“Allahû lâ ilâhe illa hû”
Bu ayetin içinde Allah’ın ne olduğu söyleniyor. Çünkü önce Allah denilmiş ve sonra hangi vasıflara sahip olduğu söylenmiş. Bütün Ayetel Kürsü O’nunla ilgilidir. Buradaki anlam da şudur ki: Allah O’dur ki başka ilah yoktur. Sadece Allah vardır. Bir anlamı da odur ki, başka hiçbir şey, hiçbir kimse yoktur.
Allah kelimesi en kapsamlı duadır aslında. İnsan dua için aciz kalıp hiçbir kelime bulamayınca sadece Allah der. İnsan çok hasta veya çaresiz ise Allah diyor. Normal de dua ederken duamıza uygun olan Allah’ın sıfatlarını seçmemiz gerekir. Fakat eğer Allah’ın hiçbir sıfatı bilinmiyorsa, sadece Allah diyerek dua edilmesi de yeterlidir. Çünkü “Allah” bütün güzel vasıfların sahibi demektir.
“el-Hayyûl”,
O Allah diridir, kalıcıdır.
“el-Kayyûm”
O Allah ayaktadır.
Neden önce diridir ve sonrada o ayaktadır dendi. Dikkat ederseniz herkesin hayatı bir şeylere dayanıyor. Mesela bizim hayatımız, bütün insanoğlunun, canlıların hayatı ve varlığı Allah’ın varlığına dayanıyor. O kendi kendine ayakta durandır. O hiçbir dayanağa muhtaç değildir. Hiçbir sığınağa muhtaç değildir.
“Lâ te huzûhu sinetün velâ nevm”
O ne uyuklar, ne de uyku hali yaklaşır.
Eğer bir zât kaym, yani kendi kendine ayakta duran bir zat ise, kendi vücudunun sebebi kendisi ise o zaman bunun doğal bir sonucudur ki, o hiç uyuklamasın. Çünkü uyuklama neyin belirtisidir. Diğer varlıklar ki bunlar birbirine muhtaç varlıklardır, bunlar yorulduklarından dolayı uyuklarlar. Uyku gelir ki bu uyku bir nevi bir zaafın belirtisidir ama kendi zatında “Kaym” olan Allah-ü Teâla hiçbir şeye muhtaç olmadığı için, hiçbir yardıma hiçbir dayanağa muhtaç olmadığı için ne uyku hatta ne de uyuklama O’na gelir.
Bundan başka bir anlam daha çıkıyor. Biz bakıyoruz ki bazen insan yorulduğu için uykusu gelir, uyuklamaya başlar. İkincisi, eğer bir insan bir konu ile ilgilenmiyorsa, mesela bir sohbette kendini ilgilendirmeyen bir konu anlatılıyorsa o uyuklamaya başlıyor. Yani uyku bir nevi ilgisizlik belirtisidir. Fakat Allah-ü Teâla şunu dedi: “O Hayy’dır, Kayyûm’dur.” O bütün yarattıkları ile o kadar ilgilidir ki, uyuklama dahi ona yaklaşmaz.
Bazı inanışlar vardır. Mesela Hindulardan gelen bir “reenkarnasyon” inancı vardır. Onlar derler ki, “Allah-ü Teâla her şeyi yarattı, maddeyi ruhları yarattı. Daha sonra bir kenara çekildi. Artık ruhlarda madde de sınırlıdır. Nitekim bir ruh dünyaya geliyor, o bir kötülük veya iyilik işleyerek öbür dünyaya gidiyor. Orada iyi ise mükafat alıyor. Kötü birisi ise cezasını çekmek için tekrar dünyaya geliyor. Geri gelmek zorundadır o ruh. Çünkü ruhlar sınırlıdır ve Allah-ü Teâla’nın elinden bir şey gelmiyor artık.”
İşte Ayetel Kürsü bu düşünceyi reddediyor. Diyor ki, Allah-ü Teâla yarattıkları ile ilgilidir. O kadar ilgilidir ki uyuklamaz bile. Uyuklarsa her şey yok olur.
“Uyku ölümün kardeşidir” denilir. Çünkü hayat aslında “şuur” demektir. İnsanın uykusunda şuuru kayboluyor. Onun için uykuya da bir nevi küçük ölüm denilmiştir. İşte insanın yorulduktan sonra uyku istemesi gibi, hayatta yorulduktan sonra ölüm ister. İkisinin de altında yatan neden aynıdır. İnsan yorulduktan sonra uyuyayım istiyor. Aynı şekilde hayattan yorulduktan sonra da, mesela bir insan yaşlanınca ölümü arar hale gelir. İşte insan vücudunda yaşadıkça değişiklikler meydana geliyor. Bu değişiklikler neticesinde uyku ile veya ölüm ile neticeleniyor. Bu doğal bir sonuçtur.
