Küresel Kriz Hakkında İslam’ın Görüşü

İngiltere Parlamentosu, Avam Kamarası
Londra, İngİltere, 2008

 

Bismillahir-Rahmanir-Rahim–Sonsuz kerem ve rahmet eden Allah’ın adıyla.

Öncelikle, kendilerine kısaca hitap etmesi için dini bir organizasyonun liderine olanak tanıyan tüm değerli ve saygın misafirlere, milletvekilleri ile parlamentonun saygıdeğer üyelerine, teşekkür etmek isterim. Bölgemiz parlamenteri Sayın Justine Greening’e de, seçim bölgesinde bulunan küçük bir cemaatin Hilafetin Yüzüncü Yılı için bu programı düzenlemek üzere göstermiş olduğu büyük çabadan dolayı sonsuz şükranlarımı bildiririm. Bu, onun büyüklüğünü, açık kalpliliğini ve kendi seçim bölgesinde yaşayan her bireyin ve topluluğun düşüncelerine önem verdiğini göstermektedir.

Müslüman Ahmediye Cemaati, küçük bir topluluk olmasına rağmen, İslam’ın gerçek öğretilerinin temsilcisi ve standartlarının da uygulayıcısıdır. Bununla beraber, Birleşik Krallık’ta yaşayan her Ahmedi’nin,  ülkeye son derece bağlı bir vatandaş olduğunu ve onu sevdiğini de söylemeliyim. Bu, Peygamberimiz’insav öğretilerinin bir sonucudur. O bize, bir kimsenin vatan sevgisinin, onun inancının tamamlayıcı bir parçası olduğunu öğütlemiştir. İslam’ın öğretileri, Vadedilen Mesih as ve bu Çağın Islahçısı olduğuna inandığımız Ahmediye Cemaati Kurucusu tarafından daha ayrıntılı olarak işlenmiş ve üzerinde durulmuştur.

O, iddiasını duyururken, Allah’ın kendisine iki sorumluluk yüklediğini söylemiştir. Birincisi Allah’ın hakkıdır, diğeri ise O’nun yarattıklarının hakkıdır. O, sözüne devam ederek, Allah’ın yarattıklarına karşı olan hak borcunun, yerine getirilmesi en zor ve hassas mesele olduğunu belirtmiştir.[1]

Hilafet hakkında, tarihin tekerrür ettiği bir zamanın gelmesinden ve bu tür bir liderlik sonucunda savaşların başlama ihtimalinden dolayı korkunuz olabilir. Bu, İslam aleyhinde ortaya atılan bir suçlama olmakla birlikte, sizi temin ederim ki, Allah’ın izni ile Ahmediye Hilafeti, yeryüzünde daima barış ve uyum standartlarının uygulayıcısı olarak tanınacak ve takipçileri de yaşadıkları ülkeye sadık kalacaklardır. Ahmediye Hilafetinin gayesi Mesih ve Mehdinin görevini daima sürdürmektir. Bundan dolayı Hilafetten korkmak için kesinlikle hiçbir neden yoktur. Bu Hilafet, Cemaat üyelerinin dikkatlerini, Vadedilen Mesihin as geliş nedeni olan iki sorumluluğun yerine getirilmesine çeker ve sonuç olarak dünyada barış ve uyumu oluşturmaya çalışır.

Şimdi, zaman da kısa olduğu için konuya geliyorum. Eğer son birkaç yüzyılı tarafsızca inceleyecek olursak, o dönemdeki savaşların gerçekte din savaşları olmadığını fark edeceğiz. Bunların mahiyeti daha çok jeopolitikti. Günümüzün uluslararası düşmanlık ve anlaşmazlıklarının da, siyasi, sınırsal ve ekonomik çıkarlardan kaynaklandığını görmekteyiz.

