17.03.2017 - Artan İslam karşıtlığı ve Ahmedilerin sorumluluğu - Müslüman Ahmediye Cemaati

17.03.2017 – Artan İslam karşıtlığı ve Ahmedilerin sorumluluğu

Teşehhüd, taavvuz ve Fatiha suresini okuduktan sonra Huzur-i Enver (atba) şöyle dedi: Bugünlerde Batılı ülkelerde veya gelişmiş ülkelerde sağcı (Hıristiyan) siyasi gruplar yahut milliyetçi siyasetçiler ve partilerin güçlendiklerini ve etkilerinin çoğaldığını görmekteyiz. Yorumcular da, sağcı olarak anılan hükümetlerin göç politikaları sebebiyle bütün bunların olduğunu yazmaktadırlar. Buna ilaveten başka sebepler de vardır. Ancak bütün bunların suçu Müslümanların üzerine atılmaktadır. Onlar Müslümanları şöyle suçlamaktadırlar: Onlar bizimle kaynaşmıyorlar ve bizden ayrı  duruyorlar, (kendi düşüncelerine göre) şiddet yanlısı olan İslam dinine göre hareket ediyorlar, bu yüzden onların buraya gelmesi engellenmeli, durdurulmaları gerekir. Yahut derler ki, eğer onlar buraya gelip bizimle yaşayacaklarsa o zaman kendi örf adetlerini bırakıp, bizim usullerimizi, giyim kuşam ve yaşantı tarzımızı benimseyecekler. Eğer böyle yapmıyorlarsa demek ki onlar bizimle kaynaşmak istemiyor ve eğer kendi benliklerini veya dini kimliklerini sağlamlaştırıyorlarsa yada sağlamlaştırmak istiyorlarsa, bu demektir ki bu ülke için onlar tehlikeli olabilirler, derler.

Müslümanların camilerinin minareleri bizim için tehlikelidir, kadınlarının tesettürü bizim için tehlikelidir, Müslüman kadınların erkeklerle tokalaşmaması, yahut erkeklerin kadınlarla el sıkışmaması bizim için tehlikelidir, şeklindeki düşünceleri çok cahilcedir. Burada İngiltere’de, siyasetçiler belki yumuşatarak bu gibi sözler söylüyorlarsa da diğer ülkelerde bu konuda çok yaygara koparılmakta ve her gün siyasetçilerin açıklamaları gelmektedir. Sonra bir de şöyle delil getirmektedirler: Bakın! Müslümanların bizim için tehlikeli olduğu şuradan bellidir ki Müslüman ülkelerde şiddet eğilimi ve kanunsuzluk son seviyeye ulaşmıştır ve bizim ülkelerimizde de şiddete meyilli olanların saldırıları Müslümanlar tarafından daha fazla gelmektedir.

Diğer söyledikleri İslam’a karşı olmalarındandır, ancak ne talihsizliktir ki Müslüman ülkelerde şiddet eğilimi olduğuna dair söyledikleri doğrudur. Şiddete eğilimli gruplara ve Müslüman ülkelerdeki isyankar gruplara, silahlar Batıdan gelmektedir. Büyük güçler, kendi hedeflerini elde etmek ve İslam’a olan nefretlerini ortaya koymak için büyük bir kurnazlıkla bu grupları ortaya çıkardılar. Onlar bütün bunları göz ardı ederler.

