Bu eleştirici, İslâm cihadından bahsetmiş ve Kur’ân-ı Kerim’in bir şart gözetmeden cihada teşvik ettiğini sanmıştır. Bundan daha büyük bir yalan ve iftira yoktur.
Kur’ân-ı Kerim ancak Allah kullarının ona iman etmelerine mani olan ve bu şekilde dine muhalefet eden kimselerle savaşmayı emreder. O insanların Allah’ın (c.c.) buyruklarına uymalarını ve O’na ibadet etmelerini yasaklayanlarla, aynı şekilde sebepsiz olarak Müslümanlarla savaşan ve müminleri evlerinden ve yurtlarından çıkaran; Allah’ın (c.c.) kullarını zorla kendi dinlerine çekmek isteyen; İslâm dinini yok etmek isteyen ve insanların Müslüman olmalarına mani olan kimselerle savaşmayı emreder. Allah’ın (c.c.) gazabına uğrayanlar da işte onlardır. Vazgeçmedikleri takdirde müminlerin onlarla savaşmaları lâzımdır.[1]
Sahabeler ne kadar doğru kimselerdi. İçlerinde peygamber ruhu vardı. Allah onlara Mekke’de, paramparça edildikleri hâlde bile kötülüğe karşılık vermemelerini emrettiği zaman onlar, bu emre itaatleri sonucunda süt çocukları gibi güçsüz ve zayıf bir hale geldiler. Ne ellerinde ne de kollarında takat vardı.
Bazıları ayaklarından iki deveye bağlanarak develer ters istikametlere doğru koşturulmak suretiyle turp gibi ikiye bölünerek öldürüldüler. Fakat ne kadar acıdır ki Müslümanlar, özellikle din bilginleri, bütün o hadiseleri unuttular ve artık bütün dünyayı av olarak görmeye başladılar. Bir avcının korulukta sinsice bir ceylana yaklaşarak, fırsatını bulduğunda onu vurması gibi! Mollaların çoğu da işte bu şekilde hareket etmektedir.
İnsanlıktan hiçbir nasipleri olmayan bu tür insanlara göre, hiç sebep yokken, gafil bir insana tabanca yahut tüfek ile saldırmak İslâm’dır! Ashab-ı Kiram gibi dayak yiyip sabreden insanlar nerede? Acaba Allah bize, hiç bilmediğimiz ve tanımadığımız insanları elimizde suçlu olduklarına dair hiçbir delil yokken, gafil avlayarak bıçak yahut tüfekle öldürmemizi mi emretmiştir? Acaba “günahsız, suçsuz, İslâm dini hakkında tam olarak ikna edilmemiş kullarımı öldürün; böylece cennet’e gireceksiniz” diye emreden bir din Allah (c.c.) tarafından olabilir mi?
Eskiden beri bir düşmanlığımız bulunmayan ve kendisiyle hiç ilgimiz yokken hatta belki de hiç tanımadığımız birisine; çocukları için bir şeyler satın alırken yahut başka bir işle meşgulken sebepsiz olarak tabancayla ateş ederek birden karısını dul, çocuklarını yetim ve evini de bir matem yeri haline getirmek yazık ve utanç verici değil midir?
