Şimdi ey aziz okuyucu, Allah kalbini hakikati kabule açık tutsun! Bu zamanın bir İlâhî ıslahatçı ortaya çıkması zamanı olup olmadığını anlamak sana düşer. Böyle bir ıslahatçı için duyulan ihtiyacın her yüzyılda bir tekerrür edeceği hadisten anlaşılıyor. Her yüzyılda bir defa, Kuran-ı Kerim’i ve İslâmiyeti herkese tefsir etmek için bir ıslahatçı çıkacaktır. Ancak, şimdi bir yüzyılın başında değil ortasındayız. Peygamberin hadisine ehemmiyet vermesek bile, gözümüzün önündeki gerçeklere ehemmiyet vermemezlik edemeyiz. Özellikle Müslüman ve genellikle diğer milletlerin bu günkü durumuna göz atarsak, bir ıslahatçıya şimdi muhakkak surette ihtiyaç bulunduğuna kanaat getiririz. Müslümanlar ve sair milletler manevi ve ruhani bakımdan mümkün mertebe iyi durumda olsalardı, İlâhî irşat olmaksızın ilerleyebileceklerine güvenebilseydi, manevî memuriyet iddiasında bulunanlara aldırış etmeyebilirdik. Ancak, Müslümanların manevi durumu bir ıslahatçıya lüzum gösteriyorsa ve İslâmiyet düşmanları eski husumet rekorlarının hepsini kıracak kadar aşırı gidiyorlarsa, o takdirde şimdiki zaman bir İlâhî ıslahatçının gelmesi, İslâmiyet’i yeniden öğretmesi, İslâmiyet düşmanlar ile mücadelede bulunması. Müslümanları gerçek İslâmiyet’e geri getirmesi, Müslümanların kalbinde eski din sevgisini tekrar yaratması ve İslâmiyet’in ihya kuvvetini yani manevi ölüleri yeniden canlandırma kuvvetini göstermesi zamanıdır, diye itiraf etmeye mecburuz.
Müslümanların bugünkü genel durumu ve İslâmiyet düşmanlarının maksadı şüphe götürmeyecek kadar açıktır. Gerçeği gizlemekte bir menfaati olmayan ve iyiyi kötüden ayırt edebilen herkes, Müslümanların fikrî ve manevi bakımdan olduğu gibi itikat ve amel bakımından da İslâmiyet’ten çok saptıklarını itiraf eder. Bugünkü Müslümanların gerçek durumunu Kuran-ı Kerim şöyle anlatmaktadır:
Peygamber der ki : “Ey Rabbim! Benim kavmim bu Kuran’ı büsbütün terk etti” [1]
Bugünkü Müslümanların gerçek durumu işte budur. Artık “Müslümanlar İslâmiyet’in emirlerinden kaçını terk etti?” sorusu yerine “Terk etmedikleri bir emir kaldı mı?” sorusu sorulmaktadır. “Müslümanları kabristanda ve İslâmiyet’i kitaplarda bulabilirsiniz” sözü bugün için çok doğrudur. İslâmiyet’i bugün Kuran-ı Kerim’in sayfalarında, Hadis kitaplarında bulabilirsiniz, fakat Müslümanların hayatında bulamazsınız. Evvela, Müslümanlar İslâmiyet’in talim ve telkinlerini pek az bilirler. Onlar İslâmiyet’i öğrenmeye çalışsalar bile, İslâmiyet’in gerçek manasına ve ruhuna yaklaşmanın hemen hemen imkânsız olduğunu görürler. İslâmiyet’e ait olan her şeyin gerçek yüzü kirletilmiştir. Bugün İslâmiyet adı altında Allah (c.c.) hakkında uydurulan inançlar o kadar tiksindiricidir ki, doğruyu arayan bir insan için Allah’a (c.c.) can ve gönülden hamd-ü sena imkânsızlaşmıştır. Melekler hakkındaki inançlar da aynı şekilde son derece çirkinleşmiştir. Melekler hakkında Kuran-ı Kerim “Kendilerine emredileni yaparlar”(16:50) buyurmuştur. Halbuki, İslâmiyet’in müfessirleri, onları Allah’ı tenkit edenler, kötü kadınları sevmeye düşkün olan insan suretinde aşağılık mahluklar diye göstermektedir. Allah’ın (c.c.) peygamberleri yalancı ve günahkar diye tavsif edilmekte ve bu yüzden Allah’ın (c.c.) seçkin kulları sıfatıyla haklarında beslenmesi gereken sevgi ve saygı onlara gösterilememektedir. Keza, bize dediklerine göre, İlâhî vahiy Şeytanın müdahalesinden münezzeh değildir. Böylece yegâne güven kaynağı da elimizden alınmıştır. Şarap, cennet ve cehennem mecazları ifrata götürülmüş ve bu suretle İslâmiyet adına anlamsız ve saçma sapan şeyler sunulmuştur.
