Bizlere çocukluğumuzdan beri bir şey öğretilmiştir ki, hepimiz, gaybe inanmanın imanın temel şartlarından olduğuna inanırız ve buna iman etmeden bir Müslüman olunamayacağını iddia ederiz. Bunun dille zikrinde hiçbirimizin problemi yoktur, ancak sorsak ve desek ki “Peki kendine gaybe inandığını ispatlayabiliyor musun” diye, acaba kaç kişi buna olumlu cevap verebilecektir.
Gerçekten “Ahiret gününe inanıyorum” demek bir iddiadır ki, ben Müslüman olduğum için Allah ahiret günü var diyor ve ben buna inanıyorum. Böyle bir gün olacaktır ve o adalet gününde her insan iyilik ve kötülüğünün karşılığını alacaktır. Dediğimiz gibi bu bir iddiadır ve iddialar deliller ile ölçülürler. Bir insana ben şunu iddia ediyorum dediğiniz zaman o insan için öyle bir örnek teşkil etmelisiniz ki, o insan iddialarınızın delilini de canlı olarak görebilsin. İşte gaybe inandım diyen ama kalben de inanıp bunu hayatına aktarabilen insanların iki belirtisi vardır:
1. Namazı ayakta tutarlar,
2. Allahın kendine verdiklerinden Allah (c.c.) yolunda harcarlar.
1) Namazı ayakta tutarlar. Kur’an-ı Kerim burada namazını güzel kılarlar demedi, namazını ayakta tutarlar dedi. Ne demek namazı ayakta tutmak? Allah-ü Teâla biliyordu ki bir zaman gelecek ve Müslümanların namazlarında mânâ kalmayacak ve böyle olunca da insanlar namazda bir çekicilik bulamayacaklar. Bir nevi o dönemde Müslümanların kıldığı namaz tavuğun yem için yeri gagalaması gibi yatıp kalkmaktan ibaret olacak ve namaz anlamından uzaklaşacak. Namaz anlamını yitirecek. İşte bu durumu fark eden bir insan artık namazını ayağa kaldırmalı yani kendisine fayda verecek bir namaz kılabilmeli. Ahiretin varlığına gerçekten inanan birisi namaza önemsiz bir şey muamelesi yapamaz. Çünkü kurtuluşunun namazda olduğunu ve dinimizin de bu nedenle namaza ne kadar önem verdiğini bilir. Hepimizin de bildiği gibi Allah-ü Teâla’nın bizim namazımıza ihtiyacı yoktur. O, namazı bizim için koymuştur. Öyleyse bilmemiz gereken namazdan istifade etmek gerektiğidir. Peki namazdan istifade etmek nasıl olmalı. Birincisi Resulüllah (s.a.v.)’in dediği gibi, “Namazda Allah’ı görüyormuş gibi veya Allah sizi görüyormuş gibi davranın.” Bu şekilde düşünmek insanın namazına bir ciddiyet getirecektir. Ayrıca insan namazda söylediği kelimelerin manasını da bilmelidir. Bunlar namazda Arapça söylenmeli manası da akla getirilmelidir. Yine zaten namazın bir anlamı da “Dua”dır. Dolayısıyla namazında insanın çokça dua etmesi gerekir. Burada şunu da izah etmek istiyorum. Bugün insanlar arasında bir adet başlamıştır. İnsanlar namazlarında ezberledikleri ve anlamını hiç bilmedikleri ve düşünmedikleri kelimeleri arka arkaya okurlar, yatıp kalkarlar ve namaz bittikten sonra ellerini açıp dua etmeye başlarlar. Biliniz ki Resulüllah (s.a.v.) hayatı boyunca namazdan sonra ellerini açıp hiç dua etmemiştir. Resulüllah (s.a.v.) sadece ashabına dua öğretmek vb. durumlarda ellerini açıp dua etmiştir. Resulüllah’ın namazdaki sünneti namaz bittikten sonra değil, namazın içinde dua etmek şeklindedir. O, bugün herkesçe bilinmektedir ki, secdede dua ederdi, rükuda dua ederdi, kıyamda dua ederdi. Ancak namaz bittikten sonra ellerini açıp dua etmezdi. Bu nedenle namazların sünnetini evinde uzun uzun dua ederek kılardı. Camiye sadece farz namazlar için gelirdi. Yine bilirsiniz ki Resulüllah (s.a.v.) “İnsanın Allah (c.c.)’a en yakın olduğu an