Hangi hadis veya hangi âyette böyle yazılıdır. Bu soruya cevap verebilecek bir din adamı var mıdır? Ey cahiller! Siz cihadın sadece adını duymuşsunuz ve onunla nefsanî amaçlarınızı yerine getirmek istiyorsunuz.[2] “Hâlbuki kâfirlerin bize karşı hazırlandıkları gibi hazırlanmamız ve onların bize davrandıkları gibi bizim de aynı şekilde onlara davranmamız, bize kılıç çekmedikçe bizim de onlara kılıç çekmememiz emredilmiştir.”[3]
İslâmiyeti yüceltmeye çalışınız. Muhaliflerin dinî suçlamalarını cevaplandırınız. Güzel bir din olan İslâm’ın güzelliklerini dünyaya ispat ediniz. Allah başka bir durum dünyaya göstermedikçe cihad işte budur.[4]
Bana öğretilen ikinci prensip, bazı cahil Müslümanlar arasında şöhret bulmuş olan “yanlış cihad” düşüncesini islâh etmektir. Bugün cihad olarak kabul edilen hareketlerin Kur’ân talimatına ters düştüğünü Allah (c.c.) bana anlatmıştır. Evet, Kur’ân-ı Kerim’de savaş emredilmişti. Savaşla ilgili o Kur’ân emri, Musa’nın savaşlarından daha mantıklı ve Yuşa bin Nun peygamberin savaşlarından daha hoş idi. Onun dayandığı nokta, yalnız şuydu: Müslümanları öldürmek için haksız olarak kılıç kaldırıp kan akıtan ve zulümlerini son haddine vardıranlar kılıçlarla katledilsin.[5]
Burası (Hindistan) “Dar-ül harp”tir. Papazlara karşı rahat durmamalıyız. Yalnız bizim harbimiz de onlarınki gibi olsun. Onlar hangi silâhlarla meydana çıktılarsa bizde aynı silâhlarla karşılık vermeliyiz. İşte o silâh kalemdir. Zaten bu sebepten dolayıdır ki Allah bu âcize “Sultan-ül kalem” (kalemle hükmeden) ve kalemime de “Zülfikar” ismini vermiştir. Bundaki sır şudur:
“Bu çağ savaş çağı değildir. Aksine bu çağ kalem çağıdır.[6]
Gelmiş geçmiş bütün gerçek Müslümanlar “İslâmiyet kılıçla yayılsın” şeklindeki inanca hiçbir zaman sahip olmamışlardır. Tersine İslâmiyet kendine özgü güzellikleriyle dünyaya yayıldı. Sonuç itibarıyla, kendilerine Müslüman deyip “İslâmiyet kılıçla yayılmalı” şeklindeki inanış dışında hiçbir şeyi bilmeyenler İslâmiyet’in kendine özgü güzelliklerini kabul etmemektedir. Çıkardıkları olaylar ise vahşi hayvanların yaptıklarına benzemektedir.[7]
Kur’ân-ı Kerim dinin yayılması için kılıcın kullanılmasını açıkça yasaklamaktadır. Ona göre, dinin kendine özgü güzellikleri takdim edilip, güzel ahlaki örneklerle insanlar İslâmiyet’e davet edilmeli. İslâmiyet’in başlangıcında kılıcın kullanılma emri dinin yayılışı için değildi. Tersine düşmanların saldırıları karşısında Müslümanlar kendilerini müdafaa etmek ve barışı korumak için kılıç kullanmıştır. Bunun gayesi hiçbir zaman “dinde zorlama” değildi.[8]
“Vadedilen Mesih gökten inip kâfirlerle savaşacak, cizyeyi kabul etmeyecek, onları ölüm ve İslâmiyet arasından birini seçmeye zorlayacak” şeklindeki meşhur inanış ve bazı din bilginlerinin sözü tamamıyla batıldır. Hatalarla dolu olup Kur’ân-ı Kerim’in naslarına açıkça ters düşmektedir ve iftiracıların iftirasıdır.[9]
Milletime (Müslümanlara) acıdığım için, Urdu, Fars ve Arap dilinde kitaplar yazıp şunları açıkladım: Müslümanlar arasında cihad anlayışı, kan dökecek olan bir İmamın beklenmesi ve diğer milletlere kin tutmak şeklindeki inanışlar düşüncesizce hareket eden bazı din bilginlerinin hatalarıdır. Yoksa İslâmiyet’te şu durumlar haricinde din için kılıcın kullanılması caiz değildir:
· Kendini müdafaa etmek,
· Zalimi cezalandırmak
· Özgürlüğü korumak.
