7.02.2025 – Hayber Gazvesi ışığında Hz. Resulullah’ın (sav) sireti ve ayrıca dua çağrısı: Arap ülkeleri artık gözlerini açsın ve birlik olmaya çalışsın. Bunun alternatifi yok. Aksi takdirde sadece Filistin değil, diğer Arap ülkeleri de büyük zorluklarla karşılaşacak.

5. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 7 Şubat 2025’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu: Hayber Gazvesini anlatıyordum. Hz. Resulüllah’ın (sav) Hayber’e doğru gidişinin detayları şöyledir: Peygamber Efendimiz (sav) ve 1600 kişilik fedai bir ordu, Medine’den yola çıktı. Bu ordunun içinde 200 atlı asker bulunmaktaydı. Ancak yola çıkmadan önce Peygamber Efendimiz (sav), ordunun önünde yolları kontrol etmek ve durumu takip etmek üzere bir keşif birliği gönderdi. Bu birliğin komutanı ise Hz. Abbad bin Bişr el-Ensari (ra) idi.

Hayber’e giden yollar hakkında bilgi almak için iki rehber, yani kılavuz, yirmi sa’ (yaklaşık 50 kilo) hurma karşılığında kiralandı. Bu rehberlerin isimleri Hâsil bin Harice el-Eşceî ve Abdullah bin Nu’eym olarak geçmektedir ve ikisi de Eşce’ kabilesindendir.

Medine’den Hayber’e giderken farklı yerlerde konaklayarak Sahba adında bir yerde konakladılar. Burada namaz vakti olunca namaz kıldılar. Buhari’nin rivayetine göre Peygamberimiz (sav) Sahba adlı bu yerde ikindi namazını kıldı ve daha sonra yemek için bir şeyler istendi. Ashabın elinde sadece kavrulmuş arpa unundan yapılmış olan satu vardı ve Peygamberimiz (sav) ile ashabı bunu yediler. Ravi şöyle anlatır: Daha sonra Peygamberimiz (sav) akşam namazı için kalktı, ağzını çalkaladı ve bizler de ağzımızı çalkaladık, ardından namaz kıldı ve abdest tazelemedi. Sefer sırasında bazı öyle olaylar oldu ki bunlar vasıtasıyla Peygamber Efendimizin böyle telaşlı durumlarda bile sahabelerin eğitimine ne kadar önem verdiği, düzen, itaat ve emirlere riayet gibi ahlak öğretmeye ne kadar dikkat ettiği anlaşılmaktadır.

Böyle bir olay şöyle anlatılmıştır: Bir gece, ordunun önünde hareket eden parlayan bir şey görüldü. Peygamber Efendimiz (sav) endişelendi ve durumu araştırınca, İslam ordusunun bir askerinin ordudan ayrılıp en önde ilerlediği ve başındaki miğferin gümüş olması nedeniyle parladığı anlaşıldı. Bu askerin adı Ebu Abs idi. Peygamber Efendimizin huzuruna getirildiğinde hz. Resulüllah (sav) ona nasihat ederek orduyla birlikte hareket etmesi gerektiğini söyledi.

Bu, bu savaşa katılmak için hiçbir yol azığı olmayan ve Hz. Peygamber’in (sav) huzuruna gelerek, “Ey Allah’ın Resulü! Benim hiçbir yol azığım yok ve ev halkım için de evde ekmek ve nafaka bulunmuyor.” diyen yoksul sahabelerden biriydi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) ona kendi örtüsünü verdi. Bu fakir sahabe, bu hırkayı alıp pazara gitti ve onu sekiz dirheme sattı. İki dirhemle evin ekmek ve nafakasını aldı, iki dirhemle yol azığı edindi ve dört dirhemle kendisine bir örtü satın alıp orduya katıldı. Konuşma sırasında Hz. Peygamber (sav) örtüyü sorunca, onu sattığını ve yukarıda bahsedilen tüm detayları anlattı. Ebu Abs’in bu sözlerini duyunca Hz. Peygamber (sav) tebessüm etti ve şöyle buyurdu: “Ey Ebu Abs! Sizler şimdi çok fakirsiniz. Canım elinde olan O Zata yemin ederim ki, eğer yaşarsan ve uzun bir ömür sürersen, çok kısa bir süre sonra yol azığının çok artmış olduğunu göreceksin. Ev halkın için ekmek ve nafaka da çok artacak. Dirhem ve dinar bolluğu olacak ve köleler de çoğalacak, ancak bütün bunlar senin için daha iyi olmayacak.

