21.11.2025 – Tebük Gazvesi ışığında Peygamber (sav) Efendimizin sireti

Emir’ül Müminin 5. Halifetü’l Mesih hazretleri, 21 Kasım 2025 (21 Nübüvvet 1404 Hicri Şemsi) tarihinde Mübarek Camii, İslamabad, Tilford, İngiltere’de bir Cuma hutbesi irad etti. Bu hutbe, MTA televizyonu aracılığıyla tüm dünyaya yayınlandı. Teşehhüd, Teavvuz ve Fatiha suresinin okunmasından sonra Huzur-i Enver şöyle buyurdu:

Tebük Seferini anlatıyordum; bu seferin ilave detaylarını bugün anlatacağım.

Bu sefer sırasında münafıkların, Resulullah’a (s.a.v.) zarar verme çabalarından da bahsedilmiştir ve bunun detayları şöyledir: Tebük Seferi’nin arkasında aslında Yahudiler, Hristiyanlar ve münafıkların ortaklaşa kurduğu bir komplo vardı. Medine’den Tebük’e yapılan yolculuk, aslında ölüm vadisine yapılan bir yolculuktu. Münafıklar bu sırada şöyle bir komplo kurdular: Dönüş yolunda yolun ikiye ayrıldığı bir yer vardı. Biri vadiden geçen uzun bir yol iken, diğeri dar ve geçilmesi zor bir boğaz yolu idi; bu yol aynı zamanda daha kısaydı.

Münafıklar şu planı yaptılar: Müslüman ordusu boğazdan geçerken, kalabalık arasında ve gece vakti, tüm münafıklar Hazreti Resulüllah’ın (s.a.v.) devesinin etrafında toplanacaklar ve deveyi zorla boğazın kenarına doğru süreceklerdi, ardından da devenin eyerinin iplerini keseceklerdi. Böylece, (Allah korusun) deve, Hz. Resulüllah’ı uçuruma atacaktı.

Allah-u Teâlâ, Hz. Resulüllah’ı (s.a.v.) münafıkların bu komplosundan haberdar etti ve o da, kendisinin ve üç arkadaşının dışında hiç kimsenin boğaz yolundan geçmeyeceğini ilan etti.

Buna rağmen münafıklar hemen şu planı yaptılar: On, on beş kişi, yüzlerini bezlerle kapatarak hızla boğaza doğru yola çıkacaklar ve aniden deveyi hızlandırıp ürküterek (Allah korusun) arzuladıkları o kazayı gerçekleştirmede başarılı olacaklardı.

Hz. Resulüllah (s.a.v.) boğazda yürürken aniden insanların ayak seslerini duydu; o kişiler deveye yaklaştılar ve onu korkuttular. Bunun üzerine bazı eşyalar da düştü. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Huzeyfe’ye (r.a.) bu münafıklara saldırıp onları korkutması talimatını verdi.

Bunun üzerine Hz. Huzeyfe (r.a.) elindeki değnekle münafıkların bineklerine vurmaya başladı ve “Ey Allah’ın düşmanları! Kenara çekilin!” dedi. Münafıklar, Resulullah’ın (s.a.v.) komplolarından haberdar olduğunu anladılar. Bu yüzden hemen bir yana çekilip geri döndüler ve orduya karışıp kayboldular.

Bir rivayete göre, Allah Teâlâ Hz. Peygamber’i (s.a.v.) bu münafıkların isimlerinden haberdar etmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Huzeyfe’ye (r.a.) şöyle buyurdu: “Sana bir sır söyleyeceğim.” Daha sonra şöyle devam etti: “Allah Teâlâ bana bu saldırganların isimlerini bildirdi ve bana onların cenaze namazını kılmamam emredildi.”

Mekke’nin fethinden sonra münafıkların komploları hız kazandı. Yahudi kabilelerinin artık güçlerini kaybettiğini gördüklerinde, Arap Yarımadası dışındaki Roma İmparatoru (Kayser-i Rum) gibi güçlerden yardım istemeyi planladılar. Bununla birlikte, Medine’de de kalıcı bir merkez kurma planı hazırladılar. Münafıkların planı, Müslümanlara karşı komploların hazırlanacağı ve silahların depolanacağı bir merkez oluşturmaktı. Ancak bu merkezin görünüşte, diğer Müslümanların şüphelenmeyeceği şekilde olması gerekiyordu.

Bir süredir ortadan kaybolan Ebu Amir aniden ortaya çıktı ve propaganda yapanlar ona artık Ebu Amir er-Rahib (Râhip Ebu Amir) demeye başladılar. Ebu Amir, Hazrec kabilesine mensuptu. Peygamber Efendimiz Medine’ye geldikten sonra Mekke’ye gitmiş ve Kureyş’i savaşa teşvik etmişti. Hz. Resulüllah (s.a.v.) onun hakkında, “Yurdundan uzakta, yalnızlık içinde ölsün” diye dua etmişti.

Ebu Amir, münafıklara şöyle bir teklifte bulundu: “Siz Kuba’da bir mescit inşa edin ve orayı askeri üssünüz yaparak savaşa hazırlanın.”

Ebu Amir daha sonra kendisi Roma İmparatorluğu’na gitti ve Şam’da Roma Kralı Kayser’i Müslümanlar hakkında kışkırtmaya devam etti, onu Müslümanlarla savaşmaya teşvik etti. Kayser’e şunları söyledi: “Müslümanlar az sayıda, zayıf ve fakir insanlardır. Düşmanları çoktur ve onlardan korkmana gerek yok. Ancak şimdi onlara karşı bir adım atmazsanız, bu gelecekte sizin imparatorluğunuz için iyi olmayacaktır.” Herakleios onu yanında tuttu, teselli etti ve yardım edileceği sözünü verdi.

