Tövbe etmek İrfan-ı İlahi elde etmenin ilk adımıdır. Kimse bunu basit bir şey sanmasın, “biz zaten her gün tövbe ederiz” demesin. Bu tövbe o tövbe değildir, başka bir şeydir ve birazdan anlatınca ne olduğu ortaya çıkacaktır. İrfan-ı İlahi elde etmenin ilk şartı tövbe etmektir ve tövbe boş ağızla “ya Rabbim tövbe ettim” demek değildir.
Gerçek tövbenin yedi şartı vardır. Bunlar olmadan yapılan tövbe gerçek tövbe sayılmamaktadır.
Birinci şart
Birinci şartı şudur ki insan geçmişte işlediği günahları gözünün önüne getirsin ve gerçek anlamda pişmanlık duysun. Bu pişmanlığın insanın yüzünü kızartacak kadar, Allah korkusundan ter içinde bırakacak kadar gerçek olması gerekir.
İkinci şartı
İkinci şartı şudur ki geçmişte yerine getirmediği farz ibadetleri arasında yerine getirilmesi mümkün olanları yerine getirsin. Mümkün olmayanlar için yapabilecek bir şey yoktur. Örneğin hayatı boyunca namaz kılmadıysa tövbe edince hepsini kılacak hali yoktur. Zaten şeriata göre de bunun yapılması mümkün değildir. Ama tam tövbe anında namaz vaktiyse hemen bu vazifesini eda etsin. Sonra eğer mali gücü yetmesine rağmen hacca gitmemişse artık gitsin. Hiç zekât vermediyse tüm ömrünü boş versin, sadece o seneninkini versin. Yani ciddi pişmanlık hissettikten sonra geçmişin farz ibadetlerini yerine getirsin.
Üçüncü şartı
Üçüncü şartı şudur ki geçmişte işlediği günahları mümkün mertebe telafi etsin. Muhakkak ki birisini öldürmüşse diriltecek hali yoktur ya da zina yapmışsa tersine çevirmesi mümkün değildir. Kastedilen sadece yapabildiğini yapsın şeklindedir. Örneğin bir çiftçi diğerinin ineğini zorla alıp kendi evinde saklamışsa, geri versin, tutmaya devam etmesin.
Dördüncü şartı
Birisini üzmüşse, kalbini kırmışsa telafi etsin ve ayrıca da ondan af dilesin. Bu ince bir meseledir. Allah kuluna yapılan haksızlık ve zülüm için kulun affetmesini şart koşmuştur. Eğer kul affederse Allah da affediyor, günah saymıyor. Bu sebepten her üzdüğümüz insandan af talep etmek tövbenin bir şartıdır. Ama af dilerken Allah’ın Sattar[1] olduğunu unutmamak gerekir. O, insanın birçok ayıbını örter. Bu sebepten insan kendisi de kendi ayıplarını örtmelidir. Allah’ın diğerlerinden gizlediği günahları boşuna açıklamamalıdır. Örneğin hırsızlık yapmışsa gidip “ben senin malını çaldım” dememelidir. Bunun kendisi de bir günahtır. Böyle telafi olmaz. Ama birisini apaçık bir şekilde üzmüşse ve bu olay zaten ortadaysa af talep etmelidir. Allah’ın gizlediği ve örttüğü günahları ortaya çıkartmamalıdır.
Beşinci şartı
Beşinci şartı şudur ki birine zarar vermişse sadece yerine getirmekle sınırlı kalmasın, elinden geldiği kadar fazladan versin, ihsan etsin. Hiç bir şey yapamıyorsa en azından dua etsin. Evliyalar da bu yöntemi onaylamışlardır. Birisine malı zarar veren eğer geri ödeyemiyorsa “Allah’ım bende yok, sen ona ver” diye dua etmelidir.
Altıncı şartı
Altıncı şartı şudur ki kalbinde bir daha asla günah işlemeyeceğine dair ant içsin, sıkı karar versin. Sonra nefsine yenik düşüp yine işliyorsa bu ayrı konudur. Ama tövbe ederken bu kararı son derece ciddiye alsın. Gece karar verip sabah bozmasın. Bu kararı verirken son derece ciddi olsun ve halis ve temiz bir niyetle azmetsin. Tüm gücüyle nefsine karşı savaşsın.
Yedinci şartı
Yedinci olarakta insan kendi nefsini iyiliğe yöneltmek için çaba göstersin. İyilikleri kalbine sokmak için sürekli düşünsün, nefsini buna hazırlamak için teşvik etsin.
İşte tövbe için bu yedi husus şarttır. Bunlar olmadan yapılan tövbe gerçek tövbe değildir. Şimdi dürüstçe kendinizi yoklayın. Her gün yaptığınız tövbe bu mudur yoksa başka bir şey mi? Genellikle insanlar tövbe ederken neden ve neyi dikkate alarak tövbe ettiklerini düşünmezler. “Tövbe ettim” cümlesi tamamen refleks gibi ağızlarından çıkıverirler. Aynen İngilizce konuşanların “I beg your pardon[2]” dediği gibi. Oysa gerçekten özür dilemek gibi bir niyetleri asla olmaz. Aynı şekilde her gün tövbe edenlerin tövbesi gerçek tövbe olmadığı gibi fayda da vermemektedir. Her insan benim anlattığım hususları dikkate alarak tövbe etmelidir ki bilânçonun dip rakamı düzelsin. Eldeki hesap düzgün olmadıkça ilerlemenin bir anlamı yoktur; git gide hesap daha da bozulacaktır. Bu sebepten herkes gerçek tövbe etmeli, hesabını temizlemelidir. Bunu yaparsa geçmiş pırıl pırıl ve temiz bir hale gelecektir ve bundan sonra gösterilen çaba insanı arif mertebesine götürebilecektir.
