5. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 16 Mayıs 2025’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu: Bugün de Seriyyeler’den bahsedeceğim. Elimdeki materyallerde, Mekke’nin Fethi’nden önce bu seriyyelerin de zikri geçiyor. Kısa bir konu, ardından başka bir konuyu anlatacağım.
Seriyye-i Ebu Katade Ensari, Hadıra tarafına doğruydu. Bu seriyye Hicri 8. yılı Şaban ayında gerçekleşti. Seriyyenin emiri Ebu Katade (ra) idi. Hadıra, Medine-i Münevvere’nin kuzeydoğusunda, Beni Muharib’in topraklarında sayılırdı. Aynı zamanda Necd’e dahil olan Tihame bölgesi olarak da kabul edilirdi. Burada Beni Gatafan’ın bir kolu yaşıyordu.
Beni Gatafan, İslam düşmanlığına sürekli meyilliydi ve Müslümanlara zarar vermek için hiçbir fırsatı kaçırmazlardı. Necd bölgesindeki Hadıra’da ikamet eden Beni Gatafan, Medine Devleti’ne karşı fitne çıkarmakla meşguldü.
Bir rivayete göre Ashab-ı Kiram bu seferde on beş gece dışarıda kaldılar ve iki yüz deve, bin koyun ve birçok esir getirdiler. Humus ayrıldı ve her birinin payına on iki deve düştü. Bir deve on koyuna eşit kabul edildi.
Sonra bahsi geçen başka bir Seriyye de Hz. Ebu Katade’nin Vadi-i İdam tarafına olan seriyyedir. Bu, Hicretin 8. yılında, Ramazan ayında, Ocak 630 miladi tarihinde gerçekleşti. İdam, Medine’den otuz altı mil mesafede, doğu tarafında Necd bölgesinde bir vadidir. Burada Gatafan’ın bir kolu olan Beni Eşca yerleşikti.
Bu seriyyenin sebebi şudur ki, Hz. Resulullah (sav) Mekke’nin fethi için Mekke’ye gitmeyi irade ettiğinde, Hz. Ebu Katade’yi Medine’nin doğu tarafında bulunan Vadi-i İdam’a gönderdi. Oysa Mekke güney tarafındaydı. Böylece insanlar, Peygamber Efendimizin seferinin Mekke tarafına değil, İdam tarafına doğru olduğunu sansınlar diye yapıldı. Bir rivayete göre bu seriyyenin emiri Hz. Abdullah bin Ebi Hadred (ra) idi.
Hz. Abdullah bin Ebi Hadred (ra) anlatıyor: “Vadi-i İdam’a vardığımızda, Amir bin Azbat Eşcai oradan geçiyordu. Yanımıza gelerek İslami usule göre selam verdi. Bunun üzerine Müslümanlar o kişiye dövmek için el kaldırmaktan geri durdular. Ancak Hz. Muhallem’in bu kişiyle önceden bir anlaşmazlığı vardı, bu yüzden Amir bin Azbat’a saldırarak onu öldürdü ve eşyalarını ve devesini ele geçirdi. Bunun dışında sahabeler hiçbir grupla karşı karşıya gelmedi. Zira onlar sadece müşriklerin dikkatini dağıtmak için gönderilmişlerdi, bu yüzden sahabeler oradan geri döndüler. Bu sırada Hz. Resulullah’ın Mekke’ye doğru yola çıktığı haberini aldılar. Bu nedenle onlar da o tarafa yöneldiler ve yolda Hz. Resulüllah (sav) ile birleştiler.
Onlar Hz. Resulüllah’ın yanına geldiklerinde, bu öldürme olayının tamamını ona anlattılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, iyice araştırın. Size selam verene, dünya hayatının ‘Sen mümin değilsin’ demeyin. Eğer siz dünya hayatının malını istiyorsanız Allah katında pek çok ganimet vardır. Önceden siz de böyle idiniz; sonra Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyice araştırın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”
Huzur-i Enver bunu şöyle açıkladı: “Yani selam verene dokunulması, ona karşı sert davranılması, öldürülmesi veya cezalandırılması yasaklanmıştır.” Bu seriyye hicretin 8. yılında gerçekleşmiştir. Ancak bu ayet, hakkında genel kabul gören görüşe göre hicretin üçüncü ve beşinci yılları arasında nazil olan Nisa Suresi’ndendir. Bu olayın öğrenilmesi üzerine Hz. Resulüllah’ın bu ayeti okuyarak hoşnutsuzluğunu ifade etmiş olması muhtemeldir.
