TOKYO, JAPONYA, 2015
Teşehhüt, Taavvuz ve Besmele’nin okunmasının ardından, Mesihin V. Halifesi Hazretleriaba şöyle buyurdular:
Tüm seçkin konuklar – esselamu aleyküm ve rahmetullahu ve berekatuhu – Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.
Öncelikle tüm misafirlerimize, bugünkü toplantı için davetimizi kabul etmeleri sebebiyle teşekkür etmek istiyorum. Dünyanın durumunun büyük endişeye sebep olduğu, son derece istikrarsız ve tehlikeli bir devirde yaşamaktayız. Çatışma ve kargaşalar dünyayı yiyip bitirirken, uluslararası barış ve emniyeti de tehdit etmektedir.
Müslüman dünyasına şöyle bir göz atacak olursak, bir takım ülkelerde hükümetlerin kendi halkları ile acımasız bir savaş içinde olduğunu görüyoruz. Kan dökme ve anlamsız şiddet, o ülkelerin dokusunu tamamen harap etmektedir. Terörist gruplar ise ortaya çıkan yönetim boşluğundan faydalanarak, belli bölgelerde kontrolü ele geçirip, kendi sözde hükümetlerini ve yasaları yerleştirmekteler. Onlar, iğrenç bir tarzda hareket edip, akla gelebilecek en barbarca zulümleri, sadece ülkelerinde değil, şimdilerde ulaştıkları Avrupa’da bile işlemektedirler. Vahşetlerinin en yakın örneği, Paris saldırılarıdır.
Doğu Avrupa’da ise Rusya ile Ukrayna ve diğer Avrupa ülkeleri arasındaki düşmanlıkların alevi ışığını saçmaya devam etmektedir. Daha da ötesi bugünlerde Birleşik Devletler ve Çin arasında, Güney Çin Denizi’nde bir Amerikan savaş gemisinin taciz edilmesiyle tansiyon yükselmiştir. Hepinizin bildiği gibi, Çin ve Japonya arasında ise, ihtilaflı adalar üzerinde uzun zamandır süregelen bir bölgesel uyuşmazlık bulunmaktadır.
Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir meselesi sürekli bir çatışma kaynağı olup, dineceğine dair hiçbir emare de göstermemektedir. Benzer bir şekilde, İsrail ile Filistin arasındaki gerginlikler de bölgenin huzurunu tahrip etmiştir.
Afrika’da da terörist gruplar belli bölgeler üzerinde güç ve hâkimiyet elde ederek, büyük çaplı yıkım ve tahribata sebep olmaktadırlar. Dünyanın şu an karşı karşıya olduğu sadece birkaç meseleden bahsettim ve şüphesiz ihtilaf ve huzursuzluğun daha birçok örnekleri bulunmaktadır.
Bu nedenle varılabilecek tek sonuç, dünyanın artık şiddet ve kargaşa içinde kaybolmuş olduğudur. Modern dünyada savaşın etki alanı ise geçmiş dönemlerdekine göre çok büyüktür. Dünyanın bir bölgesindeki kargaşa onunla sınırlı ve yerel kalmayıp, aksine etki ve sonuçları çok daha uzaklara yayılmaktadır.
Kitle iletişimi ve anlık haberleşme araçları dünyayı küresel bir köye dönüştürdü. Eski günlerde bir savaşın sadece doğrudan ilişkili olanlarla sınırlı kalması mümkünken, şimdilerde her çatışma ve her savaşın doğurduğu sonuçlar gerçekten küreseldir. Hatta uzun yıllardır söylediğim gibi, herhangi bir bölgedeki savaşın etkileri, dünyanın başka bir bölgesindeki barışı ve huzuru etkileyebilir ve etkileyecektir de.
Tarihte geriye dönüp, 20. yüzyılda gerçekleşen iki Dünya Savaşına bakacak olursak, o zaman var olan silahların, gelişmişlik ya da öldürücülük bakımından günümüz silahları ve mühimmatı ile yakından uzaktan hiç alakası olmadığını hepimiz biliyoruz. Yine de denir ki, sadece İkinci Dünya Savaşında yaklaşık 70 milyon insan öldürüldü ve hayatlarını kaybedenlerin çoğunluğu da masum sivillerdi. İşte bu sebeple bugünkü felâket ve yıkım potansiyelini tasavvur etmek mümkün değildir.
İkinci Dünya Savaşı döneminde Birleşik Devletlerin elinde bulunan nükleer silahlar son derece yıkıcı oldukları halde, bunların günümüz nükleer silahlarının gücü yanında kıyas kabul edecek bir durumu yoktur. Bunun da ötesinde artık nükleer bombaları elinde bulunduran sadece büyük güçler olmayıp, bir takım küçük devletler dahi bunlara sahiptirler.
Büyük güçler muhtemelen bu silahları caydırıcı olmaları için ellerinde bulundururlarken, daha küçük ülkelerin böyle bir sınırlama göstereceklerine dair hiçbir garanti yoktur. Onların nükleer silahları asla kullanmayacaklarını farz etmemiz mümkün değildir. Nitekim dünyanın felâketin eşiğinde durduğu aşikârdır.
