5. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 21 Şubat 2025’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu:
Dün 20 Şubat’tı. O gün, Cemaat’te Muslih-i Mev’ud Gaybi Haberi ile bilinir. Bu günde veya birkaç gün öncesi veya sonrasında Cemaatlerde Muslih-i Mev’ud Gaybi Haberi ile ilgili olarak toplantıları da yapılır. Bu, Hz. Mesih-i Mev’ud’un (as) bir oğlunun doğumunu ve özelliklerini anlatan uzun bir gaybi haberdir.
20 Şubat 1886’da bir bildiri şeklinde yayınlandı. Bu gaybi haberin metninde, çocuğun özellikleri hakkında Allah’ın vahiy ettiği sözlerin bir kısmı şöyledir: “O, çok akıllı ve zeki olacaktır.” ve “o zahiri ve batıni ilimlerle doldurulacak.” Nitekim Allah-u Teala buna uygun olarak Hz. Mesih Mev’ud’a (as) bu özelliklere sahip bir oğul bahşetti ki, onun adı Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed idi. O Muslih-i Mev’ud olarak da bilinir. Cemaatin büyükleri zaten biliyor. Çocuklar da bu gaybi haber hakkında bilgi sahibidir çünkü Etfal-ul Ahmediye ve Hüddam-ül Ahmediyye’nin de bununla ilgili her yerde etkinlikleri vardır.
Gaybi haberde o çocuk hakkında şu sözler vardır: “O, zahiri ve batıni ilimlerle doldurulacak.” Nitekim Allah-u Teala bizzat ona zihin açıklığı verdi ve çeşitli ilimlerle doldurdu. Dünyevi açıdan eğitim durumu belki ilkokul mezunuydu, hatta bu bile değildi. Evet, okula gitti ama, Hz. Muslih-i Mevud’un kendisinin de yazdığına göre o sınavlarda pek başarılı olamazdı. Dünyevi ilimlerle ilgili dersleri çok zayıftı. Ama Allah-u Teala, ona öyle ilmi, dini ve idari işler yaptırdı ki, çok mürekkep yalamış insanlar bile onun yanında ilkokul çocuğu gibi kalırlar. Onun elli iki yıllık hilafet dönemi bunun en açık kanıtıdır. O çeşitli dünyevi konularda birçok konuşma yaptı ve makale kaleme aldı.
Dini ve Kur’anî ilimlerinin ise haddi hesabı yoktu. O iç siyaset ve uluslararası siyaset gibi birçok dünyevi konularda da konuşmalar yaptı, makaleler yazdı. Ekonomik meseleleri keza sosyalizm, komünizm ve kapitalizm gibi çeşitli ekonomik sistemler hakkında detaylı incelemeler yaptı ve bir konuşma yaptı. Bu konuşma daha sonra kitap olarak da basıldı. Cemaatin literatüründe mevcuttur. Ayrıca askerlik ve ordu ile ilgili konularda, hatta bilimsel ve ilmi konular hakkında öyle irfan dolu noktalar anlattı ki, insanın aklı hayran kalır. Cemaate mensup olmayanlar önünde de birçok konuşma yaptı. Onlar da onun derin bilgisini ve irfanını övmekten kendilerini alamadılar. Bu makaleler ve konuşmalar binlerce sayfayı kapsar. Bu kadar kısa bir vakitte bunların ayrıntılarına girmek mümkün değil, hatta sadece tanıtım bile mümkün değil. Örnek olarak, burada sadece tanıtım mahiyetinde birkaç örnek sunacağım.
“İslam’ın ekonomik sistemi”, “Yeni Dünya Düzeni”, “İslam’da İhtilafların Başlangıcı” gibi makalelerden cemaatte sıkça zikredilir. Ben ise bunların dışında, genellikle insanların karşısına çıkmayan bazı başka makalelerin tanıtımını yapacağım.
Hazret Muslih-i Mevud “Türkiye’nin Geleceği ve Müslümanların Görevi” adıyla bir analiz yaptı ve konu ile ilgili görüşünü bildirdi. Bu, 1919 yılına, yani onun hilafetinin ilk dönemine aittir. Bunun özeti veya tanıtımı şudur:
Ümmetin birliği için her fırsattan en iyi şekilde yararlanmak için Huzur, Türkiye hükümetinin tehlikede olduğu bir zamanda, derin düşüncelerini ortaya koyarak rehberlik yaptı ve 18 Eylül 1919’da bu kitabı kaleme aldı. Farklı görüşteki Müslümanların birliği ve toplanması için şu yol gösterici ilkeler ileri sürdü. Türkiye hükümetine destek çıkmak için o bölgede bir miting düzenlenecekti. Huzur bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştu: “Bana göre bu toplantının temeli sadece şu olmalıdır ki Müslüman olarak bilinen bir saltanatı ortadan kaldırmak veya eyalet statüsüne indirmek, kendini Müslüman bilen hiçbir grubun hoş karşılamadığı ve hatta düşüncesinin bile ağır geldiği bir eylemdir.”
