Emir’ül Müminin 5. Halifetü’l Mesih hazretleri, 17 Ekim 2025 (10 İha 1404 Hicri Şemsi) tarihinde Mübarek Camii, İslamabad, Tilford, İngiltere’de bir Cuma hutbesi irad etti. Bu hutbe, MTA televizyonu aracılığıyla tüm dünyaya yayınlandı. Teşehhüd, Teavvuz ve Fatiha suresinin okunmasından sonra Huzur-i Enver şöyle buyurdu:
Geçen hutbede Tebük Gazvesi’nden kısaca bahsedilmişti. Bugün onun biraz daha ayrıntısını anlatacağım.
Hazret-i Muslih-i Mev’ud (r.a.) Tebük Gazvesi’nin arka planını açıklarken şöyle buyurur: Resulullah (s.a.v.) Mekke’yi fethettiğinde, Hazrec kabilesinden olan ve Yahudilerle Hristiyanlarla olan ilişkilerinden dolayı zikir çekme alışkanlığı olan ve halkın ‘Rahip’ dediği Ebu Amir Medeni vardı. Ancak o, dinen Hristiyan değildi. Bu kişi, Resulullah’ın (s.a.v.) Medine’ye gelişinden sonra Mekke’ye kaçmıştı. Mekke de fethedilince, İslam’a karşı isyan çıkarmak için yeni bir plan düşünmeye başladı. Sonunda adını ve tarzını değiştirdi ve Medine yakınlarındaki Kuba adlı köyde yaşamaya başladı. Yıllarca dışarıda kalması nedeniyle Medine halkı onu tanımadı.
Bu kişi, Medine’deki münafıklarla birlikte şu planı yaptı: ‘Ben Şam’a gidip Hristiyan hükümetini ve Hristiyan Arap kabilelerini kışkırtacağım ve onları Medine’ye saldırmaya teşvik edeceğim. Siz de burada, Şam ordularının Medine’ye saldırmak üzere olduğu söylentisini yayın.’
Gelen haberler ışığında, Peygamberimiz (s.a.v.) Romalılarla mücadele etmede gecikmenin daha fazla zarara yol açacağı sonucuna vardı. Bu nedenle, Romalılara saldırma fırsatı vermeden, onların bölgesine giderek nihaî bir savaş yapmaya karar verdi.
Peygamberimiz (s.a.v.) genellikle askeri seferlerini gizli tutardı, ancak Hayber’den sonraki Tebük Seferi öyle bir seferdi ki, kendisi genel bir duyuru yaptı ve yolun zorluklarını ve düşmanın çokluğunu önceden bildirdi.
Bu bir kıtlık yılıydı, yiyecek sıkıntısı vardı. İnsanlar mahsullerini toplama telaşındayken ve hazırlık yaparken cihat için yola çıkma emri duyuruldu. Yaz mevsimiydi, yüzlerce millik bir yolculuk ve buna ek olarak azık sıkıntısı vardı. Tüm bu sorunlara rağmen, Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından cihada gitme emri geldiğinde, ona candan bağlı sahabeler cihat hazırlıklarına başladılar.
Bu vesileyle, Peygamberimiz (s.a.v.) hayırsever sahabeleri (r.a.) fedakârlık yapmaya teşvik ettiğinde, ilk olarak Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) evindeki tüm malını alıp geldi. Hazret-i Osman (r.a.) ise, bu savaş için palanları ve semerleriyle birlikte hazırlanmış üç yüz deve bağışladı. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: ‘Bu günden sonra Osman ne yaparsa yapsın ona zarar vermez.’ Bir rivayete göre, Hazret-i Osman (r.a.) bu olayda bin dinar da bağışlamıştı. Başka bir rivayete göre ise, Hazret-i Osman (r.a.) bin deve ve yetmiş at bağışlamıştı. Bazı rivayetlere göre bu savaşın tüm masraflarını Hazret-i Osman (r.a.) üstlenmiştir.
Hazret-i Abdurrahman bin Avf (r.a.) hakkında ise, bu olayda yüz, bir rivayete göre iki yüz, başka bir rivayete göre ise dört yüz ukıyye (ağırlığında) gümüş bağışladığı zikredilmiştir.
Huzur-u Enver şöyle buyurdu: Ahmediye Cemaati fertleri de mali fedakârlıkların ne kadar önemli olduğunu anlıyorlar. Ben de sık sık örnek olayları anlatırım; bazı insanlar gerçekten de sahip oldukları her şeyi sunarlar.
Zenginlerin de, maddi durumu iyi olanların da Hazret-i Ebû Bekir (r.a.), Hazret-i Ömer (r.a.) ve Hazret-i Osman’ın (r.a.) örneklerini kendilerine rehber edinmeleri gerekir. Allah’ın lütfuyla, yüksek standartta fedakârlıklar yapan birçok zengin kişi vardır.
Bu vesileyle, hayırsever sahabelerle (r.a.) birlikte, fakir ve yoksul sahabeler (r.a.) de güçleri yettiğince mali fedakârlıklar sundular. Münafıklar bu fakir sahabelerin fedakârlıklarıyla alay ediyorlardı; ‘Bir avuç tahıl vererek Romalılarla savaşa hazırlanıyorlar’ diyorlardı. Kadınlar da bu olayda ziynet eşyalarını sunarak mali fedakârlığa katıldılar.
