Uhud Gazvesinde hz. Resulüllah (sav), huşu, tevazu ve niyaz ile Allah’ın huzurunda dua ediyordu
Hz. Halifetü’l Mesih 5 (Allah yardımcısı olsun) 15 Aralık 2023’te İslamabad Mübarek camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu: Hz. Resulüllah’ın siretiyle ilgili olarak Uhud Gazvesinden bahsediyordum. Bunun biraz daha ayrıntıları şöyledir: Hz. Resulüllah (sav) Uhud Meydanında yerini aldığında Müslüman ordunun arkasında bir tarafta Uhud dağı vardı ve bu sayede Müslümanların arkası saldırılardan korunaklı idi. Diğer tarafta ise bir dağ geçidi vardı. Bu öyle bir yerdi ki düşman bu yönden saldırı gerçekleştirebilirdi. Nitekim hz. Resulüllah (sav) bu zayıflık ve tehlikeyi hissederek elli okçu sahabeden oluşan bir grubun başına Abdullah bin Cübeyr’i komutan tayin ederek bu geçitte görevlendirdi. Peygamber Efendimiz (sav) bu okçulara şöyle talimat vermişti: Eğer siz, kuşların bizi kapıp götürdüğünü ya da bizim düşmanı yenilgiye uğratıp onları dağıttığımızı görseniz bile yine de asla yerinizden kımıldamayın, ta ki ben size mesaj gönderinceye kadar.
Bir siret yazarının yazdığına göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: Düşmanın atlı birliklerini bizden uzak tutun ki onlar bizim arkamızdan saldırı yapamasınlar. Biz zafere ulaşıncaya kadar siz yerinizde kalın. Sonra buyurdu ki, ey Allah’ım! Ben Seni bunlar üzerinde şahit tutuyorum.
Biz yazar şöyle yazdı: Hz. Resulüllah’ın (sav) bu savaş taktiği o kadar muhteşem ve komplike idi ki bundan ordu komutanlığı konusunda onun olağanüstü kabiliyeti belli olmaktadır ve ne kadar akıllı olursa olsun hiçbir komutanın Peygamber Efendimizden daha ince, daha komplike ve hikmet dolu savaş planı yapamayacağı ispat olmaktadır.
Okçuları Uhud dağına yerleştirdikten sonra hz. Resulüllah (sav) mutmain oldu ve safları hazırlamaya başladı. Sayı ve savaş araçları bakımından Müslümanların durumu açıkça zayıftı. Müşriklerin ordusunun on safı varken Müslüman askerlerin sadece iki safı ve geçitte elli okçusu vardı. Hz. Resulüllah (sav), huşu, tevazu ve niyaz ile Allah’ın huzurunda dua ediyordu. Hz. Enes’in rivayetine göre hz. Resulüllah (sav) Uhud günü şu duayı ediyordu: Ey Allah’ım! Eğer Sen istersen yeryüzünde Sana ibadet edilmeyecek, yani eğer Sen yardım etmezsen durum böyle olacak. Bazı rivayetlere göre Bedir Savaşı günü de aynı duayı etmişti. Doğrusunu Allah bilir.
Hz. Saad bin Ebi Vakkas’ın rivayetine göre Abdullah bin Cahş dedi ki, gel biz ikimiz birlikte dua edelim. Hz. Saad şöyle dua etti: Ey benim Rabbim! Yarın biz düşmanla karşı karşıya geldiğimizde benim karşımda çok kuvvetli savaşçılar olsun ve ben onları öldüreyim. Sonra Abdullah bin Cahş dua etti: Ey Allah’ım! Yarın benim karşıma çok kuvvetli kimseler çıksın ve benim burnumu kulağımı kessin ve ben Seninle buluştuğumda diyeyim ki Senin ve Senin Resulün uğruna ben bu hale geldim. Daha sonra savaşta her ikisi de dua ettikleri duruma ulaştılar.
Hz. Mirza Beşir Ahmed Bey, Siret Hatemü’n Nebiyyin kitabında şöyle yazar: Arkasını tam olarak emniyete alıp Peygamber Efendimiz, İslam ordusunun saflarını düzenledi ve çeşitli birliklere ayrı ayrı başkan belirledi. Bu esnada Peygamber Efendimize, Kureyş ordusunun sancağının Talha’da olduğu haber verildi. Talha, Kureyş’in atalarından Kusay bin Kılab’ın kurduğu nizama tabi olarak savaşlarda Kureyş’in sancaktarlığı hakkına sahip olan hanedana mensup idi. Bunu öğrenince Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: Kavime vefakarlık göstermeye bizim daha fazla hakkımız var. Nitekim Peygamber Efendimiz muhacirlerin sancağını hz. Ali’den alıp, Talha’nın bağlı olduğu hanedanın bir ferdi olan Mus’ab bin Umeyr’e verdi. Diğer tarafta Ebu Süfyan askerlerin komutanı idi ve kadınlar askerlerin arkasında def çalıp şiirler okuyarak erkekleri coşturuyordu.