Hz. Ebu Abs (ra), Peygamber Efendimizin bu gaybi haberinin gerçekleştiğine kendi gözleriyle şahit oldu. Kendisi şöyle derdi: Allah’a yemin ediyorum ki hepsi aynen Peygamber Efendimizin söylediği  şekilde gerçekleşti.

Hz. Peygamber (sav), Benî Gatafan kabilesine de bir barış mesajı göndermişti. Daha önce de belirtildiği gibi, Hayber’e doğru ilerlerken Sahba mevkiinde konakladı ve ikindi, akşam ve yatsı namazlarını orada kıldı. Namazlardan sonra iki rehberi çağırdı ve onlara savaş planını açıklayarak şöyle buyurdu: “Hayber’e öyle bir şekilde saldırmak istiyorum ki, bir taraftan Hayber halkı ile Şam ülkesi arasına gireyim, böylece onlar oradan kaçıp Şam’a gidemesinler. Aynı zamanda Benî Gatafan kabilesi ile de araya gireyim ki, onlar bu Yahudilere yardım edemesinler.”

Hasîl adındaki rehber, orduyu alıp yola koyuldu ve Hayber vadisine giden farklı yolların bulunduğu bir yere geldiğinde durdu. Hz. Peygamber (sav) ona bu yolların isimlerini sordu. O da Huzn, Şaş, Hatib gibi isimler söyledi ki, bu isimler anlamları itibarıyla darlık, zorluk, keder ve hüznü ifade ediyordu. Bir de Merhab adında bir yolun ismini söyledi ki, bu genişlik ve ferahlık anlamına geliyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), ilahi işarete uyarak iyi bir alamet kabul edip bu Merhab adlı yolu seçti.

Peygamber Efendimiz (sav), Benû Gatafan kabilesinin, Hayber Yahudilerine yardım etme sözü verdiğini ve şimdi de dört bin kişilik bir orduyla yola çıktıklarını, ve  İslam ordusu Hayber’e ulaşmadan önce yolda saldıracaklarını  öğrenmişti. Benû Gatafan, ünlü savaşçı komutanlarının önderliğinde yaklaşık bin kişilik bir kuvveti daha önce Hayber’e göndermiş ve Hayber kalelerine ulaşmıştı. Şimdi de dört bin kişilik bu ordu, İslam ordusunu durdurmak ve kendi düşüncelerine göre yok etmek için yolda idi. Peygamber Efendimiz (sav), Benû Gatafan ile temas kurdu ve onlara bir mektup göndererek, Hayber savaşında tarafsız kalmalarını istedi ve Allah’ın kendisine zafer vereceğine dair Allah’ın vaadini hatırlattı. Bazı tarihçilere göre, Peygamber Efendimiz (sav), Yahudileri desteklemekten vazgeçip İslam’ı kabul ederlerse, Hayber fethedildikten sonra bu kabilelere verileceğini de bildirmişti. Bazılarına göre ise Peygamber Efendimiz (sav), İslam’ı kabul etme şartını koymamıştı. Ancak bin altı yüz Müslüman’a karşı on beş bin kişilik bir orduya ve güçlü kalelere sahip olmanın verdiği gurur, başlarına vurmuştu ve Peygamber Efendimizin (sav) bu teklifini kabul etmeyi reddettiler.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav), Hazrec kabilesinin lideri ve ihlaslı sahabesi Hz. Sa’d bin Ubâde’yi (ra), Benî Gatafan’ın komutanı Uyeyne bin Hısn’a gönderdi. Uyeyne, o sırada Hayber’in Yahudi lideri Merhab’ın kalesinde, bin kişilik Benî Gatafan ordusunun başında bulunuyordu. Uyeyne, Hz. Sa’d’ın (ra) Hz. Peygamber’in (sav) temsilcisi olarak geldiğini öğrenince, onu kalenin içine getirmek istedi. Ancak Merhab buna itiraz ederek, “Müslümanların bu temsilcisini kalenin içine getirmemeliyiz, yoksa kalenin iç yollarını ve diğer detayları görebilir.” dedi. Uyeyne ise, “Ben Müslümanların temsilcisini içeri getirip gücümüzü ve askeri hazırlıklarımızı göstermek istiyorum.” diye ısrar etti, ancak Merhab kabul etmedi.

