Emir’ül Müminin 5. Halifetü’l Mesih hazretleri, 14 Kasım 2025 (14 Nübüvvet 1404 Hicri Şemsi) tarihinde Mübarek Camii, İslamabad, Tilford, İngiltere’de bir Cuma hutbesi irad etti. Bu hutbe, MTA televizyonu aracılığıyla tüm dünyaya yayınlandı. Teşehhüd, Teavvuz ve Fatiha suresinin okunmasından sonra Huzur-i Enver şöyle buyurdu:
Geçen hutbelerde, Hz. Resulüllah’ın (sav) gazveleri ve bu gazvelerdeki sireti hakkında konuşuluyordu. Bu kapsamda, Tebük Gazvesi’nin detayları anlatılmaktaydı.
Bu gazvenin detaylarına ek olarak, bu olayda bir hanımın büyük bir ihlas ve coşku gösterdiği zikredilmektedir. Hz. Muslih-i Mev’ud (r.a.) bu durumu anlatırken şöyle buyurur: “Ordu Şam’a doğru gideceği ve Mute savaşının manzarası Müslümanların gözlerinin önünde olduğu için, her Müslümanın kalbinde Hz. Resûlullah’ın (s.a.v.) can güvenliğini koruma düşüncesi diğer tüm düşüncelerin önündeydi. Kadınlar bile bu tehlikeyi hissediyor ve kocalarını ve oğullarını savaşa gitmeye teşvik ediyorlardı.”
Bu ihlas ve coşkunun derecesi şöyle anlaşılabilir: Bir sahabe, bir iş için dışarı gitmişti ve hz. Resûlullah (sav) ordusuyla Medine’den ayrıldıktan sonra geri döndü. Uzun bir ayrılıktan sonra, hanımını göreceği ve mutlu olacağı düşüncesiyle evine girdi. Hanımını avluda otururken gördü ve sevgiyle yaklaşmak için ileri atıldı. Eşine yaklaştığında, hanımı onu iki eliyle iterek geri çevirdi ve şöyle dedi: “Utanmıyor musun? Allah’ın Resûlü (sav) o tehlikeli yere gidiyor ve sen eşine yaklaşmaya cüret ediyorsun! Önce git, görevini yerine getir, ondan sonra bu konulara bakılır.”
Bu sahabe hemen evden çıktı, bineğinin eyerini hazırladı ve üç menzil gittikten sonra Hz. Resûlullah’a (sav) yetişti. Ve ancak Peygamber Efendimiz diğer sahabeleriyle Medine’ye geri döndüğünde evine geri geldi. Kısacası, bunlar her tehlike anında canlarını tereddüt etmeden tehlikeye atan insanlardı. Kendilerine sıkıntı ve üzüntü veren hiçbir şeye sıkıntı ve üzüntü demediler. Tam tersine, ne zaman bir hizmet fırsatı gelse, seve seve canlarını feda etmeye hazırdılar.
Huzur-i Enver şöyle buyurdu: Her neyse, bu detaylarda, on beş veya on dokuz yerde konaklayarak, Sahabeler (r.a.) ile birlikte Tebük’e ulaştığı yazılıdır. Tebük’e yapılan bu yolculukta konaklanan yerlerin ayrıntılı bir listesi yoktur, ancak daha sonra bu yerlere mescitler inşa edildi ve bu yerlerin adları mescitlere verildi. Tarihçiler de bu duruma dayanarak Peygamber Efendimizin (sav) bu yerlerde konakladığını belirtmişlerdir.
Bir rivayette, Hazreti Ukbe bin Âmir (r.a.) şöyle anlatır: “Biz Tebük Gazvesi’nde Hz.Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte yola çıktık. Bir gece uyudu ve güneş bir mızrak boyu yükseldiğinde uyandı. Şöyle buyurdu: ‘Ey Bilâl! Sana bizim için Sabah namazını beklemeni söylememiş miydim?’ Hz. Bilâl (r.a.) şöyle arz etti: ‘Ya Resûlallah! Sizin gibi beni de uyku bastı.’ Ravî anlatıyor ki: Hz. Resulüllah (sav) orduya hareket emri verdi ve bir süre yol aldıktan sonra bineğinden inerek sünnetleri kıldı ve sahabelerine namaz kıldırdı. Sonra bütün gün ve bütün gece yolculuk etti. Öyle ki, ertesi gün sabah vaktinde Tebük’e ulaştı.
