5. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 18 Nisan 2025’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu: Hz. Resulüllah’ın (sav) sireti konusunda diğer bazı gazveler ve seriyyelerden bugün bahsedeceğim.
Tarihte, Hz. Ömer bin Hattab’ın (ra) Turebe tarafına yaptığı bir seriyye de zikredilmektedir. Bu seriyye, Hicretin 7. yılının Şaban ayında gerçekleşti. Resulullah (sav), Hz. Ömer bin Hattab’ı (ra), Hevazin kabilesine doğru Turebe mevkiine otuz kişiyle birlikte gönderdi. Bu seriyyenin gönderilme sebebi, Resulullah’a (sav) Turebe halkı tarafından İslam’a karşı yapılan komploların bilgisinin ulaşmış olmasıydı. Hz. Ömer (ra) yola çıktı ve yanında Beni Hilal’den bir rehber vardı. Sahabeler (ra) gece yolculuk yapıyor, gündüzleri ise gizleniyorlardı. Turebe halkı haberi alınca oradan kaçtı. Hz. Ömer (ra) onların bölgesine ulaştı, ancak orada kimse yoktu, onlar dağlara gitmişlerdi ve bütün malları, hayvanları vb. oradaydı. Bunlara el konuldu, çünkü bunlar fitneci insanlardı. Hazret Ömer (ra) bu ganimetlerle geri döndü.
Sonra, Hz. Beşir bin Sa’d’ın (ra) Fedek’teki Beni Mürre’ye yönelik bir seriyyesi vardır. Bu seriyye, Hicretin 7. yılının Şaban ayında Hazret Beşir bin Sa’d’ın (ra) komutasında gerçekleşti. Onun künyesi Ebu Numan’dı. O, Cahiliye döneminde yazı yazmayı biliyordu. Akabe’nin ikinci biatında yer aldı ki bu biatta yetmiş Ensar bulunuyordu. Kendisi Bedir, Uhud ve Hendek savaşları ile diğer bütün gazvelerde Hazret Peygamber (sav) ile birlikteydi. Sakife-i Beni Saide gününde Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın (ra) elinden biat eden ilk Ensar kişisiydi. Hz. Ebu Bekir’in (ra) hilafeti döneminde, Hicretin 12. yılında Hazret Halid bin Velid’in (ra) Ayn el-Tamr savaşında yer aldı ve şehit oldu.
Bu seriyyenin detayı şu şekilde anlatılmıştır: Resulullah (sav), Hazret Beşir bin Sa’d’ı (ra) otuz sahabe (ra) ile birlikte Fedek’teki Beni Mürre kabilesine gönderdi. Şu açıkça bilinmelidir ki Hz. Resulüllah (sav) bu tür önemli görevlere veya savaş için ancak insanların İslam’a karşı komplo kurduğu haberini aldığında gönderirdi. Her ne ise, sahabeler (ra) yola çıktılar, koyun çobanlarıyla karşılaştılar ve onlara Beni Mürre hakkında sorular sordular. Çobanlar, Beni Mürre’nin vadilerinde olduğunu ve pınara gelmediklerini söylediler. Sahabeler (ra) onların koyun ve keçilerini sürerek Medine’ye doğru yola çıktılar. Beni Mürre’nin tellalı bağırarak bu olayın haberini verdi. Bunun üzerine Beni Mürre halkı geri geldi ve büyük bir orduyla Müslümanlara saldırdı. Bütün gece Müslümanlar ok attılar, öyle ki sahabelerin (ra) okları tükendi. Sabah olunca Beni Mürre tekrar saldırdı ve Hazret Beşir’in (ra) arkadaşlarını şehit etti. Kendisi (Hazret Beşir ra) onlarla şiddetli bir şekilde savaşmaya devam etti, sonunda yaralanıp yere düştü. Ayak bileğine darbe almıştı ve öldüğü sanılmıştı, ancak kurtuldu. Sonra Beni Mürre koyun ve keçilerini alarak geri döndü.
