Uhud savaşında Peygamber Efendimiz tek başına kaldı. Bunun sırrı, Peygamber Efendimizin cesaretinin insanlara aşikar olarak gösterilmesiydi.
Türk Masası Başkanı Mürebbi Dr. Celal Şems Bey’in vefatından dolayı kendisinin hayırla yad edilmesi ve kendisinin cemaat hizmetleri
Hz. Halifetü’l Mesih 5 (Allah yardımcısı olsun) 29 Aralık 2023’te İslamabad Mübarek camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu:
Bugün de biraz daha Uhud savaşının detaylarını beyan edeceğim. Daha önce bahsedildiği gibi geçidin boş bırakılması yüzünden kafirler arkadan saldırı yaptılar ve savaşın seyri değişti. Düşmanın saldırısı son derece korkunçtu. O zaman hz. Resulüllah’ın sebatı, cesareti ve yiğitliğinin örneği hakkında şöyle yazıldı: Savaşın seyri değiştikten sonra sahabeler öyle dağıldılar ki kendilerini toplayamadılar. Bunun üzerine hz. Resulüllah (sav) bu kargaşaya ve düşmanın kendisini dört bir yandan sarmış olmasına rağmen sebatla yerinde durdu. Sahabelerin endişe ile oraya buraya koşuştuğunu görünce onlara seslenerek şöyle buyuruyordu: Ey filan! Bana doğru gel; Ey filan! Bana doğru gel; Ben Allah’ın Resulüyüm. Halbuki bu esnada her taraftan kendisine ok yağdırılıyordu.
Bir rivayete göre Peygamber Efendimiz yüksek sesle şöyle diyordu:
اَنَا النَّبِيُّ لَا کَذِبْ أَنَا ابْنُ عَبْدِالْمُطَّلِبْ اَنَا ابْنُ الْعَوَاتِکْ
Ben peygamberim, bunda yalan yoktur, ben Abdulmuttalib’in oğluyum, ben Avatik’in yani Atikelerin oğluyum.
Genel düşünceye göre Peygamber Efendimiz bu kelimeleri Huneyn Gazvesinde söylemişti ancak aynı kelimeleri kendisinin Uhud’da da söylemiş olması mümkündür. Avatik kelimesi Atike’nin çoğuludur ve Peygamber Efendimizin nineleri arasında Atike isminde birden fazla hatun vardı.
Bu olayın detaylarından bahsederek hz. Mirza Beşir Ahmed Bey, Siret Hatemen Nebiyyin kitabında şöyle yazdı: Abdullah bin Cübeyr’in (ra) beraberindekiler, galibiyet elde edildiğini görünce komutanları Abdullah bin Cübeyr’e dediler ki, bize izin ver de biz de orduyla birleşelim. Abdullah (ra) onlara mani oldu ancak o kimseler dediler ki hz. Resulüllah’ın demek istediği sadece şuydu ki tamamen emin oluncaya kadar geçidi boş bırakmayın. O kimseler böyle diyerek aşağı indiler. Halid bin Velid geçidin olduğu tarafta meydanı boş gördü ve bunun üzerine o, atlılar ve İkrime bin Ebu Cehil’in birliğini yanına alarak Abdullah bin Cübeyr ve yanındaki birkaç kişiyi göz açıp kapayıncaya kadar şehit edip İslam ordusunun arkasından aniden saldırdı. Yüksek bir yerde bütün bu olup biteni görmekte olan hz. Resulüllah (sav), Müslümanlara üst üste seslendi. Fakat o kargaşa için Peygamber Efendimizin sesi kaybolup gidiyordu.
Müslümanlar bu ani saldırıdan dolayı şaşkınlığa kapıldılar. Hatta bu şaşkınlıkta dost düşmanı ayırt etmek de güç oldu ve onlar birbirlerine bile saldırmaya başladılar. Huzeyfe’nin (ra) babası Yeman da yanlışlıkla şehit edildi. Hz. Resulüllah (sav) daha sonra Müslümanlar tarafından Yeman’ın kan bedelinin ödemek istedi ancak hz. Huzeyfe bunu reddetti ve ben babamın kan bedeli hakkımdan feragat ediyorum, dedi.
- Halifetü’l Mesih (ra) Nur Suresinin 64. Ayetinin tefsirinde şöyle der: Bu Peygamberin (sav) emrine karşı gelenlerin, başlarına Allah tarafından bir afet inmesinden korkmaları lazım. Nitekim bakın, Uhud savaşında işte bu emre karşı gelmek yüzünden İslam ordusu ne kadar zarara uğradı. Kafirlere karşı kazanılan galibiyetten sonra geçici bir yenilgiye uğramanın sebebi , birkaç kişinin Peygamber Efendimizin emrine aykırı davranmaları ve onun talimatına rağmen kendi yorumuna göre hareket etmeye başlamalarıydı.
Eğer o insanlar, aynen nabızın kalbin arkasından yürüdüğü gibi hz. Muhammed’in (sav) arkasında yürüselerdi; Eğer onlar, hz. Muhammed Resulüllah’ın bir emri neticesinde bütün dünya canları vermek zorunda kalsalar da yine de bunun bir önemi olmadığını anlasalardı; Eğer onlar kişisel yorum ile hareket edip o dağ geçidini boş bırakmasalardı ne düşmanın tekrar saldırma imkanı olurdu ne de hz. Resulüllah (sav) ve sahabeler herhangi bir zarara uğrardı.
Velhasıl, Allah-u Teala buyurdu ki siz emre uymayınca zarara uğradınız, bu onun bir neticesi idi.
Hz. Muslih Mevud (ra) Kevser Suresinin tefsirinde de bu olaydan detaylıca bahsetti.