Ayetel Kürsü’de bahsedilen “O uyuklamaz dahi” de buna işaret edilmektedir. Yani bırakın uyumayı o uyuklamaz bile demektir ki; “O hiçbir değişikliğe uğramaz. Örneklendirecek olursak: Hıristiyanlar “Meryem oğlu İsa (a.s.) Allah’ın oğludur” derler. Şimdi birinin oğlu olması onun değişikliğe uğraması demektir. Onun vücudu, genlerinin ve bazı parçalarının ayrılması demektir. Ayetel Kürsü bunu reddediyor ve diyor ki; “O hiçbir değişikliğe uğramaz.”
Eğer insan Ayetel Kürsü’yü anlarsa bütün kainatı anlar ve Allah-ü Teâla’nın varlığını kendi kapasitesi içinde anlamaya başlar.
“Lehû mâ fissemâvâti vemâ fil ard.”
Gökyüzünde ve yeryüzünde ne varsa hepsi O’nundur ve hepsi O’nun yarattıklarıdır.
Yani O, herşeyle ilgilidir, O hiçbir değişikliğe uğramaz. Ne varsa Ondandır. Herşeyin sahibi O’dur. Yani her şey O’nunla anlam kazanır.
Bakınız Mehdi (a.s.)’ın bir ashabı vardı. Çok duacı bir insandı.
“Allah varsa, o tektir birdir. O zaman bizim değerimiz nedir? Biz neyiz?”
Bunları böyle düşünürken keşf haline girmiş ve görmüş ki, Allah-ü Teâla bir öğretmen şeklinde tahtaya kalkmış. Bu ashapta bir öğrenci olarak sırada oturmakta. Allahu Teala soruyor:
“Okur-yazarlığın var mı?” diye.
“Var” diyor.
“Peki biraz bölme-çıkarma işlemi yapabiliyor musun?” dedi Allah-ü Teâla .
“Evet yapabilirim.” dedi.
Allah-ü Teâla tahtanın ortasına rakamla “1” yazdı. Bir rakamının sağına ise bir, iki, üç, dört, beş tane sıfır rakamı koydu. Daha sonra dedi ki:
“Bu “1” benim. Sağ tarafta ki bütün sıfırlar ise sizlersiniz. Eğer baştaki “1”i silersem, rakamın değeri olmayacağı gibi, sizlerde benim sağımda olduğunuz için değeriniz var. Sizler benimle bir anlam kazanıyorsunuz.”
Sonra Allah-ü Teâla “1” rakamının soluna sıfırlar koydu ve dedi ki:
“Benimle olmayanlar bu sıfırlardır. Onların “1”in önünde olunca bir değeri olmadığı gibi, hiç değerleri yoktur.”
Şu bir keşf ne büyük problemleri çözmektedir? İnsan belki cahil olabilir, okuması bile olmayabilir ancak Allah-ü Teâla’nın gerçek kulu olunca, Yüce Allah ona nasılda sırlarını açıklıyor. Bu konu öyle bir konudur ki İslam ümmeti bunu yüzlerce sene tartıştı. Allah katında bizim değerimiz nedir? Bizim için Allah-ü Teâla’nın değeri nedir?
“Men zellezi yeşfeû indehû illâ bi iznih”
Allah’ın izni olmadan hiç kimse O’nun indinde şefaat etme cesaretinde bulunamaz.
Neden böyle denildi? Çünkü daha önce demişti ki “Lehû mâ fissemâvâti vemâ fil ard.” Gökyüzünde ve yeryüzünde ne varsa hepsi O’nundur ve hepsi O’nun yarattıklarıdır.
Eğer her şeyin sahibi Allah ise o zaman o karar verecektir. Kim şefaat gibi bir nimetten faydalanma hakkına sahip olacak. Karar verici O’dur. Kimi insanlar hatalar işlerler. Ancak bu hataları zaaflarından dolayı işlerler. Yaptıklarından da pişman olurlar. Yani içinden o hatayı yapmamayı istediği halde, nefsine yenilerek o hatayı işlemiş. İşte Allah-ü Teâla burada karar verecektir ve belki bu kulunu yaptığı kötü şeylerden sonra, o şeylerin kötü sonuçlarından koruyacaktır. Bunu da Allah-ü Teâla’nın izin verdiği bir kulu ile yapacaktır.