Bugünlerde, olayların gidişatından dolayı korkum, dünya ülkelerindeki siyasi ve iktisadi hareketliliğin, sonuçta bir dünya savaşını olası kılmasıdır. Bundan, sadece dünyanın yoksul ülkeleri değil, varlıklı ülkeleri de etkilenecektir. O yüzden süper güçlerin görevi, oturup, insanlığı felaketin eşiğinden kurtaracak bir çözüm bulmaktır.

İngiltere, hem gelişmiş ülkeler, hem de gelişmekte olan ülkeler üzerinde etkisini kullanabilecek ve kullanan ülkelerden birisidir.  Eğer dilerseniz, eşitliğin ve adaletin gereğini yerine getirmek suretiyle, dünyaya yol gösterebilirsiniz.

Yakın geçmişe baktığımızda, İngiltere birçok ülkeyi, özellikle Hindistan ve Pakistan alt kıtasını yöneterek, ardında adalet ve din özgürlüğünün yüksek bir standardını bırakmıştır. Müslüman Ahmediye Cemaati buna şahit olmuştur. Ahmediye Cemaatinin Kurucusu da, adalet politikaları ve dini özgürlük vermesi sebebiyle, İngiliz Hükümetini büyük ölçüde övmüştür. Ahmediye Cemaatinin Kurucusu, Majesteleri Kraliçe Victoria’yı Elmas Yıldönümü nedeniyle kutladığında ve ona İslam’ın mesajını ilettiğinde, İngiliz Hükümetinin adalet ve eşitliğin şartlarını yerine getirmekteki tutumunu göz önünde bulundurarak, Allah’ın onu cömertçe mükâfatlandırması için özellikle dua etmiştir.

Bu yüzden tarihimiz, İngiltere tarafından bu adaletin her sergilenişinde, onu daima tanıdığımızı göstermektedir. Ümit ediyoruz ki, gelecekte de adalet, yalnızca dini konularla sınırlı kalmayıp, tüm diğer yönleriyle de İngiliz Hükümetinin belirgin niteliği olarak kalsın ve sizler geçmişteki iyi vasıflarınızı asla unutmayınız.

Bugün dünyada büyük bir tedirginlik ve huzursuzluk vardır. Küçük çapta savaşların patlak verdiğini görmekteyiz. Bazı yerlerde ise süper güçler, barış getirme çabasında olduklarını iddia etmektedirler. Eğer adaletin şartları yerine getirilmezse, bu yerel savaşların büyük yangını ve alevleri yükselerek tüm dünyaya yayılabilir. Bunun için sizlerden mütevazı ricam, dünyayı yıkımdan korumanızdır!

Şimdi kısa olarak, İslam’ın öğretilerinin dünya barışına neler getireceğinden veya bu öğretilerin ışığında dünyada barışın nasıl sağlanabileceğinden bahsetmek istiyorum. Duam, dünyada barışın tesisi için öncelikle hitap edilenlerin, yani Müslümanların, buna göre davranmalarının mümkün olması içindir. Ancak buna uymak, tüm dünya ülkelerinin, bütün süper güçlerin ve hükümetlerin de görevidir.

Bugünlerde ve bu çağda dünya, önceden hayal bile edilemeyecek bir şekilde, tam anlamıyla küresel bir köye dönüşmüştür. Bizler, insan olarak yükümlülüklerimizin farkına varmalı ve dünyada barışı sağlamaya yardımcı olacak, insan hakları gibi sorumluluklarımıza dikkat kesilmeliyiz. Açıkçası bu çaba, tarafsızlığı ve adaletin tüm gereklerini yerine getirmeyi esas almalıdır.

Bugünün meseleleri arasındaki bir sorun ise, doğrudan olmasa da, dolaylı olarak din sebebiyle ortaya çıkmıştır. Müslümanlardan bazı gruplar, din adına yasa dışı araçlar ve intihar bombacılarını kullanarak, askerler ve masum halk da dâhil olmak üzere, Müslüman olmayanları öldürmekte ve zarar vermekte, keza masum Müslümanları ve çocukları da vahşice katletmektedir. Bu zalimce davranış, İslam bakımından kesinlikle kabul edilemez.

