Allah-u Teala kulunun tövbe-istiğfarını kabul eder. Şartı şudur ki o gerçek tövbe olmalı, sadece ağızdan ifade edilen sözlerden ibaret olmamalı
Gerçekten tövbe eden bir yandan günahlardan temizlenir, diğer taraftan da ona Allah sevgisi nasip olur ve Allah’ın rahmetinden sık sık pay alır
Hz. Halifetü’l Mesih 5 (Allah yardımcısı olsun) 25 Ağustos 2023’te İslamabad Mübarek camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı.
Huzur-i Enver, kelime-yi şehadet ve Fatiha suresi okuduktan sonra şöyle dedi: Allah-u Teala kulunun tövbe-istiğfarını kabul eder. Şartı şudur ki o gerçek tövbe olmalı, sadece ağızdan ifade edilen sözlerden ibaret olmamalı. Kur’an-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde bundan şöyle bahsedilmiştir: Allah-u Teala gerçekten (içtenlikle) tövbe edenleri mal ve evlat ile ödüllendirir ve bu (tövbe-istiğfar) azab-ı İlahî’den kurtulmanın bir yoludur. İstiğfar edenler Allah’ın rahmetini cezbeden kimseler olurlar. Bir yerde Allah-u Teala istiğfar edenlere müjde vererek şöyle buyurdu:
لَوَجَدُوا اللّٰہَ تَوَّابًا رَّحِیۡمًا۔
Onlar Allah’ı kesinlikle tövbeleri çok kabul eden ve sık sık rahmet eden olarak bulacaklar. Fakat şart şudur ki, hakiki istiğfar ve gerçek tövbe olmalı.
Hz. Enes, bir hadis-i şerifi şöyle nakleder: Ben Hz. Resulüllah’ı şöyle derken duydum: Günahtan gerçekten tövbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibi olur.
Allah-u Teala bir insanı sevdiğinde günah ona hiçbir zarar veremez. Yani günaha sürükleyen sebepler onu kötülüğe meylettiremez ve kötülüğün neticelerinden Allah-u Teala onu muhafaza eder. Hz. Resulüllah (sav) tövbenin alametlerini beyan ederek şöyle buyurdu: Nedamet ve pişmanlık tövbenin alametidir. Nitekim hakiki tövbe eden bir yandan günahtan temizlenir, diğer taraftan da ona Allah sevgisi nasip olur ve Allah’ın rahmetinden sık sık pay alır.
Hz. Mesih-i Mev’ud (as) gerçek tövbenin şartları konusunda şöyle buyurur: İlk şart, pis hayaller ve kötü düşünceleri bırakmaktır. İkinci şart, hakiki nedamet ve pişmanlık göstermektir. Üçüncü şart, o kötülüklerin yanına bile yaklaşmayacağına dair kuvvetli irade ortaya koymaktır.
Nitekim bunlara uygun amel ederek insanda kötülüklerin yerini güzel ahlak ve temiz davranışlar alır. Hakiki tövbe ve hakiki pişmanlık işte budur. Bu durum meydana geldiğinde işte o zaman Allah-u Teala böyle kuluna muhabbet eder. Hz. Mesih-i Mev’ud (as) tövbe ve istiğfara sık sık dikkatimizi çekmiştir. Kendisi bu konuda o kadar hassastı ki her fırsatta cemaatin dikkatini bu yöne çekti. Velhasıl bizim son derece elzemdir ki Allah ve Resulü’nün (sav) emirleri ve nasihatleri ışığında beyan edilen hz. Mesih-i Mevud’un sözlerini daima göz önünde bulundurarak ona göre amel etmeye çalışmalıyız. Ta ki biatin hakkını verenler olalım.