Sonra, Hazret Galib bin Abdullah Leysi’nin (ra) Mifa’a tarafına gönderildiği bir seriyye zikredilmektedir. Bu seriyye, Hicretin 7. yılının Ramazan ayında gerçekleşti. Kendisi Hicaz halkındandı. Mekke’nin fethi sırasında oradaydı ve Resulullah (sav) kendisini Mekke’nin fethinden önce casus olarak önden göndermişti. Hazret Muaviye’nin (ra) döneminde Horasan valisiydi. İbn-i Sa’d, Resulullah’ın (sav) kendisini Mifa’a’da bulunan Beni Aval ve Beni Abd bin Salebe kabilelerine gönderdiğini yazmıştır. Bu kabileler, Müslümanlara karşı olumsuz propaganda yaparak, Ahzab benzeri Arap kabileleri ittifakı başka bir eylem gerçekleştirmek amacıyla insanları toplamaya başlamışlardı. Hz. Resulüllah (sav) kendisini yüz otuz sahabe (ra) ile birlikte gönderdi. Resulullah’ın (sav) azatlı kölesi Hazret Yesar (ra) onların rehberiydi. Müslümanlar onlara topluca saldırdılar ve yerleşim yerlerinin içlerine kadar ulaştılar. Karşı koyanlar öldürüldü ve ganimet olarak elde edilen koyun ve keçiler Medine’ye getirildi, kimse esir alınmadı. İbn-i Sa’d yazmıştır ki, bu seriyye aynı zamanda Hazret Üsame bin Zeyd’in (ra), “La ilahe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) diyen Mirdas bin Nühayk’ı öldürdüğü seriyyedir. Buhari’de bu olayın detayı Hazret Üsame bin Zeyd’den (ra) rivayetle şu şekilde geçmektedir: Peygamber Efendimize bu haber ulaşınca şöyle buyurdu: “Ey Üsame! O ‘La ilahe illallah’ dedikten sonra mı onu öldürdün?” Ben de, “o, kendini kurtarmaya çalışıyordu” dedim. Ancak Resulullah (sav) bunu sürekli tekrar etti. Öyle ki ben o günden önce Müslüman olmamış olmayı arzu ettim. Müslim bu rivayeti şu şekilde kaydetmiştir: Peygamber Efendimiz buyurdu ki, “Sen neden onun kalbini yarıp, bunu kalpten söyleyip söylemediğine bakmadın?
Huzur-i Enver buyurdu ki: “Fakat günümüzün molla geçinenleri, Ahmedilerin kalplerini yarıp baktıklarını sanıyorlar. Bu yüzden Ahmedileri şehit etmek ve onlara zulmetmek caizmiş gibi davranıyorlar. Allah Teâlâ onların da yakalanmaları için sebepler yaratsın.
Bir rivayette, Resulullah’ın (sav) Mirdas’ın ailesine diyet vermeyi emrettiği ve malını onlara iade ettiği belirtilmektedir. Hazret Muslih Mev’ud (ra) bu olayı şöyle anlatmıştır: Resulullah’a (sav) bu savaşın haberini vermek için bir bedevi Medine’ye geldiğinde, savaşın bütün detaylarını anlatırken bu olayı da aktardı. Bunun üzerine Resulullah (sav) Üsame’yi çağırttı ve sordu: “Sen o adamı öldürdün mü?” Üsame (ra) “Evet” dedi. Resulullah (sav) buyurdu ki: Kıyamet gününde ‘La ilahe illallah’ senin aleyhine şahitlik ettiğinde ne yapacaksın?
Huzur-i Enver buyurdu ki: “Daha önce de söylediğim gibi, bu molla geçinenler ve onların Pakistan’daki müritleri, cennete gitme hayalleri kuruyorlar. ‘Ahmedileri öldürün, cennete gidersiniz’ diyorlar. Ancak bilmiyorlar ki bu eylemleri onları Allah Teâlâ’nın cezasına müstahak kılıyor. Elbet bir gün Allah Teâlâ’nın azabı onları saracaktır.”
Her ne ise, Hazret Muslih Mev’ud (ra) kendisi anlatarak buyuruyor ki: “Yani Allah Teâlâ tarafından şu soru sorulacak: O kişi ‘La ilahe illallah’ dediği halde neden öldürdün? Gerçi o katildi ama tövbe etmişti. Hazret Üsame (ra) defalarca cevaben dedi ki: Ya Resulallah! O korkudan iman etmiş gibi gösteriyordu. Bunun üzerine Resulullah (sav) buyurdu ki: Sen onun kalbini yarıp yalan mı söylediğini görmüştün? Ve sonra defalarca şunu söylemeye devam etti: Kıyamet gününde ‘La ilahe illallah’ onun tarafından senin önüne getirildiğinde ne cevap vereceksin?”