Ayrıca şöyle buyurdu: “Türk Saltanatı ve İslam’ın merkezi Hicaz ile ilgili düşüncem budur ki Arapların onuru milli bir coşkuyla kabarıyor ve özgürlük damarı titriyor. Bin üç yüz yıl sonra, şimdi kendi evinin hükümdarı oldu ve iyi yönetimi, adalet ve hakkaniyetiyle hakkını kanıtladı. Bu konuda hiçbir yeni öneri ne başarılı olabilir ne de hiçbir makul insan bunu kabul edebilir.
Hz. Muslih-i Mevud (ra) Türkiye’nin iyiliği hakkında şu tavsiyede de bulundu: “Sadece toplantılar ve konferanslarla işler yürütülemez, yalnızca para toplayıp broşürler ve el ilanları yayınlamakla da olmaz, bilakis dünyanın bütün devletlerinde bu iş planlı bir mücadele ile yürütülmelidir.”
Şöyle buyurdu: “Bu, bir bilim çağıdır… insanlar artık her şey için delil talep ediyorlar. Öyleyse, bu zor işi tamamlamak için planlı bir şekilde bir düzen kurulmalıdır. Faydasız işlerle uğraşmak, akıllı adamın işi değildir.” Aynı şey bugün de Müslümanların düşünmesi gereken bir şeydir, o zamanlar sadece Türkiye hükümetiyle ilgiliydi bu sözler. Bugün ise her zamankinden daha fazla Müslüman dünyası ve Arap dünyası bu konuya dikkat etmelidir ki, sadece slogan atmakla, toplantılar yapmakla işler yürütülemez, pratik adımlar atılmalıdır.
Türklere ve İslam’a karşı kin ve önyargının nedenini açıklarken Hz. Muslih-i Mevud (ra) şöyle buyurdu: “Çok eskiden beri, ta eski atalarının zamanından itibaren onların kalplerine, yani İslam karşıtı insanların kalplerine İslam’a karşı o kadar kötü düşünceler yerleştirilmiş ki, onlar İslam’ı sıradan bir din olarak görmüyorlar, aksine insanı insanlıktan çıkarıp hayvanlara, hatta vahşi hayvanlara dönüştüren bir dünya görüşü olarak görüyorlar. Onlar İslam dışındaki diğer dinlerden nefret etseler de onlardan kaçmıyorlar, fakat İslam’dan onlar korkuyorlar. Yani İslam karşıtı olanlar, İslam’ın ilerlemesini medeniyet yolunda sadece bir engel olarak görmüyorlar, aksine insanlık için ölümcül olduğuna inanıyorlar.” Günümüzde de durum eskisinden daha şiddetlidir. Her yerde, her ülkede ister sağcılar ister diğerleri – hepsi İslam’a karşı ciddi bir kampanya yürütüyorlar, Müslümanlara karşı kampanya yürütüyorlar. Bu durumu değiştirmek için şöyle yol gösterdi: “Müslümanlar hatalarından tövbe ederek Allah’a yönelsinler ve İslam’ı önce kendileri anlasınlar ve hakikatini kavrasınlar. Ayrıca başkalarını da haberdar etsinler ki bu dönemde Müslümanların başına gelen sıkıntılar ve musibetler ortadan kalksın. Eğer şimdiye kadar dini tebliğ etmedilerse, eğer Allah’ın emirlerine uygun olarak onlar bu eşsiz dini dünyaya sunmadılarsa, – ki gerçek de bu değil mi?- O zaman şimdi kendi bekaları için bari biraz çaba göstersinler.”
Yani hayatta kalmak istiyorlarsa bunun için harekete geçirmeleri lazım. İslam’ın tebliği ve onların bekası artık birbirinden ayrılmaz hale geldi.
İşte bu ilke bugün bile Müslümanların benimsemesi gereken bir ilkedir, aksi takdirde İslam karşıtı dünya, Müslüman ülkelerin etrafındaki çemberi daraltmaya devam edecek ve ediyor da.
