5. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 11 Temmuz 2025’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu:
Geçen hutbede belirtildiği gibi, Kabe’nin anahtarı Osman bin Talha’daydı. Mekke fethedildiğinde, Hz. Ali (r.a.) su verme (sikaye) ayrıcalığının yanı sıra anahtarları elinde bulundurma (kilidbâri) ayrıcalığını da talep etti, yani anahtarların kendisine verilmesini istedi. Ancak Resulullah (s.a.v.) Kabe’den çıkarken Osman bin Talha’yı çağırdı ve anahtarları ona geri vererek şöyle buyurdu: “Bugün iyilik ve vefa günüdür.” O zaman Osman bin Talha Müslüman olmuştu.
Hz. Resulullah’ın (s.a.v.) neden böyle söylediğinin detayı şöyledir: Hicretten önce bir keresinde Osman bin Talha’dan Kabe’nin anahtarını istemişti. Osman bin Talha ise ona hakaret etmiş ve son derece kaba bir dil kullanmıştı. O zaman Resulullah (s.a.v.) büyük bir sabırla davranmış ve şöyle buyurmuştu: “Ey Osman! Unutma ki bu anahtar bir gün benim elime geçecek ve ben onu istediğim kişiye vereceğim.”
Osman o zaman şöyle cevap vermişti: “Eğer böyle bir zaman gelirse, o Kureyş’in helak ve zillet zamanı olacaktır.” Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hayır, tam aksine, o zaman Kureyş’in refahı ve onuru olacaktır.”
Resulullah (s.a.v.) o zaman kendisine yapılan tüm bu haksızlıkları hatırlıyordu, ancak buna rağmen bu insanlara rahmet ve şefkat gösterdi.
Resulullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: “Bu anahtarı daimi olarak al. Onu senden ancak zalim olanlar alır. Artık bu senin ailende kalacaktır.” İşte bu yüzden, günümüze kadar Kabe’nin anahtarı bu ailede nesilden nesile geçmektedir.
Rivayet edilir ki, Mekke’nin fethinden sonraki ikinci gün, Benu Huzaa kabilesi Benu Bediyl’den müşrik bir adamı öldürdü. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) öğle namazından sonra hutbe vermek için ayağa kalktı. Sırtını Kabe’ye dayamış bir haldeydi veya bir rivayete göre devesine binmişti. Allah Teâlâ’ya hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Allah Teâlâ Mekke’yi gökleri ve yeri yarattığı, güneşi ve ayı meydana getirdiği, Safa ve Merve dağlarını diktiği günden beri harem kılmıştır. Onu insanlar değil, Allah Teâlâ harem yapmıştır. Bu, Kıyamet Günü’ne kadar haremdir. Dolayısıyla Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman eden kimsenin burada kan dökmesi veya ağaç kesmesi helal değildir. Bu, ne benden önce birine helal kılınmıştır ne de benden sonra birine helal olacaktır. Bana sadece bir anlığına helal kılınmıştı. Sonra dün olduğu gibi harem oluşu geri dönmüştür.Sizden burada olanlar, burada olmayanlara bunu ulaştırsın. Kim size Resulullah’ın (s.a.v.) burada (Mekke’de) savaş yaptığını söylerse, ona deyin ki: “Allah Teâlâ onu kendi Resulü için helal kıldı, sizin için helal kılmadı. Ey insanlar! İnsanlar arasında Allah Teâlâ’ya karşı en cüretkar olan kişi, haremde cinayet işleyen, kendi katilinden başkasını öldüren veya Cahiliye dönemi kan davaları sebebiyle cinayet işleyendir.Ey Benü Huzaa! Cinayetten ellerinizi çekin! Siz bir kişiyi öldürdünüz. Ben onun diyetini ödeyeceğim. Benim güvencemden sonra kim birini öldürürse, onun ailesine iki seçenek sunulacaktır: İsterlerse diyet alırlar, isterlerse onu öldürürler.”
Daha sonra Resulullah (s.a.v.), Huzaa oğullarının öldürdüğü kişinin diyeti olarak yüz deve verdi; diyeti onların adına kendisi ödedi.
Aynı günlerde, Fudale bin Umeyr’in Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) öldürme yönündeki kirli planı da ortaya çıktı.