Bazı Müslümanların bu berbat davranışları sonucu, gayrimüslim ülkelerde tamamen yanlış bir izlenim oluşmuştur. Bundan dolayı toplumun bazı kesimleri açıkça İslam aleyhinde konuşurken, diğerleri ise açıkça konuşmasalar da, kalplerinde İslam hakkında iyi bir fikir taşımamaktadır. Bu da Batılı ve gayrimüslim ülke halklarının kalplerinde, Müslümanlar ile ilgili güvensizlik yaratmıştır. Birkaç Müslüman’ın tutumu yüzünden, durumun iyileşmesi bir yana, gayrimüslimlerin tepkisi her geçen gün kötüleşmektedir.

Bu hatalı tepkinin ilk örneği, Resulullah’ın sav karakterine ve Müslümanların Kutsal Kitabı olan Kuran-ı Kerim’e yapılan saldırıdır. Bu konuda hangi partiden olursa olsun, İngiliz siyasetçilerin ve İngiltere’nin aydınlarının tutumları, diğer bazı ülke politikacılarınınkinden farklı olmuştur. Bundan dolayı size teşekkür ederim. Böylesi hassasiyetlerin incitilmesinde, nefreti arttırmak ve hoşnutsuzluk yaratmak dışında, başka ne fayda olabilir ki? Bu nefret, belli aşırı Müslümanları İslami olmayan amellerde bulunmak üzere tahrik ederken, bir dizi gayrimüslime ise, kendi muhalefetlerini yaymak üzere yeni fırsat sunmaktadır.

Oysa aşırılıktan uzak olanlar ve İslam’ın Peygamberini sav derinden sevenler, bu saldırılardan son derece incinmişlerdir. Bu konuda da Ahmediye Cemaati ön plana çıkmaktadır. Bizim yegâne ve en önemli görevimiz, dünyaya Resulullah’ın sav mükemmel karakterini ve İslam’ın güzel öğretilerini göstermektir. Bizler, bütün peygamberlere (hepsine selam olsun) saygı gösterenler ve onların tamamının Allah tarafından elçi olarak gönderildiklerine inananlar olduğumuzdan, hiç birine karşı asla saygısızca bir şey söylemeyiz. Ne var ki, Peygamberimiz sav aleyhinde asılsız ve gerçek dışı iddiaları duyduğumuzda, buna çok üzüldük.

Bugünlerde dünya bloklara bölünürken, aşırılık artmakta, mali ve ekonomik durum ise kötüye gitmektedir. Her türlü nefreti sona erdirmeye ve barışın temellerini atmaya acilen ihtiyaç vardır. Bu da ancak, karşılıklı olarak her türlü düşünceye saygı göstermekle mümkün olabilir.  Eğer bu düzgünce, erdem ve dürüstlük ile yapılmazsa, durumlar kontrol edilemeyen bir şekilde kızışacaktır. Ekonomik olarak iyi durumda olan Batı ülkelerinin, aralarında Müslümanların da bulunduğu, fakir veya az gelişmiş ülke insanlarına, cömertçe kendi ülkelerine yerleşme izni vermelerini takdir ile karşılıyorum.

Gerçek adaletin gerekli kıldığı, bu insanların düşünce ve ibadetlerine saygı duyulmasıdır. Bu yolla insanların huzuru muhafaza altına alınmış olur.  Bir kimsenin huzuru bozulduğunda, toplum huzurunun da etkileneceğini unutmamalıyız.