Bundan sonra Huzur-i Enver şöyle buyurdu: “Şimdi cemaatin bir büyüğü ve seçkin âlimi, hilafetin fedaisi ve dinin eşsiz hizmetkârından bahsedeceğim. Kendisi geçtiğimiz günlerde vefat etmiştir. Aynı şekilde, bir başka samimi fedai Ahmedî’den bahsedeceğim. Kendisi bu günlerde tutuklu idi ve orada vefatı gerçekleşmiştir ve mevcut kanıtlardan anlaşıldığı üzere, bu açıdan şehadet mertebesindedir.
İlk zikredeceğim kişi, Hz. Seyyid Mir Muhammed İshak’ın oğlu olan Seyyid Mir Mahmud Ahmed Nasir Sahiptir. Kendisi geçtiğimiz günlerde doksan altı yaşında vefat etmiştir. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” O, Hz. Ammacan Nusret Cihan Begüm’ün (ra) yeğeni, Hz. Muslih-i Mev’ud (ra) ve Hz. Meryem Sıddıka’nın damadıydı. Annesinin adı Saliha Begüm’dü. Kendisi, Hz. Mir Nasir Nawab’ın torunuydu.
İlk eğitimini Kadiyan’da aldı, ardından Pencap Üniversitesi’nden lisans diploması aldı. Mart 1944’te, babası Hz. Seyyid Mir Muhammed İshak’ın vefat ettiği gün hayatını vakfetti.
Oğlu sevgili Muhammed Ahmed de bana şöyle yazdı: O, 17 Mart’ın büyük bir öneme sahip gün olduğunu söylerdi. O, kendisine, “Sizin için bu gün neden bu kadar önemli?” diye sorduğunda şöyle dedi: “O gün babam vefat etmişti ve Hz. Muslih-i Mev’ud (ra) o gün bütün günü evimizde geçirmişti, hatta namazları da orada kıldırmıştı ve orada kısa bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmada Mir Sahib’in dini hizmetlerinden, vakıf ruhundan ve ilmi seviyesinden bahsetmişti” dedi. Mir Mahmud Ahmed Sahip diyor ki, “Bunu duyunca ayağa kalktım ve orada Hz. Halifetü’l-Mesih-i Sani’ye, ‘Efendim! Ben vakfediyorum’ dedim.” Bunun üzerine Hz. Muslih-i Mev’ud (ra) çok duygulandı ve bunu çok takdir etti. O zaman Seyyid Mahmud Ahmed Sahib’in yaşı on dört idi ve sonra bu sözünü öyle bir yerine getirdi ki, buna benzer örneklere az rastlanır.
Cemaat hizmetleri şöyledir: 1954’ten 1957’ye kadar burada, İngiltere’de bulundu. Mübelliğ olarak çalıştı ve bu süre zarfında Hz. Muslih-i Mev’ud’un emriyle School of Oriental and African Studies’de eğitim de aldı. IV. Halifetü’l Mesih (rh) ile birlikte okudu. Bir süre Cemaatin Londra Merkezinin sekreterlik görevini de yürüttü. 1957’den 1959’a kadar Vekalet-i Divan’da yedek mübelliğ olarak görev yaptı. Ardından 1960’ta Camiada öğretmen olarak atandı ve 1978’e kadar bu görevi ifa etti. 1978’den 1982’ye kadar Amerika’da mübelliğ olarak bulundu. 1982’den 1986’ya kadar İspanya’da hizmet etme fırsatı buldu. 1986’dan 1989’a kadar Vekil-i Tasnif olarak çalıştı. 1986’dan 2010’a kadar Camia Ahmediyye Rabvah’ın müdür olarak hizmet etti. Bu süre zarfında 1994’ten Temmuz 2001’e kadar Vekil-i Ta’lim olarak da görev yaptı.