Tebük’e varınca, Allah Teâlâ’ya hamd ve senâda bulundu ve sahabelere hitaben şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! En doğru söz Allah’ın Kitabı’dır ve en sağlam kulp takva sözüdür ve en hayırlı din hz. İbrahim’in (as) dinidir ve en hayırlı sünnet Muhammed’in (s.a.v.) sünnetidir ve en yüce söz Allah’ı zikretmektir ve en hayırlı kıssa bu Kur’an’dır ve en hayırlı işler, sağlam bir azimle yapılanlardır ve en kötü işler bidatlerdir. Ve en hayırlı hidayet, Peygamberlerin hidayetidir ve en faziletli ölüm şehitlik ölümüdür. Ve hidayetten sonraki en büyük körlük dalalettir ve en hayırlı ameller faydalı olanlardır ve en hayırlı rehberlik, uyulan rehberliktir. Ve en kötü körlük kalbin körlüğüdür.
Üstteki el alttaki elden daha hayırlıdır. Az ve yeterli olan, çok ve gaflete düşürenden daha hayırlıdır. Ve en kötü mazeret, ölüm anında sunulan mazerettir ve en kötü pişmanlık Kıyamet gününde olacaktır. Bazı insanlar Cuma namazına çok geç gelirler ve bazı insanlar da Allah’ı zikretmeyi atlayarak yaparlar. En büyük günahlardan biri yalan dildir. En hayırlı zenginlik ise kalbin zenginliğidir ve en hayırlı azık takvadır ve hikmetin kemali Allah korkusudur. Ve kalplere yerleşen söz en hayırlıdır.
Şüphe etmek küfrün bir parçasıdır ve ağlayıp dövünmek cahiliye davranışıdır ve hıyanet cehennem ateşidir. Kötü şiir İblis’ten gelir ve şarap günahların toplayıcısıdır. Kadınlar şeytanın tuzaklarıdır ve gençlik çılgınlığın bir parçasıdır. En kötü kazanç faiz kazancıdır ve en kötü yemek yetim malı yemektir.
Talihli kimse, başkalarından öğüt alandır ve bedbaht olan, anne karnından itibaren bedbaht olandır. Sizden her bir kişi dört karış yerin içine gidecektir ve amellerin muhasebesi ise Ahirete kalır. Amellerde esas olan neticedir. En kötü raviler yalancı ravilerdir ve gelecek olan yakındır. Mümine küfretmek fasıklıktır ve müminle savaşmak küfürdür ve müminin gıybetini yapmak Allah’a karşı gelmektir ve malının dokunulmazlığı kanının dokunulmazlığı gibidir.
Kim Allah’a karşı yemin ederse, O’nu yalanlamış olur ve kim O’ndan mağfiret dilerse, O onu bağışlar. Kim kardeşini affederse, Allah da onu affeder ve kim öfkesini yutarsa, Allah ona ecir verir. Ve kim musibete sabrederse, Allah ona karşılığını verir ve kim şöhret severse, Allah onu şöhretlendirir ve kim sabrederse, Allah ona iki kat verir. Ve kim Allah’a isyan ederse, Allah ona azap eder.”
Sonra üç defa şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım! Beni ve ümmetimi bağışla. Ey Allah’ım! Beni ve ümmetimi bağışla. Ey Allah’ım! Beni ve ümmetimi bağışla.” Ve sonra şöyle buyurdu: “Ben kendim ve sizin için Allah’tan mağfiret dilerim.
Bu olayda, (Bizans İmparatoru) Herakleios’a İslam daveti için gönderilen mektuptan da bahsedilir.