Sonra, Hazret Beşir bin Sa’d’ın (ra) Yemen ve Cebbar tarafına gönderildiği bir seriyye vardır. Bu seriyye, Hicretin 7. yılının Şevval ayında gerçekleşti. Hz. Resulullah’a (sav) şu haber ulaştı: Gatafan’dan bir grup, Peygamber Efendimize karşı toplanıyor ve Uyeyne bin Hısn da onlara destek verme sözü verdi. Resulullah (sav) bu haberi Hazret Ebu Bekir (ra) ve Hazret Ömer’e (ra) aktarınca, onlar Hazret Beşir bin Sa’d’ı (ra) göndermeyi tavsiye ettiler. Resulullah (sav) Hazret Beşir bin Sa’d’ı (ra) çağırdı, onun için bir sancak hazırlattı ve onunla birlikte üç yüz sahabeyi (ra) yola çıkardı. Onlar Cebbar mevkiine vardıklarında, çobanlar orada hayvanlarını otlatıyorlardı. Müslümanları görünce oradan kaçtılar ve Gatafanlılara haber verdiler. Gatafanlılar bu haberi duyunca hayvanlarını bırakıp köylerinin yukarı kısımlarına firar ettiler. Onlardan sadece iki kişi yakalandı. Sahabeler (ra) koyunları, keçileri ve develeri ele geçirdiler ve esirlerle birlikte Medine’ye döndüler. Burada o iki esir Müslüman oldu, bunun üzerine Resulullah (sav) onları kendi bölgelerine geri gönderdi.
Umretü’l-Kaza’nın detayı şu şekilde anlatılmıştır: Resulullah (sav), Zilkade 7. Hicri Miladi Şubat 629 tarihinde Umretü’l-Kaza için yola çıktı. Bu, Mekkeli müşriklerin geçen yıl kendisini umre yapmaktan alıkoyduğu ve Hudeybiye’den geri döndüğü aydı. İşte şimdi bu umrenin kazası için Hazret-i Peygamber (sav) teşrif etti. Umre için yola çıkışın detayı şu şekilde anlatılmıştır: Bu umrede Hazret-i Peygamber (sav) ile birlikte iki bin sahabe (ra) vardı. Yola çıkarken Hz. Resulüllah (sav) Hudeybiye anlaşması olayında bulunan herkesin bu sefere de katılması gerektiğini buyurdu. Nitekim öyle de oldu. Bunların yanı sıra, Hudeybiye’de bulunmayan birçok sahabe (ra) de kendisine eşlik etti. Hazret-i Peygamber (sav) ile birlikte altmış kurbanlık deve vardı. Hazret-i Resulüllah (sav) bütün bu hayvanların boyunlarına işaretler koydu ve onların gözetimi için Hazret Naciye bin Cündüb’ü (ra) görevlendirdi. Hazret-i Peygamber (sav) Zülhuleyfe’ye vardığında, yüz süvariyi ihtiyati tedbir olarak önden gönderdi ve onların başına Hazret Muhammed bin Mesleme’yi (ra) komutan tayin etti. Resulullah (sav) bu yolculukta bizzat silahlarını, zırhlarını ve mızraklarını da yanına aldı. Silahları da önden gönderdi ve onların gözetimi için Hazret Beşir bin Sa’d’ı (ra) görevlendirdi.
Muhammed bin Mesleme (ra) süvarileriyle Merrü’z-Zahran’a vardığında, orada Kureyş’ten bazı kişilerle karşılaştı. Onlara, Hazret-i Peygamber’in (sav) yarın inşallah bu mevkide olacağını söyledi. O kişiler Kureyş’in yanına geldiler ve onlara bu durumu anlattılar, onlar da korktular. Resulullah (sav) Merrü’z-Zahran’a vardığında, bütün silahları Ya’cec mevkiine gönderdi. Mekkeli kâfirler, Hazret-i Peygamber’in (sav) silah ve savaş malzemeleriyle Mekke’ye geldiği haberini alınca çok telaşlandılar ve birkaç kişiyi araştırma yapmak üzere Merrü’z-Zahran’a gönderdiler. Kâfirlerin temsilcisi Mikrez bin Hafs dedi ki: “Ey Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)! Biz seni hiçbir zaman ahdini bozan birisi olarak görmedik.” Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sav) buyurdu ki: “Biz sulh anlaşmasının şartına göre silahsız olarak Mekke’ye gireceğiz.” Bunu duyan kâfirler rahatladılar. Bunun üzerine Mikrez dedi ki: “İşte bu yüzden biz seni iyilik ve vefa abidesi olarak görüyoruz.”