Savaşın başlangıcını Ebu Amir yaptı. O, Evs Kabilesinden idi, Medine halkından idi ve Rahip ismiyle anılıyordu. Bu adam, Hz. Resulüllah’a olan buğuz ve hasedinden dolayı kaçıp Mekke’ye gitmişti ve zannediyordu ki ben meydana çıktığımda benim kabilemin fertleri benim tarafıma geçerler. Bu umutla o yüksek sesle, ey Evs’in askerleri! Ben Ebu Amir’im diye seslendiğinde Ensar, ey fasık! Senin gözlerin esenlik görmesin deyip onlara taş attılar, bunun üzerine o yandaşlarıyla beraber kaçıp gitti.
Hz. Mirza Beşir Ahmed Bey, bunun detaylarında şöyle yazar: Ebu Amir ve yandaşlarının kaçışma manzarasını gören Kureyş’in sancaktarı Talha, büyük bir coşkuyla ilerledi ve çok kibirli bir lehçeyle mübariz (teke tek dövüşçü) istedi. Hz. Ali (ra) ileri çıktı ve bir iki vuruşta Talha’yı öldürdü. Ondan sonra Kureyş tarafından yaklaşık dokuz şahıs sırayla milli sancaklarını ellerine aldılar, fakat tamamı birbiri ardına Müslümanların elinden ölümü tattılar.
Meşhur İngiliz tarihçi Sir William Muir şöyle yazar: Müslümanların tehlikeli saldırıları karşısında Mekke ordusunun ayakları kaymaya başladı. Kureyş, İslam ordusunun sol tarafından geçerek arkadan saldırmak için bir çok defa çabaladı fakat her seferinde, hz. Muhammed’in (sav) özel olarak tayin ettiği o elli okçunun oklarına hedef olup geri çekilmek zorunda kaldı. Müslümanlar Uhud meydanının her tarafında, ölümü ve tehlikeyi umursamadan Bedir’de gösterdikleri o cesaret ve yiğitliği gösterdiler. Kırmızı mendil bağlamış olan Ebu Dücane, Muhammed’in (sav) kendisine verdiği kılıçla onlara saldırdığında adeta her yere ölüm saçıyordu.
Başında devekuşu tüyleri dalgalandırmakta olan Hz. Hamza (ra) her yerde bariz bir şekilde görülüyordu. Ali (ra) uzun ve beyaz sancağı ve Zübeyr (ra) gösterişli sarı renkli sarığıyla İlyada (destanı) kahramanları gibi gittikleri her yerde düşmana ölüm ve yıkım götürüyorlardı. Bu, sonraki İslamî fetihlerin kahramanlarının yetiştiği sahnelerdi.
Hz. Muslih Mevud (ra) şunları beyan etti: Çatışma başladı ve Allah-u Teala’nın yardımı ile kısa bir sürede altı yüz elli Müslüman karşısında Mekke’nin üç bin tecrübeli askeri tabana kuvvet kaçtılar. Bu yüzden okçular, geçidi bırakıp savaş meydanına atladılar. Talimata uymamak yüzünden sonradan ortaya çıkan neticelerden de ilerde bahsedilecek.
Ebu Dücane’nin (ra) kılıcı ile ilgili hz. Enes (ra) şöyle rivayet eder: hz. Resulüllah (sav) Uhud günü bir kılıç aldı ve bunu benden kim alacak buyurdu. Hz. Ebu Dücane, bunun hakkı nedir, diye sordu. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: Bununla hiçbir Müslümanı öldürmeyeceksin ve hiçbir kafirden kaçmayacak ve direnip karşı koyacaksın. O, kılıcı aldı ve müşriklerin kafasını yardı ve onun hakkını eda etti.
Hz. Mirza Beşir Ahmed şöyle yazar: Hz. Resulüllah’ın kılıcını almayı en çok arzulayan hz. Zübeyr idi; Ancak Peygamber Efendimiz kılıcı Ebu Dücane’ye verince o, Ebu Dücane’nin bu kılıçla ne yapacağına bakacağız diye ahdetti. Nitekim o der ki, Ebu Dücane kılıcı alıp müşriklerin saflarına dalarak ölüm saçarak ordunun diğer kenarına vardı. Orada Kureyş’in kadınları vardı. Ebu Süfyan’ın karısı Hint onun karşısına geldi ve çığlık atarak erkekleri yardıma çağırdı. Ancak kimse yardımına gelmedi. Ebu Dücane kılıcını indirdi ve oradan dönüp geldi. Sonradan Zübeyr (ra) sorunca şöyle dedi: Hz. Resulüllah’ın kılıcının bir kadına -ki o kadının yanında onu koruyan bir erkek de yoktu- indirilmesine kalbim razı olmadı.
Hz. Muslih Mevud (ra) şöyle yazar: Peygamber Efendimiz (sav) daima kadınlara saygı gösterilmesini öğretirdi. Bu sebeple kafirlerin kadınları daha cüretkâr bir şekilde Müslümanlara zarar vermeye çalışırlardı. Ancak yine de Müslümanlar böyle şeyleri sineye çekmeye devam ederlerdi. İşte İslamî savaşların prensibi buydu.
Huzur-i Enver, hutbenin sonunda Filistinliler için yine dua çağrısında bulundu.
٭…٭…٭