KURBAN BAYRAMI HUTBESİ – 31 EKİM 1914 – DARÜ’L ULUM KADİYAN
يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِى السِّلْمِ كَافَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبٖينٌ (Bakara, 209)
Ey inananlar, hepiniz tam teslimiyete girin ve şeytanın (ayak) izlerine uymayın. Şüphesiz o, sizin apaçık düşmanınızdır.
Bugüne kurban günü denilmektedir. Müslümanlar arasında çok kurban kesilir, yüzbinlerce keçi koyun, binlerce deve sığır Allah’ın adına kurban edilir.
Kurban nedir ve onu yapmanın gereği nedir? Bu sorunun cevabı, kurban isminin kendisinden belli olmaktadır ki Allah’a “kurb” yani yakınlık elde etmek için yapılır. Ve işte bunun sayesinde Hüda Teala’ya kurb hasıl olur. Dünyada bir çok defa kurban yapılır ve bu gün de yapılmaktadır. Bazıları kendi putları için, bazıları tanrıçaları için ve bazıları peygamberleri için kurbanlar sunarlar, hatta kendi oğullarını bile kurban ederler. Hazret-i İbrahim (as) vasıtasıyla Allah-u Teala dünya ehline anlattı ki putlar ve peygamberler için kurbanlar kesmenin hiçbir hakikati yoktur. Eğer siz oğullarınızı kurban etmek istiyorsanız biz size şu şekilde kurban etmenizi öğretiyoruz: Bakın! Biz, bir oğulu İbrahim’e kurban ettirdik. Rüyada, ona oğlunu keserek kurban etme manzarası gösterildi. Biz bunu öyle bir renkte anlattık ki onu, kendi kendini din için feda edebilecek şekilde yetiştir, dedik. Bütün hayatını din için vakfetsin. Nitekim aynen böyle oldu. Hazret-i İbrahim (as) kendi evladını, “vadi ğayri zi zer’in” (kimsenin yaşamadığı çorak bir arazi) de Allah’ın emriyle bıraktı. Orada ne su vardı, ne de yiyecek, ne bir arkadaş ne de yardım edecek biri. İşte onun oğlunu kurban etmesi buydu. Ve bu, çok büyük bir fedakarlıktı. Oğlunu kendi eliyle kesmek kolaydır ancak viran ve ıssız bir ormanda, hiçbir yardımcı olmaksızın, hiçbir yiyecek içecek olmaksızın bırakıp dönmek zordur. Çünkü kurban kesen bilir ki, bir anda canı çıkacak ve ondan sonra hiç bir sıkıntı kalmayacak. Ama çölde bu şekilde bırakmanın görünür anlamı sadece şu ki, titreye titreye kim bilir ne zaman can verecek ve ayaklarını sürüye sürüye canı çıkacak. Fakat Yüce Allah’ın emri böyleydi ve O demişti ki kim Benim emrime göre evladını feda ederse onun evladı dünyada asla zayi olmaz.
Bugün ise bakın, birçok devlet kuruldu ve kendilerinin Hazreti İsmail’in (as) evlatlarından olduğunu söyleyen binlerce kavim var. İşte böylece Hüda Teala, evlatları Kendi yolunda kurban etmenin yolunu İbrahim’e (as) anlattı ve kendi evladını bıçakla keserek Hüda Teala’ya kurban eden insanların ahmak ve akıldan noksan olduğunu da gösterdi. Onların böyle kurbanları hiçbir işe yaramaz ve bunun hiçbir neticesi de çıkmaz. Asıl kurban, kendi evladını Allah yolunda vakfetmekle olur. Ve bu bir tohum gibidir ki ondan yüzbinlerce meyve çıkar. Ve böyle bir fedakarlık asla zayi olmaz. Bugün Mekke’de Hazreti İbrahim’in anısını tazelemek için yüzbinlerce kurban kesiliyor ve böylece o hatıra ikame ediliyor.