Daha önce söylediğim gibi, adaletin gereklerini yerine getiren ve bu yolda müdahalede bulunmayan İngiliz milletvekilleri ve politikacılarına müteşekkirim. Bu aslında, Kuran tarafından bize sunulan İslam’ın bir öğretisidir. Kuran-ı Kerim şöyle buyurur:

Dinde zorlama (caiz) değildir… (s. 2: a 257)

Bu emir, İslam’ın sadece kılıçla yayıldığı suçlamasına karşılık vermekle kalmayıp, ayrıca Müslümanlara, bir dinin kabulünün, kişi ile Rabbi arasındaki bir konu olduğunu, buna da hiçbir şekilde müdahale edilmemesi gerektiğini bildirmektedir. Herkes kendi inancına göre yaşamak ve dininin ritüellerini yerine getirmekte serbesttir. Ancak, din adına yapılan herhangi bir uygulama başkalarına zarar verip, ülke kanunlarına da aykırı ise, o zaman devletin güvenlik birimleri harekete geçebilir. Çünkü bir dinde zalimce bir ritüel uygulaması bulunuyorsa, bunun Allah’ın bir peygamberinin öğretisi olması mümkün değildir.

Bu, barışın hem yerel, hem de uluslararası seviyede tesisi için temel prensiptir.

Dahası, eğer dininizi değiştirmeniz sonucu, herhangi bir toplum, grup veya hükümet, ibadetlerinizi yerine getirmek konusunda müdahale etmeye çalışır ve ardından koşullar lehinize değişirse, o zaman İslam bize şunu öğretir. Asla içimizde kötü niyet ve garez taşımamamız gerekir. Öç almayı değil, bilakis adalet ve eşitliği tesis etmeye çalışmalıyız. Kuran’ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

Ey inananlar! Adalet ile şahitlik ederek (daima) Allah için hazır bulunun. Bir topluluğa olan düşmanlığınız, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. (Daima) adaletli olun. Bu, takvaya daha yakındır. Allah’ın takvasını benimseyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (s. 5: a. 9)

Bu, toplumda barış için bir öğretidir. Düşmanınız için bile olsa, adaleti asla terk etmeyin. İslam’ın ilk dönemi bizlere, bu öğretinin takip edildiğini ve adaletin tüm gereklerinin uygulandığını göstermektedir. Şu anda bu konuda çok fazla örnek veremem, ancak tarihin tanıklık ettiği gerçek, Mekke zaferinin ardından Resulullah’ın sav, kendisine işkence edenlerden öç almadığı ve onları affedip, kendi inançlarına bağlı kalmalarına da izin verdiğidir. Günümüzde, ancak düşmana karşı adaletin tüm gerekleri yerine getirilse, barışın tesis edilmesi mümkündür. Bu sadece aşırı dincilere karşı olan savaşlarda değil, diğer tüm savaşlarda da böyle olmalıdır. Ancak böyle olan bir barış kalıcıdır.

Geçtiğimiz yüzyılda iki dünya savaşı yapıldı. Nedenleri ne olursa olsun, detaylı baktığımızda tek bir neden öne çıkmaktadır. Bu da, ilk anda adaletin düzgün olarak uygulanmamış olmasıdır. Bunun karşısında ise, söndü diye düşünülen bir yangın, için için yanmaya devam eden bir köze dönüşmüş ve sonunda da birden alevlenerek, ikinci kez tüm dünyayı sarmıştır.

Bugünlerde huzursuzluk artmakta ve barışı sürdürmek adına yapılan savaş ve eylemler,  başka bir dünya savaşının habercisi olmaktadır. Dahası, mevcut ekonomik ve sosyal sorunlar, durumun kötüleşmesinin kaynağı olacaktır.

Kuran-ı Kerim, dünyada barışın tesis edilmesi için bazı altın prensipler sunmuştur. Açgözlülüğün nefreti körüklediği bir gerçektir. Bu, bazen toprak genişlemesi olarak, bazen ise doğal kaynakları ele geçirmek veya başkalarına üstünlüğünü bildirmek şeklinde kendini gösterir. İster insanların haklarını gasp ederek amaçları uğruna üstünlüklerini kanıtlamak arzusundaki acımasız despotlar eliyle, isterse de işgalci güçler eliyle olsun, bu zulme yol açar. Bazen acımasızca muamele gören insanların çığlık ve ıstırapları, dış dünyayı yardıma davet eder.