İkinci Dünya Savaşının sonunda ülkeniz, insanlığı utandıran bir nükleer saldırı ile yüzbinlerce insanınızın acımasızca öldürülüp, iki şehrinizin de yıkılıp yok edilmesiyle, akla gelebilecek en korkunç yıkım ve keder ile yüz yüze kalmıştır.
Tamamen ezici bu trajediye tanık olmuş, keza ona katlanmış olması sebebiyle Japon halkı, burada Japonya’da ya da aslında dünyanın herhangi bir yerinde, böyle bir saldırının tekrarlanmasını asla arzu etmez. Sizler, korkunç ve yıkıcı bir nükleer savaşın sonuçlarını gerçekten anlayan insanlarsınız.
Sizler, böyle silahların yan tesirlerinin ve sonradan ortaya çıkan etkilerinin sadece bir nesille sınırlı kalmayıp, gelecek kuşaklarda da devam edeceğini bilen insanlarsınız. Sizler, nükleer silahların benzeri görülmemiş kötülüğüne tanıklık edebilen insanlarsınız. Bu yüzden belki de hiçbir ülkenin barışı ve emniyetin değerini, Japon halkıdan daha iyi bilmesi mümkün değildir.
Şükürler olsun ki Japonya toparlandı ve şimdi son derece gelişmiş bir ülkedir. Bu yüzden geçmiş tarihinizi göz önünde bulundurarak Japonya, dünyada barışın tesis edilmesindeki rolünü oynamak zorundadır.
İkinci Dünya Savaşının üzücü bir şekilde sona ermesinin ardından, Japonya’ya karşı belli kısıtlamalar ve müeyyideler uygulamaya konulmuştur. Bu bakımdan büyük girişimlerde bulunmak ve tüm dünyanın gidişatına yön vermek ülkeniz için zor olabilir.
Ancak yine de ülkeniz dünya meselelerinde önemli bir rol oynamaktadır. Buna göre dikkate değer etkinizi olabilecek en iyi şekilde kullanmalısınız ve ülkeler ile halklar arasında barışı gerçekleştirmek üzere gayret göstermelisiniz.
Bu sene, Hiroşima ve Nagazaki’ye nükleer bombaların bırakılmasıyla ulusunuza mutlak bir yıkım, sefalet ve eziyet çektiren tarihteki o çaresiz günlerin üzerinden, 70 yıl geçtiğine işaret etmektedir.
Tahribat ve kıyımın tam bir resmini çizen müzeler inşa ettiğinizden dolayı ve nükleer bombaların bazı etkileri bugün bile devam ettiğinden, Japon halkı savaşın ve çatışmanın ne denli tehlikeli olduğunu hala anlayabilmektedir.
Daha önce değindiğim üzere, katlandığınız trajedi, savaş sonrası uygulanan acımasız ve tamamen gereksiz sınırlamalar sonucunda misliyle çoğalmıştır. Yıllar geçtikçe bunların savaşın yıkıcı sonuçlarının daimi bir hatırası olacağı da ispatlamıştır.
Japonya’ya karşı nükleer silahlar kullanıldığında, zamanın Müslüman Ahmediye Cemaati Başkanı olan İkinci Halife Hazretleri, saldırıyı son derece güçlü ifadelerle kınamıştı. O, şöyle buyurmuştur:
Dinimiz ve ahlaki öğretilerimiz bizden, koşullar ne olursa olsun bu dehşet veren eylemi ve kan dökülmesini haklı görmediğimizi bütün dünya huzurunda duyurmamızı talep eder. Belli hükümetlerin söylediklerimi beğenip beğenmemeleri ise benim için fark etmez.
İkinci Halife Hazretleri gelecekte savaş durumunun yatışacağını öngörmediğini ilave etti. Daha ziyade o, ileride baş gösterecek şiddet ve çatışmalardaki tırmanışı görmekteydi.
Bugün, onun uyarı sözlerinin tamamen doğru olduğu kanıtlanmıştır. Bir Üçüncü Dünya savaşının başladığı resmen ilan edilmemiş olsa bile, aslında küresel bir savaş çoktan gerçekleşmektedir. Dünyanın her yerinde erkekler, kadınlar ve çocuklar öldürülmekte, işkence edilmekte ve en yürek parçalayan zulümlere maruz kalmaktadır.
Bizi alakadar eden kadarıyla, Müslüman Ahmediye Cemaati dünyanın neresinde cereyan ederse etsin, her türlü zulüm ve baskıyı kınamak adına daima sesini yükseltmektedir. Çünkü İslam’ın öğretileri, adaletsizlik karşısında ve muhtaçlara ya da zulme uğrayanlara yardım etmek üzere, sesimizi yükseltmemizi bizden talep eder. Sizlere Müslüman Ahmediye Cemaati Başkanı’nın İkinci Dünya Savaşı zamanında, Japonya’ya karşı nükleer bombaların kullanımını kınamak üzere nasıl sesini yükselttiğinden bahsettim.