Münafıklar kendi açılarından ellerinden geleni yaptılar ve Müslümanları savaşa gitmekten alıkoymaya çalıştılar. Münafıklar, havanın çok sıcak olduğunu, savaşılacak düşmanın ise çok güçlü olduğunu söylüyorlardı. Medine halkı çiftçiydi ve mahsulleri hasat için hazırdı. Münafıklar, insanları savaşa gitmekten alıkoymaya çalışıyorlardı, ancak onların propagandası samimi sahabeler üzerinde etkili olmuyordu.
Münafıklar, Peygamber Efendimizin huzuruna gelir, savaşa katılmamak için mazeretler ileri sürerlerdi. Peygamberimiz (s.a.v.) de onlara izin verirdi. Ancak, Kur’an-ı Kerim tüm bu münafıkların maskesini düşürdü.
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Yakın bir fayda yahut kısa bir yolculuk olsaydı, arkandan gelirlerdi. Fakat meşakkate katlanmak onlara zor geldi. Allah’a yeminler ederek, “Gücümüz yetseydi elbette sizinle beraber çıkardık,” diyecekler. Oysa onlar kendilerini mahvediyorlar. Allah, onların yalancı olduklarını bilir. Allah, senin hatanın olumsuz etkisini yok etmiştir. Doğruyu söyleyenler belli oluncaya ve yalancıları öğreninceye kadar, sen bu (izin isteyenlerin) geride kalmalarına neden izin verdin? Allah’a ve ahiret gününe inananlar, malları ve canlarıyla Allah yolunda savaşmaktan geri kalmak için senden izin istemezler. Allah, takva sahiplerini çok iyi bilir. Geride kalmak için senden izin isteyenler ancak, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşmüş olan ve şüphelerinden dolayı bocalayan kimselerdir. Eğer onlar (savaşa) çıkmak için azimli olsalardı, ona bir hazırlık yaparlardı. Ancak Allah, onların bu yüce gaye için çıkmalarını istemedi. Onun için onları yerlerine oturttu ve onlara, “Oturanlarla beraber siz de oturun,” denildi. Sizinle beraber (savaşa) çıkmış olsalardı, huzurunuzu bozmaktan başka size hiçbir yardımları olmazdı. Aranızda (fesat çıkarmak için) sağa sola atlarını koşturup dururlar ve aranızda fitne çıkarmayı isterlerdi. Aranızda onların sözlerini dikkatle dinleyenler vardır. Allah zalimleri çok iyi bilir. Onlar daha önce de fitne ve fesat çıkarmak istemişler, sana nice işleri ters aktarmışlardı. Nihayet hak geldi ve Allah’ın vermiş olduğu karar ortaya çıktı. Gerçi onlar (bu kararı) sevmemişlerdi.
Huzur-i Enver şöyle buyurdu: ‘Bunun geri kalan ayrıntısını inşaallah bir sonraki seferde açıklayacağım.’
Rabvah’taki camiye yapılan saldırı sonucu yaralanan cesur Hüddam’dan bahsederken Huzur-i Enver şunları söyledi: ‘Geçen hutbede Rabvah’taki camiye yapılan saldırıdan bahsetmiştim.
Yaralanan Ahmedi gençlere dua edin, Allah onlara tam şifa versin. Allah Teâlâ onları daha sonra ortaya çıkabilecek her türlü komplikasyondan da korusun.
Şu anda üç genç daha ağır yaralı ve hastanede yatıyorlar. Diğer beş kişi ise tedavi edildikten sonra evlerine gönderildi. Ancak onların da yaralarının iyileşmesi zaman alacaktır.
Allah Teâlâ hepsine tam şifa versin ve gelecekte Cemaat fertlerini her yerde, her türlü kötülükten ve her türlü zarardan korusun.
Huzur-i Enver hutbenin son bölümünde bir merhumdan, Marshall Adaları’ndan mükerrem Sam Ali Nina Beyefendiden hayırla bahsetti ve gıyabî cenaze namazı kılınacağını duyurdu.
Merhum, geçtiğimiz günlerde 83 yaşında Amerika, Kaliforniya’da vefat etti. ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun’
Merhum, 1980’li yıllarda İslam ile tanıştıktan sonra Ahmediyeti kabul ederek İslam’a girdi. Merhuma karşı büyük bir muhalefet oldu fakat o, cesurca imanında direndi. Bir senatör, parlamentoda İslam’ı terörle ilişkilendirerek İslam’a karşı çıktığında, kendisi büyük bir cesaretle yerel gazeteye bir açıklama yaparak, ‘Biz Ahmedi Müslümanlarız ve bizim terörizmle hiçbir alakamız yoktur’ dedi. Yerel toplumda etkili bir kişilik olarak tanınıyordu. Merhum, çok tebliğ yapan, cemaat işlerine destek olan, din uğruna fedakârlık yapan sâlih bir ermişti.
Huzur-i Enver merhumun bağışlanması ve derecesinin yükselmesi için dua etti ve ailesinin bazı fertlerinin Ahmedi olmadığını belirterek “Allah onlara da Ahmedi olmayı nasip etsin” diye dua etti.
٭…٭…٭