secde anıdır” buyurmuştur. Şimdi biz dualarımızı yönelttiğimiz Rabbimize, isteklerimizi yanına gittiğimizde söylemiyor ve kapıyı kapatıp dışarı çıkıp öyle söylüyoruz. Böyle yapmak Peygamberimizin bu dediği ile de uyuşmaz. Siz özel bir isteğinizi insana söylerken nasıl çekinerek söylersiniz ve kimse duymasın diye iyice yaklaşırsınız. İşte namazda da Rabbimize yakın iken dualarınızı iletin. Çünkü en yakın olduğunuz zaman o andır. Yine Resülullah (s.a.v.) ashabına “Secdede çok çok dua ediniz” buyurmuştur. Bunu söylerken orada Selman Farisi gibi Arap olmayan Ashab da vardı ve ona da demedi ki, sen Arapça’yı iyi bilmiyorsun, secde de Arapça edilecek duaları ezberle. Hayır böyle demedi. Herkesin kendi dilinde mümkün olduğunca dua etmeye çalışması lazımdır. Namazının her rüknundan sonra insan kendi diliyle isterse saatlerce dua edebilir. (Mesela secdede üç kere “süphane rabbiyel a’lâ” dedikten sonra Allah (c.c.)’a hamd edip Resulüllah’a salât getirmeli ve kendi dilinde dua etmelidir.) İşte Resulullah’ın sünnetine uygun hareket edilerek kılınan, bilinçle ve anlamıyla kılınan namaz muhakkak, yerlerde sürünen bir namaz olmayacak, ayağa kalkacaktır. Böyle olunca insan namazdan tat almaya başlayacak ve dua da ilerleyebilecektir. Bu ilerleme de ahiret korkusu olan insan için, bir zarurettir, gerekliliktir. Böyle bir ilerlemeyi o insan hissedemezse, muhakkak içinde bir eksikliği daima taşıyacak ve nedenini anlayamadığı huzursuzluklar yaşabilecektir. Çünkü hayatının gayesi aslında dua lezzetine ulaşmaktır, namaz lezzetine ulaşmaktır ancak o başka lezzetler peşinde bunu aramaktadır.
2) Gaybe inanan insanların ikinci vasfı da, Allah’ın verdiklerinden Allah yolunda harcarlar. Bakara Suresinin ilk ayetlerinde Allahü Teala takva sahibi insanların halini anlatır ve der ki “Onlar kendilerine verdiklerimizden Allah (c.c.) yolunda harcarlar”. Dikkat ediniz, onlara para verdik, ondan harcarlar demedi. Kendilerine ne verdi isek ondan Allah (c.c.) yolunda harcarlar dedi. Peki biraz düşünelim, Allah (c.c.) bize ne verdi diye. Bakınız Allah (c.c.) bize zaman verdi ve biz hoyratça harcamaktayız. Takvada ilerleme iddiasında olan bir mümin, zamanının bir kısmını Allah (c.c.) yolundaki işler için harcar. Yine Allah (c.c.) bizlere ilim verdi. Doktorlukta bir ilimdir, din alimliği de. Bu ilmini Allah (c.c.) yolunda harcarlar. Yine Allah (c.c.) bizlere maddi imkanlar verdi. Bu imkanın bir kısmını bu Allah (c.c.)’ın hakkıdır diyerek ayırırlar ve Allah (c.c.) yolunda harcarlar. Gaybe inanan mümin hiçbir şeyi sahiplenmez ve hiçbir şeyi kendinden bilmez. Tüm bu saydıklarımız Allah (c.c.)’ın üzerimizdeki nimetleridir aslında. Dolayısıyla bu nimetlerden şimdiden Allah (c.c.) yolunda harcayayım ki, Allah (c.c.)’ın sevgisine nail olayım diye düşünür. Peki bu şekilde davranmaz ise insan, o zaman ne olur? İşte böyle bir insanın kalbine hastalık yerleşir. Çünkü ilahi kanunda yukarıda saydıklarımız bir nevi kalbi hastalıklarımızın reçetesidir. Bunları uygulamayan insanın kalbi ister istemez dünyaya meyledecek, hastalıklar oluşacaktır. Kalplerinde hastalık olanların hali ise,
1) Kalpleri ateş içindedir. Bu ateş bir huzursuzluk ateşidir. Daima bir şeyler elde etmeye çalışırlar, bu uğraş onların içini o kadar yakar ki, o istediklerini elde ettiklerinde de o ateş yanmaya devam eder ve huzur bulamazlar. Çünkü uğraştıkları gerçek aradıkları değildir.