Bundan başka, dünyada önemli bir duruş ve etkiye sahip, son derece ileri gelen ve iyi tanınan Bir Müslüman Ahmedi de, Japonya’yı ve halkını savunmayı üstlenmiştir. Sir Chaudhry Muhammad Zafrullah Khan’dan bahsetmekteyim. O, pek çok kayda değer uluslararası görev yanında, Pakistan’ın ilk Dışişleri Bakanıydı ve daha sonra da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Başkanı oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesini müteakiben o, sesini yükseltti ve belli güçlerin Japonya’ya haksız yaptırımlar uygulama girişimlerini kınadı.
Pakistan Delegasyonunun Başkanı olarak 1951 San Francisco Barış Zirvesi’ne hitap ederken, Chaudhry Zafrullah Khan şöyle demişti:
Japonya ile barış, adalet ve uzlaşıya öncü olunmalı, intikam ve zulme değil. Japonya gelecekte önemli bir rol oynayabilecektir. Bu, Japonya’yı barışsever ülkeler arasında eşit bir konuma getirmek üzere parlak bir gelişme vaadi sunan, ülkenin siyasal ve sosyal yapasında başlatılan bir dizi reform neticesinde olacaktır.
Onun konuşması Kuran’ı Kerim’in öğretilerine ve İslam’ın Yüce Peygamberininsav hayatına dayanmaktaydı. İslam’ın gerçek öğretilerini temel alarak o şöyle demiştir. Bir savaşın galibi asla adaletsizliğe başvurmamalıdır, keza mağlup olan tarafa, onların gelecekteki gelişimi ve esenliğini kısıtlayacak lüzumsuz sınırlamaları de hiçbir zaman uygulamamalıdır.
Chaudhry Zafrullah Khan Japonya’yı savunan bu tarihi demeci verdi, çünkü bir Müslüman Ahmedi olarak o, yalnızca Pakistan devletini değil, ilk ve en başta İslam’ın yüce öğretilerini temsil etmekteydi.
Bundan dolayı, önce de söylediğim gibi sizler, savaşın sonuçlarını ve zulmü diğerlerinden daha iyi anlayabilen insanlarsınız. Bunun için Japon Hükümeti, her kademede ve mümkün olan her yolla, insanlık dışı davranışların, zulmün ve adaletsizliğin her şeklinin karşısında olmaya ve bunları önlemeye çalışmalıdır. Onlar, uğradıkları iğrenç saldırının gelecekte dünyanın başka bir yerinde bir kez daha asla tekrar etmemesini sağlamak üzere çalışmalıdır.
Savaş alevleri tutuşturulduğunda, Japonya’nın liderleri ve halkı, gerginlikleri hafifletmek ve barışı tesis etmek üzere rollerini oynamalıdır. İslam bakımındansa, kimileri onu zalim ve şiddet yanlısı bir din olarak görür. Onlar bu ihtilaflarını desteklemek üzere, terörizm ve savaşın Müslüman âleminde yaygın olmasının altını çizerler.
Hâlbuki inanışları tamamen yanlıştır. Doğrusu İslam’ın barış öğretilerinin dünya tarihinde başka hiçbir benzeri yoktur. Bundan dolaydır ki, İkinci Halifemiz ve Chaudhry Zafrullah Khan, ulusunuza yapılan büyük kötülükler karşısında seslerini yükseltmişlerdir. Şimdi de çok özet olarak, İslam’ın öğretilerinin gerçekte ne olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Temel bir ilke olarak İslam der ki, jeopolitik ya da ekonomik kazançlar yahut da doğal kaynakları kontrol etmek üzere herhangi bir savaş, asla haklı gösterilemez. Daha da ötesi, Kuran’ı Kerim’in 16. suresi, 127. ayetinde Yüce Allah buyurmuştur ki; savaş halinde herhangi bir ceza işlenen suçla orantılı olmalı ve asla haddi aşmamalıdır. Savaşın sona ermesinin ardından Kuran’ı Kerim, affetmek ve sabır göstermek daha iyidir diye buyurur.
Benzer şekilde 8. sure, 62. ayetinde Kuran’ı Kerim bildirir ki, iki taraf arasındaki ilişkilerin bozulduğu yerlerde ve savaş için hazırlıklar yapıldığında, eğer karşı taraftakiler uzlaşma isterlerse, diğer tarafın onların bu jestini kabul edip, Allah’a tevekkül etmesi, üzerlerine vazifedir. Kuran’ı Kerim der ki, bir kimse karşı tarafı neyin teşvik ettiğini ya da samimiyetini uzun uzadıya sorgulamamalı ve
barışçıl bir çözüm için daima çalışılmalıdır. Kuran’ı Kerim’in bu öğretisi, uluslararası barış ve emniyeti muhafaza etmek üzere anahtar bir ilkedir.
