TARAF ÜNİVERSİTESİ 17.02.2013
Serdar Kaya
Müslüman bir peygamberin portresi
1835 yılında Hindistan’ın kuzeyindeki Kadiyan adlı küçük bir kasabada doğdu. Farklı bir insandı. Gençliğinden itibaren diğer insanların arasına çok fazla karışmaz, inzivaya çekilip ilim ve ibadetle meşgul olmayı tercih ederdi. Mütebessim bir çehresi vardı. İçinde yaşadığı mistik dünyayı dışavuran gözleri her daim yarı kapalıydı. Bu hali insanları etkiliyordu. Giderek daha fazla insanın sempatisini kazandı.
Çok sayıda kitap yazdı. Barışçıl bir öğretisi vardı. İnanç özgürlüğünün bulunduğu bir ortamda şiddete başvurmanın doğru olmadığını iddia ediyor, Hindistan’ın mevcut şartları altında yapılması gereken cihadın İslam’ın güzelliklerini anlatmak ve İslam’a getirilen itirazları cevaplandırmak olduğunu söylüyordu. Bu öğretisi nedeniyle, Hindistan’daki şiddet yanlısı İslami gruplar tarafından Britanya hükümeti hesabına çalışmakla itham edildi. O ise, bir yandan (Hindistan’ın her yerinde yoğun bir şekilde faaliyet gösteren) hıristiyan misyonerlerin, diğer yandan da yerli Hinduların İslam dini hakkındaki argümanlarına cevaplar veren kitaplar yazıyordu.
Hayatını İslam savunusuna adayan bu mütebessim çehreli adam, (Hicri 1300′lü yıllara girilen) 1880′lerde kendisinin 14. asrın müceddidi ve İslam dininin beklenen mehdi ve mesihi olduğunu söylemeye başladı. 1889 yılından itibaren ise, bu iddiasını açıkça tebliğ ederek takipçilerinden biat almaya başladı. Artık zaman zaman kendisine nebi ve resul olarak da atıfta bulunuyor ve Allah tarafından kendisine bildirildiğini söylediği kimi açıklamalarda bulunuyordu.
Bu yöndeki sözleri nedeniyle, İslam karşıtları kadar, müslümanlarla da tartışmalara girmek durumunda kaldı. Zira artık müslümanlar arasında sevenleri kadar sevmeyenleri de bulunuyordu. Hicri 1311 (1894) senesinin Ramazan ayında yaşanan ilginç bir gelişme, İslami camia içindeki tartışmalı kişiliğine yeni bir boyut kazandırdı. Şöyle ki, ilgili Ramazan ayı içinde, hem ay hem de güneş tutulması yaşandı. Böyle bir olay, İslam tarihi boyunca ilk kez yaşanıyordu ve bir hadis-i şerife göre, Mehdi’nin ortaya çıkmasının işaretlerinden biriydi. (İlgili tarihler, NASA resmi sitesinden (1,2) teyit edilebilir.)
Bu gelişme, takipçileri için onun mehdi ve mesih olduğunun açık bir deliliydi. Tutulmaların ortada mehdilik iddiasında bulunan biri varken cereyan etmiş olması ise, bu delili daha da güçlendiriyordu. Ne var ki, muhalifleri, onun mehdiliğini kabuldense, ilgili hadisi reddetmeyi tercih ettiler.
Dönemin hıristiyan çevrelerini ise, daha çok Mesih olduğunu iddia etmesi rahatsız etmişti. ABD’de yaşayan ve kendisini İsa’nın ikinci gelişinin habercisi olan bir din adamı olarak tanıtanJohn Alexander Dowie, bu iddiadan rahatsız olan hıristiyanlar arasındaydı. Müslümanlara yönelik sert eleştirileriyle tanınan Dowie, İsa’nın, geldiğinde müslümanları yok edeceğini de iddia ediyordu.
Dowie ile bir süre yazıştı. Ardından da, kendisini yalancılıkla itham eden Dowie’ye meydan okurcasına bir teklifte bulundu: Dowie, müslümanların yok olacağına dair kehanetlerde bulunmaya son verecekti. Ardından, her iki din adamı da, yalancı olanın diğerinden önce ölmesi için dua edecek ve bu şekilde doğruyu söyleyen ortaya çıkacaktı.
Dowie, ondan 12 yaş daha genç olmasına rağmen bu teklifi reddetti. Bunun üzerine, o da (kehanet sırası kendisine gelmişçesine) büyük iddialarda bulundu: Dowie, bu teklifi reddetmiş olsa da, söylediklerinin sonuçlarına katlanacak ve ondan daha önce ve dahası acılar içinde ölecekti. Bu kehanetini açıkladığında, sene 1902 idi.
Dowie, ilk olarak 1905 yılında Meksika’da bir kalp krizi geçirdi. Ardından, halusinasyonlar görmesine neden olan bir hastalığa yakalandı ve 1907 yılında, 60. yaşını tamamlamak üzereyken, ABD’nin Illinois eyaletinde öldü.
O ise, ertesi yıl Lahor’da öldü. Adı Mirza Gulâm Ahmed‘di. Özellikle son bir senedir, Allah’ın kendisine ölümünün yakın olduğunu bildirdiğini söylemekteydi.
Dünyada bugün itibariyle 10 milyondan fazla Ahmedi yaşıyor. Mirza Gulâm Ahmed’in nebi ve resul kelimeleriyle tam olarak neyi kast ettiği konusunda Ahmediler arasında bir ittifak yok.
Soru
Bu hikayeden ne gibi sonuçlar çıkarılabilir? Daha da önemlisi, Ahmedi bir ailede doğup büyüseydik, bu mütebessim çehreli adamın hikayesi, bizim için ne anlam ifade edecekti? (Bu noktayı açacağım.)