2) Malları ve çocukları onlara hayır getirmez. Mal sevgileri gitgide artar. Yüce Allah onların hastalıklarını daha da arttırır. Allah (c.c.)’ın hastalıklarını arttırması onlara kızmasından değildir. İnsanlar Allah (c.c.) yolunda bir çaba içine girmeyince, doğal olarak hastalıkta ilerler. Diğer taraftan, Allah yolunda harcayanlara melekler dua ederler. Onların etrafında onlara benzeyen, onlar gibi içlerinde Allah sevgisi artmış insanlar çoğalır. Melek “Allah yolunda harcamaktan kaçınan kimseyi Sen helak et (o kimsenin malını yok et)” der. Burada sözü edilen ilahi cemaat fertleridir. Çünkü onlar Allah yolunda harcamak için söz vermişler ve sözlerini yerine getirmemişlerdir. Peygamberimiz (S.A.V.) “En makbul sadaka mala muhtaç iken, zenginlik isterken, yoksulluktan korkarken, sağlıklı iken verilen sadakadır. Sadaka vermekte gecikmeyin. Ölüm vakti sadakayı vasiyet etmek anlamsızdır.” buyuruyor. Oysaki bugün toplum sadaka vermek için zenginleşmeyi bekler. Halbuki fakirlikte sadaka vermeyen ve çocuklarına bunu aşılamayan zenginlikte de sadaka ile Allah (c.c.) sevgisini kazanmakta güçlük çeker. Ne mutlu o insana ki, fakirlik zamanında kendisi için çok değerli olan malından Allah (c.c.) yolunda vazgeçiyor. Eski zamanlarda fakirlik şimdikinden daha fazla idi. Yoksulluk anında sadaka vermek zordur. Bu zor zamanlarda onlar sadakayı daha çok verirlerdi, çünkü gönülleri zengin idi. Günümüzde ise malca zenginlenilmiş ancak kalpçe fakirleşilmiştir. İnsanın malından Allah (c.c.) yolunda vazgeçmesini önleyen en önemli hastalığın adı “Cimriliktir”. Cimriliğin ilacı ise Allah sevgisidir. Allah yolunda sevgiyle harcama yapanlar zamanla inceliklerini de öğreneceklerdir. Allah sevgisi de duasız elde edilemez. Peygamberimiz (S.A.V.) Hz. Davut (A.S.)’ın bir duasını her gün okurdu. Oysa Allah sevgisi açısından Davut peygamberin durumundan daha üstündü. Bu dua şöyledir: “Allahümmerzukni hubbeke ve hubbe mena habbeke ve hubbe yukarribun aleyh vec’al hubbeke ehabbe ileyye minel mâil baîd” “Ey Allah, Sen kendi sevgini ve seni sevenlerin sevgisini, sana yaklaştıran her şeyin sevgisini bana rızk olarak ver ve senin sevgin bana, çölde susuz kalmakta olan bir insan için soğuk su ne kadar aziz ise o kadar aziz olsun.” İnsan Allah sevgisini kazandıktan sonra, Allah yolunda çok harcadığı halde hiç bir şey harcamamış gibi gelir. Çünkü o sevgiyi kazanmış bir insan için bu iyilikleri yapmak artık gıda haline gelmiştir. O bu manevi gıdayı düşünür, madden harcadığını değil. Ancak insan bu makama bir günde gelemez. Duasından hemen lezzet alamaz. Çünkü mesela bir hırsız bir günde evliya olamaz. Bu insanın ahlaken o yüce seviyeye gelmesi için bir tekamül gereklidir. Bu da yavaş yavaş ve meşakkatle çaba göstererek olur. O nedenle Allah (c.c.) namazı koydu. Namaz bu gelişmeyi sağlamak için yegane yolunuzdur. Bu yol namazsız gidilebilecek yol, bu engel namazsız aşılabilecek bir engel değildir. Namazınızı kılmaya çalışınız. Zorluklarınız var ise belki de o konu ile ilgili kolaylıklardan haberdar değilsinizdir. Araştırınız ve öğreniniz. Namazsız bir hedefe ulaşamazsınız. Önce namaza sıkı sıkı sarılın. Ondan sonra Allah (c.c.) yolunda, Allah (c.c.) için ve zaten Allah (c.c.) tarafından size verilmiş olanlardan size zor gelse de harcayın. Bugün zamanını Allah (c.c.) yolunda harcamak, para harcamaktan daha zor bir hale gelmiştir. Kendinize hedefler koyun, ben haftada şu kadar zamanımı Allah (c.c.) rızası için harcayacağım, aldığım paranın şu kadarını Allah (c.c.) rızası için harcayacağım diye. Bunları elde etmek için de her daim duaya sarılınız. Geceleri kalkınız, teheccüdlerde Allah (c.c.)’tan sevgisini isteyiniz. Karanlık içinde aydınlığı arayınız. Gaybe olana imanımızın tam olabilmesi için, tek yolumuz namazdır. Varımız yoğumuz namazdır.