Vâdedilen Mesih Hazretleri, “Peygamberlerden milyonlarca derece aşağı oldukları halde, iki gün namaz kılıp böbürlenen kimseler de vardır. Oruç ve hacdan manevi temizlik elde edecekleri yerde onlarda kibir ve gösteriş meydana gelir. Hiç unutmayın ki, kibir şeytandan gelir ve insanı büsbütün şeytan yapar. İnsanoğlu bundan uzaklaşmadıkça bu, Hakk’a makbul olması ve ilahi feyzin yoluna bir engel teşkil eder. Asla kibirlenmemek gerekir. Ne ilim, ne servet, ne haşmet, ne aile, ne ailevi sınıf, ne sülale, ne soy sop bakımından asla kasılıp kurulmamak lazımdır. Çünkü kibir genellikle böyle şeylerden oluşur. İnsanoğlu bu gibi gururlardan arınmadıkça Yüce Allah’ın katında seçkin bir kişi olamaz. Duyguların çürük ve lüzumsuz taraflarını yok eden irfan bir kibirliye verilmez. Zira bu şeytanın payıdır. Yüce Allah’ın hoşuna gitmez,” der.
Vâdedilen Mesih hazretleri hepimizi öğütlüyor. Bazı şeyler temellidir doğrusu. Bunlara da dikkat etmek lazımdır. Bunlardan uzaklaşmak gerekir. Bazı kimseler birkaç gün namaz kılar. Sonra da kendilerini büyük ermiş kişi olarak görmeye başlarlar. Yüzlerini tuhaf bir ciddiliğin yanı sıra kibir ve gurur da kaplar. Sizler de bazı kişileri uzun uzun cübbeler giymiş, ellerinde tesbih, camilerden çıkarken görürsünüz. Dimdik boyunlarındaki gurur ve övünç hemen göze çarpar. Allah’a şükürler olsun, Müslüman Ahmediye Cemaatinde böyle cübbe ve entari giyenler yoktur. Sonra o hac dönüşündeki propaganda! El-emân! Bu gibi insanların oruçları da, haccı da hep gösteriştir. Büyüklük taslamak için böyle yaparlar. Onlar, “Filan kişi, ermiş bir adamdır,” “hiç orucunu bozmaz,” “hacıdır, hocadır,” “pek dindardır” dedirtmek için yaparlar.
Bunların hepsi gösteriştir, hep kibir yüzünden meydana gelir. Veyahut tam tersine, bunların hepsi riya ve gösteriştir, bunun sonucunda kibir meydana gelir. Sonra Vâdedilen Mesih Hazretleri nasihat etmeye devam eder. Bazı kimseler ailevi sınıf ve soy soptan dolayı böbürlenirler. “Efendim bizim sülalemiz daha üstün daha asildir. Filan adam alt takımdandır. Bizimle boy ölçüşemez,” diye kasım kasım kasılırlar. Vâdedilen Mesih Hazretleri kibirin çok çeşitli olduğunu söyler. Bunların hepsi insanoğlunu Allah’ın irfanından, O’na yakınlaşmaktan uzaklaştırır. Daha sonra insan yavaş yavaş şeytanın kucağına düşer.