Dediğim gibi geçmişin hesabı temizlenince üstüne yeni şeyler koyabiliriz ama birisi diyebilir ki “hem geçmişi temizle hem gelecek için iyilikler yap. Bu kadar ağır bir yükü nasıl kaldırırız?” Unutulmamalıdır ki ruhani işler hep böyledir. İlk bakışta çok ağır ve imkânsız gibi gelirler ama bu aynı zamanda başarmanın kilididir. Bakınız Peygamber Efendimize fakir birisi gelip “ya Resul Allah ne yapayım?” diye sorunca o da “evlen” demiş. Biraz geçince Peygamber Efendimiz ona “şimdi durum nasıl?” diye sormuş ve o da “şimdi daha da kötü” demiş. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz “öyleyse yine evlen” demiş. Yine biraz geçince durumunu sormuş ama bu sefer iyice kötüymüş. Ama Peygamber Efendimiz yine aynı tavsiyeyi vermiş. Aradan biraz süre geçince aynı adamı görmüş ve “şimdi nasılsın?” diye sorunca o da “Ya Resul Allah; hiç sorunum kalmadı, mal mülkün içinde yüzüyorum sanki” demiş. Bunlar şeriatın ince noktalarıdır, herkes çözemez[3]. Ama yine de biraz anlatayım. Dediğim gibi öncelikle eldeki hesap temiz olmadıkça ilerlemek imkânsızdır. Bardakta mevcut olan bozuk süt yeni eklenen sütü de bozacaktır. Bu yüzden her şeyden evvel bunun temizlenmesi şarttır. Herhangi bir işe başlarken, ilk ona kalkışırken insan iyice coşmuş olur, özel bir heyecan taşır. Oysa bu ruh durumu kalıcı değildir. Bu yüzden heyecan tazeyken en zor engelleri aşar, en olmaz işleri yapar. Ama zaman geçtikçe köpük gibi oturur, heyecanını kaybeder, zor engeller imkânsız gibi gelmeye başlarlar. Bu prensip ışığında tövbe etme anının verdiği heyecanı ve motivasyonu iyi değerlendirmek lazım. Tövbe etme zamanı aynı zamanda harekete geçme zamanıdır.
Geçmişi temizleyen birisi iyilikler yapma gücünü de kazanır. Sırtından bir ağırlığı inmiş ve üzerinden bir yük kalkmış olacağı için önü açıktır. Şimdi bu temiz bilânçoyu temiz tutmak ve iyilikler konusunda ilerlemek, yol kat etmek için gerekenleri anlatayım. Takva sahibi olabilmek ve neticesinde İrfan-ı İlahi elde etmek için en önemli şey bu noktada düşüncelerin temizliği, nezihliği ve arılığı gerekir. Birazdan detaylı anlatınca İrfan-ı İlahi elde etmek için bunun ne kadar ilginç ve acayip bir yöntem olduğunu anlayacaksınız. Düşünceleri pak ve temiz tutmaktan kastettiğim en ufak bir kötü düşünce zihninize girmesin değildir. Böyle bir şey birçok insan için neredeyse imkânsızdır. Kastedilen şudur ki eğer pis bir düşünce zihninize gelirse yayılmasına izin verilmesin. Örneğin birisinin kalbine “rüşvet alsam iyi olur” düşüncesi gelince detayları düşünüp, yöntemler geliştirmeye kalkışmasın. Bu düşünce aklına gelir gelmez, çıkarmaya baksın. Sonra eğer yine de son anda nefsinden mecbur kalıp rüşvet alıyorsa bu ayrı şeydir, ama prensip olarak pis ve temiz olmayan düşünceleri hemen zihin dışı etmekte büyük fayda vardır. Sürekli “rüşveti nasıl alayım, kimden alayım, hangi yöntemlerle alayım” düşüncelerine kapılmış olan birisine nazaran böyle düşünceleri hemen zihninden çıkartan ama belki yine bazen dayanamayıp rüşveti alan birisi hidayete bin kat daha yakındır. Sebebi de şudur ki bir düşünce sürekli zihnimizdeyse yer edinir, derin bir iz bırakır. Sonradan bu izden tamamıyla kurtulmak zordur. Oysa girer girmez çıkartılan düşünceler derin izler bırakmazlar, silmeye kalkıştığımızda kolay silinirler. Bu yüzden aklınıza kötü bir düşünce gelir gelmez onu aklınızdan çıkartın, hemen defedin. “Sadece düşünmekten ne olur” demeyin, çünkü düşünce yerleştikçe yerleşir, derinleşir ve sonra kurtulmanız çok daha zor olur. Oysa hemen çıkarırsanız birçok menfi etkilerinden de kurtulmuş olursunuz. Sanmayın ki düşünceyi hemen defetmek zordur. Son derece kolaydır. Aklınıza günaha götüren bir düşünce gelir gelmez başka şeylerle meşgul olun, bir arkadaşınızla konuşmaya başlayın, uzun süredir bakamadığınız işlere dönün. Bu sizi büyük günahlardan kurtaracaktır. Unutmayınız; son anda nefsinize yenik düşüp günah işleseniz bile yine daha önce onunla ilgili düşüncelerin yerleşmesine izin vermeyin. Derin lekeler olmayınca nefsiniz de günahı terk etmeyi kabullenecektir. Böyle bir nefsi yönetmek de kolay olacaktır.
Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed
Mehdi (a.s.)’ın 2. Halifesi
16 Mart 1919, Senelik “Calsa Salana” toplantısındaki konuşma
[1] Ayıpları örten
[2] Özür dilerim
[3] Yani sanki daha da zor ve imkânsız bir noktayı götüren emirler aslında eninde sonunda düze çıkartıyorlar.