Eğer biz içimizde pak bir değişim meydana getirmezsek ve hakiki tövbe-istiğfara dikkat vermezsek o zaman bizim kendimizi ıslah etme sözümüz hiçbir fayda veremez. Yine kendisi şöyle der: Açık bir şeydir ki insan yaratılışı itibariyle son derece zayıftır ve Allah-u Teala’nın yüzlerce emri onun üzerine yüklenmiştir. Nitekim onun kendi zayıflığı sebebiyle bazı emirleri eda etmekte kusurlu olması ve bazen nefs-i emmarenin bazı arzularının ona galip gelmesi, onun fıtratında vardır. İşte onun zayıflığı ve fıtratı bakımından bir tökezlenme anında tövbe istiğfar etmesi gerekir ki Allah’ın rahmeti onu helak olmaktan korusun. Bu yüzden bu kesin bir şeydir ki Allah-u Teala tövbeleri kabul eden olmasaydı insanın üstüne yüzlerce yük asla yüklenmezdi. Bundan, hiçbir şüpheye mahal olmaksızın ispatlanmaktadır ki Allah tevvab (tövbeleri çok kabul eden) ve gafur (bağışlayan) dır. Tövbenin manası şudur ki insan, ‘bundan sonra eğer onu ateşe bile atsalar yine de o kötülüğü asla yapmayacağını’ ikrar ederek bir kötülüğü bırakmalıdır. Kısacası şart budur ve böyle tövbe olması gerekir. İşte insan bu doğruluk ve kuvvetli azim ile Allah-u Teala’ya rücu ederse Allah-u Teala da kendi zatında kerim ve rahimdir. Nitekim O, bu günahın cezasını affeder ve tövbeleri kabul ederek helak olmaktan kurtarmak, Allah’ın yüce sıfatlarından birisidir.
Birçok kimse biz şu kadar istiğfar ettik yahut yüz veya bin defa tesbihat okuduk der, ama istiğfarın anlamı sorulduğunda şaşırıp kalırlar. İnsanın gerçek anlamda, kalbinin derinliğinden daima şöyle af dilemesi gerekir ki işlemiş olduğum günahlar ve suçların cezasına çarptırılmayayım, onlar affedilsin. Ve ilerde de, gelecekte iyi işler yapmaya muvaffak olmak ve günahlardan korunmak için içtenlikle her zaman Allah’tan yardım istesin. Sadece lafla hiçbir şey başarılmaz. Kendi diliyle de istiğfar olabilir; Allah geçmiş günahları affetsin ve gelecekteki günahlardan korusun ve iyilik yapmaya muvaffak kılsın. İşte hakiki istiğfar budur.
Allah-u Teala’ya kadar ulaşan, ancak kalpten çıkan şeylerdir; Dil yalnızca kalbe şahitlik eder. Sadece dilde kalan dua, abestir. Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle der: Bizim cemaatimizden olan şahısların ayrıcalıklı bir durumu olmalıdır. Eğer bir kimse biat ettikten sonra da önceki durumunda kalırsa ve kendi çoluk çocuğuna aynı kötü ahlaklılığı ve kötü davranışını sürdürürse ve önceki durumuyla aynı durumda kalırsa o halde biat etmenin faydası nedir. Gereken şudur ki, biat ettikten sonra başkalarına, akrabalarına ve komşularına öyle bir örnek sergilemelidir ki onlar, bu önceki gibi değildir, demek zorunda kalsınlar. Hakiki istiğfarın neticesi işte bu olmalıdır.
Bazı akılsız papazlar, “hz. Resulüllah’ın istiğfar ettiğini bu yüzden de neuzübillah günahkâr olduğunun ispatlandığını söyleyerek itiraz ederler. Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurur: Peygamberler, yaratılıştan gelen zayıflık ve beşeriyetten kaynaklanan zaafları çok iyi bilirler. Bundan dolayı onlar şöyle dua ederler: Ya İlahî! Sen bizi öyle muhafaza et ki o beşeri zaaflar meydana çıkmasın. Hiç kimse, kendi gücüyle günahtan korunabileceğini iddia edemez. Nitekim peygamberler de Allah’a muhtaçtırlar ve kulluğunu göstermek için hz. Resulüllah (sav) de diğer peygamberler gibi korunmayı Allah’tan isterdi.