Bunun üzerine Uyeyne, Hz. Sa’d’ı (ra) kalenin dışında karşıladı. Hz. Sa’d (ra), ona Hz. Peygamber’in (sav) mesajını iletti. Uyeyne ise Hz. Sa’d’a (ra) şöyle dedi: “Biz müttefikimizi hiçbir şekilde terk etmeyeceğiz. Sizin gücünüzün ne kadar olduğunu da biliyoruz. Eğer savaşırsanız, hepiniz yok olursunuz. Bunlar, galip geldiğiniz Kureyş gibi değildir.” Ayrıca, “Bu mesajımı Muhammed’e (sav) de ilet.” diye ekledi.

Hz. Sa’d (ra), onun bu kibirli cevabına karşılık şöyle dedi: “Ben şahitlik ederim ki, Muhammed (sav) mutlaka bu kaleye gelecektir. Şimdi sana yaptığımız teklifi o zaman bizden isteyeceksin, ancak o zaman sana kılıçtan başka bir şey verilmeyecektir. Ey Uyeyne! Biz, Medine Yahudilerinin avlusuna da girmiştik  ve onlar feci şekilde helak olmuştu.”

İlahî celal ve korku ve de Gatafan’ın kaçmasından da bahsedilmiştir.

Hz. Resulüllah (sav) “İlahî heybet ve korku ile bana yardım edildi” buyurmuştu. Bu olay, burada bir kez daha Gatafan orduları için gerçekleşti. Daha önce de belirtildiği gibi, onların dört bin kişilik ordusu, İslam ordusuna saldırmak ve Müslümanların Hayber’e ulaşmasını engellemek için takip ediyordu. Ancak öyle bir ilahi kader tecelli etti ki, bu ordu aniden geri döndü ve kendi evlerine doğru yöneldi.

Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) yoluna devam ederek Hayber’e doğru ilerledi ve akşam karanlığında Hayber kaleleri gözükünce, ashabına durmalarını emretti. Hepsi durunca Peygamber Efendimiz (sav) şöyle dua etti: Ey göklerin ve gölgelediklerinin Rabbi olan Allah! Ey yerlerin ve üstündekilerin Rabbi olan Allah! Ey şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi olan Allah! Ey rüzgârların ve savurduklarının Rabbi olan Allah! Biz, Senden şu şehrin hayrını ve iyiliğini, halkının hayrını ve iyiliğini, bu şehirde bulunan her şeyin hayrını ve iyiliğini dileriz. Onun şerrinden, halkının şerrinden, içinde bulunan her şeyin şerrinden Sana sığınırız!

Sonra Peygamber Efendimiz (sav) “Allah’ın adıyla ilerleyelim” diyerek yola koyuldu. Nihayet, Menzele’ye ulaştı. Burası, Hayber’in pazarı idi ve savaştan sonra Hz. Zeyd bin Sabit’in payına düştü nasip oldu. Peygamber Efendimiz  gecenin bir kısmını burada geçirdi.

Yahudiler, Peygamber Efendimizin (sav) kendilerine saldıracağını düşünmüyorlardı, çünkü kalelerine, silahlarına ve sayıca çok olmalarına güveniyorlardı. Yahudiler, Peygamber Efendimizin (sav) kendilerine doğru geldiğini öğrenince her gün on bin kişilik bir orduyu saflara dizip dışarı çıkar ve “Bakalım Muhammed (sav) bize savaş açacak mı?” diyerek alay ederlerdi. Peygamber Efendimiz (sav) onların yanına vardığında, onlar bunun farkına varmadılar, nihayet güneş doğdu. Sabah Yahudiler kalelerinden çıktıklarında ellerinde kürek ve sepetlerle tarlaya gitmek üzereyken Peygamber Efendimizi (sav) görünce korkudan kalelerine saklandılar.

Hz. Enes’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir: Onlar Peygamber Efendimizi görünce şöyle dediler: Muhammed (sav) Vallahi o Muhammed (sav) ve onun ordusu! Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:

خَرِبَتْ خَيْبَرُ!اِنَّا اِذَا نَزَلْنَا بِسَاحَةِ قَوْمٍ فَسَاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرِیْنَ

Hayber harap oldu. Biz düşman bir kavmin yurduna baskın yapıp girdik mi, uyarılmış olan o kavmin hali ne kötü olur!

