5. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 15 Kasım 2024’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle dedi: Bugün Hudeybiye anlaşmasını anlatmaya başlayacağım. Hudeybiye anlaşması Hicri 6 yılı Zilkade ayında, miladi takvime göre 628 yılı mart ayında oldu. Buna Hudeybiye Gazvesi de denilmektedir. Hudeybiye gazvesi hakkında Allah-u Teala bütün bir sure, yani Fetih Suresini nazil etti. Bu surenin ilk ayetlerinde Allah şöyle buyurdu: Şüphesiz Biz, sana apaçık bir zafer ihsan ettik. Bunun sonucu Allah, senin geçmişte (bilmeden) yaptığın ve gelecekte (de muhtemelen yapacağın) en küçük hataları (bile) bağışlayacak, sana olan nimetini tamamlayacak ve (de) senin doğru yolda (yürümeni) sağlayacaktır. Keza Allah, sana üstünlük kazandıracak ve yardımda bulunacaktır.
Hudeybiye bir kuyunun adıydı, İslam’ın başlangıcında yolcular ve hacılar istifade ederdi, fakat orada yaşayan kimse yoktu. Bu yer, Mekke’den bir günlük yolculuk mesafesi yani yaklaşık 9 mil uzaklıktadır. Medine ile Mekke arasındaki mesafe yaklaşık 250 mildir. Bu hesaba göre Medine ile Hudeybiye arasındaki mesafe 241 mil olur. Hudeybiye, Mekke’nin batı sınırını oluşturur. Rivayetlerden ve tarihten anlaşılıyor ki Hz. Resulüllah (sav) gördüğü bir rüyaya istinaden Hudeybiye Seferine çıkmıştı. Peygamberimiz (sav) bir rüya gördü. Rüyasında sahabeleriyle birlikte, başlarını tıraş ettirmiş ve saçlarını kazıtmış olarak barış içinde Mekke’ye girdiğini, Kâbe’nin anahtarını aldığını ve Arafat Meydanında vakfe yapanlarla birlikte vakfe yaptığını gördü. Bu rüya üzerine Arap halkını ve çevredeki insanları da yanına alarak Mekke’ye doğru yola çıktı. Bu sefer esnasında Müslümanların yanında kınları içinde duran kılıçlarından başka silah yoktu. O dönemde herkes evden çıkarken kılıç taşıdığı için bu durum savaş anlamına gelmiyordu.
Hz. Ömer (ra) yanlarına silah alınmayışının nedenini sorduğunda Hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: Ben umre niyetiyle gidiyorum, o yüzden yanımda silah taşımak istemiyorum.
Hz. Mirza Beşir Ahmed Bey, Hz. Resulüllah’ın (sav) bu rüyasından bahsederek şöyle der: Peygamber Efendimiz (sav) bu rüyayı gördükten sonra sahabeleri umreye gitmek için hazırlık yapmaya teşvik etti. Umre bir anlamda küçük hac idi, haccın bazı rükünleri bırakılarak Beytullah tavaf edilir ve kurban kesilir. Bu ibadet için yılın belirli bir vakti tayin edilmemiştir, aksine yıl içinde herhangi bir vakitte ve mevsimde yapılabilir.
Hudeybiye Gazvesinde Müslümanların sayısı ile ilgili çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bu sayı binden başlayıp bin yedi yüze kadar beyan edilmiştir.
Hudeybiye Seferinde Peygamber Efendimizin (sav) eşlerinden Hz. Ümmi Seleme yanındaydı. Hz. Resulüllah (sav) Zilkade ayının başlangıcında pazartesi günü yola çıktı. Zülhalife adlı yere varınca öğle namazını eda etti. Sonra yetmiş adet kurbanlık hayvan getirtti ve onlara gerdanlık taktı. Daha sonra develerin hörgüçlerine işaret koydu. Diğer hayvanlara ise bir sahabe olan Hz. Naciye (ra) işaret koydu. Bu seferde Müslümanların iki yüz atı vardı.