Bunun detayları şöyle yazılmıştır: Mekke’nin fethi günü, içten içe kin besleyen ama yapacak bir şeyi olmayan birçok insan vardı. Bu nedenle, İkrime ve benzeri Mekke’nin bazı cesur gençleri, organize bir birlik oluşturup bir yerde durarak silahlı direniş bile göstermişlerdi. Bu tür düşüncelere sahip kişilerden biri de Fudale bin Umeyr idi.
Fudale anlatıyor: Resulullah (s.a.v.) Kâbe’yi tavaf ederken ben de o kalabalığa karıştım ve düşündüm ki, Resulullah’a (s.a.v.) yaklaşır yaklaşmaz, gizlice hançerimle saldırıp (Allah korusun!) onu öldüreceğim. Bu niyetle Resulullah’ın (s.a.v.) arkasından gitti. Ona yaklaştığı an Resulullah (s.a.v.) onu gördü ve “Sen Fudale misin?” diye sordu. Fudale “Evet” dedi. Resulullah (s.a.v.) sordu: “Kalbinde ne düşünüyorsun?” Fudale yalan söyledi ve “Allah’ı zikrediyorum” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) gülümsedi ve şöyle buyurdu: “Allah’tan bağışlanma dile. Söylediğini yapmıyorsun.” Sonra yaklaştı ve elini onun göğsüne koydu.
Fudale (r.a.) anlatıyor: “Vallahi, Resulullah (s.a.v.) elini göğsümden çekmeden, dünyada bana en sevgili kişi Muhammed (s.a.v.) oldu.”
Evine geri döndüğünde, o artık tamamen değişmiş bir insandı.
Hz. Ebubekir’in babasının İslam’ı kabul etmesi olayı da o günlerde yaşandı.
Hz. Ebubekir’in babası, Mekke’nin fethine kadar iman etmemişti. O zamanlar gözleri görmüyordu. Mekke’nin fethi sırasında Resul-i Ekrem (s.a.v.) Harem’e girdiğinde, Hz. Ebubekir babasını alıp Resul-i Ekrem’in (s.a.v.) huzuruna getirdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onları görünce şöyle buyurdu: “Ey Ebubekir! Bu yaşlı kişiyi evde bıraksaydın ya. Ben kendim onun yanına gelirdim.” Bunun üzerine Hz. Ebubekir şöyle arz etti: “Ya Resulallah! Aslında o, sizin huzurunuza gelmeye daha layıktır, sizin onun yanına gitmenizden ziyade.” Bundan sonran Hz. Ebubekir’in babası İslam’ı kabul etti.
Hz. Ümmü Hani’nin evinde Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) yemek yediğine dair bir rivayet de bulunmaktadır.
İbn-i Abbas’tan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.) Mekke’nin fethi günü Hz. Ümmü Hani’ye şöyle sordu: “Yiyecek bir şeyin var mı, yiyebilir miyiz?” Hz. Ümmü Hani şöyle arz etti: “Kuru ekmek parçalarından başka bir şeyim yok ve onları size sunmaktan haya ediyorum.” Resulullah (s.a.v.) “Onları getir” buyurdu. Onları suya batırdı. Hz. Ümmü Hani biraz tuz getirdi. Resulullah (s.a.v.) “Yanında çorba var mı?” diye sordu. Hz. Ümmü Hani “Ya Resulallah! Sirkeden başka bir şeyim yok” dedi. Resulullah (s.a.v.) “O sirkeyi getir” buyurdu. Sirkeyi yemeğin üzerine döktü ve ondan yedi, sonra da Allah Teâlâ’ya şükretti. Daha sonra şöyle buyurdu:
“Sirke ne güzel bir katıktır, ey Ümmü Hani! Sirke bulunan ev fakir olmaz.”
Huzur-i Enver şöyle dedi: Şükretmenin en ala seviyesi ve Ümmü Hani’nin de gönlünü aldı. Mekke Fatihi’nin hali bu idi; Halbuki her şey her evden temin edilebilirdi, ancak o kuru ekmek parçalarıyla yetindi.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Mekke’ye varışı ve orada her şeye, özellikle de Kabe’ye sevgiyle bakması, Ensar’ın kalbinde onun orada kalacağı endişesini uyandırdı. Bilinen bir söz vardır: “Aşk binlerce şüphe demektir.” Yani bir sevgi vardır ve onunla birlikte binlerce vesvese ve kötü zanda bulunma hali gelir. Seven kişi her zaman sevdiğini merak eder. Mekke Fethi sırasında aşk, sevgi ve vefa dolu birçok manzara görüldü. Bunlardan biri de Medine Ensar’ından görülen çok temiz ve hoş bir manzaraydı.