Vâdedilen Mesih Hazretleri, “Bana göre tertemiz olabilmek için en iyi yol insanoğlunun her türlü kibir ve gururdan uzaklaşmasıdır. Bundan daha üstün yol bulunamaz. Ne ilim bakımından, ne soy sop sülale bakımından, ne de mal ve servet bakımından, asla böbürlenmemelidir. Cenab-ı Hak, birine göz ihsan ettiği zaman, bu karanlıklardan kurtaracak her ışığın gökten geldiğini görür. İnsanoğlu her zaman gökten gelen ışığa muhtaçtır. Göz de gökten gelen güneş ışığı olmaksızın göremez. Bunun gibi her türlü karanlığı ortadan kaldırıp yerine takva ve temizlik nuru meydana getiren de manevi ışıktır.Bu ışık da gökten gelir. Ben size en doğrusunu diyorum ki, insanın takvası, imanı, ibâdeti ve temizliği hep gökten gelir. Bu da Allah’ın lütfuna bağlıdır. İsterse bunu var eder, isterse bunu ortadan kaldırır. Gerçek irfan da budur işte. İnsanoğlu kendini, her şey elinden alınmış bir hiç bilmelidir. Allah’ın eşiğine düşüp son derece tevazu ve alçakgönüllülükle O’nun lütfunu dilenmelidir. Daha sonra nefis coşkunluğunu yakıp yıkan ve insanın içinde bir ışık yakan, iyiliklere karşı bir güç ve sıcaklık veren irfan nurunu O’ndan dilenmelidir. Eğer O’nun lütfundan bir nebze elde etmeyi başarırsa, herhangi bir zaman iç açıklığı ve göğüs genişliğine nail olursa, buna asla kibirlenip böbürlenmemelidir. Tam tersine insan, tevazu ve alçakgönüllülükle daha da ileri adım atmalıdır. Zira insan kendini ne kadar bir hiç sayarsa, o kadar değişik manevi durumlar ve nurlar Cenab-ı Hak tarafından inecektir. Bunlar insana ışık ve güç verecektir. Eğer insan buna içten inanırsa, Allah’ın lütfuyla onun ahlak durumunun düzeleceği umulur. Bu dünyada kendi kendini bir şey sanmak da kibirdir. Hatta insanoğlu öyle bir duruma gelir ki, başkasını lanetler, onu hor görmeye başlar,” der.[1]
Yine Vâdedilen Mesih Hazretleri, “Böbürlenme korkunç bir hastalıktır. Kimin içinde ortaya çıksa onun için manevi bir ölüm demektir. Ben, bu hastalığın öldürmekten de daha ağır olduğunu kesinlikle biliyorum. Böbürlenen kimse şeytanın kardeşidir. Zira kibirlenmek şeytanı rezil etti. Bu da insanın mümin olması için bir şarttır. Yani kendisinde kibir olmamalıdır. Ancak kendisinde tevazu, alçakgönüllülük ve eğimlilik bulunmalıdır. Cenab-ı Hak tarafından görevli olarak gelenlerin özelliğidir bu. Onlarda son derece tevazu ve alçakgönüllülük bulunur. Bu güzel vasıf en çok Yüce Peygamber Efendimizde bulunurdu. Hizmetçilerinden birine “Sana karşı Yüce Peygamber nasıl davranırdı,” diye sorulduğu zaman “Doğrusu benden ziyade o bana hizmet ederdi,” diye karşılık vermiş.
Allahümme salli âlâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve bârik ve sellim,” dedi.[2]
Kibir Yüce Allah’ın katında son derece iğrençtir
Yine Vâdedilen Mesih Hazretleri, “Ben cemaatime kibirden sakınmalarını öğütlerim. Zira kibir, ululuk sahibi Allah’ımızın katında son derece iğrençtir. Belki siz kibrin ne olduğunu bilemezsiniz. Onun için benden öğrenin, çünkü ben Allah’ın ruhuyla[3] konuşurum.
Kardeşini, kendisi ondan daha fazla bilgilidir veya ondan daha akıllıdır veyahut daha hünerlidir diye hor gören kişi kibirlidir. Zira o, Cenab-ı Hakk’ın akıl ve bilginin asıl kaynağı olduğuna inanmıyor ve kendini bir şey zannediyor. Allah bu büyüklük taslayan kişiyi delirtmeye kadirdir. Ve hor gördüğü bu kardeşine ondan daha fazla akıl, ilim ve hüner ihsan edebilir. Bunun gibi kendi malını, yüksek mevki ve ihtişamını düşünerek kardeşini küçük gören de kibirlidir. Çünkü o, bu mevki ve ihtişamın Cenab-ı Hak tarafından kendisine verildiğini unutmuştur. Doğrusu bu adam kördür. Cenab-ı Hakk’ın, kendisini aşağıların en aşağı derecesine ansızın düşürecek bir felaket indirebileceğine, hor gördüğü kardeşine kendisinden daha iyi mal ve servet ihsan edebileceğine inanmıyor. Yine kendi vücut sağlığını görüp kasım kasım kasılan veyahut kendi güzelliği, yakışıklılığı, gücü ve kuvvetine gururlanan ve kardeşiyle alay edip ona aşağılık isimler takan ve onun bedeni eksikliklerinden halk arasında ileri geri konuşan da kibirlidir. Çünkü o Cenab-ı Hakk’ın kendisine bedeni kusur ve eksiklikleri indirip, hor görülenin bedeni güçlerine uzun zamana kadar hiç eksik olmayan ve bozulmayan güç üzerine güç ve bereket ihsan edeceğinden habersizdir. Çünkü O ne isterse yapar. Bir de kendi kuvvetlerine güvenip dua etmekte üşengeçlik eden kimse de kibirlidir. Çünkü kuvvet ve kudretlerin kaynağını tanımayıp kendini bir şey sanmıştır.