Hazreti İbrahim’in (as) örneğine bakın! O nasıl oğlunu o çölde bırakıp gitmişti ve Allah-u Teala o çölden nasıl onun için su ve yiyecek çıkarttı. Bu çok acıklı bir olaydır. Hadislerden öğrenildiğine göre Hazreti İbrahim (as) Hazreti Hacire’yi çocuğuyla beraber çöle bırakıp yürüyünce Hazreti Hacire, sen bizi burada kime bırakıp gidiyorsun, burada ne su var ne yiyecek, ne bir arkadaş ne de yardım edecek birisi, diye sordu. Hazreti İbrahim (as), ben sizi Hüda Teala’ya bırakıyorum, dedi. Bunun üzerine o, peki o halde git, şimdi hiçbir şey bizim umurumuzda değil, bize Allah-u Teala kâfidir, dedi. Hazreti İbrahim’in (as) bıraktığı azıcık su bitip de Hazreti İsmail (as) susuzluktan ağlamaya başlayınca ve orada bırakın suyu bir yeşillik dahi görünmeyince Hazreti Hacire endişeye kapıldı. Çocuğun ağlayışını seyretmeye dayanamayarak su aramak için sağa sola koşmaya başladı. Fakat orada su nasıl bulunabilirdi ki? Elleri boş çocuğun yanına geri geldi. Ancak çocuğun durumunu görünce yine endişeye kapıldı. Çocuğun ızdırabını ve çığlıklarını görmeye dayanamayıp tekrar koşmaya başladı. Sonunda bir melek vasıtasıyla, bir kaynak suyunun fışkırdığını öğrendi. Oraya geldi ve kaynağı buldu. Ona zemzem suyu denir. Resulüllah (sav) buyurdu ki, eğer Hacire bu kaynak suyunu durdurmasaydı çok uzaklara kadar yayılırdı. İşte bu kurbandı, bugün de kurbanlar sunulacak. Fakat bu fedakarlıkları yapanların düşünmesi gerekir ki bu fedakarlıkların Hazreti İbrahim’in (as) fedakarlığı ile ne kadar benzerliği vardır? Onun fedakarlığı şuydu: Allah-u Teala ona, kendi çocuğunu ve onun annesini çöle bırakmasını emretti. Hazreti İbrahim (as) hiç sormadı ki, onların yiyeceği içeceği orada nasıl sağlanacak, vahşi hayvanların onları parçalayıp yutmasından nasıl korunacaklar, nerede kalacaklar, kim onlardan bir haber getirecek. O hiçbir soru sormaksızın, hiçbir özür veya mazeret ileri sürmeksizin onları çöle bırakıp geri döndü. İşte bu Hazreti İbrahim’in (as) kurbanıydı ve böyle kurban yapmayı Allah-u Teala her Müslüman’dan istemektedir.
Şu kabul edilen bir şeydir ki, insan neyi seviyorsa onun için her şeyi kurban etmeye amade olur. Bu çağa bakın! Dünyada bir kurban olma silsilesi olmaktadır, kimisi vatanı için, kimisi ticareti için, kimi şerefi için, kimi namusu için ve kimisi yapılan iyiliğin karşılığını vermek için canlarını kurban ediyorlar ve bugün dünyada çok tehlikeli bir savaş olmaktadır ve keçiler ve sığırlar gibi insanlar öldürülüyor, kan ırmakları su gibi akıyor. Bir günde yüz bin, iki yüz bin insan helak oluyor. Fakat ölenlerin yerini diğerleri büyük bir mutlulukla alıyor ve savaşıyorlar. Biri ölüp düşünce diğeri mutlulukla onun yerine geçip dikiliyor. Öyle aileler var ki eğer onların sekiz genç evladı varsa sekizi de, dört varsa dördü de savaşa katılıyor, yani bütün evlatları savaşıyor. Niye böyle yaptıklarını biliyor musunuz? Bunlar namusları, vatanları, ticaretleri, şerefleri ve malları için canlarını feda ediyorlar. Ve bazıları kendilerine yapılan iyiliğin karşılığını ödemek için canlarını veriyorlar. Birisi diyor ki, biz Alman’ız, hiç kimseye yenilmeyiz. Birisi diyor ki, biz Fransalıyız, Fransa için kendimizi yok ederiz ve hiç kimsenin burayı ele geçirmesine izin vermeyiz. Birisi diyor ki, biz İngiliz’iz, hiçbir zaman hiç kimsenin egemenliği altında kalmayız, kalamayız. Belçika’da yaşayan birisi, biz sözümüzü çiğnemeyiz diyor. Bütün bu insanlar bunlar için canlarını feda ediyorlar. Bir de düşünün ki bir Müslüman’ın Hüda Teala için hiçbir fedakarlık yapmaması ne kadar utanç vericidir. Diğerleri şeref, namus, vatan ve mal için su gibi kanlarını akıtıyorlar ve biz onurumuz için savaşıyoruz diye övünüyorlar. Halbuki onların maksatları sadece ve sadece dünyayla sınırlıdır ve din ile ilgili herhangi bir şeyi kesinlikle göz önünde tutmuyorlar. Fakat Hüda Teala Müslümanlardan, onların hâliki (yaratıcısı) ve raziki (rızk vereni) olduğu için fedakarlıklar istiyor. Ancak gördüğümüz kadarıyla Hüda Teala için böyle fedakarlık yapan çok az Müslüman vardır.