Talihsizlik şu ki, Müslümanlara her ne zaman zarar geldiyse, Müslümanların kendi amelleri, entrikaları, isyanları, birbirlerinin hakkını ödememeleri ve kişisel çıkarlarını milli çıkarlardan üstün tutmaları neticesinde geldi. İslam’ın emirlerini unutmaları ve kendi gayelerini göz önünde tutmalarından dolayı zarar geldi. Kendi manevi durumlarını güzelleştirmek ve Allah ve Resulü’nün (sav) emirlerine uymak yerine, başkanların da siyasetçilerinde, ulemaların da tercihi, dünya hırsı ve dünyevi gayeler ve amaçlar oldu. Ümmet-i Müslime’yi daha da karanlığın derinliklerine sürüklemekte, din adı altında ulema rol oynadı ve oynamaya devam etmektedir. Bu ulemalar, çağın durumuna bakarak ve Allah-u Teala’nın vaadini göz önünde tutarak, içinde bulunduğumuz durumun gerektirdiğine dikkatini toplamak ve böyle bir durumda bir zat gelip imanı Süreyya yıldızından geri getirecektir diye Allah-u Teala önceden bildirmişti, nitekim o zatı bulmaya çalışalım, demek yerine bu insanlar, bu konulara karşı sadece kendileri pervasız olmakla kalmadılar, hatta Allah’ın seçip gönderdiği zata muhalefet konusunda o kadar ileri gittiler ki ona inananlara da zulüm ve aşırılık yapmakta son sınıra vardılar.

Bugünler Cezayir’de bu zulüm artmaktadır. Polisler Ahmedileri tutuklamakta ve mahkemeler kendi kafalarına göre karar vererek Ahmedileri hapse attırmaktadırlar. Bazılarına bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası veriliyor ve bu, sırf onların, “biz gelecek olan imama inandık, çünkü Allah ve O’nun Resulü (sav) bunu emretmişti,” demeleri yüzünden yapılıyor. Şuanda hapiste olan yahut ceza verilmiş veya ceza verilmeyi beklemekte olan ve nezarette yahut polis gözetiminde olan Ahmedilerin sayısı iki yüzün üstündedir. Onların hepsi de bütün bu aşırılıklara rağmen sadece şu sözü söylediler: Bize ne kadar aşırılık yaparsanız yapın, biz imanımızdan geri dönecek değiliz. Ancak zulmedenler unutmasınlar ki Allah-u Teala mazlumları görmektedir ve mazlumların duaları Arş-ı Ala’ya ulaşmaktadır. Bu kararları veren mahkemelerdeki zalimlerin ne  dünyaları kalacak, ne de ahiretleri. Onların Allah’ın kaderinden korkmaları lazım.  Ahmedilere zulmederek ve İslam adına yanlış işler yaparak kendi hükümetlerini ve güçlerini artırıyorlar ve bunu kendileri için başarı zannediyorlar, fakat onların unutmaması lazım ki bir gün Allah’ın Huzuruna çıkacaklar ve orada bu zulümlerin cevabını vermek zorunda kalacaklar.

Müslümanların durumu da şimdi çok tuhaf olmuştur. Bir tarafta İslam adına fesat yaratan sözde mollaların yahut aşırı insanların tabakası ve diğer tarafta onlara tepki olarak ve dünyaya düşkün insanların etkisi altında dinden uzaklaşmış insanlar. Aynı şekilde bazı siyasetçiler ve yetkililer vardır ki onlar mollalarla birlik olmasa bile kendi koltuklarını kaybetmek korkusuyla, mollalar bizim aleyhimizde bir şey yapmasınlar diye sessiz kalmaktadırlar. Böylece Allah-u Teala’nın gönderdiği imamı reddeden Müslümanların her tabakası Allah ve Resulü’nün (sav) emrinden uzaklaştılar. Böyle bir durumda Ahmedilerin düşünmesi gerekir ki Zamanın İmamına inandıkları zaman Ahmedilerin üstüne büyük bir sorumluluk binmektedir. Hz. Mesih-i Mevud (as) bize şöyle dedi: Sizler Allah’ın emrine göre hareket edecek ve O’nun Resulü’nün (sav) emirlerine uyacaksınız, kendi imanınızı da zayi etmeyeceksiniz ve fesat çıkmasına da fırsat vermeyeceksiniz. Bununla birlikte, tevhidin yerleşmesi için Allah’ın mesajını dünyaya ulaştırmayı da gözünüzün önünde tutacaksınız.

Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de bize nasıl yol gösterdiyse ona uygun hareket edin. O yol şudur:

اُدْعُ اِلٰى سَبٖيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّتٖى هِىَ اَحْسَنُ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبٖيلِهٖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدٖينَ

Yani, Sen (insanları) hikmet ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır. Onlarla en güzel (delil) ile tartış. Şüphesiz Rabbin, O’nun yolundan sapmış olanları en iyi bilir. Keza O, hidayete ermiş olanları (da) en iyi bilir.

İşte tebliğ için, İslam’ın güzel talimatını yaymak için, İslamî emirlerin hikmetini anlatmak için delil ile konuşmak gerekir.  Bugünlerde sözde ulemaların yahut aşırı grupların yaptığı gibi değil.  Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle der: “Onlarla en güzel şekilde tartış” ayetinin anlamı, taviz vererek gerçeğe aykırı bir şeyi tasdik edecek kadar yumuşak davranın, demek değildir. Hikmetin anlamı korkaklık göstermek demek değildir, bilakis  gerçeği, fesada sebep olmadan söylemek hikmettir.

Başka bir yerde bu konuda daha da açıklama yaparak hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle der: Birisiyle tartışma yaptığın zaman yumuşak ve saygılı bir şekilde hikmet ve güzel nasihat ile tartışma yap. Çağımızın birçok cahil ve akılsız mollalarının, kendi ahmaklıklarıyla cihad ve kılıç ile dini yaymak çok büyük sevaptır diye düşünmeleri ve onların gizli ve münafıkça hayatlarını geçirdikleri doğrudur, ancak onlar böyle düşünmekle büyük bir yanlışlığın içindedirler ve onların yanlış anlayışı yüzünden İlahi kitap suçlanamaz. Onlar böyle şeyler söylüyorlarsa bu onların yanlışlığıdır.  Bunun anlamı bu değil ki Allah-u Teala’nın kitabı suçlansın. Gerçek doğruluk hiçbir şeye muhtaç olmaz. Kaba kuvvet, manevi delilin zayıf oluşunun belirtisidir.

Allah-u Teala kendi Pak Resulü’ne (sav) şu vahyi indirdi:

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُولُوا الْعَزْمِ

Yani, Azim sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi, sen (de) sabret. Sonra şöyle buyurdu:

لَا اِكْرَاهَ فِى الدّٖينِ

Yani, dinde zorlama olmamalı. Sonra şöyle buyurdu:

اُدْعُ اِلٰى سَبٖيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ

Yani, hikmet ve güzel nasihatlerle tartış, sertlikle değil.  Sonra şöyle buyurdu:

وَالْكَاظِمٖينَ الْغَيْظَ وَالْعَافٖينَ عَنِ النَّاسِ

Yani, Mümin odur ki öfkelerini yenerler ve zalim tabiatlı insanların saldırılarını affederler ve beyhude şeylere beyhudelikle cevap vermezler.

Acaba bunları emreden Allah-u Teala, sizin dininizi inkar edenleri öldürün ve onların malını ele geçirin ve onların evlerini yıkın, diye emredebilir mi? Bilakis, İlahî emre uygun olarak İslam’ın başlangıçtaki davranışı sadece şuydu: Zalimce kılıca sarılanlar kılıçla öldürüldü ve kim ne yaptıysa aynı şekilde karşılık buldu.  İnkar edenleri kılıçla öldürün diye nerede yazılıdır? Bu, cahil mollaların ve akıldan yoksun papazların düşüncesidir ki hiçbir aslı astarı yoktur.

Velhasıl diğer Müslümanların İslam talimatına göre hareket etmemelerinin sebebi ya İslam’ın mesajını ulaştırmaya ilgilerinin olmaması veyahut hz. Mesih-i Mevud’un (as) buyurduğu gibi cahil mollalardır. Ancak bizler Müslümanlar arasında da gayri müslimler arasında da bu öğretiyi yayacağız, bu yüzden her Ahmedinin kendi dairesinde, kendi etrafında bu konuya ilgisini çevirmesi gerekir.

