14.2.2025 – Hayber Gazvesi ışığında Hz. Resulullah’ın (sav) sireti

5. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 14 Şubat 2025’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu:

Hayber Gazvesini anlatıyordum. Şimdi Hayber’in ikinci kalesinin fethinden bahsedeceğim. Bu kale, Sa‘d bin Muaz olarak bilinir. Bu kalede diğer kalelere göre daha fazla yiyecek, hayvan ve malzeme bulunuyordu ve beş yüz savaşçı barındırıyordu. Müslümanlar kaleyi kuşattı, ancak başarılı olamadı. Sahabeler, Hz. Peygamber’e (sav) gelerek şiddetli açlıktan çektiklerini belirttiler. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Canımı elinde tutan Allah’a yemin olsun ki, size yardım edecek hiçbir şeyim yok” dedi ve ardından şu duayı etti: “Allah’ım! Onlara yiyecek ve yağla dolu bir fetih nasip eyle.”

Daha sonra sahabeler ile Yahudiler arasında birkaç teke tek mücadele yapıldı. Bir sahabe, bir Yahudi’nin kafasına sert bir darbe indirdi ve millî bir gurur ifadesiyle slogan attı. Sahabeler dedi ki, onun cihadı batıl oldu, yani milli slogan atarak o kendi gururunu ve kendi büyüklüğünü beyan etti, bu doğru değildir. Bu konu Peygamber Efendimize arz edilince kendisi şöyle buyurdu: “Önemli değil, o ecrini alacak, övülecek de.”  Yani böyle durumlarda eğer böyle bir şey yapılırsa kötü bir şey olarak değerlendirilmez.

Hz. Muhammed bin Mesleme (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber’i (s.a.v.) ok atarken gördüm. Hiçbir ok hedefini şaşırmadı ve bana bakıp gülümsedi.”

Hz. Hubab bin Münzir (r.a.), gençlerle birlikte kaleye girerek şiddetli bir savaş yaptı ve sonunda kaleyi fethetti. Hububatı ele geçirdi. Peygamber Efendimiz, “Kendiniz de yiyin, hayvanlarınıza da yedirin, ancak fazlasını yanınıza götürmeyin” diye emretti.

Üçüncü Kale: Zübeyr Kalesi’nin Fethi

Yahudiler, Sa‘b ve Na‘im kalelerinden kaçarak Zübeyr Kalesi’ne sığındı. Hz. Peygamber (s.a.v.) kaleyi kuşattı. Kale, bir dağın zirvesindeydi. Üç gün boyunca kuşatma devam etti, ancak başarılı olunamadı. Bir Yahudi, kendisine eman verilmesi şartıyla Hz. Peygamber’e (s.a.v.) gelerek şöyle arz etti: “Eğer bir ay bile kuşatsanız, onlara bir şey olmaz. Yeraltı tünelleri var, gece çıkıp su alıyorlar ve kendi kalelerine gidiyorlar. Eğer siz su yollarını keserseniz onlar silahlarını bırakıp teslim olurlar. Hz. Peygamber (s.a.v.), su kaynaklarını kesince onlar dışarı çıktılar ve çok şiddetli bir savaş oldu. O gün Müslümanlardan bazı sahabeler şehit oldular ve Yahudilerden on kişi öldürüldü. Böylece Peygamber Efendimiz fetih elde etti.

 Daha sonra Hz. Peygamber (sav), Şıkk kalelerine yöneldi. Burada Yahudi lider Selam bin Mişkem’in öldürülmesi hakkında da rivayet bulunmaktadır. Tarihte, onun hasta olduğu ve bu nedenle savaşa katılamadığı belirtilmektedir. Adamları ona başka bir yere gitmesini tavsiye etmişlerdi, ancak o bu tavsiyeyi dinlemedi ve sonunda Müslümanlar tarafından öldürüldü. Huzur-i Enver şöyle buyurdu: “Eğer onun hastalığı doğru olsa ve fiilen savaşmamış olsa bile, ordusunu savaşa göndermek için hazırladığı ve genel gözetimini yaptığı için öldürülmesine itiraz edilemez. Bu sırada savaş ortamında bir sahabe onu da öldürmüştür. Ordu komutanının büyük önemi vardır ve komutanın ölümüyle ordu cesaretini kaybeder. Bu açıdan onun öldürülmesine itiraz edilemez.”