Ey sevgili dostlarım! Dediklerimin hepsini kafanıza koyun. Sakın habersiz olup hiçbir bakımdan Allah katında kibirli olmayasınız. Eğer biri kardeşinin konuştuğu yanlış bir kelimeyi böbürlenerek düzeltiyorsa o da kibirden pay almıştır. Eğer biri, kardeşinin sözünü tevazu ile dinlemeyip yüz çevirirse o da kibirden pay almıştır. Biri, yanında oturan zavallı kardeşinden nefret ediyorsa o da kibirden pay almıştır. Biri, dua edene karşı alay edip dalga geçiyorsa o da kibirden pay almıştır. Cenab-ı Hakk’ın görevlisi ve peygamberine tam olarak boyun eğmek istemiyorsa o da kibirden pay almıştır. Cenab-ı Hakk’ın görevlisi ve peygamberinin sözlerini dikkatle dinlemek, yazılarını dikkatle okumak istemiyorsa o da kibirden pay almıştır. Dolayısıyla kibirden hiçbir payın sizde bulunmaması için çalışın ki, mahvolmayasınız, çoluk çocuğunuzla birlikte kurtuluşa kavuşasınız. Cenab-ı Hakk’a eğilin! Dünyada ne kadar bir kimseyi sevmek mümkünse siz O’nu sevin. Dünyada ne kadar bir kimseden korkmak mümkünse siz Allah’ınızdan korkun! Temiz kalpli, temiz düşünceli, garip, naçiz ve hiç kötülüksüz kimse olun ki, merhamet edilesiniz!” der.[4]
Adı geçen biat şartındaki ikinci şey biat eden kişi hayatını uysallık, tevazu, güleryüzlülük, yumuşak huyluluk ve alçakgönüllülükle geçireceğine söz verir. Daha önce de söylediğim gibi, kalbinizle zihninizi kibirden temizleyip boşalttığınız zaman, onun yerine en yüce vasıf, en yüce özellik ve ahlak oluşturmak gerekir. Yoksa şeytan tekrar saldırıya geçecektir. Onun işi budur. Peşinizi bırakmayacaktır. Ahlaktan, tevazu ve alçakgönüllülük gibi nitelikleri kasdettim. Hep tevazu gösteren ile böbürlenen kimse bir arada yaşayamazlar. Kibirli kimseler Rahman Tanrı’nın kullarını iğnelemeye, onur kırıcı sözler söylemeye, yuhalamaya çalışırlar. Oysa siz bunlara karşı aynı tavrı takınmayın, aynı şekilde karşılık vermeyin. Tam tersine, Cenab-ı Hakk’ın buyruğuna kulak verin. O, yüce kitabında:
“Rahman’ın (gerçek) kulları, yeryüzünde tevazu ile yürürler. Cahil kimseler kendilerine bir söz söyledikleri zaman bunlar (cevap olarak onlara) yalnız “selam!” derler,” der.[5]
Şöyle bir hadis vardır. Hz. Ebu Sait Hudri’nin rivayetine göre Yüce Peygamber Efendimiz, “Eğer biri, yalnız Allah için bir derece alçakgönüllülük gösterirse Yüce Allah da cennette, onu bir derece yükseltir. Hatta ona illiyyîn’de[6] yer verecektir. Eğer biri Allah’a karşı bir derece kibirlenirse, Yüce Allah onu bir derece aşağılatacaktır. Hatta onu aşağıların en aşağısı bir dereceye koyacaktır,” dedi.[7]
Bu gibi insanların toplantılarından selam verip kalkmak sizin için daha hayırlıdır. Böylece dereceleriniz daha da yükselecektir. Bize karşı olanlarsa aşağıların en aşağısı dereceye düşecekler. Yine başka bir hadis de şöyledir.