Yüce Allah 5. sure, 9. ayette, bir ulusa yahut da halka olan düşmanlık, asla adalet ve hakkaniyet ilkelerini feda etmenize sebep olmamalıdır diye açıkça ilan etmiştir.
Bilakis İslam, ne kadar zorlayıcı olursa olsun her durumda, adalet ve dürüstlük ilkelerine sımsıkı bağlı kalmalısınız diye öğretmektedir. Aslında ilişkileri geliştirmenin, hayal kırıklıklarını ortadan kaldırmanın ve de savaş sebeplerini bertaraf etmenin yolu ancak adalettir. 24. sure, 34. ayette Kuran’ı Kerim buyurur ki, eğer başarılı bir savaşın ardından esirlerin serbest bırakılmasına karşın bedel ödenmesi şart koşulacak olursa, kolayca güçleri yetsin diye koşullarınız makul tutulmalıdır, keza taksitle ödemelerine izni vermeniz daha da iyidir.
Barışın tesis edilmesi için altın bir ilke Kuran’ı Kerim’in 49. suresi, 6. ayetinde sunulmaktadır. Orada buyurur ki, eğer uluslar veya hizipler arasında bir anlaşmazlık varsa, üçüncü bir taraf aralarını bulmaya ve barışçıl bir çözüm oluşturmaya çabalamalıdır.
Bir anlaşma sağlandığı takdirde ise, taraflardan herhangi biri haksız yere mutabık kalınan anlaşmayı ihlal edecek olursa, o zaman diğer uluslar birleşmeli ve eğer gerekiyorsa güç kullanarak saldırganı durdurmalıdır. Ancak saldırgan taraf bir kez geri çekildiğinde, onlar haksız yere kısıtlanmamalıdır Aksine kendilerine bağımsız bir ulus ve özgür bir toplum olarak ilerlemeleri için izin verilmelidir.
Bu ilke günümüz dünyasında ve özellikle büyük güçler ile Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar için büyük önem taşımaktadır. Eğer bu değerlere uygun hareket edecek olurlarsa, yeryüzünde gerçek barış ve adalet kurulmuş olur ve gereksiz hayal kırıklıkları da doğal olarak kaybolup gider.
Benzer şekilde, yeryüzünde barışın nasıl yaratılacağına ve savaşlara nasıl son verileceğine dair Kuran’ı Kerim’e ait daha birçok emir bulunmaktadır. Rahman ve Rahim olan Rabbimiz bizlere barışın anahtarlarını sunmuştur. Çünkü O, yarattıklarının bir arada uyum içinde ve her türlü nefret ve anlaşmazlıktan uzak yaşamalarını istemektedir.
Ve bu sözlerle hepinizden, barışı ve ahengi dünyada yaymak üzere nüfuzunuzu kullanmanızı rica ediyorum. Dünyanın her neresinde kargaşa ve anlaşmazlık varsa, hepimizin müşterek yükümlülüğü, adaleti korumak ve barış için mücadele etmektir. Ta ki, yıkıcı sonuçları on yıllardır süregelen ve muhtemelen bugün de halen devam eden, 70 yıl önce meydana gelmiş o korkunç savaşın bir tekrarından korunmuş olalım.
Daha küçük ölçekli diğer bir dünya savaşı çoktan başlamışken, durum daha da büyüyüp dünyayı içine çekmeden, keza gelecek nesillerimizi yıkıma uğratacak o en tiksinç ve ölümcül silahlar da tekrar kullanılmaya başlamadan önce bizler, görevlerimizi yerine getirmeliyiz ve barış için çaba göstermeliyiz.
Bu nedenle yükümlüklerimizi yerine getirelim ve bir araya gelelim. Muhalif bloklar şeklinde gruplaşmak yerine birleşmeliyiz ve birlikte çalışmalıyız. Bunun dışında uygulanabilir bir seçeneğimiz bulunmamaktadır, çünkü eğer tastamam bir Üçüncü Dünya Savaşı gerçekleşecek olursa, sonuçta oluşacak tahribatı ve yıkımın izlerini tasavvur etmek mümkün değildir.
Bunları geçmişin savaşları ile kıyaslayacak olursak, şüphesiz onlar oldukça küçük kalacaktır.
Dua ediyorum ki; çok geçmeden dünya, meselenin ciddiyetini fark etmek adına kendine gelsin ve insanlar, Yüce Allah’ın huzurunda boyun eğerek, hem O’na, hem de birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirsin.
Din adına kargaşa yaratanlara ya da jeopolitik yahut da ekonomik menfaatler uğruna savaş açanlara, Allah hidayet ve akıl versin. Onlar, çabalarının ne denli anlamsız ve yıkıcı olduğunun farkına varsınlar.
Keza Allah, dünyanın her bölgesinde gerçek ve uzun soluklu barışın oluşması için nasip etsin – Âmin.
Bu sözlerle, bugünkü toplantıya katıldığınız için sizlere bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
Çok teşekkür ederim.