Şıkk iki kalenin birleşimiydi. Öncelikle Peygamber Efendimiz (sav) Übey Kalesi’ne yöneldi ve bir dağda durarak kale halkıyla savaştı. Başlangıçta mübareze (teke tek vuruşmalar) oldu. Hz. Hubab bin Münzir (r.a.), Ehli Câhş’tan bir kişi ve Ebu Dücane (r.a.) Müslümanlar adına mübareze ettiler. Müslümanların mübarezede başarılı olması üzerine Yahudiler mübarezeden aciz kaldılar. Bunun üzerine Müslümanlar ilerleyerek kaleye saldırdılar. Yahudiler Müslümanlara şiddetli ok attılar, Müslümanlar da karşılık olarak ok attılar. Ancak Yahudiler yukarıdaki burçlardan Müslümanlara ok yağdırdıkları için Müslümanlar bu saldırıdan zarar gördüler. Anlaşılan o ki Yahudiler özellikle Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) konakladığı yeri hedef almak istiyorlardı. Resulullah (s.a.v.) sahabelerle birlikteyken bir ok elbiselerine isabet etti. Bir rivayete göre bu okun isabet etmesiyle yaralandı ve bunun üzerine bir avuç çakıl taşı alıp onlara doğru fırlattı. Bu, kalelerinin sarsılmasına ve hatta Müslümanların Yahudileri yakalamasına neden oldu.

Bundan sonra Müslümanlar üç kale daha kuşatarak fethettiler. Bu kaleler arasında özellikle Kamus Kalesi çok sağlam bir kaleydi. Resulullah (s.a.v.) on dört gün boyunca onları kuşattı ve sonra Yahudilere karşı mancınık kurulmasına, yani top ile taş fırlatılmasına karar verdi. Yahudiler bu şekilde helak olacaklarına emin olunca Hz. Resulullah’tan (sav) barış istediler. Yahudilerin bu talebi üzerine Müslümanlarla Yahudilerin silah bırakması konusunda bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmada Peygamber Efendimiz (sav) Yahudilere karşı çok yumuşak davrandı.

Sahih Buhari’deki rivayete göre, Peygamber Efendimiz (sav) Hayber’i Yahudilere verdi ki orada çalışsınlar, çiftçilik yapsınlar ve orada üretilenlerin yarısı onlar için olsun. Hayber’de 17 sahabe şehit oldu.

Tarih ve Siyer kitaplarında zikredildiğine göre, Hayber’in fethinden sonra Müslümanlar ve Yahudiler arasında bir anlaşma yapıldığında, insanlar Kinane ve kardeşi Rebi’yi Hz. Resulullah’ın yanına getirdiler. Kinane, tüm Hayber’in reisi ve Hz. Safiye’nin (ra) kocasıydı ve Rebi’ de onun amcasının oğluydu. Kinane’nin yanında, Yahudi kabilesi Beni Nazir’in lideri Huyey bin Ahtab’ın altın ve gümüş takılar gibi hazinesi vardı. Resulullah (sav) bu ikisinden hazine hakkında bilgi istedi, ancak her ikisi de inkar etti. Hz. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Eğer benden bir şey sakladıysanız ve bu daha sonra ortaya çıkarsa, Allah ve Resulü’nün size karşı hiçbir sorumluluğu kalmaz.” Tarih ve Siyer kitaplarına göre, Resulullah (sav) daha sonra bir sahabeye bazı işaretler vererek gönderdi ve o sahabe bu hazineyi getirdi. Değeri on bin dinar olarak belirlenen bu hazine nedeniyle Kinane ve Rebi’ öldürüldü. Bazı rivayetlerde Kinane’nin çakmak taşlarıyla ateş verilerek öldürüldüğü de anlatılmaktadır. Huzur-i Enver, bu olayın çeşitli rivayetlerini anlattıktan sonra, bunlara genel bir yorum yaparak bu olayı gerçek dışı ve Hz. Resulullah’ın rahmetinden uzak olarak nitelendirdi.