Öteki peygamberler bir yana, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bile İslâm “müfessirleri”nin dilinden kurtulamamıştır. Onlar, laubali ve hatalı bir şekilde, Peygambere Zeyneb ile bir aşk macerası veya bir cariye ile gizli münasebetler, veya sair akıl almaz şeyler isnat etmişler ve bu suretle Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) emsalsiz derecede güzel karakterini kötülemişlerdir. O‘nu en iyi bilen Hz. Ayşe’ye (r.a.) göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kuran’ın canlı bir tasviri idi. Müfessirlerin çizdiği tasvir ise başka türlüdür.
Kuran-ı Kerim hakkında Nesh ve Mensuh inancı uydurulmuştur. Bu inanca göre, Kuran-ı Kerim’in bazı ayetlerin hükmü artık geçersizmiş ve onları geçersiz kılan bazı Kuran ayetleriyle hadisler imiş. Böylece Kuran-ı Kerim gibi mükemmel bir Kitap şüpheye maruz bırakılmıştır. Kuran-ı Kerim’in bazı kısımlarını anlamakta zorluk çeken müfessirler onlara mensuh damgasını basmışlardır. Ancak bunu, Kuran-ı Kerim veya Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) otoritesine dayanmadan yapmışlardır. Bu hareketleriyle yalnız Kuran-ı Kerim’in bazı kısımları üzerine değil, tümü üzerine şüphe düşürdüklerinin farkında değillerdir.
Sonra, bu müfessirlere göre, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Ümmeti ve feyzi zamanımızda İslâmiyet’i tekrar canlandırmaktan acizmiş ve Musa şeriatına mensup olan ölü bir peygamber bu işi yapmak için gelecekmiş.
Müslümanların itikatları hakkında bu kadar açıklama yeterlidir. Amel bakımından durumları aynı derecede teessüfe şayandır. Yüz Müslüman’dan yetmiş beşi ne namaz kılıyor, ne de oruç tutuyor. Zekatı veren hemen hemen yoktur. Verenler içinde bunu gönül rızasıyla yapanların sayısı zor zar yüzde ikiye varır. Üzerlerine hac farz olanlardan pek azı bu vecibeye önem veriyor. Kendilerine hac farz olmayan ve hatta şer’en yasak olan kimseler hacca gidiyor. Bunların yaptığı, İslâmiyet’i lekelemekten başka bir şey değildir. İslâmiyet’in emirlerini yerine getiren pek az sayıdaki Müslüman bunu o şekilde yapıyorlar ki, bu emirlerin güttüğü maksat büsbütün ortadan kayboluyor. Beş vakit namazda okunan Arapça kelimelerin manasını Arap ülkeleri dışında bilen hemen hemen yok gibi. Manasını anlamadan kıldıkları namazı isteyerek değil nahoş bir mecburiyet olarak kılmaktadırlar. Secdelere o kadar yakışıksız ve çirkin bir acele ile gidiliyor ki, gören biri bir secdeyi ötekinden ayırt edemez. İnsanın namaz içinde kendi dilinde dua etmesine küfür damgası basılıyor. Genelde oruç tutulmamaktadır. Oruç tutanlara gelince, gıybet ve yalan gibi çirkin günahları işlediklerinden oruç onları sevap kazandıracak yerde, Allah’ın hoşnutsuzluğuna sebep olmaktadır.
İslâm veraset kanunlarına katiyen aldırış edilmiyor. Kuran-ı Kerim’de “Allah’a karşı savaş açma” diye vasıflandırılan faiz şimdi her tarafta adet haline gelmiştir. Ulemanın tefsir ve tevilleri (yorumları) sayesinde, bugün Müslümanlar paraları üzerinden faiz almayı günah saymamaktadırlar. Buna rağmen Müslümanlar fakir ve iktisadi refah bakımından başkalara nazaran çok geri kalıyorlar.