TOKYO, JAPONYA, 2015
Teşehhüt, Taavvuz ve Besmele’nin okunmasının ardından, Mesihin V. Halifesi Hazretleriaba şöyle buyurdular:
Tüm seçkin konuklar – esselamu aleyküm ve rahmetullahu ve berekatuhu – Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.
Öncelikle tüm misafirlerimize, bugünkü toplantı için davetimizi kabul etmeleri sebebiyle teşekkür etmek istiyorum. Dünyanın durumunun büyük endişeye sebep olduğu, son derece istikrarsız ve tehlikeli bir devirde yaşamaktayız. Çatışma ve kargaşalar dünyayı yiyip bitirirken, uluslararası barış ve emniyeti de tehdit etmektedir.
Müslüman dünyasına şöyle bir göz atacak olursak, bir takım ülkelerde hükümetlerin kendi halkları ile acımasız bir savaş içinde olduğunu görüyoruz. Kan dökme ve anlamsız şiddet, o ülkelerin dokusunu tamamen harap etmektedir. Terörist gruplar ise ortaya çıkan yönetim boşluğundan faydalanarak, belli bölgelerde kontrolü ele geçirip, kendi sözde hükümetlerini ve yasaları yerleştirmekteler. Onlar, iğrenç bir tarzda hareket edip, akla gelebilecek en barbarca zulümleri, sadece ülkelerinde değil, şimdilerde ulaştıkları Avrupa’da bile işlemektedirler. Vahşetlerinin en yakın örneği, Paris saldırılarıdır.
Doğu Avrupa’da ise Rusya ile Ukrayna ve diğer Avrupa ülkeleri arasındaki düşmanlıkların alevi ışığını saçmaya devam etmektedir. Daha da ötesi bugünlerde Birleşik Devletler ve Çin arasında, Güney Çin Denizi’nde bir Amerikan savaş gemisinin taciz edilmesiyle tansiyon yükselmiştir. Hepinizin bildiği gibi, Çin ve Japonya arasında ise, ihtilaflı adalar üzerinde uzun zamandır süregelen bir bölgesel uyuşmazlık bulunmaktadır.
Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir meselesi sürekli bir çatışma kaynağı olup, dineceğine dair hiçbir emare de göstermemektedir. Benzer bir şekilde, İsrail ile Filistin arasındaki gerginlikler de bölgenin huzurunu tahrip etmiştir.
Afrika’da da terörist gruplar belli bölgeler üzerinde güç ve hâkimiyet elde ederek, büyük çaplı yıkım ve tahribata sebep olmaktadırlar. Dünyanın şu an karşı karşıya olduğu sadece birkaç meseleden bahsettim ve şüphesiz ihtilaf ve huzursuzluğun daha birçok örnekleri bulunmaktadır.
Bu nedenle varılabilecek tek sonuç, dünyanın artık şiddet ve kargaşa içinde kaybolmuş olduğudur. Modern dünyada savaşın etki alanı ise geçmiş dönemlerdekine göre çok büyüktür. Dünyanın bir bölgesindeki kargaşa onunla sınırlı ve yerel kalmayıp, aksine etki ve sonuçları çok daha uzaklara yayılmaktadır.
Kitle iletişimi ve anlık haberleşme araçları dünyayı küresel bir köye dönüştürdü. Eski günlerde bir savaşın sadece doğrudan ilişkili olanlarla sınırlı kalması mümkünken, şimdilerde her çatışma ve her savaşın doğurduğu sonuçlar gerçekten küreseldir. Hatta uzun yıllardır söylediğim gibi, herhangi bir bölgedeki savaşın etkileri, dünyanın başka bir bölgesindeki barışı ve huzuru etkileyebilir ve etkileyecektir de.
Tarihte geriye dönüp, 20. yüzyılda gerçekleşen iki Dünya Savaşına bakacak olursak, o zaman var olan silahların, gelişmişlik ya da öldürücülük bakımından günümüz silahları ve mühimmatı ile yakından uzaktan hiç alakası olmadığını hepimiz biliyoruz. Yine de denir ki, sadece İkinci Dünya Savaşında yaklaşık 70 milyon insan öldürüldü ve hayatlarını kaybedenlerin çoğunluğu da masum sivillerdi. İşte bu sebeple bugünkü felâket ve yıkım potansiyelini tasavvur etmek mümkün değildir.
İkinci Dünya Savaşı döneminde Birleşik Devletlerin elinde bulunan nükleer silahlar son derece yıkıcı oldukları halde, bunların günümüz nükleer silahlarının gücü yanında kıyas kabul edecek bir durumu yoktur. Bunun da ötesinde artık nükleer bombaları elinde bulunduran sadece büyük güçler olmayıp, bir takım küçük devletler dahi bunlara sahiptirler.
Büyük güçler muhtemelen bu silahları caydırıcı olmaları için ellerinde bulundururlarken, daha küçük ülkelerin böyle bir sınırlama göstereceklerine dair hiçbir garanti yoktur. Onların nükleer silahları asla kullanmayacaklarını farz etmemiz mümkün değildir. Nitekim dünyanın felâketin eşiğinde durduğu aşikârdır.