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Resulullah (s.a.v.) geldi, Mekke’ye girdi ve Hacerü’l-Esved’e yöneldi, ona istilam etti yani Hacerü’l-Esved’i öptü. Sonra Beytullah’ı tavaf etti. Ardından Safa’ya çıktı, oradan Beytullah’ı seyrediyordu. İki elini kaldırdı ve Allah Azze ve Celle’yi, Allah Teâlâ’nın dilediği kadar zikretmeye ve dua etmeye başladı. Ensar O’nun aşağısındaydı. O (s.a.v.) dua etti, Allah’a hamd etti ve Allah’ın dilediği kadar dua etti.
Resulullah’ın (s.a.v.) meşguliyetlerini ve Mekke halkına karşı gösterdiği inanılmaz güzel muameleleri gören Ensar, kendi düşüncelerine dalmışlardı. Birbirlerine şöyle demeye başladılar: “Ona vatan sevgisi ve kabilesinin sevgisi ağır bastı ve belki de şimdi kendi yurdunda, akrabalarının arasında kalacak.” Ve Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) ayrılık düşüncesiyle hüzünlendiler.
Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki: Ensar’ın bu haldeyken, o sırada Resulullah’a (s.a.v.) vahiy indi. Vahiy sona erdiğinde Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ey Ensar topluluğu!” Onlar da “Ya Resulallah! Buyurun!” dediler. Resulullah (s.a.v.) buyurdu: “Siz bu kişinin vatan sevgisinin ağır bastığını mı düşünüyorsunuz?” Onlar “Evet, öyle” dediler. Resulullah (s.a.v.) buyurdu: “Eğer öyle olursa, benim adım ne olur? Ben Muhammed’im, Allah’ın kulu ve O’nun Resulü’yüm. Allah rızası için size hicret ettim; artık yaşantım ve ölümüm sizinledir.”
Bunun üzerine Ensar, gayri ihtiyari bir şekilde ağlayarak Resulullah’a (s.a.v.) doğru ilerlediler ve şöyle dediler: “Allah’a yemin olsun ki, ne söylediysek, Allah’a ve O’nun Resulü’ne olan şiddetli sevgimizden ve sizden ayrılma korkumuzdan dolayı söyledik.”
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah ve O’nun Resulü sizin bu sözünüzü tasdik eder ve mazeretinizi kabul eder.”
Kâbe’nin çatısından öğle ezanı okundu. Öğle namazı vakti geldiğinde, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Bilal’e (r.a.) emretti ve o da Kâbe’nin çatısına çıkarak ezan okudu.
Rivayet edilir ki, o gün Resulullah (s.a.v.) tüm namazları tek bir abdestle kıldı. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) mübarek adeti genellikle her namaz için taze abdest almaktı. Ancak o gün sahabiler O’nun tek bir abdestle namaz kıldığını görünce, Hz. Ömer (r.a.) şöyle arz etti: “Ya Resulallah! Bugün daha önce yapmadığınız bir şeyi yaptınız.” Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ömer! Ben bunu bilerek yaptım.”
Ulema buradan şu çıkarımı yapmıştır: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ihtiyaç halinde böyle yapmanın kolaylığını göstermek için bu örneği vermiştir.
Bu esnada Peygamber Efendimiz (s.a.v.) genel biat da aldı.
Detaylarda şöyle yazılmıştır: Hz. Esved bin Halef’ten (r.a.) rivayet edildiğine göre, Mekke’nin fethi günü Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) gördü; insanlardan biat alıyordu. Mekke’nin aşağı kısmında bir kaya olan Karn-ı Müsfele’nin yanında oturdu ve insanlardan İslam üzere biat aldı. Küçükler ve büyükler, erkekler ve kadınlar O’nun huzuruna geldiler. Onlardan Allah’a iman etmeleri ve Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (s.a.v.) O’nun kulu ve Resulü olduğuna şehadet etmeleri üzerine biat aldı.
Erkeklerin biatından sonra kadınların biatını aldı. Bu kadınlar arasında Ebu Süfyan’ın eşi Hind de vardı.