Hz. Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Yüce Peygamber Efendimiz, “Sadaka vermekle mal eksilmez. Allah’ın bir kulu ne kadar başkalarının kusurlarını affediyorsa, Yüce Allah da onun şerefini daha da artırır. Biri ne kadar tevazu ve alçakgönüllülük ederse Allah da o kadar kendisine yüksek mertebe ihsan eder,” dedi.[8]
Ayaz bin Hammâr bin Meşâcı’nın kardeşi şöyle rivayet eder: Yüce Peygamber Efendimiz aramızda konuşma yapmak için ayağa kalktı ve “Cenab-ı Hak bana, “Hepiniz öylesine tevazu edin ki, birbirinize karşı gururlanmayın ve birbirinize asla zulüm etmeyin,” diye vahiy etti,” dedi.
Öyleyse Ahmediler birbirlerini affetmeyi alışkanlık haline getirmelidirler. Öteki cihanda dereceleriniz yükselecektir. Cenab-ı Hak bu cihanda da şerefinizi artıracaktır.
Yüce Peygamberin gözünde fakirlerin derecesi
Yüce Peygamber Efendimizin gözünde fakirlerin derecesini öğrenmek istiyorsanız şu hadisi okuyun: Hz. Ebu Sait Hudrî’nin rivayetine göre Peygamber Efendimiz şöyle dua ederdi: “Ey Allah’ım! Beni fakir olarak yaşat, fakir olduğum halde bana ölüm ver, Kıyamet günü de fakirlerin arasında beni kaldır!”[9]
Öyleyse her Ahmedi, Yüce Peygamberin tuttuğu yolu izlemelidir. Onun arkasından gitmek gerekir. Her Ahmedi kendini alçakgönüllülerin zümresinde alıştırmaya çalışmalıdır. Çünkü biat şartı da budur işte. Biat eden herkes “Hayatımı tevazu ile geçireceğim” diye söz verir.
Başka bir hadis de şöyledir. Hz. Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Cafer bin Ebi Talib, fakir fukarayı pek çok severdi. Toplantılarına katılır, onlarla uzun uzun sohbet ederdi. Onun içindir ki, Yüce Peygamber Efendimiz kendisine daima “Ebü’l-mesâkin (fakirlerin babası)” derdi.[10]
Vâdedilen Mesih hazretleri, “Eğer Yüce Allah’ı aramak istiyorsanız, fakirlerin kalpleri yanında arayın. Onun için Yüce Peygamber Efendimiz fukara kıyafetini giyerdi. Dolayısıyla üstün bir millete mensup kimse kendisinden küçük millete mensup olanla sakın alay etmesin. “Benim sülalem daha üstündür” diye övünmesin. Cenab-ı Hak, “Bana geleceğiniz zaman, siz hangi millettensiniz” diye sormayacağım. Ben size, “Yaptığınız amel nedir, diye soracağım,” der. Bunun gibi Yüce Peygamber Efendimiz de öz kızına, “Ey Fatıma! Cenab-ı Hak soy sop sormayacak. Sen eğer bir kötülük işlersen, Peygamber kızısın diye Yüce Allah seni affetmeyecek. Onun için daima işlerine dikkat et,” diye nasihat ederdi,” dedi.[11]Hz. Mirza Masroor AhmedVadedilen Mesih’in 5. HalifesiBiat Şartları ve Bir Ahmedinin Sorumlulukları kitabından
[1] Melfuzât c.4, s.213-213 (Yeni baskı)
[2] Melfuzât c.4, s.437-438 (Yeni baskı)
[3] Vahiy demektir
[4] Nüzûl’ül-Mesih, Ruhani Hazain c.18, s.402-403
[5] Furkan suresi, 64
[6] İlliyyîn: Yüksek dereceler demektir.
[7] Müsnet Ahmet bin Hanbel, Babı Müsned’ül-mükesserîn min’es-sahabe
[8] Müslim, Kitab’ül-birr ves-sıla, (Affetmek ve alçakgönüllülükle ilgili hadisler)
[9] İbn-i Mace, Kitab’üz-zühd, (yoksul ve fakir kimselerin meclisi) Not: Arapça metninde miskin sözcüğü geçer; Arapça’da miskin; yoksul, düşkün, zavallı, kimsesiz, fakir anlÂmina gelir. Türkçe’de ise uyuşuk, tembel, beceriksiz, âciz, elinden bir şey gelmeyen, bir de cüzam hastalığı için “miskin illeti” derler. (çevirmen)
[10] İbn-i Mace, Kitab’üz-zühd babü mecâlisetül-fukara
[11] Melfuzât, c.3, s.370 (yeni baskı)