22.11.2024 - Hudeybiye antlaşması ve Hz. Resulüllah’ın (sav) sireti (2) - Müslüman Ahmediye Cemaati

22.11.2024 – Hudeybiye antlaşması ve Hz. Resulüllah’ın (sav) sireti (2)

  1. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 22 Kasım 2024’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle dedi: Hudeybiye antlaşmasını anlatıyordum. Bununla ilgili olarak Büdeyl bin Verka Huzaî ve diğer Kureyş sözcülerinin, Hz. Resulüllah’ın (sav) yanına geldiklerine dair rivayet bulunmaktadır.

Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) bunun ayrıntılarını şöyle beyan etti: Hz. Resulüllah (sav) Hudeybiye vadisine ulaştığında o vadinin su gözesinin yanında kamp kurdu. Sahabeler buraya kamp kurduktan sonra, yakınlarda yaşayan Huzaa kabilesinin meşhur reisi Büdeyl bin Verka, birkaç arkadaşıyla Peygamber Efendimizi ziyaret etmek için geldi. Ve Efendimize, Mekke ileri gelenlerinin savaşa hazırlandığını ve onun Mekke’ye girmesine asla müsaade etmeyeceklerini söyledi. Efendimiz (sav) ise şöyle buyurdu: Biz savaşmak için değil, sadece umre yapmak niyetiyle geldik. Ne yazıktır ki Kureyşliler Mekke’yi savaşın ateşiyle yakıp yıkmış olmalarına rağmen hâlâ vazgeçmiyorlar. Onlar benimle savaşı bırakıp beni diğer insanlara karşı özgür bırakırlarsa ben bu insanlarla bir anlaşma yapmaya bile hazırım. Fakat eğer onlar bu teklifimi de reddeder ve her halükârda savaşın ateşini körüklerlerse, canım elinde olan Zat adına yemin ederim ki ben de bu mücadeleden ya hayatım bu yolda feda olana kadar ya da Allah bana zafer verinceye kadar geri çekilmeyeceğim. Eğer onlara karşı koyarken ölürsem bu hikaye burada biter. Ama eğer Allah bana zafer verirse ve getirdiğim din galip gelirse, o zaman Mekkelilerin de iman etmekte bir tereddüt etmemeleri gerekir.

Büdeyl bin Verka, Hz. Resulüllah’ın bu samimi ve içten konuşmasından çok etkilendi ve “bana biraz zaman verin, Mekke’ye gidip sizin mesajını ileteyim ve uzlaşma için çaba sarf edeyim” diye Peygamber Efendimize arzetti. Hz. Resulüllah (sav) izin verince, Büdeyl kabilesinden birkaç adamı yanına alıp Mekke’ye doğru gitti. Büdeyl bin Verka Mekke’ye ulaşınca Kureyşlilere Hz. Resulüllah’ın barış önerisinden bahsetti. Hararetli kimseler reddettiler, ancak etkili ve sakin kimseler öneriyi dinlemeye razı oldular.  Nitekim Büdeyl, Hz. Resulüllah’ın (sav) beyan ettiği öneriyi ulaştırdı. Bunun üzerine Sakif Kabilesinin çok etkili reislerinden biri olan Urve bin Mesud isimli şahıs, kendi görüşünü şöyle açıkladı: Bu zat (yani hz. Muhammed (sav)) size çok güzel bir şey sundu. Onun önerisini kabul etmelisiniz. Ve bana izin verin de ben sizin adınıza gidip Muhammed (sav) ile biraz daha konuşayım. Urve Hz. Resulüllah’ı (sav) kendince şöyle uyardı: “Eğer kendi kavminizi (Kureyş’i) savaş ile mahvederseniz Araplarda hiç görülmemiş bir zulme imza atmış olacaksınız ve eğer Kureyş galip gelirse sizin yanınızdakiler sizi terk edip kaçacaklardır; Eğer Kureyş ile savaşırsanız bunlar sizi Kureyş’e teslim ederler ve onlar da sizi esir ederler. O zaman bundan daha kötü ne olabilir?” Bunun üzerine, Hz. Resulüllah’ın arakasında oturan Hz. Ebubekir öfkelenerek şöyle dedi: “Sen git Lat putunun eteğini öp, (yani onu tapmaya devam et), bize böyle laflar etme. Bizim hz. Resulüllah’ı bırakmamız mümkün mü?”

