Hz. Halifetü’l Mesih 5 (Allah yardımcısı olsun) 16 Aralık 2022’de İslamabad Mübarek camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile birlikte MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı.
Huzur-i Enver, kelime-yi şehadet ve Fatiha suresini okuduktan sonra, şöyle buyurdu: Dua ile ilgili birçok insan soruyor. Ateistliği savunanlar, kasıtlı bir plan dahilinde Dua ve Allah-u Teala ile ilgili itirazlar ortaya atıyorlar. İnsanları Allah’tan ve dinden uzaklaştırmak için çaba sarfediliyor. Böyle durumlarda bazen bizim insanlarımızı da şeytani düşünceler etkiliyor. Bilgisi az olan kimselerin kalbinde şüpheler oluşuyor. Sıradan bir iptila neticesinde Allah-u Teala’nın varlığı ve O’nun duaları duyması hakkında itirazlar meydana geliyor.
Bugün ben dua konusunu hz. Mesih-i Mevud’un (as) açıklamaları ışığında beyan edeceğim. Onun yazılarında, duanın hakikati, adabı, bizim sorumluluklarımız, duanın gereği ve Allah’a kesin iman ile ilgili epeyce açıklamalar var.
İyi durumdayken de bizim duaya yönelmemiz lazım, ta ki zorluk anında da dualarımız kabul olsun. Bu konuda hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur:
Bir musibete uğradığında Allah’tan nasıl korkuyorsa emniyetli bir durumdayken de Allah’tan aynı şekilde korkan bir kişiye Allah’ın rahmeti vardır. Emniyetli durumdayken Allah’ı unutmayanı Allah-u Teala da musibet anında unutmaz. Ama rahat içinde olduğu zamanı eğlenceyle geçirip musibet anında dua edenin duası kabul olmaz. Musibetin iniş anında tövbe kapısı kapanır.
Sonra, “Dua ederken insanın durumu nasıl olması lazım ve duanın adabı nedir?” konusunu açıklayarak hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur:
Allah-u Teala’ya yalvarmak için edepli olmak şarttır. Akıllı birisi padişahtan herhangi bir şey talep ederken edepli olmaya dikkat eder. Bu yüzden nasıl isteneceğini Allah-u Teala Fatiha suresinde öğretti. O, bu yüzden
اَلۡحَمۡدُ لِلّٰہِ رَبِّ الۡعٰلَمِیۡنَ
ayetini öğretti. Yani, bütün övgüler, alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir. Er-rahman, yani istemeden veren, Er-Rahim, yani doğru çabaya güzel karşılık veren.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Doğru çaba! Bu, dikkat edilmesi gereken bir kelime. Doğru çabanın nasıl olması gerektiğini de Allah-u Teala kendisi beyan etti, kısacası bu adeta bir cihaddır. Daha sonra
مٰلِکِ یَوۡمِ الدِّیۡن
(Mâliki yevmid dîn)
yani ceza ve mükafat, ahirette de bu dünyada da yalnız O’nun elindedir. İnsan bu kadar övdüğü zaman Rabbinin ne kadar büyük olduğu aklına gelir. Allah’ı hazır bilip seslendiğinde der ki
اِیَّاکَ نَعۡبُدُ وَاِیَّاکَ نَسۡتَعِیۡنُ
(İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn)
Yani biz sana ibadet ederiz yahut etmek isteriz ve sadece Senden yardım isteriz.
اِہۡدِنَا الصِّرَاطَ الۡمُسۡتَقِیۡمَ۔صِرَاطَ الَّذِیۡنَ اَنۡعَمۡتَ عَلَیۡہِمۡ
(İhdinâs sırâtel mustakîm. Sırâtallezîne en’amte aleyhim.)
Yani bize öyle bir yolu göster ki dümdüz olsun, o yolda hiçbir eğrilik olmasın. Bir yol körlerinkidir, o yolda çaba sarfetmekle bir netice alınmaz. Sırat-ı müstakim öyle bir yoldur ki, üzerinde yüründüğünde nimetler elde edilir.