Düşmanın saldırıları karşısında hayati tehlike doğduğu zaman kendini müdafaa etmek için savaşa ihtiyaç duyulur. İşte bu üç çeşit cihad şer’en caizdir. Bunlar haricinde, dini yaymak için yapılan herhangi bir savaşın İslâmiyet’te yeri yoktur. Bu yolda bir hayli para harcayarak, bu konuyu içeren kitapları, başta kendi memleketim olmak üzere Arabistan, Suriye ve Horasan gibi ülkelere dağıttım.[10]
Unutulmamalı ki İslâmiyet sadece kılıç çekip öldürmekte ilk davranan karşısında kılıç kullanmayı ve öldürmeyi emreder. Kendilerine adaletli ve insaflı davranan kâfir padişahın saltanatında yaşayıp, adaletli ve insaflı tutumundan faydalanmak ve daha sonra ona karşı savaş açmak İslâmiyet’in öğretisi değildir. Kur’ân-ı Kerim’e göre böyle bir davranış takva sahibinin değil, şerlilerin tutumudur.[11]
Açıkca bilinsin ki cihad, kesinlikle Müslüman din bilginlerinin anlattıkları ve halk önünde açıkladıkları gibi değildir. Bunun sonucunda, coşku dolu vaazlarıyla bilgisiz halkı yırtıcı hayvanlar haline getirip insanlığın güzelliklerinden yoksun etmelerinden başka hiçbir şey elde edemediler. Sonuç aynen böyle oldu. İslâmiyet’in neden “cihat”ı farz ettiğini ve başlangıçta neden savaşa ihtiyaç duyulduğunu bilmeyen ve haksız yere kan akıtan bu akıldan yoksun, nefsanî insanların günahını bu din bilginleri taşımaktadır. Çünkü onlar halka gizlice bu tür meseleleri öğretirler. Bunun sonucu da acı dolu ölümlerdir.
Yazılanlara göre, Vadedilen Mesih geldiğinde kılıçla cihad ve dini savaşlar son bulacaktır. Vadedilen Mesih kılıç dâhil dünyevi silahların hiçbirini eline almayacak. O’nun silahı dua, kılıcı ise azmi olacak. Barış temelini atacak, öyle ki keçi ve aslanı aynı yerde toplayacak. Devri barış, yumuşaklık ve dert paylaşma zamanı olacak. Yazıklar olsun! Peygamber Efendimiz bin üçyüz sene önce Vadedilen Mesih’in savaşları sona erdireceğini söylemiştir. Yazıklar olsun! Onlar bunun üzerinde neden düşünmüyorlar?[12]
Ey arkadaşlar şimdi cihad düşüncesini terk edin;
Din için savaşmak şimdi haramdır.
Dinin imamı Mesih geldi;
Şuan bütün din savaşları sona erdi.
Şimdi gökten Allah’ın nuru inmektedir;
Savaş ve cihad fetvası şuan boş yeredir.
Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.): “İsa Mesih savaşları erteleyecektir” buyurmuştur.[13]
Azizim! Dini desteklemenin yolu tamamıyla farklı olup,
Sana ihtilaf edene kılıç çekmek değildir.
Dini desteklemek için neden kılıç çekmeye ihtiyaç duyuyorsun;
Bekası (ayakta kalması) kana bağlı olan din, din değildir.[14]
Hz. Mirza Gulam Ahmed Kadiyani
Eserlerden Derlemeler Kitabından
[1] Nur-ül Hak; (1894) Ruhani Hazain; s.62, c.8, 2.bs., London, 1984
[2] Govt.Angrezi Or Cihad;(1900), Ruhani Hazin; s.12-13, c.17, 2.bs., London 1984
[3] Hakikat-ül Mehdi; (1899), Ruhani Hazain; s.454, c.14, 2.bs. London, 1984
[4] Mevlana M. İsmail; Darud Şerif; s.26
[5] Tuhfe-yi Kayseriye;(1897), Ruhani Hazain; s.262, c.12, 2.bs. London, 1984
[6] Malfuzat; s.232, c.1
[7] Tiryak-ul Kulub;(1902), Ruhani Hazain; s. 167, c.15, 2.bs., London, 1984
[8] Sitara -ı Kaysariyya; (1899), Ruhani Hazain,; s.120-121, c.15, 2.bs., London, 1984 [9] Nur’ul Hak; Ruhani Hazain; s.67, c.8[10] Mesih Hindustan Men;(1908), Ruhani Hazain; s.4-5, c.15, 2.bs., London, 1984[11] Encam-yı Atem;(1897), Ruhani Hazain; s.37, c.11, 2.bs., London, 1984 [12] Goverment Angrezi or cihad; Ruhani Hazain; s.7, c.17[13] Tuhafa Golraviya; (1902), Ruhani Hazain; s.77, c.17, 2.bs., London, 1984[14] Tiryak’ul Kulub; Ruhani Hazain; s.132, c.15