Hz. İsa (as) da istiğfar ederdi. İncil’den apaçık ve saf bir şekilde anlaşılmaktadır ki o haklı olarak kendi zayıflığını itiraf etti ve istiğfar da etti. “Eli eli, lima sabaktani”nin manası şudur: Rahmet et ve lütfet ve beni böyle çaresiz bir şekilde bırakma, yani beni koru.
Hadiste bildirildiğine göre insan Allah’a doğru bir karış giderse Allah ona bir kulaç gider; Eğer insan yürüyerek giderse Allah koşarak gelir. Yani eğer insan Allah’a ilgisini çevirirse Allah da rahmet, lütuf ve mağfirette son derece ona lütufta bulunur. Ama eğer birisi Allah’tan yüz çevirirse Allah’ın hiç umurunda olmaz. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın iki ismi sunulmuştur: El-Hayy ve El-Kayyum. El-Hayy’ın manası şudur: Allah canlıdır ve başkalarına da canlılık ihsan edendir. El-Kayyum; kendi kendine kaim olan ve başkalarının kaim olmasının da asli sebebi olandır. Herşeyin zahiri ve batınî (görünürdeki ve içteki) kaim oluşu ve canlılığı işte bu iki sıfata bağlıdır. Nitekim “Hayy” kelimesi O’na ibadet edilmesini gerektirir. Bunun tezahürü Fatiha Suresinde “iyyake nağbüdü”dür. Ve Kayyum ise, O’ndan destek talep edilmesini gerektirir. Bu ise “iyyake nestain” ifadesiyle eda edilmiştir.
İnsan her daim Allah’a muhtaçtır. Allah’tan daima yardım talep edin, işte gerçek istiğfar budur. Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurdu: İyice zihninize kazıyın! Allah-u Teala’yı bırakıp kadere güvenmek ahmaklıktır. Kendi hayatınızda öyle bir değişiklik meydana getirin ki bu yeni hayat, istiğfar hayatı gibi anlaşılsın. Çok istiğfar edin. Dünya meşguliyetlerinin çokluğu yüzünden buna fırsatı az olan kimselerin daha çok korkması lazım. Çalışan insanlar genellikle Allah’ın farzlarını tam olarak yerine getiremezler. Bu yüzden mecburi durumlarda öğlen ile ilkindi namazını ve akşam ile yatsı namazını cem ederek kılmak caizdir. Fakat asıl olan namazları vaktinde kılmaktır. Allah’ın hakları ve kul haklarında zulüm ve aşırılık yapmayın. Bulunduğunuzun makamın sorumluluklarını dürüstlükle yerine getirin.
Sözün özü, temel emirlere riayet ederek doğru bir şekilde uyarsanız, istiğfar ve tövbenin işte o zaman faydası olur. Namazların eda edilmesi konusunda düzenlilik olmalı; Allah hakları ve kul hakları da doğru bir şekilde eda edilmeli.
Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurdu: Ey Rahim ve Kerim olan Allah’ım! Hepimize lütfet ki bizler Senin kulun olalım ve Senin kapına eğilelim. Allah-u Teala bizi, Hz. Mesih-i Mev’ud’un duasına varis kılsın ve bizler tövbe ve istiğfarın gerçek mefhumunu anlayarak tövbe ve istiğfar edenler olalım.
Huzur-i Enver Cuma hutbesinin sonunda, sayın Anise Begüm Hanım, sayın Büşra Ekrem Hanım, sayın Meserret Cihan Hanım ve sayın Nasir Ahmed Kureyşî Bey’in vefatı üzerine onların cemaate yaptıkları hizmetlerden bahsetti ve Cuma namazından sonra gaip cenaze namazlarını kıldıracağını bildirdi.
٭…٭…٭