Bunun üzerine Urve, bu da kimdir, deyince Ebubekir’dir diye cevap verdiler. Urve şöyle dedi: Allah adına yemin ederim ki, eğer benim üzerimde senin bir ihsanın olmasaydı ben mutlaka sana cevap verirdim.

Bir vakit, Hz. Ebubekir (ra) Urve’ye ihsanda bulunmuştu ve bir defasında diyet ödemek konusunda yardım isteyince on deve vererek Urve’ye yardım etmişti.

O yine Hz. Resulüllah (sav) ile konuşmaya başladı. Ne zaman bir şey söylese Peygamber Efendimizin sakalına elini sürüyordu. Hz. Muğire bin Şu‘be (ra) Hz. Resulüllah’ın (sav) yanında elinde kılıç dikilmişti ve başına miğfer giymişti. Urve sözünü söylemek için ileri adım attığında yine Peygamber Efendimizin mübarek sakalına dokunmak için elini uzattığında Hz. Muğire (ra) kılıcın kenarıyla onu uzaklaştırdı ve şöyle dedi: Kılıç üzerine inmeden elini Allah’ın Resulünün sakalından çek. Hiçbir müşrikin onun sakalına dokunması uygun değildir.

Sonra Urve, Peygamber Efendimizin sahabelerine dikkatle bakmaya başlayınca, her ne zaman Hz. Resulüllah (sav) tükürse sahabelerin onu ellerine aldığını ve yüzlerine ve göğüslerine sürdüklerini gördü. Peygamber Efendimiz herhangi bir şey emrettiğinde sahabeler derhal onu yerine getiriyorlardı. Peygamber Efendimiz abdest aldığında sahabeler abdest suyunu elde etmek için yarışıyorlardı, herhangi bir kılın bile yere düşmesine izin vermeyip ellerine alıyorlardı. Ayrıca Peygamber Efendimizin karşısında seslerini düşük tutuyorlardı. Peygamber Efendimize olan saygılarından dolayı bakışlarını kaldırarak bakmıyorlardı. O, Peygamber Efendimizle konuşmayı bitirdiğinde, Peygamberimiz ona da Büdeyl bin Verka’ya söylediği barış teklifini tekrarladı. Bir süre bu teklifi sürdürdü. Sonra Urve, Kureyş’e döndü ve şöyle dedi: Ey kavmim! Ben elçilik görevimi yerine getirmek için Kayser, Kisra ve Necâşi gibi büyük kralların saraylarını gezdim. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’e (sav) ashabının gösterdiği kadar itaat gösterilen başka bir kral görmedim.

Huzur-i Enver bunu mütalaa ederek şöyle dedi: O adam, Peygamber Efendimizi kâfirlerden korkutmak için gelmişti ama gördüğü manzaralar karşısında çok etkilendi. Dönüp, Hz. Resulüllah’ın (sav) meclisinde şahit olduğu bütün manzaraları onlara anlatarak kâfirlere, “Peygamber size çok güzel bir teklif sundu. Bunu kabul edin. Eğer siz ona karşı kılıç çekerseniz, o da size karşı kılıç kullanır. Ben, onun kavminin hiçbir tehdide aldırış etmediğini gördüm. Hatta onun yanında, onu size teslim etmeyecek kadınlar bile var. Lütfen fikrinizi değiştirin ve Peygamberin barış veya umre teklifini kabul edin. Ben sizin iyiliğinizi istiyorum. Benim bir korkum da şudur ki, Allah’ın evini ziyarete gelen birine mukabil size yardım edilmeyecektir. Onun yanında kurban edeceği hayvanlar var, onları kesip dönecekler.” dedi.