İkinci Dünya Savaşının sonunda ülkeniz, insanlığı utandıran bir nükleer saldırı ile yüzbinlerce insanınızın acımasızca öldürülüp, iki şehrinizin de yıkılıp yok edilmesiyle, akla gelebilecek en korkunç yıkım ve keder ile yüz yüze kalmıştır.
Tamamen ezici bu trajediye tanık olmuş, keza ona katlanmış olması sebebiyle Japon halkı, burada Japonya’da ya da aslında dünyanın herhangi bir yerinde, böyle bir saldırının tekrarlanmasını asla arzu etmez. Sizler, korkunç ve yıkıcı bir nükleer savaşın sonuçlarını gerçekten anlayan insanlarsınız.
Sizler, böyle silahların yan tesirlerinin ve sonradan ortaya çıkan etkilerinin sadece bir nesille sınırlı kalmayıp, gelecek kuşaklarda da devam edeceğini bilen insanlarsınız. Sizler, nükleer silahların benzeri görülmemiş kötülüğüne tanıklık edebilen insanlarsınız. Bu yüzden belki de hiçbir ülkenin barışı ve emniyetin değerini, Japon halkıdan daha iyi bilmesi mümkün değildir.
Şükürler olsun ki Japonya toparlandı ve şimdi son derece gelişmiş bir ülkedir. Bu yüzden geçmiş tarihinizi göz önünde bulundurarak Japonya, dünyada barışın tesis edilmesindeki rolünü oynamak zorundadır.
İkinci Dünya Savaşının üzücü bir şekilde sona ermesinin ardından, Japonya’ya karşı belli kısıtlamalar ve müeyyideler uygulamaya konulmuştur. Bu bakımdan büyük girişimlerde bulunmak ve tüm dünyanın gidişatına yön vermek ülkeniz için zor olabilir.
Ancak yine de ülkeniz dünya meselelerinde önemli bir rol oynamaktadır. Buna göre dikkate değer etkinizi olabilecek en iyi şekilde kullanmalısınız ve ülkeler ile halklar arasında barışı gerçekleştirmek üzere gayret göstermelisiniz.
Bu sene, Hiroşima ve Nagazaki’ye nükleer bombaların bırakılmasıyla ulusunuza mutlak bir yıkım, sefalet ve eziyet çektiren tarihteki o çaresiz günlerin üzerinden, 70 yıl geçtiğine işaret etmektedir.
Tahribat ve kıyımın tam bir resmini çizen müzeler inşa ettiğinizden dolayı ve nükleer bombaların bazı etkileri bugün bile devam ettiğinden, Japon halkı savaşın ve çatışmanın ne denli tehlikeli olduğunu hala anlayabilmektedir.
Daha önce değindiğim üzere, katlandığınız trajedi, savaş sonrası uygulanan acımasız ve tamamen gereksiz sınırlamalar sonucunda misliyle çoğalmıştır. Yıllar geçtikçe bunların savaşın yıkıcı sonuçlarının daimi bir hatırası olacağı da ispatlamıştır.
Japonya’ya karşı nükleer silahlar kullanıldığında, zamanın Müslüman Ahmediye Cemaati Başkanı olan İkinci Halife Hazretleri, saldırıyı son derece güçlü ifadelerle kınamıştı. O, şöyle buyurmuştur:
Dinimiz ve ahlaki öğretilerimiz bizden, koşullar ne olursa olsun bu dehşet veren eylemi ve kan dökülmesini haklı görmediğimizi bütün dünya huzurunda duyurmamızı talep eder. Belli hükümetlerin söylediklerimi beğenip beğenmemeleri ise benim için fark etmez.
İkinci Halife Hazretleri gelecekte savaş durumunun yatışacağını öngörmediğini ilave etti. Daha ziyade o, ileride baş gösterecek şiddet ve çatışmalardaki tırmanışı görmekteydi.
Bugün, onun uyarı sözlerinin tamamen doğru olduğu kanıtlanmıştır. Bir Üçüncü Dünya savaşının başladığı resmen ilan edilmemiş olsa bile, aslında küresel bir savaş çoktan gerçekleşmektedir. Dünyanın her yerinde erkekler, kadınlar ve çocuklar öldürülmekte, işkence edilmekte ve en yürek parçalayan zulümlere maruz kalmaktadır.
Bizi alakadar eden kadarıyla, Müslüman Ahmediye Cemaati dünyanın neresinde cereyan ederse etsin, her türlü zulüm ve baskıyı kınamak adına daima sesini yükseltmektedir. Çünkü İslam’ın öğretileri, adaletsizlik karşısında ve muhtaçlara ya da zulme uğrayanlara yardım etmek üzere, sesimizi yükseltmemizi bizden talep eder. Sizlere Müslüman Ahmediye Cemaati Başkanı’nın İkinci Dünya Savaşı zamanında, Japonya’ya karşı nükleer bombaların kullanımını kınamak üzere nasıl sesini yükselttiğinden bahsettim.