Bir rivayette şöyle geçer: Hind bint Utbe, dalalette olduğunu anladığında, kocası Ebu Süfyan’a şöyle dedi: “Ben Muhammed’e (s.a.v.) biat etmek istiyorum.” Ebu Süfyan şaşkınlıkla “Bugüne kadar hep inkar edip duruyordun, bu ani ve büyük değişiklik nasıl oldu?” diye sordu. Hind şöyle cevap verdi: “Allah’a yemin olsun ki, Mekke’nin fetih günü Müslümanları Muhammed (s.a.v.) ile birlikte ibadet ederken gördüm ve tüm gece Muhammed (s.a.v.) ile birlikte Kabe’de öyle ibadet ettiler ki, kimisi kıyamda, kimisi rükuda, kimisi de secdedeydi. Bugüne kadar böyle ibadet eden kimseyi görmedim.”
Huzur-i Enver buyurdu ki: Hakkında idam kararı verilen suçlular hakkında yazılanları, detaylı bir şekilde açıklayacağım. Gerçi bu konuda bazı kişilerin çekinceleri var ve olaylar da bunu gösteriyor, çünkü idam kararının dayandırıldığı sebepler, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) davranış ve tabiatına açıkça aykırıdır.
Hazreti Muslih Mev’ud (r.a.) bu konuda kendi görüşünü şöyle yazmıştır: Sadece on bir erkek ve dört kadın vardı ki, bunların şiddetli zalimane cinayetleri ve fesatları sabit olmuştu. Onlar adeta savaş suçlularıydı ve Resulullah’ın (s.a.v.) onlar hakkında öldürülmeleri yönünde bir emri vardı. Çünkü onlar sadece küfür ve savaşmaktan suçlu değillerdi, aynı zamanda savaş suçlusuydular. Ancak onlardan birçoğunu Müslümanların ricası üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) serbest bıraktı.
Hazreti Mesih Mev’ud (a.s.) şöyle buyurmuştur: Hatemu’l-Enbiya (s.a.v.), Mekke halkını ve diğer insanları tamamen fethedip onları kılıcının altında gördükten sonra günahlarını bağışlamıştır. Ve sadece, cezalandırılmaları için Allah-u Teala’dan kesin emir gelmiş olan o birkaç kişiyi cezalandırmıştır. O ebedi lanetliler dışında her düşmanın günahını bağışlamıştır.
Ayrıca Huzur-i Enver buyurdu ki: Öldürülen kişilerin öldürülme sebepleri tarihte zikredilmiştir. Bunları elbette açıklayacağım, ancak bunlar tatmin edici sebepler değildir.
Bu konudaki detayları ve reddiyelerini sunduktan sonra Huzur-i Enver şöyle buyurdu:
Şüphesiz bazı Kureyş liderleri, İslam düşmanlarının öncüleriydi ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) geliş haberini duyduklarında Mekke’den kaçtılar. Ancak İbn İshak’ın, onların öldürülmeleri emredildiği için kaçtıkları yönündeki çıkarımı sadece bir varsayımdır. Kısacası, Mekke’nin fethi sırasında sadece birkaç kişinin öldürülmesine karar verildi. Ve onlar da, hakem ve adel olan Hazreti Mesih Mev’ud’un (a.s.) dediği gibi, “cezalandırılması için Cenab-ı Allah’tan kesin emir gelmiş olan o birkaç kişiydi.Ve o ebedi lanetliler dışında her düşmanın günahı bağışlanmıştır.
İşte bunun gerçeği budur. Bu nedenle, “şu kadar kişi öldürüldü, onlar hiciv yapıyorlardı, Peygamber’e hakaret ediliyordu” demek tamamen yanlış iddialardır.
Geri kalanını inşaallah bir sonraki bölümde anlatacağım.
Huzur-u Enver, Cuma hutbesinin sonunda mevcut durumlar göz önüne alınarak dua etme ve erzak toplama hatırlatması yaptı.
“Dünyadaki durumlar malumunuz. Bunun için dua etmeye devam edin. Daha önce de birçok kez söyledim, söylemeye devam ediyorum; daha önce de acil durumlar için hatırlatmalar yapıyordum, birçok kez söyledim ki, gücü yetenler acil durumlar için birkaç aylık erzak stoklamalıdır. Şimdi bazı hükümetler de kendi halklarına üç aylık erzak bulundurmalarını söyledi. Velhasıl, Allah Teâlâ dünyaya merhamet etsin ve bizleri savaşın tehlikeli, korkunç durumlarından korusun.”