Sonra Huleys bin Alkame Kenanî, ki o, Ehâbiş kabilesinin (Kureyş’in müttefiki olan ve Habeş dağının eteklerinde antlaşma yapan kabile) reisiydi, ‘Ben Muhammed’e gideyim’ dedi. Kureyş de, ‘Git’ dedi. O, Peygamber Efendimizi uzaktan görünce, Hz. Resulüllah (sav) “Bu, kurbanlık hayvanlara saygı duyan bir kabileden gelen filan kişidir” buyurdu ve sahabelere “Kurbanlık hayvanları ona gösterin” dedi. Böyle yapıldığı zaman, o, vadinin kenarında uzun süre boyunlarına halka takıldığı için boynundaki tüyleri dökülmüş, sürekli ses çıkaran hayvanları gördü. Sahabeler de ‘Lebbeyk’ diyerek onu karşılamışlardı. Onlar on beş günden beri oradaydılar ve hiç koku sürünmemişlerdi, saçları da dağınıktı. Bunu görünce şöyle dedi: “Subhanallah! Bu insanların Beytullah’tan menedilmesi doğru değil” dedi. “Lahm, Cuzam, Kinde ve Himyer kabileleri hac yapsın de Abdülmuttalib’in oğlu Beytullah’tan alıkonulsun; Allah-u Teala buna izin vermemiştir. Kabe’nin Rabbine yemin ederim ki, Kureyş helak olacaktır. Şüphesiz bunlar umre yapmak için geldiler.” Bunları duyan Peygamber Efendimiz “Allah’a yemin olsun ki, ey Beni Kenane’nin kardeşi, tam olarak böyledir.’ buyurdu. Kureyş, bu bütün anlatılanları duyunca, onu bir bedevi olarak nitelendirerek, onun gördüklerini Peygamber Efendimizin hilesi olarak nitelendirdi. Neuzübillah.

Bu sefer esnasında Hz. Ka‘b bin Ucre’ye, sıkıntılı durumundan dolayı başını kazıtmasına izin verildiğinde dair rivayet de bulunmaktadır.

Daha önce de belirtildiği gibi, Kureyş’ten izin alarak farklı insanlar elçi olarak Peygamber Efendimizin yanına gelirdi. Bunlar arasında Mikraz bin Hafs’tan da bahsedilir. O geldiğinde, Hz. Resulullah (sav) onu görünce “Bu, bir aldatıcı kişidir” buyurdu ve rivayette “fâcir”(günahkâr) kelimesi de geçer. Ayrıca, Hz. Resulullah (sav) ona da Urve ve Büdeyl’e söylediği şeyi söyledi. Sonra o arkadaşlarının yanına döndü ve Peygamber Efendimizin ona söylediği bu şeyleri onlara bildirdi.

Peygamber Efendimizin bu olayda kendi elçisi olarak Hz. Hıraş bin Umeyye’yi Kureyş’e gönderdiği de nakledilmiştir. Peygamber Efendimiz, kendi devesi olan Sa’leb üzerinde onu Kureyş’e göndererek, geliş sebebini Kureyşlilere ulaştırmasını emretmişti. Fakat İkrime bin Ebu Cehil, devenin bağlarını keserek onu öldürmek istedi. Ancak Ehâbiş (kabilesi) buna engel oldu ve Hıraş’ın gitmesine müsaade etti. O da Peygamber Efendimizin yanına dönerek başına gelenleri anlattı.