Nitekim kimse Allah-ü Teâla’nın izni olmadan şefaatte bulunamaz. Allah-ü Teâla ancak itimat ettiği insana şefaat izni verecektir. Ancak Allah’ın böyle itimat ettiği insan mutlaka, Allah’a itaatte ilerlemiş olan bir insandır. Allah-ü Teâla’nın itimat ettiği kişide O’nun rızasına aykırı Hiçbir şeyde bulunmayacağına göre, o insan Allah-ü Teâla’nın istemediği bir kimseye de şefaatte bulunmayacaktır.
“Yalemu mabeyne eydihim vema halfehüm velâ yuhitûne bi şey’in min ilmihi illa bimâ şâe”
Allah’ın bu yarattıkları, gökyüzünde ve yeryüzünde ne varsa, onların hiçbiri O’nun isteği dışında hiçbir şey yapamazlar, hiçbir ilme varamazlar.
Buradan şunu da anlıyoruz ki, insanoğlunun bütün ilmi, ilerlemesi Allah’ın iznine bağlıdır. İnsanoğlu sanıyor ki ben çok şey aldım, çok şey yaptım. Halbuki Allah ne kadar izin verdiyse o kadardır insanın yapabildikleri.
Biz bunu da biliyoruz ki, insanoğlu şaşırıyor ilimde ki gelişmeler karşısında. Bizler bilmiyoruz ki daha neler var bilinmeyen. Allah-ü Teâla diyor ki Kur’an-ı Kerim’in başka bir ayetinde “Biz gerektiği kadar indiririz” der. Yani; O çağda ne kadar ihtiyaç varsa, o kadar ilim ve nimet indirilir.
“Vesia kursiyyuhüssemâvâti vel ard.”
O’nun kürsü, yani arşı gökyüzünü ve yeryüzünü kapsamaktadır. O’nun bilgisi, iktidarı, gücü gökyüzü ve yeryüzünün hepsini kapsamaktadır. Yani hiç kimse öyle zannetmemeli ki, Allah-ü Teâla şu kadarını biliyor da, bu kadarını bilmiyor. Çünkü zerre kadar eksikliği olan Allah olamaz. O eksiksizdir. Dünya üzerinde ne kadar bilgi varsa O hepsini bilir.
Hinduizm kabul edilen bir düşünce vardır ki buna göre, Allah-ü Teâla maddeyi yarattı. Sonra da ruhu yarattı ve sonrada Allah-ü Teâla ondan ayrıldı. Ondan sonrada onlarla hiç ilgisi kalmadı. İşte bu ne demektir? İlgisi olmaması bilgisi olmamasındandır. Ruh ile beden birbirlerini kendiliğinden buluyor ve birleşiyor.
Allah-ü Teâla buna “hayır” demektedir. “O’nun ilmi her şeyi kapsamaktadır. O’nun gücü her şeyi kapsamaktadır. Kimse O’nun gücünün dışına çıkamaz. Allah’ın gücü derken iki durum vardır. Birincisi Allah’ın gerçek kulları vardır. Onlar Allah’a seve seve itaat ediyorlar. Biliyor ki Allah’ın gücü her şeye yeter, oda tamamen kendi isteği ile teslim oluyor.
Bazı insanlarda vardır ki, onlar “Allah yok” demektedirler. Ancak buna rağmen Allah’ın gücünün dışına çıkamazlar. Belki görünürde bu insanlar Allah’ın hoşnut olmayacağı şeyler yapıyorlar.
Şimdi Allah-ü Teâla’nın bazı kanunları vardır. Bugün ilimde ne kadar ilerleme varsa da bunlar Allah’ın bilgisi dışına çıkamıyorlar. Normal hayatta Allah’ın bazı kanunları vardır. “Şunu yaparsan, şu sonucu elde edersin.” der Allah-ü Teâla. İşte bir insan inanmasa da Allah’ın bu koyduğu kanunlar çerçevesinde bazı şeyler elde edebilirler. Doğanın kanunu böyledir. İnsan biz bunun dışına çıkamayız falan diyor ama Allah-ü Teala demek istiyor ki benim gücüm her şeyi kapsar. Benim gücümü benim iktidarımı aşamazsın. Bu Allah’ın iktidarıdır bir yere kaçamazsın.
Kuran-ı Kerim’de ayet var: ”Ben, yeryüzü ve gökyüzü, bana ister seve seve ve istersen kerhen gelin ve itaat edin. Onlar dediler ki, Ey Allah biz sana seve seve itaat ederiz.”
Nedir itaat?
