınlık deliller ihtiva eden ve hidayete vesile olan Kuran-ı Kerim’i indirdik, buyurur. Kuran’ın Ramazan ayı ile özel bir alakası vardır. Bu ayda oruç ile birlikte Kuran da okumak, üzerinde yoğunlaşmak, emirlerini öğrenip ona göre amel etmeye çalışmak gerekir. Ta ki ramazan orucundan gerçek feyzi elde edebilelim. Herkes Kuran-ı Kerim’in derinliklerine kendi kendine varamaz. Bu yüzden de Kuran tilaveti ve tercümesi okumakla birlikte, cemaatimizin mescitlerinde her nerede Kuran dersi yapılıyorsa, ondan istifade etmek gerekir. Aynı şekilde MTA televizyonumuzda düzenli olarak Kuran dersleri yayınlanmaktadır. Onlardan da faydalanmak gerekir.
Bu ayda Kuran-ı Kerim’in çok okunması hakkında Hz. Resulüllah’ın (sav) buyruğu da aynıdır. Bir Ahmedi, normal günlerde de Kuran okumaya çok önem göstermelidir, ancak ramazanda özellikle buna ihtimam göstermek şarttır. Aksi takdirde sadece oruç tutmak faydasızdır. Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle der: Maddi ilimleri elde etmek ile Kuran ilimlerini elde etmek arasında çok büyük bir fark vardır. Dünyevi ilimler için takva şart değildir; Ancak manevi ilimler ve Kuran’ın sırlarına vakıf olmak için takva birinci şarttır. İnsan tam bir teslim oluş ve tevazu ile Allah’ın emirlerine göre hareket etmedikçe, O’nun haşmeti ve celalinden titreyip yalvararak O’na yönelmedikçe, nefsini temizlemedikçe, Kuran-ı Kerim’in bilgilerinden ona pay verilmez. Ahmedilerin şuna dikkat etmeleri gerekir ki, sadece dünyaya dalmayın, aksine Kuran-ı Kerim’in ilimlerini de elde etmeye çalışın.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Yine bu ayetin devamında buyuruldu ki, oruçlu günleri özellikle Allah’ın yüceliğini beyan etmek, Allah’ı zikretmek ve ibadet ile geçirin. Size herşeyi kapsayan ve eksiksiz hidayet kaynağı olan çok yüce bir kitap indirdiği için Allah’a şükredin.
Bir sonraki ayette Allah şöyle buyurur: Benim kullarım Bana ulaşmak için soru sorarlar ve bu arayış ramazan da daha da çok artar. Ben onlara yakınım, onların yalvarışlarını duyuyorum, eğer onlar içtenlikle Benden isterlerse kabul de ederim. Ancak dualarını kabul ettirmek için dua edenin de Benim sözümü kabul etmeleri gerekir. Huzur-i Enver şöyle dedi: Velhasıl önce bizim kendimizi düzeltip (manevi durumumuzu) süslememiz gerekir, süslemek için de çaba ile birlikte dua da etmek gerekir. Ondan sonra Allah-u Teala bize sükun ve kalp huzuru imkanı yaratacaktır.
Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle der: Biz de her gün dua ediyoruz ve kıldığımız her namaz duadır diye düşünmeyin. Çünkü marifet elde ettikten sonra ve lütuf sayesinde oluşan dua, başka bir şekil ve başka bir durum içerir. O, benliği yok eden bir şeydir; o, içi eriten ateştir; o, rahmeti çeken mıknatıs gibi bir güçtür; o bir ölümdür, fakat ondan sonra hayata kavuşturur; O, şiddetli bir seldir, fakat sonunda gemiye dönüşür. Her zehir onunla panzehir olur. Kısacası gerçek dua böyle etki gösterir. Dua edenlere Allah-u Teala mucize gösterecek, Kendisinden dileyenlere harikulade nimet verilecek. Dua Allah’tan gelir ve Allah’a gider. Dua ile Allah, canınızın size yakın olduğu kadar yakın olur. Duanın ilk nimeti, insanda tertemiz bir değişikliğin meydana gelmesidir. Dua, bir toprağı altına çeviren bir iksirdir. Dua, iç pislikleri yıkayıp temizleyen bir sudur. Bu dua ile birlikte ruh erir ve bir su gibi hz. Ahadiyetin kapısına düşer. O, Allah’ın huzurunda ayakta da durur, rükû da eder, secde de eder. İşte bunun benzeri, İslam’ın öğrettiği namazdır. Ruhun ayakta durması şudur ki, o Allah için her musibete katlanmak ve emre uymak konusunda hazır olduğunu gösterir. Onun rükû etmesi, yani eğilmesi şudur ki, o bütün sevgi ve alakalarını bırakarak Allah’a doğru yönelir ve Allah’a ait olur. Onun secde etmesi şudur ki, o Allah’ın kapısına düşerek kendini tamamıyla kaybeder. İşte bu namaz Allah ile buluşturur, İslam şeriati, bunun resmini sıradan namaz ile çekerek gösterdi. Ta ki bu cismani namaz, manevi namaza sevk etsin.
Huzur-i Enver şöyle dedi: İşte bu durum, içimizde yaratmamız gereken durumdur. Ta ki biz duaların kabul edilişini görelim. Ramazan orucuyla birlikte ibadetlerin hakikatinden de feyz alalım, duaların kabul edilişini de görelim. Allah-u Teala önce de kullarına yakındı, bu günlerde daha da yaklaştı. Farz ve nafile ibadetlerimizde ihlas ile Allah’ın huzurunda eğilmemiz gerekir. Hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: Ramazanın ilk on günü rahmet, ortadaki on günü mağfiret ve son on günü cehennemden kurtuluştur. Allah-u Teala bizi gerçekten ibadet eden kulları kılarak Kendi rahmet ve mağfiret örtüsüyle örtsün ve biz bu ayda feyz elde edenlerden olalım. Bu günlerde özellikle cemaatimiz için dua edin; Allah-u Teala, Ahmediyetin düşmanlarının şerrini onlara döndürsün. Ümmet-i Müslim için de dua edin; Allah-u Teala onları zulmetmek ve birbirinin boynunu uçurmaktan alıkoysun, zamanın imamını kabul etsinler. Dünyanın genel durumu için de dua edin; büyük bir hızla felakete doğru gidiyorlar, Allah dünya insanlarına akıl versin ve onlar Allah-u Teala’yı tanısınlar, tanısınlar ki bu mahvoluştan kurtulabilsinler.