غَیۡرِ الۡمَغۡضُوۡبِ عَلَیۡہِمۡ
(gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn)
Senin azap indirdiğin kimselerin yolunu da değil;
وَلَا الضَّآلِّیۡن
(ve lâd dâllîn) uzaklaşıp sapmış olanların yolunu da değil.
Şöyle buyurdu: “ihdinessıratal müstakim”den kastedilen hem dünyanın hem dinin yollarıdır. Allah-u Teala’nın bir sonu olmadığı gibi aynı şekilde onun mertebelerinin ve derecelerinin de bir sınırı yoktur.
Yine kendisi şöyle buyurdu: Dua çok acayip bir şeydir, ancak üzüntü verici olan şudur ki ne dua ettiren kişi duanın adabına vakıftır ne de bu devirde dua eden duanın kabulünün yollarına vakıftır. Aksine gerçek şudur ki duanın hakikatinden tamamen habersiz bir hale gelinmiştir. Dua edenlerin sabırlı olmasıyla ilgili şöyle buyurdu: Bakın! Dua aynen, bir çiftçinin dışarı gidip tarlasına tohum atmasına benzer. Görünürde o, iyi cins özel tohumu, dışarıya toprağa gömmüştür. Fakat akıllı çiftçi, onun ne (zaman ve ne) şartlarda meyve vereceğini iyi bilir. Sabırla ona bakar ve bakım yapmaya devam eder. Böylece öyle bir zaman gelir ki onun meyveleri çıkar ve olgunlaşır. İşte duanın durumu da böyledir.
Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Ben kendi tecrübemle gördüm ve geçmiş ermişlerin tecrübesi de buna şahittir ki eğer bir meselede uzun zaman sessizlik olursa (yani Allah bir cevap vermiyorsa) başarı ümidi vardır. Kerim eden ve hayâ sahibi olan Allah, aciz kulunun bir süreden beri Allah’ın eşiğine kapandığını gördüğünde kesinlikle onun sonunu kötü kılmaz. Bakın! Hamile bir kadın dört-beş ay geçince niye benim çocuğum doğmuyor derse ve bu arzuyla herhangi bir düşük ilacı alırsa acaba o zaman çocuk mu olacaktır yoksa hayal kırıklığına uğrayacaktır? Aynı şekilde bir kimse, (duanın kabul) vakti gelmeden önce acelecilik yaparsa zarara uğrayacaktır. Sadece öylesine bir zarar da değil hatta imanı bile zedelenecektir. Böyle durumlarda bazen insan ateist bile olur…
Bakın! İbrahim (as), onun evlatlarından Araplar arasından bir peygamber olsun diye dua etmişti. Acaba bu dua, hemen o anda kabul oldu mu? Hz. İbrahim’den sonra çok uzun bir süre boyunca, o duanın ne etkisinin olduğu, kimsenin aklına bile gelmedi. Fakat hz. Resulüllah’ın ortaya çıkışıyla o dua gerçekleşti ve de ne kadar büyük bir şanla gerçekleşti.