Hazreti Peygamber (sav) Tebük’e ulaştığında, Herakleios o sırada Humus’taydı. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: “Mektubumu İmparatora götüren için Cennet vardır.” Bir kişi: “Peki bu mektubu kabul etmezse de mi?” diye sordu. Peygamberimiz (sav): “Kabul etmese de” diye cevap verdi.
Bunun üzerine o kişi, Peygamber Efendimizin (sav) mektubunu götürdü ve Herakleios’a verdi. O da mektubu okudu ve dedi ki: “Siz Peygamberinize gidin ve ona söyleyin ki, ben onun takipçisiyim, ancak krallığımı bırakmak istemiyorum.” Ayrıca, bir miktar dinar da Peygamberimize (s.a.v.) gönderdi. O kişi geri döndü, durumu Peygamber Efendimize anlattı. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “O yalan söyledi.” Ve o dinarları insanlar arasında dağıttı.
Tarihte, Eyle halkıyla uzlaşmadan da bahsedilir.
Hz. Resûlullah (s.a.v.) Tebük’te kadığı sırada, Eyle (Ayla) hakimi Yuhanna bin Ru’be onun huzuruna geldi. Onunla birlikte Şam, Yemen, Bahr, Cerba ve Ezruh halkları da geldi ve onlar da sulh talebinde bulundular. Resûlullah (s.a.v.) onlara bir eman (güvenlik) belgesi yazdı. Bu belgeyi, Hazreti Cüheym bin Salt ve Hazreti Şurahbil bin Hasene (r.a.) Resûlullah’ın (sav) emriyle kaleme almışlardı.
Daha sonra Maknâ halkıyla da bir barış anlaşması yapıldı. Maknâ halkı Yahudi idi ve bu yerleşim yeri deniz kıyısında, Eyle yakınında bulunuyordu. Onlar da Resûlullah’ın (sav) huzuruna geldiler ve Peygamberimiz (sav) onlara da bir eman belgesi yazdı.
Tebük Gazvesi bağlamında, Ukider bin Abdülmelik’e (Dumetü’l-Cendel kalesine) gönderilen hz. Halid bin Velid (r.a.) seriyyesinden de bahsedilir.
Bu kale, Tebük’ten 400 kilometre uzaklıktaydı. Ukider, Benî Kinde kabilesindendi, kralı Hristiyan’dı. Resûlullah (sav) hz. Halid’e şöyle buyurdu: “Onu geceleyin, inek avlarken göreceksin, onu yakalarsın.” Sonra şöyle buyurdu: “Allah sana Dumetü’l-Cendel’i fethettirecektir. Eğer onu alt edersen, onu öldürme, bana getir. Eğer savaşır ve reddederse, o zaman onu öldür.” Nitekim öyle oldu.
Tebük olayında, bazı büyük sahabelerin “Keşke o defnedilenin yerinde ben olsaydım” diye temenni ettiği, sahabe hz. Abdullah Zü’l-Bicâdeyn el-Müzenî’nin vefatı ve defninden de bahsedilir. Aynı şekilde, bu yolculukta hz. Muaviye bin Muaviye el-Müzenî’nin cenaze namazından da bahsedilir.
Hz. Enes bin Malik (r.a.) şöyle anlatır: “Hz. Resûlullah (sav) Tebük’teyken Cebrail (a.s.) geldi ve ‘Ya Resûlallah! Muaviye Müzenî Medine’de vefat etti, onun cenaze namazını kılın’ dedi. Sonra keşfi olarak, cenazesinin bulunduğu sedye havada yükseltildi ve Peygamberimiz Efendimizin gözlerinin önüne geldi. Peygamber Efendimiz (sav) cenaze namazını kıldırdı. Önünde melek safları da vardı. Peygamber Efendimiz (sav) hz. Cebrail’e (a.s.) onun bu makamı nasıl kazandığını sordu. Cebrail (a.s.) şöyle cevap verdi: ‘Kul Huvallahu Ahad’ (İhlas Suresi)’e olan sevgisi sayesinde. O, ayakta, oturarak, binek üzerinde ve yaya olarak her durumda onu okurdu.’