Aynı şekilde Research Cell ve “Çarmıh Olayı Araştırma Grubu”nun başındaydı. 2005 yılında Nur Vakfı’nın kuruluşu gerçekleşince, onun başkanı olarak atandı ve ömrünün sonuna kadar bu hizmete devam etti.
Hz. Muslih-i Mev’ud (ra), kendisini 3 Haziran 1962’de Meclis-i İfta’ya üye olarak atadı ve Kasım 1972’ye kadar bu görevde bulundu. Ardından Aralık 1989’da IV. Halifetü’l-Mesih (ra) kendisini tekrar İfta’ya üye olarak atadı ve ömrünün sonuna kadar bu görevde kaldı. Hüddamül-Ahmediye’de de muhtelif sıfatlarla muhtemim ve naib-i sadır olarak hizmet etme fırsatı buldu.
İlmi alanda da onun hizmetleri oldukça kapsamlıdır. IV. Halifetü’l-Mesih’in Kur’an-ı Kerim tercümesinin hazırlanmasında da önemli katkıları olmuştur ki, IV. Halifetü’l-Mesih (ra) da bunu zikretmiş ve teşekkürlerini ifade etmiştir. Kütüb-i Sitte’nin tam Urduca tercümesini tamamladıktan sonra, Müsned-i Ahmed bin Hanbel’in tercümesi devam ediyordu. Aynı şekilde Sahih-i Müslim’in şerhi de devam ediyordu. Şemail-i Tirmizi’nin tercümesini de o yapmıştır. İncil hakkında onlarca ilmi makale yazmış ve bunlar çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. Kitab-ı Mukaddes’ten Tesniye ve İnciller’den üçünün tefsirini yazmıştır. Aynı şekilde Kefen-i Mesih, Merhem-i İsa ve Hz. İsa’nın hicreti hakkında çok yüksek düzeyde araştırmalar yapmıştır.
Kendisine ait şu anda basılmış ve basılmamış kitapları ve materyalleri şunlardır: Siret-ün Nebi (sav); “Kâne Hulukuhu’l-Kur’an” (onun ahlakı Kur’an idi), bunun üç bölümü bulunmaktadır; “Peygamber Efendimiz’in Güzel Sözleri”. Ayrıca namazdan sonra günlük ders seçimi için küçük bir kitapçık “365 Gün” ve “Filistin’den Keşmir’e” adlı eseri; Hz. Mesih-i Mev’ud’un yazıları ışığında Siret-ün Nebi (sav) hakkında topladığı materyal ise henüz basılmamıştır. Sahih-i Buhari’den bazı eğitici başlıklar seçmiştir. Aynı şekilde eski Papa’nın bir islam eleştirisi üzerinde bir reddiye yazmıştır.
İspanya’da Beşaret Camisinin temel atma töreninde, III. Halifetü’l Mesih’in dua ettiği temel taşı da muhterem Mir Sahip elinde taşıyordu. Aynı Beşaret Camisinin açılışında da kendisine ve eşine hizmet etme fırsatı nasip olmuştu ki, IV. Halifetü’l Mesih (rh) da bunu zikretmişti.
1955’te Calsa Salana’nın açılışında II. Halifetü’l Mesih (ra) sekiz nikah ilan etmişti. Bu nikahlar arasında Mir Mahmud Ahmed Sahib’in nikahı da vardı ki, II. Halifetü’l Mesih’in kendi kızı Emetü’l-Metin Sahibe ile kıymıştı.
III. Halifetü’l Mesih (rh) 1982 yılında onun en büyük oğlunun nikahını kıydığında, Seyyid Mir Mahmud Ahmet’ten Hz. Mir Muhammed İshak’ın evlatları bağlamında bahsederken şöyle buyurdu: “Allah-u Teâlâ onun (yani Hz. Mir Muhammed İshak’ın) dualarını işitti ve onun kendisiyle olan sevgisini görerek üç çocuğunu da vakfetmeyi nasip etti. Her kesin karakteri farklı farklı olur, ancak şu özellikler hepsinde ortaktır: cemaatin verdiğini kabul etmek ve hiçbir talepte bulunmayarak memnun yaşamak. Babalarının bu mirası bütün nesillerinde devam etmiştir.