Duanın kabulü için beden ve ruh arasında nasıl bir ilişki olması lazım? Bu konuda hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: Zahiri namaz ve oruç ile birlikte eğer ihlas ve doğruluk yoksa o zaman onlar içlerinde herhangi bir güzellik barındırmaz. Yogacılar ve sufiler bile kendi dairelerinde birçok antrenmanlar yaparlar. Bu zahmetler onlara hiçbir nur ve huzur vermez. Onlar bedensel antrenman yaparlar, bunun içsel bağı çok azdır ve onların maneviyatı üzerinde hiçbir etkisi olmaz. Ancak Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teala şöyle buyurdu: Sizin kurbanlarınızın etleri ve kanı Allah’a ulaşmaz, aksine sizin takvanız Allah’a ulaşır. Doğrusu, Allah-u Teala postu (kabuğu) sevmez, aksine özü ister. Şöyle bir soru ortaya çıkar: Eğer etleri ve kanları ulaşmıyorsa o zaman kurban kesmeye ne gerek vardır? Aynı şekilde asıl olan namaz ve orucun ruhu ise o halde bunları zahiren yapmaya ne gerek vardır? Buna cevaben şöyle buyurdu: Şu kesindir ki bir kimse bedenini kullanmayı bırakırsa onun ruhu boyun eğmez ve asıl maksat olan kulluk onda oluşmaz. Sadece bedeni kullanıp ruhu buna dahil etmeyen kimse de tehlikeli bir hataya müptela olmuştur. Allah-u Teala beden ile ruh arasında bir ilişki koymuştur ve beden ruhu etkiler. Mesela eğer birisi (yapmacık olarak) kendini zorlayarak ağlamak isterse ağlamaya başlayacaktır. Aynı şekilde namazdaki pozisyonların da, mesela ayakta durmanın, rükuya eğilmenin de ruh üzerinde etkisi olur ve bedensel olarak ne kadar kulluk hali sergilenirse o kadar ruh üzerinde de etki meydana gelir. Allah-u Teala öylesine gelişigüzel yapılan secdeyi kabul etmese bile secdenin ruh ile bir ilişkisi vardır, bu yüzden namazdaki son makam secdedir. İnsan her ne zaman kulluğun son makamına ulaşırsa o zaman o, secde etmek ister. Kısacası bedenin ruh ile özel bir ilişkisi vardır.
Hz. Mesih-i Mevud (as) bu konuyu daha da açıklayarak şöyle buyurdu: Bazı kimseler, namazın lezzeti gelmiyor, derler. Ama onlar bilmezler ki lezzetin kendi tercih kabiliyeti yoktur ve lezzetin standardı da ayrıdır. Bir şahıs şiddetli sıkıntıya uğrar, ancak o, bu sıkıntıyı bile lezzet bilir. Bütün lezzet ve rahat, sıkıntıdan sonra gelir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim şu kuralı anlattı:
اِنَّ مَعَ الۡعُسۡرِ یُسۡرًا
Eğer bir rahatlıktan önce sıkıntı yoksa o rahatlık, rahatlık olarak kalmaz. Aynı şekilde namazdan lezzet alamıyoruz diyenlerin önce kendisinin, ibadet için ne kadar sıkıntıya ve zorluğa katlandığını muhasebe etmesi lazım.
Bazı kimseler de vardır ki kendisi bir sıkıntıya katlanmaz ve başkalarına dua ettirmekle iş hallolacak zanneder. Böyle bir durumda hz. Mesih-i Mevud (as) bir şahsa şöyle buyurdu: Eğer sen kendin de konsantre olarak dua edersen işte o zaman benim duamın da etkisi olur.
Huzur-i Enver şöyle buyurdu: Bugünlerde dine ve Allah’a karşı olanların ve ateizmi savunanların bütün çabası, insanların kalbine şu fikirleri sokmaktır: “Allah sana ne verdi, dinin ne faydası var, din tembelleştirir, din, zihinde hayali şeyler canlandırır.” Böyle bir durumda, Allah-u Teala ile sağlam bir ilişki kurmak, her Ahmedi’nin sorumluluğudur. İbadetlerinizi muhafaza etmek ve duanın gücüne kesin inanç beslemek her Ahmedi’nin görevidir.
Hutbenin sonunda Huzur-i Enver, Pakistan ve Cezayirli Ahmediler için hususi olarak duaya çağırarak şöyle buyurdu: Pakistan’da Ahmediler için sıkıntı çıkarmaya çalışılıyor, aynı şekilde Cezayir’de de bugünlerde yeniden sıkıntı baş gösterdi. Allah her yerde bütün Ahmedileri korusun ve her sıkıntıdan kurtarsın ve de düşmanlara fırsat vermesin. Âmin