Şu da zikredilir ki:
Tebük’e ulaştıktan sonra, Hz. Resulüllah (sav) daha fazla ilerlemek için sahabelerle istişarede bulundu.
Bunun detayları şöyledir: hz. Ömer (r.a.) şöyle arz etti: “Ya Resûlallah! Eğer ileri gitme emri aldıysanız, elbette buyurun gidin.” Hz. Resulüllah (sav) şöyle buyurdu: “Eğer Allah tarafından ileri gitme emri almış olsaydım, sizinle istişare etmezdim.” Bunun üzerine hz. Ömer (r.a.) şöyle arz etti: “Ya Resûlallah! Rumların çok sayıda ordusu var, Müslümanlardan kimse yok, biz onlara yaklaştık. Sizin yaklaşmanız bile onları korkuttu. Biz bu yıl geri dönelim, ta ki bir fikir oluşsun veya Allah-u Teâlâ bir durum meydana getirsin.”
Her neyse, bu sözü dinledikten sonra Hz. Resulüllah (sav) Tebük’te yirmi gün kaldıktan sonra geri dönmeye karar verdi. Başka bir görüşe göre ise yirmi günden daha az kalmıştır. Medine’den ayrılış ve dönüşe kadar iki ay veya daha fazla bir süre geçmiştir.
Daha sonra Huzur-i Enver, Bangladeş, Pakistan ve Afrika’daki Ahmedi Müslümanlar ile Filistinli Müslümanlar için dua çağrısında bulunarak şöyle buyurdu:
Daha önce de Bangladeş hakkında dua etmemizi istemiştim. Oradaki molla kesimi, yani Ahmediyye karşıtı kesim, oldukça fazla gürültü çıkarıyor. Yarın (belki de) onların bir toplantısı da var. Bu yüzden onlar için özellikle dua ediniz. Allah-u Teâlâ her Ahmediyi korusun ve onların şerrinden emin kılsın.
Aynı şekilde Pakistan’daki Ahmediler için de dua ediniz. Allah-u Teâlâ onları da korusun. Şimdi çok fazla duaya ihtiyaç var. Muhalifler herhangi bir şekilde, hatta hukuki olarak bile baskı altına alındığında, hışımla Ahmedilere yöneliyor. Bu nedenle Ahmedilerin daha çok dualara ve tedbirlere yönelmesi gerekir.
Yine Filistinliler için de dua ediniz. Anlaşmalara ve ateşkeslere rağmen, katliamları aynı şekilde devam ediyor. Allah Teâlâ rahmet etsin.
Aynı şekilde Afrika’daki Ahmediler için de dua ediniz. Onların bulunduğu bazı yerlerde de hükümetler onlara zulmediyor, bazı yerlerde ise teröristler farklı yerlere saldırılar düzenliyor ve bazen Ahmediler de bundan etkileniyorlar.
Allah Teâlâ tüm dünyada huzur ve güvenlik tesis etsin. (Âmin)
İkinci hutbeden önce Huzur-u Enver şöyle buyurdu: “Namazlardan sonra, geçtiğimiz günlerde seksen yaşında vefat eden Rabvah’tan Muhammed Hüseyin Sahip bin Muhammed İsmail Sahip için bir gıyabi cenaze namazı kıldıracağım. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Merhum musî idi. Geride eşinin yanı sıra üç kız ve dört erkek evlat bıraktı. Oğlu Muhammed İmran Sahip, Nijer’de cemaatimizin mürebbisi olup, görev yerinde bulunduğu için babasının cenazesine katılamamıştır. Bir diğer oğlu Muhammed Lukman Sahip ise Muallimdir.
Allah Teâlâ ona mağfiret ve rahmetle muamele etsin, yakınlarına, özellikle de yurt dışında bulunan oğullarına sabır ve metanet versin ve onun hayırlarını devam ettirme gücü nasip etsin.