1990 yılında, Şura Meclisi’nde bir fikrini beyan etmişti. Bunun üzerine Pakistan’da yasanın 298-C maddesine dayanarak aleyhine dava açıldı. Ancak hâkim kendisine, konuşmasında Hz. Resulüllah (sav) ve Ashab-ı Kirama hakaret ettiğini söylediğinde hâkim karşısında bunu büyük bir şiddetle reddetti. Kendisi bu durumun onu çok üzdüğünü anlatıyordu. Hâkim, sorguda Mir Mahmud Ahmed’in Nebi-i Kerim (sav) ve sahabeler hakkında aşağılayıcı ifadeler kullanmakla suçladı. Bunun üzerine kendisi, “Bu bana atılan bir iftiradır, bu tamamen yalandır, yalandır, yalandır. Ben Nebi-i Kerim (sav) ve sahabelere kalpten saygı duyuyorum ve onun peygamberliğine kesin bir iman besliyorum” dedi. Sonra, “Ben seyyidim ve onların soyundanım ve yalan söyleyenlere lanet ediyorum” dedi. Bunu hâkim karşısında büyük bir cesaretle ifade etti.
İslam’ın yanı sıra Yahudilik, Hıristiyanlık gibi diğer dinleri de içeren dini ilimlere büyük bir mütalaası vardı. Dinler arası karşılaştırmada özel bir uzmanlığa sahipti. Geleneksel fıkh’a pek takılmazdı, aksine her zaman Kur’an-ı Kerim, Hz. Resulullah’ın sünneti, sahih hadisler, Hz. Mesih-i Mev’ud (as) ve onun halifelerinin ilmi kelamından rehberlik alınması yönünde nasihat ederdi.
Mübeşşir Ayaz Sahip şöyle yazıyor: Mir Sahip son derece masumane ve tertemiz bir hayat sürdü. Son derece zarif fakat alçakgönüllü ve mütevazı, kanaat ve tevekkülün yüksek bir örneği olarak yaşadı. İlim ve irfan deryasıydı, çok büyük bir âlimdi. Huzur-i Enver buyurdu ki, “Söylenenlerin hepsi doğrudur.” Aynı zamanda bir müfessir idi, muhaddis idi. Cemaat-i Ahmediye tarihinde Kur’an-ı Kerim’i tercüme etmenin yanı sıra Kütüb-i Sitte’nin tamamını Urduca’ya tercüme etme başarısına nail olan ilk bahtiyar âlimdir. Mir Sahib’in hayatı şu ifadeden ibaretti: Çalışmak, çalışmak ve sadece çalışmak! Tatil kelimesi Mir Sahib’in lügatinde yoktu.
Mir Sahip şüphesiz hilafeti temsil eden bir zat idi, bunu hilafete itaat ve hilafete muhabbet ederek bize gösterdi ve anlattı.
Hayırla ondan bahsettikten sonra, Huzur-i Enver şöyle buyurdu: “İnsanlar onun hakkında birçok olayı bana yazdılar, çeşitli dostlardan gelen daha birçok şey var ki hepsini anlatması zordur. Her mürebbi veya birçoğu tarafından söylenen ve ortak bir şey vardır. Kendisi şöyle derdi: ‘Kabir’ kelimesini daima göz önünde bulundurun! Ona göre amel edin.’ Ve bu ‘kabir’ kelimesinin anlamını şöyle açıklarlardı: Kaf harfi Kur’an’ı, Be harfi Buhari hadis kitabını, Ra harfi ise Ruhani Hazain’i temsil eder. Şöyle derdi, eğer siz bunların uzmanı olursanız, bunları elde ederseniz, bunlara göre amel etmeye çalışırsanız, bunlardan doğru ilmi öğrenmeye çalışırsanız, bunlardan maneviyatı öğrenmeye çalışırsanız, o zaman amacınıza ulaşmada başarılı olursunuz.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Zaten ‘kabir’ kelimesinin kendisi de öyledir ki, insan aklında tutarsa Allah-u Teâlâ’yı hatırlar ve Allah hatırlandığında insan takva üzere yürümeye de gayret eder.