Bir zaman “ahlak üstünlüğüne sahip kimseler” dendiğinde Müslüman aklına gelirlerdi. Çünkü güzel ahlak ve Müslümanlık bir gerçeğin iki ismiydi. Müslümanlara has olan bu üstünlük sanki verasetle nesilden nesle aktarılmıştı. Ama bugün güzel ahlak küfrün İslâmiyet’e uzak olduğu kadar bir Müslüman’a uzaktır. Bir zamanlar bir Müslüman’ın sözü yazılı bir vaid, yazılı bir va’di de değişmez bir kanun gibi kabul edilirdi. Bugüne ise bir Müslüman’ın sözünden daha değersiz, bir Müslüman’ın va’dinden daha boş hiçbir şey yoktur. Sadakat ortadan kalkmıştır. Doğruluk nadirdir. Cesaret tarihe karışmıştır. Sadakatsizlik, yalancılık, namussuzluk, korkaklık ve çılgınlık onların yerini almıştır. Bu manevi fesat ve bozukluk neticesi olarak, bütün dünya İslâmiyet aleyhine dönmüştür. İktisadi sahada Müslümanların teşebbüs kabiliyeti kalmamıştır. Eskiden kazandıkları büyük şöhret kaybolmuştur. Vaktiyle en yakın aşinaları olan ilim ve zekâ şimdi kendilerine yabancı durmaktadır.
İslâm mutasavvıflarının durumu da çok kötüdür; dini dinsizliğe ve dini kanunu kanunsuzluğa çevirmişlerdir. Müslüman din adamları hoşnutsuzluk ve karşılıklı düşmanlık yaratmaktadırlar. Onlar kendi fikirlerini Allah’ın (c.c.) ve Peygamberinin öğrettiği şeyler diye ortaya atmakta; böylece İslâmiyet’in kökünü ve Müslümanların kudretini baltalamaktadırlar. Müslüman zenginler gayrı müslim zenginler kadar servet ve mala sahip değillerse de, o derece kibirlidirler ki, din ile ilgilenmeyi kendileri için aşağılık bir uğraş saymaktadırlar. Dini vazifelere iştirak etmek şöyle dursun, bu vazifelere karşı içtenlikle saygı bile duymazlar. Avrupa milletlerinin zenginleri arasında misyonerler bulabiliriz. Ama Müslümanların zenginlerinin çoğu en temel dini bilgilerinden bile yoksundurlar. Müslüman idareciler rüşvet ve zulmü adet edinmişlerdir. Fakir ve cahil halkı sömürmek onların günlük işidir. İdare etmek fırsatı onlar için hizmet etmek fırsatı değil, bilakis isteklerini zorla kabul ettirmek fırsatıdır. Onlar kendilerini milletin hizmetçileri yerine değil ilahları yerine koymaktadırlar. Müslüman padişahlar zevk ve safa peşinde olup vezirleri sadakatsizlik ve hıyanet peşindedirler. Müslüman kütleler vahşilerden beterdir. Aralarında Kelime-i Şahadet bile getiremeyen yüzbinlerce kişi var, ve tabiatiyle Kelime-i Şahadetin manasını bilmeleri katiyen düşünülemez. Vaktiyle başka dinleri bir ejderha gibi yutmakta olan İslâmiyet, bugün köpekler ve akbabaların saldırına maruz kalan ölü bir cesede dönmüştür. Müslüman bütün maddi ihtiyaçlar için para ve imkân bulabiliyorlar, fakat İslâmiyet’i yaymak ve müdafaa etmek işine gelince bir kuruş harcamak bile onlara ölüm gibi geliyor. Rezalet çıkarmak, dedi kodu yapmak, ve dostları eğlendirmek için bol zamanları vardır. Fakat Kuran-ı Kerim’i öğrenmek ve öğretmek için bir saniyeleri bile yoktur. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) beş vakit namaza verdiği değer herkesçe bilinen bir gerçektir. Namazı devamlı olarak terk ve ihmal edenleri değil, hatta sadece sabah ve yatsı namazları için camiye gelmeyenleri bile münafık diye ayıplardı. Merhamet ve âlicenaplık timsali olduğu halde şöyle demişti:
“Hayatım elinde olan Allah’a (c.c.) yemin ederim ki, bazen namaz için cemaat toplandığı zaman. yanıma yetecek kadar odun almayı ve ondan sonra başka birini yerime İmam olarak bırakıp cemaatten uzak kalanların evlerine bizzat gitmeyi ve ateşe vermeyi istiyorum.” [2]
Bugün ise cemaatla namaz kılmak çok büyük bir külfet sayılmaktadır. İki bayram namazı hariç, milyonlarca Müslüman günlük namazlar için dahi birkaç dakika bulamıyor. Beş vakit namazı kılanlar ise âdap ve erkâna riayet etmiyorlar. Çok defa sırf gösteriş için cemaate katılırlar. Hatta, abdest almayıp cemaate katılanlar bile var.