Kureyş, sürekli olarak barış ihlalleri yapmaya devam etti, ancak Peygamber Efendimiz onları göz ardı etti. Kureyş, haddini aşıp Peygamber Efendimiz ve sahabelerine saldırmaya karar verdi. Kırk-elli kişilik bir grubu (bazı rivayetlere göre seksen kişi) Hudeybiye’ye göndererek, Müslümanların kampının çevresinde dolaşarak zarar vermelerini ve hatta Peygamber Efendimizi öldürme planı yapmalarını emrettiler. Ancak Müslümanların dikkatli olması sayesinde bu komplo başarısız oldu ve tüm bu kişiler yakalandı. Bütün bu kötü tutuma rağmen, Peygamber Efendimiz hepsini affetti ve uzlaşma çabalarını sürdürdü.

İmam Beyhakî’nin Urve’den rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz Hz. Ömer’i çağırarak onu Kureyş’e göndermek istedi. Hz. Ömer, “Ya Rasulullah! Kureyş benim düşmanlığımı çok iyi biliyor, bu yüzden kendi canım için endişeleniyorum ve Beni Adi kabilesinden beni koruyacak kimse yok. Ya Resulullah! İsterseniz ben yine de giderim” dedi. Peygamber Efendimiz ona bir şey söylemedi. Hz. Ömer “Ya Resulullah! Size Mekke’de benden daha saygın ve daha büyük bir kabilesi olan birini söyleyeyim, onlar onu korur ve o sizin mesajınızı ulaştırır, o da Hz. Osman bin Affan’dır” dedi. Nitekim Peygamber Efendimiz Hz. Osman’ı çağırarak “Sen Kureyş’e git ve onlara savaşmak için değil, umre yapmak için geldiğimizi haber ver” buyurdu.

Hz. Osman Mekke’ye gitti ve Ebu Süfyan’ın da bulunduğu Kureyş topluluğuna Peygamber Efendimizin mesajını iletti. Ancak Kureyş, Müslümanların bu yıl Mekke’ye giremeyeceği konusunda inat etti. Kureyş, Hz. Osman’a kişisel olarak Kabe’yi tavaf etme teklifinde bulundu. Fakat o, “Peygamber Efendimiz Mekke dışında tutulurken benim tavaf etmem mümkün değil” diyerek bu teklifi reddetti. Ancak Kureyş hiçbir şekilde taviz vermedi ve nihayet Hz. Osman ümitsiz bir şekilde geri dönmeye hazırlandı.

Bu sırada Mekke’nin kötü niyetli insanları, uzlaşmada daha iyi şartlar elde edebilecekleri düşüncesiyle, Hz. Osman ve arkadaşlarını Mekke’de alıkoydular. Bunun üzerine Müslümanlar arasında Hz. Osman’ın öldürüldüğü söylentisi yayıldı. Bu haber Peygamber Efendimize ulaştığında o, büyük bir öfke ve üzüntü yaşadı. O zaman Peygamber Efendimiz (sav)  orada  Biat-ı Rizvan aldı.

Bu haber Hudeybiye’ye ulaştığında Müslümanlar arasında büyük bir heyecan meydana geldi. Çünkü Hz. Osman, Peygamber Efendimizin damadı ve en saygın sahabelerindendi ve Mekke’ye İslam elçisi olarak gitmişti. Üstelik o dönem haram aylardan biriydi ve Mekke de (kan dökülmesi haram olan) hürmetli bir şehirdi. Peygamber Efendimiz hemen tüm Müslümanları bir akasya ağacının altına topladı ve bu haberden bahsederek “Eğer bu haber doğruysa, Allah’a yemin ederim ki, Hz. Osman’ın intikamını almadan buradan ayrılmayacağız!” dedi. Sonra sahabelerden, İslam’da biatın geleneksel yolu olan el üstüne el koyarak şu sözü vermelerini istedi: “Aranızdan hiç kimse geri adım atmayacak, canını ortaya koyacaktır, ama asla yerinden ayrılmayacaktır.”

