Bir mübelliğinin yardımcıları
Denilebilir ki eğer bir mübelliğin işi gerçekten bu kadar zorsa bunda nasıl başarılı olabilir. Unutmayın ki bu işi size veren Allah (c.c.) sizi yardımcısız bırakmamıştır. Eğer yardımcıları olmasaydı mübelliğ bu çok büyük işleri kesinlikle yapamazdı. Ama Allah (c.c.) ona iki yardımcı bahşetmiştir ve bu yardımcıların yardımıyla işinde başarılı olmasını mümkün hale gelmiştir. Önüne hep engeller çıkar; zorluklar baş gösterir ama o bu iki yardımcıdan faydalanırsa tüm engelleri ortadan kaldırabilir. Nedir bunlar?
Bunlardan birisi akıldır; diğeri ise şuur. İşte mübelliğ bunlardan faydalanınca kimse ona karşı koyamaz.
İleride akıl ve şuurdan ne kastettiğimi anlatacağım. Şu anda sadece şunu söylemekle yetineyim ki bunlar bir mübelliğin yardımcılarıdır. Ne zaman tebliğ için yola çıkıyorsa bu iki yardımcısını da yanına almayı unutmasın. Bunların yardımıyla hükümetlerin bile yapamadığı işleri başaracaktır.
Aklın yardımı
Allah (c.c.) her insana hem akıl hem şuur yerleştirmiştir. Akılla kastedilen deliller kullanarak bir şeyin doğru veya yanlış olduğunu tespit etmekte yardımcı olan melekedir. Bazı durumlarda insanın inat edip doğruya yanlış dediği bir gerçektir ama bu ancak ciddi bir ahlaki paslanma ve paslanma üzerinde uzun bir müddetin geçmesi neticesinde olur. Genellikle insanlar aklın kararını ret etmezler; karşı koyamazlar; aklen doğru olan bir şey önlerine konulunca kabul ederler. Demek istediğim şudur ki eğer bir mübelliğ bir şeyin akli olarak doğru olduğunu düşünüyorsa büyük bir olasılıkla başkaları da kör bir adamın görme kabiliyetini kaybettiği gibi düşünme kabiliyetlerini kaybetmemişlerse, onu doğru bulacaklardır. Ama gerçek körler az olduğu gibi akli körler de az olur çünkü akıl denilen şey dünyevi işler için de herkese lazımdır. Dolayısıyla bunu kolay kolay kaybetmezler; hep kullanmaya çalışırlar. Aklen doğru olan şeyler makul bir şekilde sunulduğu vakit kabul ederler. Allah (c.c.) aklen doğru şeylerin etki yapması için zihnimizde birçok kapı yaratmıştır. Dolayısıyla şu veya bu kapıdan aklen mantıklı şeyler muhakkak beynimize girerler. Bu sebepten dolayı her mübelliğ bundan faydalanmalıdır; insanların akıllarına hitap eden deliller sunmalıdır. Böyle yaparsa kısa sürede aktarmak istediği konuları aktarabilecektir; kabul ettirebilecektir ve böylece hükümetlere bile zor gelen işleri başaracaktır. Örneğin günümüzde bazı insanlar yanlış propagandalar yapıp insanların zihinlerinde devletin Hindistan halkına zarar verdiği fikrini sokmuşlardır ve devlet tüm gücüne rağmen buna engel olamıyor. Sebebi şudur; propagandayı yapanlar akıllarını kullanıyorlar ama devlet bunu başarmıyor. Dolayısıyla kendi propagandasında başarılı olamıyor. Demek istediğim şudur ki akıllarınızı kullanmak çok büyük bir şeydir ve çok faydalı neticeler doğuracaktır.
Şuur’un yardımı
Akıldan da güçlü olan şey şuurdur ama daha faydalı olabildiği gibi tehlikelidir de. Dinamit de bazen yerleştireni uçurabilir; bu da aynen öyledir. İnsanlar bunu farklı şekilde tarif etmeye çalışmışlardır ama benim şu anda şuurdan kastettiğim akıl ve fikrin dışında insanın içinde o derin hislerdir ki doğrudan akılla alakaları yoktur. Bunlar derinlerimizde hissettiğimiz sevgi, nefret, şehvet ve beka isteği gibi duygularla alakalıdır. Bazen bir meseleyi aklen ispatlamak, olması gereken nefret veya sevgiyi hemen oluşturmaz ama ilgili derin duygular harekete geçirilirse hemen neticeyi alırız. Bu derin hisleri uyandırıp birçok işi başarabiliriz; nitekim insanoğlu bunları hep kullanmıştır; kısa sürelerde olağanüstü neticeler almıştır.