Allah’ın kanunlarına teslim oluşdur. Bir tek insanoğlu vardır ki, Allah (c.c.) ona irade verdi, sen irade sahibisin ve istediğin gibi onu kullanabilirsin dedi. İrade kullanma yeteneği sana verildiğinden bunun iyi ve kötü sonuçlarına katlanmakta sana düşer dedi.
Bu devir öyle bir devir ki, Allah’ın ismini söylemek suç teşkil edebiliyor. Ateistlik o kadar yayıldı. Hatta bir şair var, onun ismi Ekber’dir. O 150 sene önce bir şiir yazdı ve dedi ki,
“Benim rakiplerim karakola gidiyorlar davada bulunuyorlar, diyorlar ki Ekber Allah’ın 100 ismini söyledi.”
Ekber bu devri görmedi. Bu devri görseydi, o zamanlar Allah’ın isminin daha saygı ile anıldığını sanacaktı.
Allah-ü Teâla’yı iyi anlamak için Ayet-el Kürsü’yü ve Allah’ın zatını çok iyi anlamamız lazım. Gerçi bu tabir belki yanlış oldu çünkü, hiç kimse Allah’ı tam olarak anlayamaz. Bazı hadisler vardır bu ayetle ilgili. Birgün bir sahabi anlatıyor;
“Suffe” denilen bazı sahabiler vardı. Peygamberimizin bir sözünü işitmekten mahrum kalırız diye, cami dışına çıkmazlardı. Bunlar 70’e yakın kişi idiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in evi camiye bitişik olduğundan hiçbir yere hatta yemeğe bile gitmiyorlardı. Orada oturuyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e bir yerden yemek hediye gelirse yerlerdi yoksa yemez orada otururlardı. Orada bir sahabe bir gün Resulullah (s.a.v.)’a:
“Ey Allah’ın Resulü Kuran’ın an azim ayeti en yüce ayeti hangisidir” diye sorduğu zaman,
“Allahu la ilahe illahu vel hayyul kayyum (Ayet’el Kürsü) buyurdu.”
Sonra Resulullah (s.a.v.);
“Herşeyin bir zirvesi vardır ve Kuran’ın zirvesi Bakara suresidir. O’nun içinde çok azim-ü şan, çok yüce ve şanlı bir ayet vardır. O da Allahu la ilahe illahu vel hayyul kayyum buyurdu.”
Sonra bir gün bir ashabı:
“Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bana dedi ki,
“Kuran’ın en azimli, en azametli ayetinin hangisi olduğunu bilir misin?”
“Allah ve Resulü daha iyi bilirler.” dedim.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) çok derinlikle Ashabın durumunu incelerdi. Kimin ne yaptığını, nasıl yaptığını, Allah’a nasıl ulaşmaya çalıştığını hepsini inceler ve ona göre insanlara sorular sorardı. Hatta bazen Ashap zorlanırsa onlara ipucu veriyor. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu sahabenin de bütün Kuran’ı bilmediğini bildiği için bu şekilde sormuştur. Ashab-ı Kiram Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’ın böyle incelediğini bildiği için, kendileri gidip söylüyorlar ki “Ey Allah’ın Resulu ben şöyle yaptım, böyle yaptım” diye. Bu şekilde Resulullah (s.a.v.)’ın duasına nail olmak istiyorlardı. Peygamber onlar için dua ediyor ve bu da onların müthiş hoşuna gidiyordu.
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buna dedi ki:
“Bak o benim sorduğum ayet senin bildiğin Kur’an-ı Kerimin parçaları içindedir.”
Sonra sahabi:
“Ey Allah’ın (c.c.) Resulu (s.a.v.) O, “ Allahü ilahe illa hüvel-Hayyul- Kayyum mu?” dedi.
“Evet, O ayet Ayetel Kürsi “dedi. Sonra sahabe anlatıyor:
“Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bundan sonra benim göğsüme elini şöyle vurdu ve dedi ki:
“Bu ayet ilmin kaynağıdır“.
“vela yeuduhu hıfzuhuma ve hüvel aliyyul-aziym”.
Bu gökyüzü ve yeryüzünü koruması onu hiç yormaz.
O, Hayy ve Kayyum olduğu için öyledir. Yani diridir ve kalıcıdır. Kendi kendine ayakta duran bir zattır. Onun için kendi kendine eğer birisi ayakta duruyorsa o hiçbir zaman hiçbir işten yorulmaz.
Ve hüvel aliyyül aziym.
O çok yücedir ve azamet sahibidir.
Şimdi tekrar Hayy meselesine gelelim. Mehdi (as) diyor ki;
“El Hayy” Allahu Teala (c.c.) Hayy’dır ve herkes ondan dolayı diridir.”