Huzur-i Enver  açıklama yaparak “Menzele’de kalıcı bir konaklama yapılmadı.” buyurdu. Hz. Habbab bin Münzir (r.a.), Hz. Peygamber’in (sav.) yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Eğer bu yerde konaklamanız Allah’ın emriyle ise, bizim söyleyecek bir sözümüz yok. Ancak eğer bu sizin kendi görüşünüz ise, bir tavsiyede bulunmak istiyoruz.” Hz. Peygamber (sav.) bunun kendi görüşü olduğunu belirtince, Hz. Habbab (r.a.) şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Şu anda onların kalelerine çok yakınsınız ve onların bahçelerinin önündesiniz. Ayrıca bu toprak tuzludur. Ben Natah halkını tanırım; onların okları çok uzaklara ulaşır ve okçulukta onların dengi yoktur. Üstelik onlar yüksek bir konumdadır. Onların okları bize kolayca ulaşabilir ve gece yapılacak bir saldırıdan da güvende değiliz. Onlar hurma ağaçlarının arkasına saklanabilirler. Bu nedenle, sizden ricam, buradan başka bir yere geçmenizdir.” Hz. Peygamber (sav) “Güzel bir tavsiyede bulundun, ancak bugün biz onlarla her halükarda savaşacağız” buyurdu.

Ancak hemen ardından, Hz. Peygamber (sav) koruma birliğinin sorumlusu olan Muhammed bin Mesleme’yi (ra) çağırdı ve ona, “Kalelerinden biraz uzakta bizim için bir yer bul,” diye emretti. Hz. Muhammed bin Mesleme (ra), yürüyerek Recî’ mevkiine ulaştı. Bu yer, Hayber ile Gatafan kabileleri arasında bulunuyordu. Daha sonra geri dönerek, “Ey Allah’ın Resulü! Sizin için bir yer buldum,” diye arz etti. Hz. Peygamber (sav), “Allah’ın bereketiyle yürüyelim!” buyurdu. Ancak daha önce “Bugün savaş burada yapılacak.” demişti. Bu nedenle, akşam olup savaş sona erdikten sonra, tüm İslam ordusu bu yeni yere taşındı.

Huzur-i Enver şöyle dedi: Hayber’in çeşitli kaleleri vardı ve bunların detayları hakkında da bilgi vermek gereklidir. Coğrafi taksim bakımından Hayber’in kaleleri şöyle anlatılır: Bu savaş, birbirini ardına fethedilen kalelerle ilgili olduğu için sadece bu kalelerin sayısı hakkında değil, isimleri konusunda da farklı görüşler vardır. Tüm kaynaklara bakıldığında, Hayber bölgesinin üç kısma ayrıldığı söylenebilir: Natat, Şıkk ve Kuteybe. Bu üç bölgede toplam sekiz kale bulunuyordu ve bunlar şu şekilde dağılmıştı: Natat’ta üç kale (Naîm, Sa’b ve Zübeyr), Şıkk’ta iki kale (Übey ve bazılarına göre Nizar), Kuteybe’de ise üç kale (Kamûs, Vatîh ve Selâlem) vardı.

Savaş başlamadan önce Hz. Peygamber (sav), ashabına  kısa bir hitabda bulunarak şöyle buyurdu: “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin. Allah’tan afiyet dileyin. Bilmezsiniz, hangi imtihana düşürüleceksiniz. Düşmanla karşı karşıya geldiğinizde şu duayı okuyun: ‘Ey Allah! Sen bizim de Rabbimizsin, onların da Rabbisin. Onların alınları da bizim alınlarımız da senin elindedir. Onları sen öldüreceksin.'”

Naîm Kalesi, Yahudilerin en güçlü kalesiydi ve Hayber’in en cesur ve ünlü savaşçısı Merhab, bu kalenin savunmasını yönetiyordu. Rivayetlerden anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber (sav) on gün boyunca aralıksız savaştı. Tekrarlanan başarısızlıklar, sahabelerin (ra) yaralanması ve iki sahabenin şehit olması, Yahudilerin moralini daha da artırıyordu. Sonunda bir gece Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Yarın sancağı, öyle birisine vereceğim ki Allah onun eliyle fethi nasip edecek, o, Allah’ı ve Resulünü sever.”

Hz. Büreyde (ra) şöyle anlatır: O geceyi büyük bir sevinçle geçirdik. Çünkü ertesi gün zafer kazanacağımıza inanıyorduk. İnsanlar geceyi, yarın kime bayrak verilecek diye düşünerek geçirdi. Sabah olunca herkes Peygamber Efendimizin (sav) yanına geldi ve her biri bayrağın kendisine verilmesini temenni ediyordu. Hz. Ömer (ra) şöyle der: Ben o güne kadar hiç emirliği arzulamamıştım.