Örneğin mollalar tartışırken kaybedeceklerini fark edince hemen “Ey Müslümanlar; gözünüzün önünde Peygamber Efendimizi (s.a.v.) rezil ediyorlar ve siz öylesine oturuyorsunuz” derler. Bunu duyan halk hemen celallenir ve ortada gerçek bir sebep olsa da olmasa da kavgalar çıkar. İşte duygular öyledir; duygu seli akmaya başlayınca doğruya ve yanlışa bakmaz; herkes güçlü bir akıntıya kapılır ve olan olur. Bunun yanlış kullanımı caiz değildir ama eğer akıl da destekliyorsa o zaman hak ve sadakatin kazanması için bundan faydalanmak caizdir; bazen ise zaruri hale gelir.
Kur’ân-ı Kerim de bu yöntemi çok kullanmıştır; Vâdedilen Mesih (a.s.) de inanılmaz güzel şekilde bundan faydalanmıştır. Örneğin Hazreti İsa’nın (a.s.) vefat etmiş olduğuna dair deliller verirken arada “İsa (a.s.) göklerde olsun ve bizim peygamberimiz (s.a.v.) yerin altında gömülmüş olsun; bir Müslüman bunu nasıl kabul edebilir” cümlesini de ekleyiverir. Şimdi bu akli bir delil değildir; duyguları uyandıran ruhani bir delildir ve bazen binlerce delilin yapamadığını başarmaktadır çünkü uzun zamanların geçmesi sebebiyle Müslüman nesillerde oluşan derin hisleri uyandırmaktadır ve bu akıntı bir kere başlarsa önünde durmak mümkün değildir. Vâdedilen Mesih’in (a.s.) tüm kitaplarında bunun örnekleri vardır. Hem akli hem şuurla ilgili delilleri arayacak olursak ikisini de buluruz. Sadece akıl dersek sanki her cümlesi akli bir delil olarak karşımıza çıkar; şuur dersek de yine her yerde onu buluruz. Bu herkesin harcı değildir; Vâdedilen Mesih’in kelam kudretinin bir ispatıdır. Akıl ve duyguyu öyle bir şekilde aynı cümlelerin içine yerleştirmiştir ki herkes onu yapamaz. Ama herkes bu kadarını yapamasa da en azından gerektiğinde bunlardan ayrı ayrı istifade edebilir. Vâdedilen Mesih (a.s.) her yerde duyguları da harekete geçirmiştir; bazen sevgiyi, bazen nefreti, bazen namus meselelerini, bazen beka arzusunu ve bazen ise hayâ kavramını devreye sokmuştur. Örneğin Hıristiyanlara hitap ederken “sizler Mesih’i çarmıhta öldürüp lanetli hale mi getirmek istiyorsunuz[1]; bunu bir düşünün” demiştir ve böylece zaten onların kalbinde olan sevgi duygusu harekete geçirilerek yanlış bir akide ret edilmiştir. Caiz sevgi kullanılarak caiz olmayan sevginin ipleri kesilmiştir.
Her iki yardımcıdan aynı anda faydalanmak gerekir
Sözün özü Allah (c.c.) bir mübelliğe bu iki yardımcıyı vermiştir. Öncelikle aklını kullanacaktır; akli deliller sunacaktır sonra haklı olduğu yerlerde gerekli duyguları da harekete geçirerek değişimi hızlandıracaktır. Sadece duyguları harekete geçirip, akli deliller vermezse bunun neticesi çok tehlikeli olur çünkü aklını terk etmiş birisi bizim hiçbir işimize yaramaz. Sadece akli deliller verilirse adamlarımız birer filozofa dönüşür; dinle alakaları kesilir ve bu da bizim için kötü bir neticedir.