Velhasıl, hilafetin büyük bir yardımcısı ve destekçisiydi, canını feda edendi, her emri harfiyen yerine getirendi, vefalıydı, öyle bir sultan-ı nasir’di ki az bulunur, ilmiyle amel eden bir alimdi. Onun gibi bir örnek şu an en azından gözüme çarpmıyor. Allah’ın hazinelerinde ise hiçbir eksiklik yoktur. Allah lütfetsin ki, böyle örnekler daha da meydana gelsin ve Allah-u Teâlâ Ahmediye Hilafeti’ne böyle vefalı, samimi ve takva üzere yürüyen yardımcılar ihsan buyursun.
Ve onların evlatlarını da babalarının dualarından nasiplendirsin ve onun amelleri, onun nasihatleri üzere yürümeye muvaffak kılsın.
Başta bahsettiğim gibi ikinci zikir, geçtiğimiz günlerde esaret altındayken vefat eden bir Ahmedî’ye aittir. Kendisi Karaçi’den Gulam Resul Sahib’in oğlu Doktor Tahir Mahmud Sahibi idi. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” Rapora göre Karaçi’nin Malir Kolonisi Sadrı olan merhum Tahir Mahmud Sahip, ve diğer iki Ahmedi İcaz Hüseyin Sahip ve Ayaz Hüseyin Sahip, Karaçi’deki Malir Kolonisi’nde bulunan Ahmediye Camii’nin mimari tarzı ve orada Cuma namazının kılınması gerekçesiyle polis tarafından suçlanmış ve tutuklanmışlardır. Önce tutuklama öncesi kefalet alınmıştı, ancak daha sonra kefaletleri iptal edilmiş ve tutuklanmışlardır. Bu sırada, kefalet için mahkemede bulundukları sırada, muhaliflerin kalabalığı ve muhalif avukatlar ona saldırmış, onu şiddete maruz bırakmış, tehlikeli sonuçlarla tehdit etmişlerdir. Hatta bir polis memuru kalabalığa onu kurşunlamalarını söylemiştir. Polis merkezinde de onlara işkence yapılmış, Hz. Akdes Mesih-i Mev’ud (as) ve halifelerine karşı hakaret etmeye zorlamışlardır. Ancak o direnmiş, metanet göstermiştir. Bunun ardından adli işlem yapılarak hapse gönderilmişlerdir. Hapiste iki ay kaldı.
Vefatından birkaç gün önce, böbreklerindeki enfeksiyon nedeniyle hapishanede rahatsızlandı, ardından oradan hastaneye gönderildi, ancak birkaç gün sonra vefat etti. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” Vefat ettiği sırada hastanede bile ellerinde kelepçeler vardı.
Vefatı, gördüğü şiddet nedeniyle iç kanamaları ve yaralanmaları sonucu olmuş olabilir. Belki de asıl sebep budur.
Esaretin zorluklarına katlandı, şiddete maruz kaldı, mahkeme önünde ona şiddet uygulandı ve bütün bu sebepler ve şartlar öyle ki, bu açıdan diyebiliriz ki kendisine şehadet makamı nasip olmuştur ve şehitler zümresinde yer alacaktır.
Nizam-ı Vasiyyet’e dâhildi ve sadır, sekreter-i davet-ileyallah ve cemaatin alt kuruluşlarda birçok diğer hizmet etme fırsatı buldu. Geride muhterem eşinin yanı sıra bir kızı ve üç oğlu kaldı. Oğlu mürebbi-i silsiledir ve Pakistan’dadır. Allah Teâlâ merhuma mağfiretiyle muamele eylesin, derecelerini yükseltsin ve evlatlarına da onun izinden gitmeyi nasip eylesin.
Hutbe-i Saniye’den önce Huzur-i Enver, Cuma namazından sonra gıyabi cenaze namazının kılınacağını bildirdi.
…٭…٭