Hz. Selmâ ve Hz. Cabir (ra) şöyle anlatırlar: Hz. Ali (ra) Peygamber Efendimizden (sav) geride kalmıştı. Hayber seferinde hastalığı nedeniyle beraber gelememişti. Gözlerinde şiddetli ağrı vardı. Ancak daha sonra sabırsızlanarak yola çıkmıştı.

Hz. Muslih Mevud (ra) bu konuda şöyle dedi: Birgün Allah-u Teala hz. Resulüllah’a (sav), bu şehrin hz. Ali’nin eliyle fethedilmesi mukadderdir, buyurdu. Peygamber Efendimiz (sav) hz. Ali’yi çağırdı ve sancağı ona verdi. O, sahabelerin ordusuyla birlikte kaleye saldırdı.

Yahudilerin kalede savunma pozisyonunda olmasına rağmen, Allah Teala o gün Hz. Ali ve diğer sahabelere öyle bir güç verdi ki, akşam olmadan kale fethedildi.

Müslümanların Naîm Kalesi’ni ele geçirmesiyle ilgili rivayetlerde, hiçbir tarihçi Hayber’in en güçlü kalelerinden biri olan bu kalenin fethi sırasında Müslümanların ne kadar ganimet ve silah ele geçirdiğinden bahsetmemiştir. Muhtemelen Müslümanlar kayda değer bir şey elde edememişlerdi, çünkü Yahudiler acil durumlar nedeniyle kadınları ve çocukları önceden diğer kalelere taşımışlardı. Yahudiler yenilgiye uğrayıp Naîm Kalesi’ndeki Müslüman saldırısını durduramayınca, kendileri de kolayca Sa’b bin Muaz Kalesi’ne geçtiler ve Naîm Kalesi savaşında tek bir Yahudi bile Müslümanların eline esir düşmedi.

Hutbenin sonunda Huzur-i Enver, diğer kalelerle ilgili olayların detaylarını inşallah gelecek sefer anlatacağım, dedi. Hutbe saniyeden önce Huzur-i Enver, dünyanın ve Müslümanların durumu hakkında dua çağrısında bulunarak şöyle buyurdu:

Daima söylediğim  gibi, dünyanın içinde bulunduğu durum, Müslümanların durumu, özellikle Filistinliler ve genel olarak Müslüman dünyası için çokça dua edin. Ateşkes ile durumlarının düzeleceği yönünde bir beklenti olsa da, bu insanlar mutlu olsa da aslında durum daha da kötüye gidiyor. Yeni Amerikan başkanının politikaları ve planları zulmün zirvesine ulaştı. Eskiden Amerikalılar onun kendi ülkeleri için tehlike oluşturduğunu ve dış dünyaya karışmadığını söylerlerdi, ancak şimdi tüm dünya için bir tehdit haline geldi. Allah Teala Filistinlilere ve tüm dünyaya merhamet etsin ve onları bu durumdan korusun. Arap ülkeleri artık gözlerini açsın ve birlik olmaya çalışsın. Bunun alternatifi yok. Aksi takdirde sadece Filistin değil, diğer Arap ülkeleri de büyük zorluklarla karşılaşacak.

Şu anda bazı gayrimüslimler de Filistinlilerin hakları için ve zulme karşı seslerini yükseltmeye başladı. Ancak güçlü olan, şu anda tamamen gücünün esiri olmuş durumda ve kimseyi dinlemek istemiyor. Müslümanların çok dikkatli olması gerekiyor ve bizim onlar için dua etmemiz lazım. Bizim elimizde başka bir güç yoktur.

Aynı şekilde Pakistan’daki Ahmediyeler için de dua edin. Onların durumları da bazen çok kötüye gidiyor. Bangladeş’teki Ahmediyeler için de dua edin. Allah Teala onları her türlü muhalefetten ve saldırıdan korusun. Diğer yerlerdeki mazlumlar için de dua edin, mazlum Ahmediyeler için dua edin. Allah Teala hepsini korusun, dünyaya akıl versin ve hepsinde barışı sağlamak için ilgi uyansın. Allah-u Teala bize dua etme fırsatı versin.

Önceki

31.01.2025 – Zukared Gazvesi, Eban bin Said Seriyyesi ve Hayber Gazvesi ışığında Hz. Resulullah’ın (sav) sireti

Sonraki

Peygamberimiz yatmadan önce ne yapardı?