Hazret-i Peygamber (sav), sahabe topluluğuyla birlikte telbiye getirerek Harem’e doğru ilerledi, kurbanlık hayvanları Zi Tuva’ya gönderdi ve kendisi de devesi Kusva’ya binmişti. Hazret-i Peygamber (sav) Mekke’ye girdiğinde, bazı Kureyş kâfirleri kin ve düşmanlıklarından dolayı, kendisinin ve sahabelerinin (ra) Beytullah’ı tavaf etme manzarasını görmemek için dağlara çıktılar. Ancak bazı kâfirler Daru’n-Nedve’de toplandılar, orada durup tavafı seyretmeye başladılar ve “Bu Müslümanlar ne tavaf edecekler ki? Açlık ve Medine humması onları zayıf düşürdü” demeye başladılar. Hazret-i Peygamber (sav) Mescid-i Haram’a varınca ıztıba yaptı, yani ihramını omuzlarına öyle attı ki sağ omuzu ve kolu açıldı ve buyurdu ki: “Allah, bu kâfirlerin karşısında gücünü gösterene rahmet etsin.” Sonra Hazret-i Peygamber (sav), ashabıyla (ra) birlikte tavafın ilk üç şavtında omuzlarını sallayarak çalımlı bir şekilde yürüyerek tavaf etti.
Bu vesileyle Hazret-i Resulüllah (sav) Hazret Meymune bint Haris (ra) ile nikahlandı. Bu nikahı Hazret Abbas (ra) kıymış ve Hazret Meymune’nin (ra) mihri dört yüz dirhem olarak belirlenmişti. Peygamber Efendimiz (sav) Mekke’de üç gün kaldı. Dördüncü gün Mekkelilerin talebi üzerine derhal bütün sahabeleriyle (ra) birlikte Mekke’den ayrıldı ve kölesi Ebu Rafi’yi (ra) Hazret Meymune’nin yanında bıraktı. Bunun üzerine Ebu Rafi (ra) Hazret Meymune’yi (ra) alarak Serif mevkiinde Hazret-i Peygamber’e (sav) yetiştirdi. Peygamber Efendimizin son evliliği Hazret Meymune (ra) ile oldu. Hicretin 51. yılında Peygamber Efendimizin (sav) nikahına girdiği Serif mevkiinde Hazret Meymune (ra) vefat etti. Hazret Meymune (ra) için Nebi-i Ekrem (sav) ile bu mukaddes beraberliğin yaşandığı bu yer çok değerliydi. Bu yüzden vasiyet etmişti ki: “Vefat ettiğimde beni, Nebi-i Ekrem’in (sav) çadırının bulunduğu, Huzur’a (sav) takdim edildiğim bu yerin aynı noktasına defnedin.” Vasiyeti üzerine kendisi bu mevkide defnedilmişti ve o sırada yaşı seksen veya seksen bir idi.
Bu seferde Hazret Hamza’nın (ra) kızının da olayı anlatılmaktadır. Nebi-i Ekrem (sav) Mekke’den ayrılırken Hazret Hamza’nın (ra) kızı arkasından “Ey amcacığım! Ey amcacığım!” diye seslenerek geldi. Bunun üzerine Hazret Ali (ra) onu aldı, elinden tuttu ve Hazret Fatıma’ya (ra) “Amcanın kızını al” dedi. Hazret Fatıma (ra) onu devesine bindirdi. Sonra Hazret Ali (ra), Hazret Zeyd (ra) ve Hazret Cafer (ra) onun hakkında tartıştılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) onun halası lehine karar verdi ve buyurdu ki: “Teyze anne gibidir.”
Huzur-i Enver şöyle buyurdu: “Bu da bir meseleydi halloldu. Kadılara pek çok tartışma ve bu şekildeki dava gelir. Hazret-i Peygamber (sav) buyurdu ki: Teyze anne gibidir, onu teyzesine verin.’ Ve Hazret Ali’ye (ra) dedi ki: ‘Sen bendensin, ben de sendenim.’ Ve Hazret Cafer’e (ra) dedi ki: ‘Sen görünüş ve ahlak bakımından bana benziyorsun.’ Ve Hazret Zeyd’e (ra) dedi ki: ‘Sen bizim kardeşimizsin ve azatlımızsın.’ Hazret Ali (ra) dedi ki: ‘Hazret Hamza’nın kızıyla evlenmeyecek misiniz?’ Hazret-i Peygamber (sav) buyurdu ki: ‘O benim sütkardeşimin kızıdır, bu akrabalıkla evlilik caiz değildir.’ Hazret-i Peygamber (sav) Zilhicce ayında Medine’ye geri döndü.”