Ancak durum böyle olsa da, İslam’ın Yüce Peygamberinin sav, bize öğretmiş olduğu altın prensip şudur: Zalim de, mazlum da olsa, ona yardım edin.

Resulullah’ın sav sahabeleri, zulme uğrayanlara yardım etmeyi anladıkları halde, zalime nasıl yardım edebileceklerini sormuşlardır. Resulullah sav cevap olarak şöyle buyurmuştur: “Onu zulüm işlemekten alıkoymakla, çünkü zalimlikteki aşırılığı, onun Allah’ın cezasına çarptırılmasına neden olacaktır.[2]” Bu yüzden merhamet gösterip, onu kurtarmaya çalışın. Bu ilke, toplumun en ücra unsurlarını aşıp, uluslararası düzeye ulaşmaktadır. Bununla ilgili Kuran-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

Eğer inananlardan iki topluluk (birbirleriyle) savaşa girerlerse, onları barıştırın. Ancak onlardan biri diğeri aleyhinde aşırılık ederse, (hep beraber aşırılık edenle Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın. Böylece (Allah’ın emrine) dönerse, (dövüşen her iki grup) arasında barış sağlayın ve adaletli davranın. Şüphesiz Allah, adalet edenleri sever. (s. 49: a. 10)

Bu öğreti Müslümanlar hakkında olduğu halde, bu prensibe bağlı kalınarak, yeryüzünde barışın temelinin atılması mümkündür

Barışı korumak üzere ilk önce açıklanan, adaletin başlangıç şartı olduğudur. Adalet ilkesine uyulduğu halde, barışı sağlama çabaları başarısız kalırsa, o zaman haddi aşan gruba karşı birleşip, topluca mücadele edilmelidir. Buna, aşırılık gösteren taraf barış yapmaya hazır oluncaya kadar devam edilmelidir. Haddi aşan grup barış yapmaya hazır olduğunda ise adalet, öç almamayı, sınırlama veya ambargo uygulamamayı gerektirir. Elbette ki gözünüz aşırılık gösterenin üzerinde olsun, ancak diğer taraftan da onun için çabalayın ve durumunu iyileştirin.

Dünyanın bazı ülkelerinde—ne yazık ki aralarında kimi Müslüman ülkeler de göze çarpmaktadır—bugünlerde hâkim olan huzursuzluğa son vermek üzere, özellikle veto gücüne sahip olan ülkeler tarafından, adaletin düzgün olarak uygulanıp uygulanmadığının tespiti için araştırma yapılmalıdır. Yardıma her ihtiyaç duyulduğunda, eller güçlü uluslara doğru uzanır.

Önce de belirttiğim gibi bizler, İngiliz hükümetinin tarihinde daima adaleti onayladığına tanıklık etmekteyiz. Bu bana, dikkatlerinizi bu konulardan bazılarına çekmek üzere cesaret vermiştir.

Dünyada barışı geri getirmek üzere bize öğretilen diğer bir prensip ise, başkalarının zenginliklerine göz dikilmemesidir. Kuran-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

Kendilerini denemek gayesiyle, onlardan bazı topluluklara, (geçici bir süre için) dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz mala, gözlerini dikme… (s. 20: a. 132)

Başkalarının zenginliklerine karşı her türlü kıskançlık hevesi, dünyada huzursuzluğun artmasına bir sebeptir. Söylendiği gibi, kişisel olarak komşuya ayak uydurmak, sonsuz bir açgözlülüğe yol açar ve toplumun barışını bozar. Ulusal seviyede de açgözlü bir rekabet başlamış ve dünya barışını yıkıma taşımıştır. Bu, tarih tarafından ispatlanmıştır ve her duyarlı insan takdir edebilir ki, başkalarının malına duyulan arzu, kıskançlık ve hevesin büyümesine sebeptir ve kaybın da kaynağıdır.