Allah için fedakarlık yapmamanın sebebi şudur: Böyle insanların, bizim Hâlik ve Râzık olan bir Rabbimiz var, diye kesin inançları yoktur. Onlar dünya hükümetlerini hâlık ve râzık zannederler ve işte bu yüzden onlar için can verirler ama Allah için hiçbir şey yapmazlar. Fedakarlık Allah’a yaklaşmanın vesilesidir. Bu yüzden Allah-u Teala ister ki Benim kulum bir şey yapıp göstersin de o zaman Ben de onu Kendi yakınlığıma eriştireyim. Allah için nefsini feda etmeyen birisi eğer Allah’ı sevdiğini iddia ediyorsa o yalancıdır, onda ne Allah sevgisi vardır ne de Allah ile bağ. Allah-u Teala buyurur ki, Ey Müminler! Sizler hepiniz tam olarak Müslüman olun ve itaat boyunduruğunu boynunuza asın. Ey Müslümanlar! Siz itaatin bütün yollarını tamamlayın ve itaatin hiçbir yolunu eksik bırakmayın. Bu, Allah-u Teala’nın her müminden istediği bir fedakarlıktır ki insan bütün arzularını, bütün isteklerini, bütün özlem ve ümitlerini Allah-u Teala için kurban etsin. Ve bu, hoşuna gideni yapıp, hoşuna gitmeyeni yapmamak şeklinde olmasın. Yani, şeriat ona bir hak verdiğinde, ben şeriat üzerinde yürüyen birisiyim ona uygun karar verilmeli, diyen; ama şeriat ondan bir şey aldığında ise dünyevî kanunlara göre karar verilmeli, kanun benden almıyor o yüzden ben de vermem diyen birisi olmasın. Bir muamelede, bir kişiden bir şey istendiğinde o, ben bilgisizce öylece oturmadım, iyi bir şekilde araştırdım ki kanunen ben bu şeyin sahibiyim, dedi. Şeriate göre onun o şeyi alıkoymaya hakkı olmadığı için o, yasaya göre kotarmak istiyor ve bu nefisperestliktir çünkü o nefsinin hatırına din ve imanı satıp yasaların sığınmasına girmek istiyor. Kanunların itibarı nedir? Bu sadece insan yaşadığı müddetçedir. Ama Allah’ın kanunu, yani şeriat sonsuza kadardır. Birisi zulüm ile başkasının hakkını alırsa, bunun için herhangi bir sebep dahi olsa o, asla Hüda Teala’nın yakalamasından kurtulamaz. Ve böyle birisi kesinlikle iman sahibi değildir. Çünkü o, Allah için fedakarlık yapmaz. Herhangi bir muamele sırasında her bir Müslüman’ın kalbinde ilk oluşması gereken düşünce, şeriat ne diyor ve beni bunda haklı görüyor mu görmüyor mu, düşüncesi olmalıdır. Eğer şeriat ona bu hakkı vermiyorsa kanunlar verse bile almamalıdır. Çünkü Allah nezdinde onu almak caiz değildir. Müminin öyle olması gerekir ki, eğer kanun ona bir şeyi verdirmiyorsa ama şeriat vermesini emrediyorsa derhal onu vermelidir. Kimde bu hamur yoksa o Müslüman değildir. Müminlerin, itaatin her yönünü ve her şeklini göz önünde tutmaları gerekir.
Allah-u Teala bu ayette, şeytanın arkasından gitmeyin çünkü o sizin düşmanınızdır, buyuruyor. Ne kadar ince bir nokta beyan edilmiştir. Fedakarlık yapan, büyük bir şey elde etmek için fedakarlık yapar. Bir öğrenci, master veya doktora yapıp devlette yüksek bir mevkiye gelmek için vaktini feda eder. Dünyanın bütün dinleri fedakarlığı öğretirler ama onların fedakarlık yapan bağlıları iyi bir neticeye ulaşmazlar. İslam der ki, şeytan size hangi fedakarlığı yapmanızı emrederse onu kabul etmeyin, o sizin düşmanınızdır. Bundan şu netice çıkar: Hüda Teala buyurur ki, Bizim sizden istediğimiz fedakarlıklar ve size verdiğimiz emirlerin neticesi mutlaka iyi çıkar. Bu İslam ile diğer dinler arasındaki farktır ki, diğer dinler insana fedakarlık yaptırır, yani bazı şeyleri terk ettirir ama bir şey vermez. Ancak İslam, öyle fedakarlıklar yaptırır ki insan için onda fayda üstüne fayda vardır. Bu yüzden Allah-u Teala, Biz size ne hüküm verirsek onları tam olarak yapın, buyurur. Çünkü bu sizin kendi faydanızadır. O halde insanın kendi davranışlarını, mallarını, düşüncelerini ve iradelerini terk etmemesi ve Allah’ın emirlerini kabul etmemesi ne kadar utanılacak bir şeydir.
Allah-u Teala hepimizi gerçek fedakarlık yapmaya muvaffak kılsın.
Al-Fazl, 3 Kasım 1914, sayfa 7-8