Bir seriyye de Ahrem bin Ebi’l-Avca’nın Beni Süleym tarafına gönderilmesidir. Bu seriyye Zilhicce 7. Hicri yılında gerçekleşti. Hazret-i Resulüllah (sav), Hazret Ahrem’i (ra) elli kişiyle birlikte Medine yakınlarında yaşayan Beni Süleym kabilesine gönderdi. Beni Süleym’den bir casus da Hazret Ahrem (ra) ile birlikteydi. Bu casus önden giderek kendi kavmini uyardı ve onlar da büyük bir ordu topladılar. Hazret Ahrem (ra) onların yanına vardığında Beni Süleym onunla savaşmaya hazırdı. Hazret Ahrem (ra) onları İslam’a davet ettiyse de onlar reddettiler. Bunun üzerine iki taraf arasında bir süre ok atışması yaşandı. Bu sırada Beni Süleym’e daha fazla takviye kuvvet geldi ve Müslümanları her taraftan kuşattılar. Müslümanlar çok çetin bir savaş verdiler, öyle ki çoğu şehit oldu ve Hazret Ahrem (ra) de ağır yaralı olarak şehitlerin arasına düştü. Daha sonra, Hicretin 8. yılının 1. Safer ayında Resulullah’ın (sav) yanına ulaştı.
Sonra, Hazret Galib bin Abdullah Leysi’nin (ra) Kadid tarafına gönderildiği bir seriyye zikredilmektedir. Hz. Resulüllah (sav) kendisini Safer 8. Hicri yılında Kadid’de yaşayan Beni Leys’in bir kolu olan Beni Mülevvah’a on beş kişiyle birlikte gönderdi. Bu seriyyede Müslümanların şiarı “Emit! Emit!” (Öldür! Öldür!) idi. Bu seriyyenin kısa bir özetini aktardıktan sonra Huzur-i Enver buyurdu ki: Daha bu olayın detayları devam ediyor.
Huzur-i Enver, ikinci hutbeden önce Pakistan’daki Ahmedilere yönelik muhalefetle ilgili olarak dua çağrısında bulunarak şöyle buyurdu:
Şu anda Pakistan’daki Ahmediler için de özellikle dua çağrısında bulunmak istiyorum. Pakistanlı Ahmediler de kendileri için dua etsinler ve daha önce söylediğim gibi, salavat getirmeye yönelsinler ve iki yüz defa okusunlar:
سُبْحَانَ الله وَبِحَمْدِهِ سُبْحَانَ اللهِ الْعَظِيمِ اَللّٰھُمَّ صَلِّ عَلٰی مُحَمَّدٍ وَّآلِ مُحَمَّدٍ
(Sübhanallahi ve bihamdihi sübhanallahil azim. Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed).
Şu anda bu konuya olabildiğince dikkat gösterilmelidir. Eğer duanın hakkını vererek dualara yönelirsek, işte o zaman başarıya ulaşırız… Gösterilmesi gereken dikkat gösterilmiyor. …Bizim silahımız sadece dualardır, ben bunu birçok kez vurguladım. Hz. Mesih-i Mev’ud Aleyhisselam’ın alıntılarını sundum. …Başarımızın çözümü dualardır. Allah Teâlâ herkesi buna muvaffak kılsın ve bizler duanın hakkını verenlerden olalım.
Bugün Karaçi’de bir olay da yaşandı. Haydutlar, teröristler, İslam adına hareket ettiğini iddia eden ama aslında teröristler, mescidimize saldırdılar ve bir Ahmedi kardeşimizi de şehit ettiler. اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّآ اِلَيْهِ رَاجِعُوْنَ (İnna lillahi ve inna ileyhi raciun).
Bunun tüm detayları henüz gelmedi. Detaylar geldiğinde inşallah açıklanacaktır. Allah Teâlâ o zalimlerin yakalanması için tez zamanda imkanlar yaratsın.