Bundan dolayıdır ki Yüce Allah, bir kimsenin kendi kaynaklarına göz kulak olması ve faydayı onlardan elde etmesi gerektiğini buyurmaktadır. Bölgesel kazanımlar için gösterilen çaba, o bölgenin doğal kaynaklarından fayda elde etmek içindir. Ulusların gruplaşıp, güç blokları oluşturmaları, bazı ülkelerin doğal kaynaklarını elde etmek içindir. Bu konuda daha önce hükümetlere danışmanlık yapmış birtakım yazarlar, kaleme aldıkları kitaplarında, bazı ülkelerin diğer ülkelerin kaynaklarını kontrol etmek üzere, nasıl çaba harcadıklarını ayrıntılı olarak yazmışlardır. Yazarlar ne denli doğru olduklarını sadece kendileri bilir ve ancak Allah en doğruyu bilendir. Ne var ki, bu açıklamalar okunduğunda ortaya çıkan durumdan dolayı, fakir ülkelerine bağlı kalanların kalplerinde ciddi acılar oluşmaktadır ve bu, terörün tırmanması ile kitle imha silahları için yapılan yarışın temel nedenidir.

Günümüz dünyası kendisinin daha aklı başında, bilinçli ve eğitimli olduğunu düşünmektedir. Hatta fakir ülkelerde bile, kendi alanlarında eğitimde çok mükemmelleşmiş kimseler vardır. Son derece aydın zihinler, dünyanın büyük araştırma merkezlerinde beraberce çalışmaktadırlar. Böylesi şartlarda bir kimse, insanların bir araya gelebildiklerini ve beraberce çaba göstererek, husumete sebep olmuş, keza korkunç savaşlara sürüklemiş yanlış düşünce ve geçmiş çılgınlıklara son verdiklerini hayal etmelidir. Allah vergisi akıl ve bilimsel ilerleme, insanlığın iyiliği için ve birbirlerinin kaynaklarından, müsaade edilebilir faydalar sağlayacak yöntemler bulmak üzere kullanılmalıdır.

Dünyayı bir barış cennetine dönüştürmek üzere bütünüyle değerlendirilmesi için Allah, her ülkeye doğal kaynaklar ihsan etmiştir. Allah, birçok ülkeye farklı ekinler yetiştirilmesi için de mükemmel bir iklim ve çevre bahşetmiştir. Modern teknolojinin kullanılmasıyla tarım için doğru bir planlama yapılmış olsaydı, ekonomi güçlenecek ve açlık da yeryüzünden kalkmış olacaktı.

Maden kaynakları bahşedilmiş ülkelerin gelişip adil fiyatlarla ticaret yapmalarına açıkça izin verilmelidir ve bir ülke diğer bir ülkenin kaynaklarından yararlanabilmelidir. İşte bu doğru yoldur ve Yüce Allah tarafından da tercih edilen yoldur.

Yüce Allah peygamberlerini insanlara, onları Allah’a yaklaştıracak yollar göstersinler diye gönderir. Aynı zamanda Allah, inançla ilgili konularda da tamamen özgürlük olduğunu buyurmaktadır. İnançlarımıza göre, hem mükâfat, hem de ceza ölümden sonra olacaktır. Ancak Allah’ın kurduğu sistemde, eğer O’nun mahlûkatına zulüm edilip, adalet ve dürüstlük görmezden gelinirse, böylece onun sonuçlarının doğa kanunları vasıtası ile bu dünyada da görülmesi mümkündür. Böyle adaletsizlikler karşısında şiddetli tepkiler gözlemlenir ve bu tepkinin doğruluğu veya yanlışlığının bir garantisi de yoktur.