Bundan başka, dünyada önemli bir duruş ve etkiye sahip, son derece ileri gelen ve iyi tanınan Bir Müslüman Ahmedi de, Japonya’yı ve halkını savunmayı üstlenmiştir. Sir Chaudhry Muhammad Zafrullah Khan’dan bahsetmekteyim. O, pek çok kayda değer uluslararası görev yanında, Pakistan’ın ilk Dışişleri Bakanıydı ve daha sonra da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Başkanı oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesini müteakiben o, sesini yükseltti ve belli güçlerin Japonya’ya haksız yaptırımlar uygulama girişimlerini kınadı.
Pakistan Delegasyonunun Başkanı olarak 1951 San Francisco Barış Zirvesi’ne hitap ederken, Chaudhry Zafrullah Khan şöyle demişti:
Japonya ile barış, adalet ve uzlaşıya öncü olunmalı, intikam ve zulme değil. Japonya gelecekte önemli bir rol oynayabilecektir. Bu, Japonya’yı barışsever ülkeler arasında eşit bir konuma getirmek üzere parlak bir gelişme vaadi sunan, ülkenin siyasal ve sosyal yapasında başlatılan bir dizi reform neticesinde olacaktır.
Onun konuşması Kuran’ı Kerim’in öğretilerine ve İslam’ın Yüce Peygamberininsav hayatına dayanmaktaydı. İslam’ın gerçek öğretilerini temel alarak o şöyle demiştir. Bir savaşın galibi asla adaletsizliğe başvurmamalıdır, keza mağlup olan tarafa, onların gelecekteki gelişimi ve esenliğini kısıtlayacak lüzumsuz sınırlamaları de hiçbir zaman uygulamamalıdır.
Chaudhry Zafrullah Khan Japonya’yı savunan bu tarihi demeci verdi, çünkü bir Müslüman Ahmedi olarak o, yalnızca Pakistan devletini değil, ilk ve en başta İslam’ın yüce öğretilerini temsil etmekteydi.
Bundan dolayı, önce de söylediğim gibi sizler, savaşın sonuçlarını ve zulmü diğerlerinden daha iyi anlayabilen insanlarsınız. Bunun için Japon Hükümeti, her kademede ve mümkün olan her yolla, insanlık dışı davranışların, zulmün ve adaletsizliğin her şeklinin karşısında olmaya ve bunları önlemeye çalışmalıdır. Onlar, uğradıkları iğrenç saldırının gelecekte dünyanın başka bir yerinde bir kez daha asla tekrar etmemesini sağlamak üzere çalışmalıdır.
Savaş alevleri tutuşturulduğunda, Japonya’nın liderleri ve halkı, gerginlikleri hafifletmek ve barışı tesis etmek üzere rollerini oynamalıdır. İslam bakımındansa, kimileri onu zalim ve şiddet yanlısı bir din olarak görür. Onlar bu ihtilaflarını desteklemek üzere, terörizm ve savaşın Müslüman âleminde yaygın olmasının altını çizerler.
Hâlbuki inanışları tamamen yanlıştır. Doğrusu İslam’ın barış öğretilerinin dünya tarihinde başka hiçbir benzeri yoktur. Bundan dolaydır ki, İkinci Halifemiz ve Chaudhry Zafrullah Khan, ulusunuza yapılan büyük kötülükler karşısında seslerini yükseltmişlerdir. Şimdi de çok özet olarak, İslam’ın öğretilerinin gerçekte ne olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Temel bir ilke olarak İslam der ki, jeopolitik ya da ekonomik kazançlar yahut da doğal kaynakları kontrol etmek üzere herhangi bir savaş, asla haklı gösterilemez. Daha da ötesi, Kuran’ı Kerim’in 16. suresi, 127. ayetinde Yüce Allah buyurmuştur ki; savaş halinde herhangi bir ceza işlenen suçla orantılı olmalı ve asla haddi aşmamalıdır. Savaşın sona ermesinin ardından Kuran’ı Kerim, affetmek ve sabır göstermek daha iyidir diye buyurur.
Benzer şekilde 8. sure, 62. ayetinde Kuran’ı Kerim bildirir ki, iki taraf arasındaki ilişkilerin bozulduğu yerlerde ve savaş için hazırlıklar yapıldığında, eğer karşı taraftakiler uzlaşma isterlerse, diğer tarafın onların bu jestini kabul edip, Allah’a tevekkül etmesi, üzerlerine vazifedir. Kuran’ı Kerim der ki, bir kimse karşı tarafı neyin teşvik ettiğini ya da samimiyetini uzun uzadıya sorgulamamalı ve
barışçıl bir çözüm için daima çalışılmalıdır. Kuran’ı Kerim’in bu öğretisi, uluslararası barış ve emniyeti muhafaza etmek üzere anahtar bir ilkedir.