Sadece o kendisi diri değil ne kadar diri varsa, ne kadar canlı varsa ondan dolayıdır. Mehdi (A.S) neden böyle bir sonuç çıkardı. Önce denildi ki Allah (c.c.)’dan başka bir şey yoktur. Bir Allah (c.c.) vardır. Peki bir Allah (c.c.) varsa o zaman bu canlı nereden çıktı? Bu O’nun canlı olmasından dolayıdır. El Hayyul, O diridir. Nitekim her türlü dirinin diri olmasının sebebi, O’nun diri olmasından kaynaklanıyor. Yani bizim diriliğimiz O’na bağlıdır.
Sonra “El-Kayyum”. Mehdi(AS) diyor ki:
“Allahu Teala’nın (c.c.) ikinci ismi El-Kayyum’dur. Yani hem kendini ayakta tutan, Kaym bir zattır. Kendisi ayaktadır ve herşey, ayakta ne duruyorsa, gökyüzü, yeryüzü, insanoğlu ve bunların hepsi ondan dolayı ayaktadır. O onların ayakta durması için gerçek vesiledir. Gerçek sebebi O’nun zatıdır, Allahu Tealadır.”
Mehdi (as) diyor ki;
“Biliniz ki Allahu Teala (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de Allahu Teala’nın 2 ismini takdim etmiştir. Birincisi El- Hayy’dır, ikincisi El-Kayyum’dur. El-Hayy hem kendi diri olan ve hem de başkalarını diri kılan demektir. Kendisi hayattayken başkalarına hayat veren. Başkalarının hayatta kalmasının gerçek sebebi. El-Kayyum hem kendisi Kaymdır yani ayaktadır ve diğerlerinin ayakta durmasının gerçek vesilesidir. Gerçek sebebi odur. Her şeyin zahiri yani görünürdeki kıyamı yani ayakta durması veya batında içte iç aleminde ayakta durması veya herkesin görünürde hayatta kalması ve iç alemin ayakta kalması iki sıfatın gölgesinde gerçekleşir.”
“El- Hayy kelimesi diridir bu sadece Allah’a (c.c.) ibadet edilmesini istiyor. O’na yani sadece Allah (c.c.) ya ibadet edilsin. Bundan dolayı Fatiha suresi “iyyake na’budu” dedi. “Ey Allah (c.c.) sadece sana ibadet ederiz” çünkü ölüye tapılmaz. Veya kendi başına Hayy (diri) olmayana tapılmaz. Çünkü o bir eksikliğe sahiptir. Bundan dolayıdır ki Kuranı Kerim “iyyake na’budu “dedi. “Ey Allah(c.c.) sadece sana taparız. Ey Hayy olan sadece sana taparız. Çünkü sen dirisin ve bizim hayatımızın her saniyesi sana muhtaçtır.”
“El-Kayyum yani kalıcıdır ve diğerlerin ayakta kalmasına sebeptir. Bu sıfatla ondan yardım dilememizi istiyor. Yardım sadece Allah(c.c.)’tan dilenmeli ve bundan dolayıdır ki “iyyake nestain” vardır. İnsan; zat, kalıcı değilse ayakta kendi başına durmuyorsa ve başkalarının yardımı ve desteği ile ayakta duruyorsa ondan zaten yardım dilenmez. Hayy yani diri olma sıfatı; O ibadet ister çünkü O bize hayat verdi. Ve hayat verdikten sonra bırakmadı. Buda Hayy içinde vardır ki hayatımızın her saniyesiyle ilgilendi. Çünkü hayatımızın her saniyesi O’na, O’nun desteğine muhtaç olduğu için O her an ilgilidir bizimle.”
Mümin kul yalvaracaktır “Ey Hayy olan ve Kayyum olan bana yardım eyle ben sadece sana ibadet ediyorum sen bana yardım eyle.”
Mehdi A.S diyor ki:
“Allahu Teala bir mimar gibi değildir. Mimar bina inşa eder ve ölürse bina hiç zarar görmez. Allahu Teala El Hayy, El Kayyum’dur.”
İşte Hinduların inancını yukarıda söylemiştik, onlar diyorlar ki Allahu Teala (c.c.) ruhları yarattı, onlar ölüp tekrar dünyaya dönüyorlar. Bu demektir ki; Allahu Teala (c.c.) haşa ölürse bile kainata hiç zarar gelmez.. Ama Ayetül kürsü bunu da reddediyor. Hayır diyor O olmazsa, herşey yok olur. Hatta onun bir uyuklaması ile dahi, (?) her sey yok olur.
Hz. Mirza Tahir Ahmed
Cuma Hutbesinden alıntıdır.