Velhasıl, bu durumlarda bizim iddiamız daha da kuvvetlenmektedir ve her Ahmedinin bu konuda sorumluluklarının bilincinde olması şarttır. Ahmedilerin her yaptığı İslam’ın örneği olsun. Eğer tebliğ yapmıyorsa bile yine de onun sözü ve fiili İslam’ın mesajını ulaştırıyor olsun.  Sonra, tebliğ için Hz. Ali’nin (ra) hikmetli sözü bizim gözlerimizin önünde olmalı. O şöyle buyurdu: Kalplerde bazı arzular ve eğilimler olur, bu sebeple o, bazı zaman dinlemeye amade olur  ve bazı zaman olmaz.  İnsan, bazen dinlemeye hazır olur, bazen olmaz.  Bu sebeple insanların kalbine o eğilimlerin altında girin. Dikkat edin ki o anda hangi durumdadır ve sonra ona uygun olarak konuşun. O, anlatılanı dinlemeye amade olduğunda sözünüzü söyleyin. İşte bu hikmeti benimsememiz lazım.

Huzur-i Enver şöyle dedi: Şimdi Avustralya’da bir tabaka, İslam düşmanlığında o kadar yüksek seviyeye vardı ki, eğer Müslüman erkekler kadınlarla yahut Müslüman kadınlar erkeklerle el sıkışmazsa onları ülkeden çıkartmak gerekir, diyorlar. Bu konuda hikmet ile her Amedinin kendi dairesi içinde çalışması lazım. Bazı insanlar tesettüre muhaliftirler, bazı ülkelerde camiler ve minarelere muhaliftirler. Veya Hollanda’da bir siyasetçi, bütün Müslümanları ülkeden çıkarın, yahut belli bir ülkenin Müslümanlarını ülkeden çıkarın diye açıklama yapıyor. Amerika başkanı bazı Müslüman ülkelerin halkına kısıtlamalar getirmek istiyor. Hiç şüphesiz bunlar İslam’a muhalif düşüncenin neticeleridir. Bu gibi ülkelerde İslam’a karşı olan güçler kuvvet kazanırken onların gücünü kırmak için eğer birileri düzenli çaba sarfedebilirse, bunu ancak Ahmediye Cemaati sarfedebilir. Diğer Müslümanlar İslam’ın güzelliklerini göstermek ve İslam’ın mesajını ulaştırma işini kesinlikle yapamazlar. Onlar arasında böyle bir organizasyon da yok, onlarda ilim de yok. Bu işin, şimdi hz. Mesih-i Mevud (as) ile birlikte olanlar vasıtasıyla yapılması kadere bağlanmıştır. İşte bunun önemini anlamamız gerekir.

Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle buyurur: İslam’ın korunmasının ve doğruluğunun gösterilmesinin ilk yolu şudur ki sizler gerçek bir mümin örneği olun ve bunu sergileyin ve ikinci yolu da İslam’ın güzelliklerini ve yüceliklerini dünyaya yayın.

Allah-u Teala, hayatlarımızı buna uygun geçirmemizi bize nasip etsin, gerçek bir mümin örneği olalım ve bütün muhalefetlere rağmen İslam’ın güzelliklerini ve yüceliklerini dünyaya yayanlar olalım. Aramızdan her biri gerçek İslam’ı koruyan ve onun doğruluğunu ortaya koyanlardan olsun. Amin.

Kaynak: https://www.alislam.org/friday-sermon/2017-03-17.html

Print Friendly, PDF & Email

Bir Öncekini Oku

10.03.2017 – Mürebbiler ve İdari çalışanlar

Bir Sonrakini Oku

24.03.2017 – Vadedilen Mehdi (a.s.)