Bu ilan üzerine sahabeler biat etmek için öyle bir coşkuyla öyle koştular ki birbirlerinin üzerine düşüyorlardı. O dönem İslam’ın tüm gücü olan bu bin dört yüz, bin beş yüz Müslümanın her biri, sanki ikinci bir kez sevgili peygamberlerinin eline bağlandı.

Biat esnasında Peygamber Efendimiz sol elini sağ elinin üzerine koyarak, “Bu, Osman’ın elidir. Çünkü eğer o burada olsaydı, bu mukaddes anlaşmada kimseden geri kalmazdı. Ancak şu an o, Allah ve O’nun Resulünün işleriyle meşgul” buyurdu.

İslam tarihinde bu biat, Biat-ı Rizvan olarak bilinir. Yani Müslümanların Allah’ın tam rızasını kazandıkları bir biattır. Kur’an-ı Kerim de bu biattan özel olarak bahsetmiştir.

Sahabe-i Kiram, bu biatı her zaman büyük bir gurur ve sevgiyle anlatırlardı. Aralarından çoğu, daha sonraki nesillere, ‘Sizler Mekke’nin fethini büyük bir zafer sayarsınız, ancak biz Biat-ı Rizvan’ı asıl zafer sayardık’ derlerdi. Şüphesiz bu biat, tüm detaylarıyla birlikte çok büyük bir zaferdi.

Sadece gelecekteki zaferlerin kapısını açtığı için değil, aynı zamanda İslam’ın fedakârlık ruhunu, yani İslam dininin merkez noktasını muhteşem bir şekilde gösterdiği için de büyük bir zaferdi. Fedakâr Müslümanlar, yaptıklarıyla Peygamberlerine ve onun getirdiği hakikate olan bağlılıkları için her yerde, her an ölümle yaşam arasında bir tercih yapmaya hazır olduklarını gösterdiler. Bu nedenle Sahabe-i Kiram, Biat-ı Rizvan’ı anlatırken, “Bu biat, ölüm yeminiydi. Yani her Müslüman, İslam uğruna ve İslam’ın şerefi için canını feda etmeye hazır olduğunu gösteren bir yemindi” derlerdi.

Huzur-i Enver “Hudeybiye anlaşmasının diğer ayrıntılarını inşallah daha sonra anlatacağım’” buyurdu. Son olarak Huzur-i Enver dünyanın içinde bulunduğu durumlardan dolayı duaya çağırarak, şöyle dedi:

Şu anda, herkesin bildiği gibi, Avrupa’da da durumlar hızla savaşa doğru gidiyor. Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın yayılma tehlikesi artıyor. Avrupa’nın diğer ülkeleri de tehdit altında. Birçok aklı başında ve barışçıl insan, liderler bu konuda endişeli. Her halükârda, Allah’ın Ahmedileri ve barışçıl insanları savaşın kötü etkilerinden koruması için dua edelim. Bu insanlar, gelecek nesilleri etkileyecek silahlar kullanmasınlar. Müslüman ülkeler için de dua edelim, Allah onlara akıl ve anlayış versin ve hakkı tanımaya muvaffak kılsın. Huzur-i Enver, cemaat üyelerinin mevcut durumda evlerinde erzak bulundurmalarına dikkat çekerek şöyle buyurdu: “Durumların bu kadar hızlı bozulduğu ve bozulmaya devam ettiği bu dönemde, insanların dikkatini çekmek istiyorum ki, evlerinde iki-üç aylık erzak bulundurmaya çalışsınlar. Ancak en önemli nokta, Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmak, O’na yaklaşmaya çalışmak ve O’nunla bağımızı güçlendirmektir. Allah bize bunu nasip etsin.” (Amin)

 

٭…٭…٭

 

 

 

Bir Öncekini Oku

Peygamberimiz hiç yüksek sesle bağırmış mıdır?

Bir Sonrakini Oku

Huzur ile bu hafta – 29 Kasım 2024