Vâdedilen Mesih as’in birinci halifesi Hz. Mevlevi Nureddin ra şöyle buyurmaktadır:
Medine’de yaşayan bir Türk beni çok severdi. Bir gün bana “hoşuna giden bir kitap varsa kütüphanemden alabilirsin. Kurallarımız buna müsaade etmez ama Kuran’a karşı olan sevginden ötürü sana istisna uyguluyorum” dedi.
Ben ona Kuran-ı Kerim’de Nasih ve Mensuh ile ilgili bir kitap almak istediğimi söyledim. O da bana bir kitap verdi. Kitaba göre Kuran-ı Kerim’de altı yüz ayet mensuh olmuştu (geçerliliği yoktu). Kitapta Kuran-ı Kerim hakkında böyle yazması hoşuma gitmedi. Kitabın hepsini okudum ama tad alamadım. Kitabı ona iade ederken şöyle dedim: “Ben gencim ve Allah’ın lütfuyla söz konusu altı yüz ayeti ezberleyebilirim. Ama kitabın içeriği hoşuma gitmedi.”
Türk yaşlı birisi olup kendi sahasında uzmandı. Bana “İttikan” isimli kitabı verip onun içinde de nasih ve mensuh bahsinin bulunduğunu anlatıp ilgili bölümü bana gösterdi. Ben Mombe’den elli rupi verip “El-fevz-ül Kebir’i” satın almış olmama rağmen henüz onu okumamıştım.
Sözün kısası ben İttikan’ı okumaya başladım. Kitapta ondokuz ayetin mensuh (geçersiz) olduğu yazmaktaydı. Bunu okuduğumda çok sevindim ve kendi kendime “ondokuz ayeti hemen ezberleyebilirim” dedim. Sevincim büyük olmasına rağmen, “İttikan”ı da beğenmedim. Çünkü bana bağışlanan gönül ve bilgi buna kani olmadı.
El-Fevz-ül Kebir’i okumaya koyuldum. Yazarı (Şah Veliyüllah Muhaddas Dehlevi): “Allah’ın bana bağışladığı bilgiye göre, sadece beş ayet mensuhtur (geçersizdir)” demekteydi. Bunu okuyunca fazlasıyla sevindim. Ben bahsettiği beş ayet-i kerimeyi incelediğimde Allah cc, nasih ve mensuh tartışmanın hiçbir temeli bulunmayıp yersiz olduğunu kalbime ilham etti. Birileri altı yüz ayetin mensuh edildiğini anlatırken, öbürleri ise geçersiz ayetlerin sayısını on dokuz, yirmi bir veya beş olarak söylemektedir. Mensuh ayetlerin sayısında bu kadar ihtilafın bulunmasının sadece bir fehm (anlama, anlayış) sorunu olduğunu anladım. O günden beri kesin olarak nasih ve mensuh tartışmasının geçerli olmayıp insanların fehmiyle ilgili olduğuna karar verdim. Allah cc bana bu fehmi verdikten sonra bir akşam Lahor’daki tren istasyonunda indim. Bazı sebeplerden ötürü “Çünyaanvali” denilen camiiye gittim. Akşam namazı için abdest alırken Mevlevi Muhammed Hüseyin Batalavi’nin kardeşi Miyan Muhammed Ali bana “amelde Kuran-ı Kerim ve hadis esas ise o zaman nasih ve mensuhun hükmü nedir” diye sorduğunda, ben ona “hiç” diye karşılık verdim. O Mir Nasir’in öğretmeniydi ama ilim sabihi bir insan değildi. O gidip konuştuklarımızdan Batalavi beye bahsetmiş olacak ki ben namazdayken, gelip etrafımda dolaşmaya başladı. O zamanlar Muhammed Hüseyin delikanlı idi ve çabuk öfkelenirdi. Namazı bitirdiğimde beni bir tarafa çekti ve “sen kardeşime Kuran-ı Kerim’de nasih ve mensuh yoktur mu dedin?” deyip beni sorguladı. Ben bu tartışmanın yersiz olduğunu söyleyince, bana “ Ebu Müslim Es-fahani’nin kitabını okudun mu? O ahmak da nasih ve mensuhu kabul etmiyordu” deyip öfkelendi.
Bunun üzerine ben ona “demek ki “nasih ve mensuh”a inanmayanın sayısı ikiye katlandı” diye cevap verdim. O bana “Murat Abad’da sadr-us sudur olan Seyyid Ahmed’i tanıyor musun?” diye sordu.
Ben “Raampur, Likhnau ve Bhupaal âlimlerini tanırım ama onu tanımam” dedim. Bunun üzerine Muhammad Hüseyin Batalavi, “o da nasih ve mensuhu kabul etmez” dedi.
Ben ona “ demek ki sayımız üçe yükseldi” dedim. Bunun üzerine o, “bunların hepsi bid’at ehlidir. İmam Şukani de nasih ve mensuhu kabul etmeyenin bid’at ehli olduğunu söylüyor” dedi. O zaman ben ona “siz de sayıca iki oldunuz” dedim. Ayrıca ona “ben sana nasih ve mensuh meselesinin çözümünü söyleyeyim. Sen mensuh kabul ettiğin bir ayet-i kerimeyi bana oku” dedim.
Ona dedim ama bir taraftan da “Hoca beş ayetten birisini okursa, Allah bana fehmini nasip etmedikçe yapacak bir şeyim yok” diye içimden geçirdim. Her neyse o bir ayet-i kerimeyi okudu. Ben ise otorite olarak kabul ettiği bir kitaptan söz edip, bahsettiği ayet ile ilgili çözümü hocaya takdim edince susmak zorunda kaldı. Âlimler insanların gözünde küçük düşmekten veya saygılarını kaybetmekten pek korkarlar. Onun için o da susmayı tercih etti.
Bundan sonra Bheyra’ya gittiğimde adamın biri nasih ve mensuh meselesini sorduğunda ben ona kendimce cevap verip “beş ayeti henüz inceleyemedim” dedim. Bunun üzerine oda bana “bunları gözden geçirmem gerektiğini” söyledi.
İmam Razi’nin Tefsir-i Kebir isimli eserinde ayrıntılı bir şekilde bu ayetleri inceledim. Bunlardan üçünü çözdüm ama ikisini bir türlü çözemedim. Nasih ve mensuh meselesinde Tefsir-i Kebir en azından şiddet ve hiffet gibi bir farkı ileriye sürmektedir.
Daha sonra bir gün trende seyahatim sıra-sında kitap okurken, kalan iki ayetten birisinin de mensuh olmadığını okudum. Sanki beynimde şimşek çakmış gibiydi. Artık beş ayetten dördü çözülmüştü ve buna çok sevinmiştim.
Bir gün bir kitap okurken beşinci ayet de çözüldü. Böylelikle Allah’ın lütfuyla nasih ve mensuh sorunu çözüme kavuştu.
Kaynak: Hz. Hekim Nuruddin, Vadedilen Mesih ve Mehdi’nin 1. Halifesi, Mirkat-ul Yakîn fi Hayat-ı Nuruddin, s.122-124, Nazarat İşaat Rabwah Pakistan