Hz. Resulüllah’ın azmi hakkında Mikdad bin Amr (ra) Uhud gününden bahsederek şöyle dedi: Allah şahittir! Müşrikler birçok Müslümanı öldürdüler ve Resulüllah’ı (sav) yaraladılar. Dinleyin! Peygamberimizi hak ile gönderen Zat’a yemin ederim! Peygamber Efendimiz bir karış bile geri çekilmedi ve düşmanın karşısında durdu. Bir rivayete göre hz. Resulüllah (sav) yerinde azim ve sebatla durdu ve düşmana yüzyüze karşı koydu ve yayı ile onlara ok atmaya devam etti. Okları bitinceye kadar devam etti, sonra Katade bin Numan o yayı aldı ve daima onun yanında kaldı.
Nafi bin Cübeyr şöyle beyan eder: Ben muhacirlerden bir şahsı şöyle söylerken duydum: Uhud’da her yönden oklar geliyordu ve hz. Resulüllah (sav) onların arasındaydı ve bütün oklar Peygamber Efendimizden uzağa gidiyordu.
Abdullah bin Şihab Zuhri şöyle dedi: Kendisi (sav) bizden korundu. Allah şahittir! Biz dört kişi Mekke’den çıkmıştık ve onu öldürmeye ahdettik ancak biz ona ulaşamadık.
Hz. Mesih-i Mevud (as) şöyle beyan eder: “Hz. Resulüllah’ın (sav) Mekke hayatı şaşırtıcı bir örnektir. Bir bakımdan bütün hayatı sıkıntılarla geçti. Uhud savaşında kendisi tamamıyla yapayalnızdı. Etrafı böyle düşmanla çevriliyken bile kendini gizlemedi, aksine ilan etti ve herkesin haberi oldu.
Uhud savaşında Peygamber Efendimiz tek başına kaldı. Bunun sırrı, Peygamber Efendimizin cesaretinin insanlara aşikar olarak gösterilmesiydi. Halbuki kendisi on bine karşı, ben Allah’ın Resulüyüm diye tek başına dikildi. Böyle bir örnek sergilemek hiçbir peygambere nasip olmadı.”
Huzur-i Enver şöyle dedi: Uhud’da düşmanın sayısı üç bin idi. Yazanlar genelde böyle yazmışlardır. Belki de hz. Mesih-i Mevud (as) iki savaştan bahsetmiş olabilir. Ahzap savaşında da on bin kafir vardı ve diğer yerlerde de düşmanların sayısı çok fazlaydı. Ne olursa olsun hz. Mesih-i Mevud (as) Peygamber Efendimizin kahramanlığını ve azim ve sebat örneğini ispatlıyor ki Peygamber Efendimiz kafirlerin karşısında da tek başına durdu.
Yine kendisi şöyle buyurur: Allah-u Teala istediği şeye güç vermeye kadirdir. O görsel çekiciliğini kendi kelamının içine doldurmuştur. Peygamberlerin can attığı kelam işte budur. Acaba mecazi bir aşık böyle yapabilir mi? Bu kelam sebebiyle peygamberler bu meydana adım attıktan sonra bir daha asla geri çekilmediler ve hiçbir peygamber vefasız olmadı. Yani iddiada bulunan iddiası üzerinde sebat gösterdi.
Uhud savaşı olaylarıyla ilgili insanlar teviller yaptılar. Ancak asıl konu şudur ki o anda Allah’ın celali tecellisi vardı ve hz. Resulüllah’tan (sav) başka hiç kimsenin buna dayanma gücü yoktu. Bu yüzden kendisi olduğu yerde durdu ama diğer sahabelerin ayakları kaydı.
Hz. Resulüllah’ın hayatında Allah’a karşı gösterdiği sıdk ve safanın bir benzeri olmadığı gibi aynı şekilde bu İlahî desteklerin de bir benzeri hiçbir yerde bulunmaz.
Huzur-i Enver hutbenin sonunda bazı merhumları hayırla yadetti.
İlk olarak eski bir hadım ve mürebbi olan, Türk Masasının başkanı muhterem Dr. Muhammed Celal Şems Bey’in vefatı üzerine kendisini hayırla yadetti ve şöyle dedi: Onun cenazesini dün kıldırmıştım, bugün onunla ilgili şeylerden bahsetmek istiyorum. O, kabiliyetli, yetenekli, sade tabiatlı vefalı bir vakfe zindigi idi. Almanya ve İngiltere’de hizmet etme fırsatı buldu. 2002’de Türkiye’de kendisi iki arkadaşıyla birlikte tebliğ suçuyla dört buçuk ay hapiste kalma saadeti de elde etti.
Huzur-i Enver diğer üç merhumdan da hayırla bahsetti ve onların gaip cenaze namazlarını kıldıracağını bildirdi. Onlardan birisi, muhterem Muhammed İbrahim Bhamberi Bey idi. O, 106 yaşına kadar yaşadı. Çok sevgi ve muhabbet dolu birisiydi. Ben de bir müddet onun öğrencisi oldum. Onun sertliğinde dert ortaklığı ve ıslah gayesi olurdu.
Sonra Gana’dan Yusuf Ijare Bey, çok ihlaslı bir Ahmedi idi. Çeşitli cemaat görevlerinde hizmet etme fırsatı buldu.
Sonra El-Hac Osman bin Adem Bey. Merhum vasiyet nizamına bağlıydı ve son derece ihlaslı bir Ahmedi idi. Hac yapma saadetine de erişti. Kur’an-ı Kerim’in Fanti diline çevrilmesinde büyük hizmetlerde bulundu.
Huzur-i Enver merhumların mağfireti için dua ederek, Allah-u Teala onların çocuklarına da onların ayak izlerinden gitmeyi nasip etsin, dedi.
٭…٭…٭