Yüce Allah 5. sure, 9. ayette, bir ulusa yahut da halka olan düşmanlık, asla adalet ve hakkaniyet ilkelerini feda etmenize sebep olmamalıdır diye açıkça ilan etmiştir.
Bilakis İslam, ne kadar zorlayıcı olursa olsun her durumda, adalet ve dürüstlük ilkelerine sımsıkı bağlı kalmalısınız diye öğretmektedir. Aslında ilişkileri geliştirmenin, hayal kırıklıklarını ortadan kaldırmanın ve de savaş sebeplerini bertaraf etmenin yolu ancak adalettir. 24. sure, 34. ayette Kuran’ı Kerim buyurur ki, eğer başarılı bir savaşın ardından esirlerin serbest bırakılmasına karşın bedel ödenmesi şart koşulacak olursa, kolayca güçleri yetsin diye koşullarınız makul tutulmalıdır, keza taksitle ödemelerine izni vermeniz daha da iyidir.
Barışın tesis edilmesi için altın bir ilke Kuran’ı Kerim’in 49. suresi, 6. ayetinde sunulmaktadır. Orada buyurur ki, eğer uluslar veya hizipler arasında bir anlaşmazlık varsa, üçüncü bir taraf aralarını bulmaya ve barışçıl bir çözüm oluşturmaya çabalamalıdır.
Bir anlaşma sağlandığı takdirde ise, taraflardan herhangi biri haksız yere mutabık kalınan anlaşmayı ihlal edecek olursa, o zaman diğer uluslar birleşmeli ve eğer gerekiyorsa güç kullanarak saldırganı durdurmalıdır. Ancak saldırgan taraf bir kez geri çekildiğinde, onlar haksız yere kısıtlanmamalıdır Aksine kendilerine bağımsız bir ulus ve özgür bir toplum olarak ilerlemeleri için izin verilmelidir.
Bu ilke günümüz dünyasında ve özellikle büyük güçler ile Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar için büyük önem taşımaktadır. Eğer bu değerlere uygun hareket edecek olurlarsa, yeryüzünde gerçek barış ve adalet kurulmuş olur ve gereksiz hayal kırıklıkları da doğal olarak kaybolup gider.
Benzer şekilde, yeryüzünde barışın nasıl yaratılacağına ve savaşlara nasıl son verileceğine dair Kuran’ı Kerim’e ait daha birçok emir bulunmaktadır. Rahman ve Rahim olan Rabbimiz bizlere barışın anahtarlarını sunmuştur. Çünkü O, yarattıklarının bir arada uyum içinde ve her türlü nefret ve anlaşmazlıktan uzak yaşamalarını istemektedir.
Ve bu sözlerle hepinizden, barışı ve ahengi dünyada yaymak üzere nüfuzunuzu kullanmanızı rica ediyorum. Dünyanın her neresinde kargaşa ve anlaşmazlık varsa, hepimizin müşterek yükümlülüğü, adaleti korumak ve barış için mücadele etmektir. Ta ki, yıkıcı sonuçları on yıllardır süregelen ve muhtemelen bugün de halen devam eden, 70 yıl önce meydana gelmiş o korkunç savaşın bir tekrarından korunmuş olalım.
Daha küçük ölçekli diğer bir dünya savaşı çoktan başlamışken, durum daha da büyüyüp dünyayı içine çekmeden, keza gelecek nesillerimizi yıkıma uğratacak o en tiksinç ve ölümcül silahlar da tekrar kullanılmaya başlamadan önce bizler, görevlerimizi yerine getirmeliyiz ve barış için çaba göstermeliyiz.
Bu nedenle yükümlüklerimizi yerine getirelim ve bir araya gelelim. Muhalif bloklar şeklinde gruplaşmak yerine birleşmeliyiz ve birlikte çalışmalıyız. Bunun dışında uygulanabilir bir seçeneğimiz bulunmamaktadır, çünkü eğer tastamam bir Üçüncü Dünya Savaşı gerçekleşecek olursa, sonuçta oluşacak tahribatı ve yıkımın izlerini tasavvur etmek mümkün değildir.
Bunları geçmişin savaşları ile kıyaslayacak olursak, şüphesiz onlar oldukça küçük kalacaktır.
Dua ediyorum ki; çok geçmeden dünya, meselenin ciddiyetini fark etmek adına kendine gelsin ve insanlar, Yüce Allah’ın huzurunda boyun eğerek, hem O’na, hem de birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirsin.
Din adına kargaşa yaratanlara ya da jeopolitik yahut da ekonomik menfaatler uğruna savaş açanlara, Allah hidayet ve akıl versin. Onlar, çabalarının ne denli anlamsız ve yıkıcı olduğunun farkına varsınlar.
Keza Allah, dünyanın her bölgesinde gerçek ve uzun soluklu barışın oluşması için nasip etsin – Âmin.
Bu sözlerle, bugünkü toplantıya katıldığınız için sizlere bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
Çok teşekkür ederim.