Yine Tüm Partiler Konferansının bahsi vardır: “Tüm Partiler Konferansı Programına Bir Bakış” başlığı altında Huzur bazı öneriler de bulundu. Bu broşürü Huzur 13 Temmuz 1925’te Tüm Hindistan Müslüman Partileri Konferansı toplantısında sunmak üzere yazdı. Konferans organizatörleri, Cemaat-i Ahmediye’nin Başkanının bizzat katılarak düşüncelerini ifade etmesini istediler. Hazret Muslih-i Mevud (ra) şöyle yazdı: “Ben kendim katılamayacağım, ancak temsilcilerim aracılığıyla görüşümü sunacağım.” Bu broşürde, Hazret Muslih-i Mevud öncelikle İslam’ın, dinî ve siyasî tanımlarını yaptı ve İslam’ın herkesin istediği gibi tanımlamakta özgür olduğu dini bir yönü olduğunu belirtti. İkinci olarak, İslam’ın siyasi bir tanımı vardır. Siyasi olarak kimlerin Müslüman olduğu sorusunun cevabını ancak Hindu, Hristiyan ve Sihler verebilir, çünkü siyasi olarak onlar Müslümanlara karşı tek taraf olurlar. Müslüman bir cemaatin kendilerine Müslüman diyen ve öyle gören takipçilerini, diğer Müslüman cemaatlerdeki insanlar, gayrimüslim olarak görseler bile, siyasette Hindular ve Sihler onlarla muhatap olduklarında tek bir muhatap olarak muamele edecekler ve bir fırka aleyhinde yaptıkları işlemi diğer fırka aleyhinde de yapacaklardır. Hepsini aynı Müslüman olarak kabul ederek yapacaklardır. Dolayısıyla siyasi olarak Müslümanların çıkarları birdir ve onlar bu noktayı anlamazlarsa, diğerleri onları tek tek yiyecek ve kendilerine gelmeleri hiçbir işe yaramayacağı zaman kendilerine geleceklerdir. Bu nedenle, Huzur tüm Müslüman gruplara şu altın ilkeyi sundu: Siyasi meselelerde Müslümanlar tam bir birlik ve beraberlik sergilemelidirler, çünkü siyasi olarak bir grubu ayırırsanız, o grubun diğer milletlere yönelmemesi nasıl mümkün olabilir?”
Bundan sonra İslam’ın ilerlemesi, yaygınlaşması ve siyasi istikrarı için bazı önerilerde bulundu ve şöyle buyurdu: İslam’ın istikrarı için tüm Hindistan’da İslam’ın yaygınlaştırılması için bir tebliğ sistemi kurulması ve tebliğ gruplarının karşılıklı işbirliği için bir yol bulunması gereklidir. Çünkü İslam’ın hayatı ancak tebliğe bağlıdır ve bunun için eksiksiz bir sistem oluşturulması gereklidir.” Günümüzde artık bu faaliyet alanı tüm dünyayı kapsıyor.
“Ayrıca, Müslümanların sanayi ve eğitim alanında ilerlemesi için düzenli daireler kurulmalı, her dairenin bir hedefi olmalı ve yıl sonunda hedefin ne kadarının yerine getirildiği açıklanmalıdır.” Günümüzde bu İslam devletlerinin sorumluluğudur.
“Ayrıca, bir komite kurulmalı. Amacı şu olmalı: O Müslümanların diğer milletlerden nasıl bağımsızlık kazanabileceğini incelesin ve hangi alanlarda uzman Müslüman sayısının az olduğunu tespit etsin. Bundan sonra bu komite bu eksikliği gidermek için çalışmalıdır.”
Aynı şekilde, Hazret Muslih-i Mevud Müslüman bankaların kurulmasının gerekliliğini de vurguladı ve şöyle buyurdu:
“Faizsiz bankacılık için bir yol bulunabilirse (ki bulunabilir) cemaatimiz de buna katılmaya hazırdır.” Bununla birlikte o Beytülmal ve İslami bir Ticaret Odası’nın kurulmasını da önerdi. Ayrıca, hukuki davalarını çözmek için Müslümanların anlaşmazlıklarını mahkemelere götürmek yerine aralarında bir uzlaştırma sisteminin kurulmasının gerekliliğini vurguladı.” Yani bu, gayrimüslim devletlerde yaşayan Müslümanlar içindir.
Ayrıca Hz. Muslih-i Mevud (ra) şöyle buyurdu: “Barışı tesis etmek için birbirlerinin dini işlerine karışmamak gerekir. Geniş bir hoşgörüyle başkalarının inançlarına göre hareket etmelerine ve kendi inançlarına göre hareket etmeye izin verilmeli.