Kısacası, bugün İslâmiyet dosttan mahrumdur. Herkesin dostu var, fakat İslâmiyet’in dostu yok. İslâmiyet’in bu durumunu, Müslüman Ahmediye Cemaati Kurucusu Vadedilen Mesih ve Mehdi (a.s.) Farsça bir şiirinde şöyle tasvir ediyor;
“İslâmiyet’in perişan hali ve iman kıtlığı karşısında Müminlere kanlı gözyaşı dökmek yaraşır.
Hak Din şiddetli ve korkunç bir sarsıntı geçirdi; Küfür ve kinden dünyaya büyük karışıklık düştü.
İyilik ve faziletten hiç nasibi olmayanlar
İlâhî Elçilerin en büyüğünde kusur ararlar
Fısk-ü fücur zındanının tutsağı ve esiri
İnsanlar içinde en pak olanın şanına halel vermeğe hazırdır.
Mayası bozuk ve pis olan; masumları oklarına hedef tutuyor;
Gök yeryüzüne taş yağdırsa yeridir.
Ey naz ve nimetler içinde yaşayan! Gözlerinin önünde İslâmiyet’i yere vuruyorlar.
Allah’ın (c.c.) huzurunda hangi mazeret seni kurtaracak?
Küfür her tarafı Yezidin orduları gibi istila etmiş;
Hak Din zeyn-el Abidin gibi, kimsesiz, çaresiz ve mecalsiz kalmış.
Varlıklı kimseler güzellerin meclisinde
Keyifli, neşeli zevk ve sefaya dalmış.
Alimler gece gündüz kişisel kavgalarla meşgul;
Zahidler dinin ihtiyaçlarından habersiz.
Herkes sırf kendi bayağı menfaatleri peşinde koşarken
Din yalnız kalınca düşmanlar pusudan hücuma kalkmış.
Zaman her cahile, cehilliği ile bu metin Dini yalanlasın diye cür’et vermiş.
Yüzbinlerce ahmak tası tarağı toplayıp imanı terk etmiş;
Yüzbinlerce cahil şarlatanlara ve hilekarlara av olmuş.
Müslümanlar bütün dünya Mustafa’nın (s.a.v.)Dininden yüz çevirdiği halde,
Rahmin içindeki cenin gibi hiçbir hareket eseri gösteremiyorlar.
Her ân, dünyaya ait bayağı düşüncelere saplanıp mallarını karılarıyla çocukları uğrunda israf etmişler.
Günahkarlık meclislerinin merkezi,
Fisk-u fücur meclislerinin ziyneti olmuşlar.
İşret (içki) ve sefahat yerlerinin müdavimi, hidayet yolunun yabancısı oldukları gibi, salih ve muttaki insanlardan nefret edip içkiyi taparcasına sevenlerle sıkı dostturlar.
İşte hayatımı fena eden iki endişe: Muhammed’in (s.a.v.)dinine düşman olan çok, dost olan az.
Ya İlâhî! İmdadımıza koş ve zafer yağmurlar yağdır. Ve yahut ta beni alevli ateşlerin sardığı bu makamdan kaldır.
Ya İlâhî! Rahmet güneşinden hidayet nuru gönder. Ve sapıkların gözlerini ayet-ı mübininle aydınlat.
Kısacası, görünürde bugün hüküm süren ahval ve şerait öyle bir mahiyet arz ediyor ki, Allah’tan (c.c.) bize yalnız bir ıslahatçı gelmesi lazımdır. Öyle bir ıslahatçı ki, İslâmiyet’i tekrar ayağa kaldırsın, küfrün her cephesinde karşısına dikilsin ve keskin deliller ve mantık silahlarıyla küfre tekrar boyun eğdirsin. Bu asrın başlangıcında İslâmiyet’i savunmak için Allah (c.c.) tarafından memur edildiği iddiasıyla ortaya çıkan yalnız bir adam vardır ki, o da Müslüman Ahmediye Cemaati’nin Kurucusudur. Bütün akıllı ve mantıklı kadın ve erkeklerin bu iddiayı incelemeleri ve iyice düşünmeden ondan yüz çevirmemeleri gerekir. Çünkü ciddiyetle bu iddiayı incelemeyip yüz çevirdikleri takdirde onlar öteden beri süregelmiş olan İlâhî kanununu reddetmek zorunda kalacaklar ve bu konudaki tembelliklerinden ötürü bir gün Allah’a (c.c.) cevap vereceklerdir.
[1] Furkan Suresi; Ayet 31
[2] Tecridül Buhari; c.1 s.2