Peygamber Efendimiz (sav), Kureyş’in durumunu öğrenmek için önden bir haberci gönderdi ve daha fazla güvenlik için yirmi atlıdan oluşan bir grup daha gönderdi. Ruhâ mevkiine gelindiğinde, orada müşriklerin olduğu ve aniden saldırabilecekleri haberi alındı. Bu haber üzerine Efendimiz (sav), Hz. Ebu Kutâde el-Ensârî (ra) ve beraberindeki bir grup sahabeyi gönderdi.
Bu yolculuk sırasında insanlar Peygamber Efendimizin (sav) önünde toplandılar. O sırada Efendimizin önünde bir su kabı vardı ve o, bu kaptan abdest alıyordu. Efendimiz sordu: ‘Ne oldu?’ Sahabeler (ra) şöyle cevap verdi: ‘Ya Rasulallah, sizin bu kaptaki suyunuzdan başka ne bizim içmek için ne de abdest almak için suyumuz bulunmamaktadır.’ Efendimiz (sav) bunu duyunca kabın içine elini daldırdı ve hemen Efendimizin parmaklarının arasından su damlaları fışkırmaya başladı. Hz. Cabir (ra) şöyle diyor: Biz hepimiz o sudan içtik ve abdest aldık ve eğer sayımız yüz bin bile olsaydı o su yine hepimize yeterdi.
Hz. Mesih-i Mevud (as) mucizeler hakkında şöyle buyurur: Lika derecesinde bazen insanın elinden öyle şeyler gerçekleşir ki onlar beşeri gücün üstündedir ve içinde İlahî bir güç özelliği bulundurur. Hz. Resulüllah (sav) herhangi bir duaya bağlı olmaksızın sadece kendi kişisel kudretiyle birçok mucizeler gösterdi.
Müslümanların savaş niyetiyle değil, Kabe’yi ziyaret etme niyetiyle Mekke’ye geldiğini öğrenen Kureyş yine de onları Mekke’ye girmekten alıkoymak istedi. Peygamber Efendimiz (sav), Kureyş’in büyük bir ordu hazırladığını ve kendisini Beytullah’tan alıkoymak istediğini öğrenince insanlarla istişare etti ve Kabe’ye doğru yolculuğuna devam etti.
Peygamber Efendimiz (sav) Hudeybiye vadisine vardığında, bineği olan Kasva adlı dişi deve oturdu ve ne yaparlarsa yapsınlar yerinden kıpırdamadı. İnsanlar, ‘Kasva ayak diredi!’ dediler. Peygamber Efendimiz (sav) ise, ‘Kasva ayak diremedi ve bu onun alışkanlığı da değildir. Aslında onu durduran, fil ordusunu durduran Yüce Allah’tır.’ buyurdu. Canım elinde olan Allah adına yemin ederim ki, Kureyş ne isterse, Allah’ın sınırlarına saygı göstermek koşuluyla, ben onlara mutlaka vereceğim.” Daha sonra Peygamber Efendimiz (sav), deveyi dürttü ve o ayağa kalktı.
Müslümanlar, Hudeybiye’deki suyu az olan bir havuzun yanında konaklamışlardı. İnsanlar bu havuzdan su almaya başladılar ve kısa sürede su kurudu. Hz. Naciye (ra) anlatıyor: ‘Su kıtlığı şikayeti üzerine Peygamber Efendimiz (sav) beni çağırdı ve ok kılıfından bir ok çıkararak bana verdi. Sonra su gözesinden bir kova su getirildi. Efendimiz (sav) abdest aldı, ağzını çalkaladı ve suyu kovaya boşalttı. Sonra, “Bu suyu kuruyan su gözesine dök ve onun suyuna okunu batır” buyurdu. Ben de öyle yaptım. Peygamberini hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben zorlukla o havuzdan çıktım. Su her taraftan beni sarmıştı ve sanki bir tencere kaynıyormuş gibi kabarıyordu. O kadar ki su yükselerek kenarlara ulaştı. İnsanlar onun kenarlarından su alıyorlardı. Nihayet son şahıs da susuzluğunu giderdi.
Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) bununla ilgili bir yağmurdan da bahsetti. Şöyle diyor: O gece yağmur yağdı. Sabah namazına geldiğinde Peygamber Efendimiz (sav), suyla ıslanmış bir meydanla karşılaştı. Sahabelere gülümseyerek, ‘Biliyor musunuz, bu yağmur yağarken Rabbiniz ne buyurdu?’ diye sordu. Sahabeler de alışık oldukları şekilde, ‘Allah ve O’nun Resulü daha iyi bilirler’ dediler. Peygamber Efendimiz (sav), ‘Allah şöyle buyurdu: “Kullarımın bazıları bu sabahı hakiki iman içinde karşıladı, bazıları ise küfre saparak tökezledi. Çünkü ‘Bize Allah’ın lütfu ve merhameti sayesinde yağmur yağdı’ diyenler imanlarında sabit kaldılar. Oysa ‘Bu yağmur filanca yıldızın etkisiyle yağdı’ diyenler, ay ve güneşe inanmış olabilirler ama Allah’a küfretmişlerdir.”‘ buyurdu. Tevhit dersi ile dopdolu bu nasihat ile Peygamber Efendimiz (sav), sahabelere şu önemli dersi vermiştir: Şüphesiz Allah, bu alemi yönetmek için çeşitli sebepler (yıldızlar, bulutlar vb.) yaratmıştır ve yağmur gibi olaylarda gök cisimlerinin etkisi inkar edilemez. Ancak gerçek tevhit, aradaki bu sebeplere bakıp Allah’ı unutmamak, O’nun bütün sebeplerin ana sebebi olduğuna inanmaktır. Zira Allah’ın iradesi olmadan, bu sebeplerin ölü böceklerden daha fazla bir anlamı yoktur.
Hudeybiye Anlaşmasını gelecek sefer anlatmaya devam edeceğini söyledikten sonra Huzur-i Enver aşağıdaki merhumlardan hayırla bahsetti gıyabi cenaze namazlarını kıldıracağını bildirdi.
1- Sevgili Şehriyar Raking Şehit, Bangladeş’ten merhum Muhammed Abdullah Vahab’ın oğluydu. 5 Ağustos’ta hükümetin düşürülmesinden sonra ülkede karışıklıklar baş gösterince, Ahmediyet karşıtları bundan faydalanarak Ahmednagar cemaatine saldırdı. Ahmedilerin evlerini yakarak, Camia Ahmediye ve Calsagaha doğru ilerlediler. Camia Ahmediye’ye girmeyi başaramamış olsalar da, toplantı yerinin arka tarafında nöbet tutan hüddamları kuşattılar ve onlara saldırdılar. Bu sırada sevgili Şehriyar’ın başına ağır bir darbe indi ve üç aylık tedaviden sonra sadece on altı yaşında iken, 8 Kasım’da şehit oldu. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Sevgili Şehriyar, Vakf-e Nev hareketine dahildi. Geride bıraktığı ailesinde anne-babasının yanı sıra dede, büyükanne, bir kız ve iki erkek kardeş bulunmaktadır.
2- Kebabir’den muhterem Abdullah Esed Odeh beyefendi, geçtiğimiz günlerde 94 yaşında vefat etti. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Merhum, Kebabir’in ilk musilerinden idi. Merhum, genel sekreter, talim terbiyet sekreteri, umur-i hariciye sekreteri, ayrıca Sadr Ensarullah ve Yüzüncü Yıl Jübile Sekreteri gibi önemli görevlerde bulunma şerefine nail olmuştur. Merhum, yüksek seviyeli bir yazardı. Kehf Suresi tefsirini İngilizceden Arapçaya çevirmiştir. Ayrıca birçok bilimsel çalışmaya imza atmıştır. Merhum, çok samimi, hamiyet sahibi, Ahmediyet ve Cemaat ile ilgili her şeyle gurur duyan, Cemaatin gerçek bir hizmetkarıydı. Geride üç oğlu, üç kızı ve on dört torunu kaldı. Huzur-i Enver, merhumların mağfireti ve derecelerinin yükselmesi için dua etti.
٭…٭…٭