Bu esnada Ebu Amir, kendi inancındaki komplocu arkadaşlarına müjde vererek, “Yakında çok büyük bir orduyla gelip Medine’ye saldıracağım. Öyleyse siz de benim için sağlam bir sığınak inşa edin,” dedi.

Bu sebeple münafıklar Kuba’da bir mescit inşa ettiler. Bu mescide Mescid-i Dırâr (Zarar Mescidi) denir.

Ebu Amir’in bu arzusu da gerçekleşmedi ve nihayetinde o, Hicret’in dokuzuncu veya onuncu yılında Şam’da, yalnız ve yurdundan uzak bir halde geberdi.

Münafıklar, mescidin inşasını tamamladıklarında, Peygamber Efendimizden (s.a.v.) kendi mescitlerinde namaz kıldırmasını talep ettiler. İlahi bir hikmettir ki, bu kişiler, Hz. Resulüllah’ın (s.a.v.) huzuruna, kendisi Tebük Seferi’ne çıkmaya hazırlandığı bir zamanda gelmişlerdi. Hz. Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Şimdi meşgulüm, yolculuk hazırlığı yapıyorum. Seferden geri döndüğümüzde bu mescitte namaz kılarız.

Tebük Seferi’nden dönüşte, bu mescit hakkında Allah Teâlâ, Vahiy yoluyla Hz. Peygamber’e (s.a.v.) bilgi verdi ve şöyle buyurdu:

Zarar vermek, küfrü yaymak ve müminler arasında ayrılık çıkarmak, Allah ile Peygamberine karşı savaşmış olanlara bir pusu temin et­mek için bir mescit inşa edenler, “Bu mes­cidi yapmakla gayemiz ancak iyilik yap­maktı,” diye mutlaka yeminler edecekler. Fakat Allah onların kesinlikle yalan söylediklerine şahitlik eder.

Hz. Resulüllah (s.a.v.) bu vahiyden sonra Mescid-i Dırâr’ın yıkılması emrini verdi. Bunun üzerine, onun emriyle bu mescit ateşe verilerek yakıldı.

Hz. Resulüllah (s.a.v.) Medine’ye teşrif ettiklerinde, bu yeri (yıkılan Mescid-i Dırâr’ın bulunduğu alanı) Âsım bin Adî’ye vermek istedi ki, oraya kendi evini inşa etsin. Ancak Hz. Âsım (r.a.) kabul etmeyip buranın Sâbit bin Erkâm’a verilmesini önerdi, çünkü onun kalacak bir yeri yoktu.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu yeri Sâbit bin Erkâm’a verdi.

Hz. Muslih-i Mev’ûd (r.a.) şöyle buyurur: “(Peygamber Efendimiz) münafıkların bu denli büyük bir komplosuna rağmen onlara hiçbir bedensel veya maddi ceza vermedi.”

Yaklaşık iki aylık bir yolculuktan sonra Hz. Resulüllah (s.a.v.) Medine’ye geri dönüyordu. Medine yerleşimi gözüne ilişir ilişmez şöyle buyurdu: “Bu, bizi seven ve bizim de onu sevdiğimiz dağdır (Uhud).” Yani Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’nin her bir yerine derin bir sevgi duyuyordu.

Daha sonra şöyle buyurdu: “Medine’ye hızlı ulaşmam gerekiyor, aranızdan benimle gelmek isteyen gelsin.”

Tebük Seferi’nden dönüşte, Hz. Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Medine’de öyle insanlar var ki, siz ne zaman bir vadiyi aştıysanız veya bir yolculuk yaptıysanız, onlar da sizinle birlikteydiler.” Sahâbeler: “Yâ Resûlallah, onlar Medine’de oldukları halde bizimle nasıl birlikte olabilirler?” diye sordular. Peygamber Efendimiz: “Onlar Medine’dedirler, ancak hastalık gibi bir mazeret onları alıkoymuştur,” buyurdu.

Başka bir rivayette ise, Hz. Resulüllah (s.a.v.) geri döndüğünde Allah-u Teâlâ’ya şükrederek şöyle buyurdu: “Bu seferimizde bizi ecir ve sevapla ödüllendiren ve arkamızda kalanları da bu ecir ve sevaba ortak eden Allah-u Teâlâ’ya hamdolsun.” Bunun üzerine Hz. Âişe (r.a.) şöyle dedi: “Siz yolculuğun zorluklarına katlandınız ve bu ecir ve sevabı hak ettiniz. Onlar zorluklara katlanmadan nasıl sevaba ortak oldular?” Hz. Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Onlar, hastalık yüzünden alıkonan kimselerdir, onlar bizim arkadaşlarımızdır. Allah’a yemin olsun ki, onların duası düşmana karşı bizim silahlarımızdan daha etkilidir.”

Hz. Resulüllah’ın (s.a.v.) gelişi üzerine Medine halkı şehrin dışına çıktı ve ilahiler ve şiirler okuyarak kendisini karşıladı.

Hutbenin sonunda Huzur-i Enver, geri kalan detayların gelecek

Önceki

14.11.2025 – Tebük Gazvesi ışığında Peygamber (sav) Efendimizin sireti

Sonraki

28.11.2025 – Tebük Gazvesi ışığında Peygamber (sav) Efendimizin sireti