Dünyayı fethetmenin doğru yolu, yoksul ülkelere hakları olan statülerin tanınması için çaba sarf etmektir.

Günümüzün önemli bir konusu, likidite krizi diye adlandırılan ekonomik krizdir. Kulağa her ne kadar tuhaf gelse de, kanıtlar tek bir gerçeği göstermektedir. Kuran-ı Kerim bize şunu buyurarak yol göstermektedir: Faizden kaçının, çünkü faiz öyle bir beladır ki, onda yerel, ulusal ve uluslararası barış için tehlike vardır. Bizler şöyle uyarıldık; her kim faizi kabul edecek olursa, bir gün Şeytanın yakalayıp çılgına çevirdiği birisi gibi olacaktır. Bundan dolayı Müslümanlar olarak bizler, böyle bir durumdan sakınmak üzere, faizle iş yapmayı sona erdirmemiz için ikaz edildik. Çünkü faiz olarak aldığınız para, zahirde size artıyor gibi görünse de, servetinizi büyütmez. Onun gerçek etkilerinin ortaya çıktığı bir zamanın gelmesi kaçınılmazdır. Bunun ötesinde de bizler, faiz işine girmemize izin verilmediği, eğer bunu yaparsak Allah ile savaşa girmiş sayılacağımız ikazı ile uyarıldık.

Bu etken, bugünkü likidite krizinde açıkça görülmektedir. Başlangıçta emlak satın alabilmek için borç para alan kişiler vardı. Onlar daha bu malların mülkiyetine sahip olduklarını göremeden, borç yükü altında ölüp giderler. Oysa şimdilerde borç yüklenmiş hükümetler vardır ve adeta çılgınlığa yakalanmış gibidirler. Büyük şirketler batmıştır. Kimi bankalar ve finans kurumları ise ya iflas ettiler yahut da kefaletle kurtuldular. Bu, zengin fakir fark etmeden, her ülkede hâkim olan bir durumdur. Sizler bu krizi benden daha iyi biliyorsunuz. Tasarruf sahiplerinin paraları silinmiştir. Şimdi onları nasıl ve ne dereceye kadar koruyacakları ise, hükümetlere kalmıştır. Ancak şimdilik, ailelerin, iş adamlarının ve dünyanın birçok ülkesindeki hükümet liderlerinin tamamının huzurları yok olmuştur.

Bu durum bizleri şöyle düşünmeye mecbur bırakmıyor mu? Dünya, uyarısı önceden bize verilmiş olan mantıklı sona doğru gitmektedir. Bunun daha sonraki sonuçlarının ne olacağını ise, Allah daha iyi bilir.

Yüce Allah demiştir ki, ancak temiz ve helal ticaret olduğunda ve kaynaklar uygun ve adil olarak kullanıma sunulduğunda güvence altında olan barışa geliniz.

Öğretilerimizin bu kısa noktalarına şimdi bir hatırlatma ile son vermek istiyorum. Dünya için gerçek barış, ancak Allah’a yönelmekte yatmaktadır. Allah dünyaya, bu hususu anlamayı nasip etsin. Ancak o zaman onlar, diğerlerinin haklarını yerine getirebileceklerdir.

Son olarak, buraya geldiğiniz ve beni dinlediğiniz için hepinize minnetlerimi sunarım.

Çok teşekkür ederim.

 

[1]    Malfuzat, cilt 1, s.326

 

[2]    Sahihi Buhari, Kitabu’l İkrâh, Babu Yeminir-Raculi Li Sahibihi… Hadis no. 6952…

 

Önceki

11.03.2022 – Hz. Resulüllah’ın (sav) yüksek mertebeli sahabesi ve 1. Halifesi hz. Ebubekir Sıddik’in (ra) güzel va-sıfları

Sonraki

Vatana Karşı Sevgi ve Sadakat Hakkında