Başka bir itirazda deniliyor ki Allah’a inanınca insan ahlakının güzelleşiyor olması gerek. Oysa görünene inanılırsa en rezil ahlaklara sahip olanlar din mensupları oluyorlar.
Hem batılı hem doğulu ateistler bu itirazı sunuyorlar. Hindistanlı ateistler diyorlar ki Allah’a Müslümanlar daha çok inanıyorlar. Oysa hapishanelerin mahkûmları arasında en çok Müslümanlar vardır.
Benzer şekilde Hinduların ve Hıristiyanların hatırı sayılır bir miktarı hapishanelerde çürümektedir.
Bunun cevabı basittir. Ahlaki çöküntü Allah’a inanmanın neticesinde değil, gerçekten inanmamanın neticesindedir. Birisinin sadece ağzıyla “Allah’a inanıyorum” demesi faydalı olabilir mi? Ağzımızla “Aspirin Aspirin” deyince ateşimiz düşüyor mu? Eğer düşmüyorsa sadece “Allah’a inanıyorum” demek nasıl faydalı olabilir?
Ayrıca Hindistan’ın ateistlerinin çoğu devsamaji grubuna aitler. Bu gruba girenlerin suç oranının düşük olduğunu söylerler. Eğer bu iddiaları kabul edilse bile yine bir iltifata layık değiller. Onlar birini gruba kabul etmeden önce belli ayıplardan sakındıklarına dair bir form doldurtuyorlar. Bunun anlamı şudur ki bu gruba zaten gözle görünen bariz günahlara alışık olmayanlar giriyorlar. Bunda övünecek ne var? Diğer cemaatlerde iyi insanlar yok mudur? Onlar da eğer kendi bünyesindeki zayıf olanları dışarı atarlarsa devsamajilerden binlerce kez fazla iyi adam gösteremezler mi? Devsamajiler bu konuda “Bakın bizim ordumuzun intizamı ne kadar şahanedir. Bize katılan herkesin omuzları genişliyor; boyu uzuyor” diyen bir komutana benzerler. Hâlbuki orduya zaten omuzu geniş boyu uzun olanlar alınır. Ordu sayesinde bu özellikler kazanılmıyor; zaten önceden var oluyorlar.
Ya da birisi hastaneye gidip “burası ne biçim yer. Herkes sakat veya hasta veya kördür!” diyebilir mi? Hastane zaten böyleleri için yapılır.
Aynı şekilde Devsamajilerin az günahkâr olmaları grubun verdiği eğitimin bir özelliği değildir. Zaten belli günahlardan arınmış olanları alıyorlar. Onlarınki görevi zayıfların iyileştirilmesi olan bir din değildir. Sadece belli özellikleri olan insanları toplayan bir kulüptür.
Oysa bir peygamberin misali bir doktor gibidir. O hastaları iyileştirmek için gelir. Onun hastanesinde yavaş yavaş eliyle şifa gören hastaların bulunması şarttır. Doğrudan söylediğini ret edenler dışında kapısı herkese açıktır.
Ayrıca devsamajilerin ahlaki olarak lekesiz oldukları da yanlıştır. Geçenlerde kendi aralarında bir kavga çıktığında birbiri ve hatta kurucu liderleri hakkında öyle pis şeyler yazmışlardı ki temiz bir insan onları okuyamaz bile.
Batılı ateistlerin durumu da farklı değildir. Ateist düşünceli bir gazetenin editörü “Ben şimdiye kadar on sekiz kişiyle nikâh olmadan cinsel ilişkiye girdim ve bunda hiçbir ayıp görmüyorum” diye yazmış. Oysa sözde bu derece cinsel özgürlük ateistlerin gözünde bile ayıp kaçmaktadır.
Allah’a inanmakla yüksek ahlaki değerlerin seviyesi düşüyor mu?
Deniliyor ki Allah’a inanmakla aslında gerçek ahlaki değerlerin seviyesi düşüyor. Sebebi şudur ki Allah’a inanan birisi iyiliği bir beklentisi olduğu için yapıyor. Aklında hep Allah’ın ona vereceği ödül vardır. Oysa Allah’a inanmayan birisi herhangi bir beklentisi olduğu için değil, iyiliği iyilik olduğu için yapar. Benzer şekilde Allah’a inanan birisi kötülükten Allahtan korktuğu için sakınır ama inanmayan birisi kötülük kötü olduğu için. İyiliği iyilik olduğu için yapmak ve kötülükten kötülük olduğu için sakınmak, ödül beklentisi veya ceza korkusundan dolayı yapılan işlerden çok daha yücedir.
İyilik nedir?
Bize göre iyiliğin gerçek tarifi şöyledir:
Mükemmel ve kusursuz bir zata benzemek için gösterilen her eylem veya akla getirilen her düşünce iyiliktir.
Aynı şekilde O Mükemmel ve kusursuz zatın hoşuna gitmeyen veya yaptığına ters düşen eylem veya düşünce kötülüktür.
Mükemmel bir varlıkla kıyas yapmadan iyiliği tam anlamıyla tarif etmek mümkün değildir. Her takıldığımızda kıyas yapacağımız bir şey yoksa iyiliğin ve kötülüğün tarifi de imkânsızdır.Allah’a inanmayanlar veya doğaüstü bir varlığı işin içine karıştırmadan bu tartışmayı sonuçlandırmak isteyenler hep ihtilaf içinde kalmışlardır. Bazılarına göre en çok mutluluk veren şey iyiliktir. Benzer durumda nispeten az mutluluk veren şey kötülüktür.
Diğer bir grup diyor ki mutluluk nedir? Hırsızlık yapan da mutlu oluyor ama hırsızlığa iyilik diyemeyiz. Bu yüzden mutlulukla ilgili tarif doğru olamaz. Belli bir durumda en çok fayda veren şeye iyilik dememiz lazım. Aynı durumda nispeten az fayda verene de kötülük. Ama bu da “kimin faydası?” sorusunu beraberinde getiriyor. Herkesin dersek hırsızı nasıl durduracağız? Onun için en fayda veren şey hırsızlık yapmaktır. Kişisel fayda dersek en başa döneriz. Hem bu durumda “iyilik bir beklenti yüzünden yapılmamalı” itirazı inanmayanları da kapsayacaktır. Denmişti ki inananlar bir beklentileri olduğu için iyilik yapıyorlar. Eğer iyiliğin tanımı içerisine “kişisel fayda” terimini sokarsak bir ateistin iddia ettiği üstünlük de kalmayacak. Böyle birisi, iyiliği Allah’ı mutlu ettiği için edene ve kötülükten “cezası vardır” diye sakınana nasıl dil uzatabilir?
Bazı batılı filozoflara göre iyilik bir görevdir. Ama bu tanım da onların işine gelmez. Görevi ancak bizden başka bir varlık bize verebilir. Bu tanımı benimseyen Allah’a da inanmak zorunda kalır.[1]
Sözün özü “iyiliği iyilik olduğu için sevmemiz bizim amacımızı inananlarınkine göre daha yüce kılıyor” diyenler sadece bizi kandırmaya çalışıyorlar. Allah’ı işin içinden çıkarttıktan sonra hırs ve fayda esas olan bir tanım yapmaya mecbur kalmışlar ve böylece itiraz ettiklerinden daha da rezil hale gelmişler çünkü onların yaptığı her şey kendi çıkarları ve faydaları içindir.
Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed
Allah (c.c.) adlı eserinden