Bunları kendinizde geliştirin
Büyük sonuçlar almak istiyorsanız bu her iki yardımcıdan faydalanmak zorundasınız ama şunu da unutmayın ki ancak kendiniz örnek olursanız faydalanmanız mümkün olacaktır. İstediğiniz kadar akla yatan deliller verin; kendi hayatınızda onları uygulamazsanız insanlar “bu kendisi bu kadar inanmasına rağmen faydasını görmemiştir” diyeceklerdir. Öyle olursa delilleriniz de pek işe yaramayacaktır. Eğer sunduğunuz deliller sizi değiştirememişse iyi bilin ki başkalarını da değiştirmeyecektir. Dolayısıyla bir delil sunmadan evvel kendiniz onun ispatı haline gelin; tavsiyenizi önce kendiniz uygulayın. Kendinizde oluşan neticeleri gösterip delilinizi sunun; ancak ondan sonra kabul etmelerini bekleyin. Duyguların durumu da farklı değildir. Duygu yüklü bir konuşma ancak konuşanın içinde de bir duygu seli akıyorsa etki yapacaktır. Bu sebeple duygulardan faydalanmak isteyen kendisi de aynı duyguları hissediyor olmalıdır; yoksa tüm konuşması boşa gidecektir. Aynı şekilde dediğim akli deliller de ancak iddia edenin kendisi uyguluyorsa fayda vereceklerdir. Kendi hayatını değiştirmeyen, başkalarına “ama sen değiştir” derse kimse umursamayacaktır.
Bunun misali kuyruğu kesilen tilki gibidir. Hikâyeye göre kuyruğu kesilmiş bir tilki tüm tilkilere “bu kuyruk yüzünden yakalanıyoruz; kestirmemiz gerekiyor” demeye başladı. Tüm tilkiler razı oldu ama son anda yaşlı bir tilki araya girip “dur bakalım; önce senin kuyruğunu bir görelim. Sağlam ise bir menfaatinin olmadığın anlarız ve kestiririz ama zaten kesilmişse tek kalmamak için bizimkini de kestirtiyorsun” dedi ve herkesi kurtardı. Yani akli delillerin neticesi, delil verenin hayatında görünmüyorsa pek etki yapmazlar. Böyle olunca dinleyenler “doğruyu söylüyorsun gibi ama kendin neden faydalanamadın” derler. “Eğer hiç faydası yoksa biz neden hayatlarımızı altüst edip bu kadar zor bir şeye girişelim; dinini kabul edip gereksiz yere zorluklar çekelim” derler.
Aynı şekilde konuşurken sadece kuru mantık kullanılırsa ve duygu hiç yoksa yine netice vermez. Büyük bir coşkuyla “şöyledir de böyledir” diye konuşanların konuşmaları bu sebeple hep boşa gider ama kendileri de aynı duygulara kapılıp konuşanların konuşmaları hep etkili olur. Örneğin incitildiğini sanan kimse incitilmemiş olsa dahi bunu diğerlere söylediği zaman hep acıklı bir şekilde söyleyeceği için etki bırakacaktır. Ama gerçekten zarar görmesine rağmen kalben bunu hissetmeyen birisinin kelimeleri aynı acıyı taşıyamayacağı için etkisiz kalacaklardır. Dolayısıyla başkalarının duygularını uyandırmak için kendi duygularımızın da harekete geçmiş olması gerekir. Örneğin bir mübelliğ, Müslümanlara “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tüm peygamberlerden üstündür; öyle bilmeliyiz” diyorsa bunu söylerken kendi kalbi de öyle hissediyor olmalıdır ve orada da aynı duyguların seli kontrolden çıkıp dışa vuruyor olmalıdır. İşte o zaman konuşması etkili olacaktır. Mesmerizm[2] nedir? Şuurun kullanılmasıdır. Hipnotize eden birisi önce hipnotize etmek istediği kişinin hipnotize olacağına inanır; ardından kalbinde oluşan duygular karşı tarafı da etkiler. Velhasıl tebliğ eden birisi için bunların her ikisi şarttır. Akli deliller de vermeli; duyguları da uygun olmalı. Her zaman duygulu olmalı; özellikle deliller verirken. Şimdiye kadar anlattıklarım ana prensiplerdi. Şimdi bazı detayları anlatacağım.
Hz. Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed
Hutbet-e Mahmud adlı eserinden
[1] Tevrat’a göre çarmıha gerilip öldürülen lanetli olur. Allah tarafından gönderilmiş olamaz. Hıristiyanlar da Tevrat’a inandıkları için bu açıdan duyguları harekete geçirilmiştir *
[2] Hipnotizma *