Ticaret ve zanaat hakkında Hazret Muslih-i Mevud şöyle buyurdu:
“Ticaret Müslümanların en çok ihmal ettiği bir alandır. Müslümanlar, ticari olarak Hinduların kölesi haline gelmiş durumdalar.” O zamanlar öyleydi, şimdi ise Müslümanların ticarette çeşitli dinlere mensup olan dünyadaki büyük zenginlerin kölesi olduğunu görüyoruz- onlar ister Yahudi, ister Hristiyan, ister başka dinlerden olsun. O zamanlar da durum böyleydi, bugünlerde de dediğim gibi dünya hükümetlerinin ve tüccarlarının kölesi oluyoruz. Dolayısıyla Müslüman hükümetlerin bu konuya dikkat etmesi gerekiyor.
Ticaret ve zanaatta da Müslümanların ilerlemesi için özen göstermek gerekiyor.
Sonunda, Hazret Muslih-i Mev’ud (ra) Müslümanların kendi aralarındaki anlaşmazlıkları sona erdirerek karşılıklı birlik ve beraberliğin önemine dikkat çekti ve şöyle dedi: “Bir kez daha bu konuya dikkat çekerek yazımı bitiriyorum ki, eğer şu husus iyi anlaşılmazsa tüm emekler boşa gidecek ve tüm tedbirler sonuçsuz kalacaktır ki, biz birbirimizi kâfir saysak da başkalarının gözünde Müslümanız ve birinin zararı diğerinin zararıdır. O halde siyasi alanda dini fetvaları göz ardı etmeliyiz, çünkü bunlar onların etki alanının dışındadır. İslam asla demez ki, Müslüman saymadığın insanlarla siyasi ihtiyaçların için bir araya gelip çalışamazsın. Eğer Resulullah (sav) müşriklere karşı Yahudilerle anlaşma yapabiliyorsa, o zaman Müslüman denilen fırkalar İslam’ın siyasi üstünlüğü, hatta siyasi güvenliği için bir araya gelip neden birlikte çalışmasınlar? Eğer bu noktada birlik sağlayamazsak, o zaman kesinlikle bu, ihtilafımızın İslam için değil, kendi nefsimiz için olduğunu, kendi benliğimiz için olduğunu kanıtlayacaktır. Allah bizi bu bedbahtlıktan korusun.”
Pakistan ve bazı Müslüman ülkelerde genel olarak durum böyledir, özellikle Ahmedilerin kafir olduğu görüşü hakimdir. Gerçi her fırka diğer fırkayı da kâfir sayar. Sonuç olarak gayrimüslim dünyada bu yüzden yanlış bir algı oluşuyor ve onlar Müslümanlara zarar veriyor. Dolayısıyla bu noktayı bugün bile Müslüman hükümetlerin ve Müslümanların anlaması gerekiyor.
O zamanlar Hindistan’ın durumuyla ilgili olarak, Hindistan ve Pakistan tek bir ülke iken bir Yuvarlak Masa Konferansı yapılmış ve Müslümanların temsil edilmesi sorusu ortaya çıkmıştı. İngiliz hükümeti, Hindistan’ın bağımsızlığını gözden geçirmek için bir komisyon kurmuştu ve bu komisyonun her on yılda bir, insanların ne kadar yetki sahibi olabileceğini, ayrı bir hükümet kurabileceklerini gözden geçirmesi gerekiyordu. Bunun ilk başkanı, Sir John Simon adlı İngiliz bir avukat idi.
Her neyse, bu komisyon ve kararları farklı zamanlarda tartışıldı ve Hazret Muslih-i Mev’ud (ra) farklı zamanlarda rehberlik ederek ayrıntılı görüşlerini sundu ve Müslümanlara rehberlik etti. Bu bağlamda bir Yuvarlak Masa Konferansı yapıldı ve detayları tarihimizde özellikle Hazret Muslih-i Mev’ud (ra) ile ilgili yer almaktadır. İngiliz hükümeti tarafından kurulan komisyonun raporu, Hint halkının beklentilerini karşılamadı, bu yüzden onlar tarafından kabul edilmedi. Bu durum üzerine hükümet tarafından Yuvarlak Masa Konferansı’nın düzenleneceği duyuruldu. Detayları şöyleydi: İngiliz ve Hindistan temsilcileri bir araya gelerek Hindistan’ın siyasi gelişimi hakkında fikir alışverişinde bulunabilsinler diye toplantı düzenlendi. Bu vesileyle Hazret Muslih-i Mev’ud (ra) Müslümanlara rehberlik etmek için hemen bir makale kaleme aldı ve şöyle yazdı. “Müslümanlar karşılıklı ayrılık ve anlaşmazlıkları terk etmelidir ve milli çıkarlar için birlik ve beraberlik içinde çalışmalıdır. Sadece bu şekilde muhalefet eden milletlerle mücadele ederek haklarını elde etmeyi başarabilirler.
Konferansa, ümmeti temsil etme hakkını yerine getirebilecek temsilcilerin gitmesi için çaba göstermelilerdi.