Şöyle buyurdu: Burada da itiraz edenler, İslam’a ve Hazret Muhammed (s.a.v.)’in mübarek şahsiyetine itirazlarda bulundular. Sanki Peygamberimiz (s.a.v.) mal ve mülk hırsına sahipmiş gibi göstermeye çalıştılar. Ayrıca, (haşa) Peygamberimiz’in (sav) her türlü zulmü yapmaktan çekinmediğini de göstermek istediler.

Peygamber Efendimizin (sav) hayatı apaçık bir kitap gibidir. Kendisi, savaştan önce “Hiçbir çocuğu, hiçbir kadını öldürmeyin, hatta sebepsiz yere hiçbir ağacı kesmeyin.” diye talimat verirdi. Hayvanları bile acı içinde görmeye dayanamayan birisi, insanlara nasıl zulüm edebilir?

Aynı şekilde, ganimet için savaşmak da Peygamberimiz Efendimize yapılan temelsiz bir itirazdır.

Hayber, o savaştı ki, sefere çıkmadan önce Peygamber Efendimiz (sav) şu duyuruyu yapmıştı: “Mal ve mülk hırsı nedeniyle savaşa gitmek isteyenler bizimle gelmesin.”

Böylesi bir ahlaka sahip olan bir Peygamber (sav) hakkında böyle bir rivayet ortaya çıkarsa, adalet gereği onu dikkatlice incelemek, bağdaştırmak ve yorumlamaya çalışmak gerekir. Adalet ve hakkaniyetin timsali ve sancaktarı olan Peygamberimiz Efendimize bu tür bir fiil atfetmek hiçbir şekilde insafa uygun değildir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), müsteşriklerin itirazları üzerine, rivayetlerin iç tanıklığını dikkate alarak yorumlarda bulundu ve bu gerçek dışı rivayetlerin yanlış olduğunu kanıtladı.

Allame Şibli Numani bu rivayeti kesinlikle yanlış bir rivayet olarak nitelendirdi. Aynı şekilde, Kinane’nin öldürülme nedeninin, Mahmud bin Mesleme’yi öldürmesi olduğunu belirtti ve Hz. Resulullah’ın emri üzerine Muhammed bin Mesleme, kardeşi Mahmud’un kısası olarak Kinane’yi öldürmüştür.

Günümüzdeki bir Ahmedi yazar olan Seyyid Bereket Ahmed Sahip, “Resul-i Ekrem (sav) ve Hicaz Yahudileri” adlı kitabında, İbn-i İshak’ın bu olayı hiçbir dayanağı olmadan anlattığını yazmaktadır. Öncelikle işkence, hele ki ateşle işkence, İslam’ın öğretilerine aykırıdır. İkincisi, tüm Hayber mallarının dağıtımı sırasında bu hazinenin dağıtımı hiçbir rivayette geçmemektedir ve bu hazinenin Beytülmal’e girdiğine dair de hiçbir rivayet mevcut değildir.

Diğer olayların detaylarını daha sonra anlatacağını belirttikten sonra, Huzur-i Enver, muhterem Master Mansur Ahmed Sahip Kahlon’u (Avustralya’dan, muhterem Şerif Ahmed Sahip Kahlon’un oğlu) hayırla andı ve gıyabi cenaze namazını kıldıracağını duyurdu.

Merhum, 34 yıl boyunca eğitim alanında çalışma fırsatı buldu. Sind’deki Beşirabad’da Kaid Meclis ve Cemaat Sadırı olarak görev yapma şerefine nail oldu. Haydarabad Genel Sekreteri ve 13 yıl boyunca Haydarabad Bölge Emiri olarak hizmet etme fırsatı buldu. Merhum, Halifeliğe içtenlikle bağlı, Cemaat Nizamına itaat eden, cömert, nazik, misafirperver, yardımsever, iyi huylu ve şefkatli bir öğretmendi. Geride eşinin yanı sıra bir kızı ve beş oğlu kaldı.

Huzur-i Enver, merhumun mağfireti ve derecelerinin yükselmesi için dua etti.

٭…٭…٭

Önceki

Peygamberimizin Allah korkusundan ne anlamalıyız?