Emir’ül Müminin 5. Halifetü’l Mesih hazretleri, 26 Eylül 2025 (26 Tebük 1404 Hicri Şemsi) tarihinde Mübarek Camii, İslamabad, Tilford, İngiltere’de bir Cuma hutbesi irad etti. Bu hutbe, MTA televizyonu aracılığıyla tüm dünyaya yayınlandı. Teşehhüd, Teavvuz ve Fatiha suresinin okunmasından sonra Huzur-i Enver şöyle buyurdu:
Geçen hutbede Huneyn ganimetlerinin bölüşülmesi mevzu bahis idi.
Bu bağlamda daha fazla detay da var. Daha önce de belirtildiği gibi, Hazreti Peygamber (sav) ganimetleri taksim etti ve mücahitlere onların paylarını da verdi, lakin Humus (beşte bir pay), Müellefetü’l-Kulûb için Kureyş’in ileri gelenleri ve diğer Arap reisleri arasında hemen hemen tamamen dağıtılmıştı; kimine yüz, kimine elli deve verilmişti.
Başka insanlara bu denli çok mal verilmesi üzerine Ensar’dan bazı genç kişiler buna içerlemiş ve sanki kendi hizmetleri ve Resûlullah’a olan sevgilerinden dolayı diğerlerinden daha fazla hak sahibi olduklarını düşünmüşlerdi.
Huzur-i Enver buyurdu ki: Bazen dikkatsizce söylenen bir sözün sonuçları çok derin olabilir. Her ne kadar Resûlullah’ın taksimi üzerine Ensar gençleri hoşnutsuzluklarını dile getirmiş olsalar da, bunu yapan herkes değildi, lakin bu durum Allah’ı ve O’nun Resûlü’nü (sav) öyle bir gücendiren mesele oldu ki, Ensar kıyamete kadar bunun cezasını çekmek zorunda kaldı.
Nitekim bu hadiseden bahsederken Hazreti Muslih-i Mev’ûd (ra) şöyle buyurur: Resûl-i Kerîm (sav) Mekke’yi fethettiğinde, Mekke halkı onun yanına geldi, ki onların bakışları imana tam olarak aşina olmadıklarından hâlâ dünyaya dönüktü. Bundan sonraki bir savaşta Müslümanların eline bazı ganimetler geçmişti. Hazreti Peygamber (sav) bu malları o insanlara dağıttı.
Bir Ensarî genç bir mecliste şöyle dedi: “Bizim kılıçlarımızdan kan damlıyor ve Resûl-i Kerîm (sav) malları kendi akrabalarına veriyor.”
Bu durum Hazreti Peygamber’e (sav) ulaştığında, Ensar’ın ileri gelenlerini çağırdı ve böyle bir sözün kendisine ulaştığını sordu. Ensar ağladı ve “Bunu cahil birisi söylemiştir” dediler.
Hazreti Peygamber (sav) buyurdu ki: “Hayır! Ey Ensar! Siz, ‘Muhammed’e (sav) kimse yer vermezken ve şehrinin halkının onu kovduğu bir zamanda biz yer verdik ve sonra o izzet ve fetih kazanınca malları kendi akrabalarına dağıttı,’ diyebilirsiniz.”
Bunun üzerine Ensar hıçkırıklara boğuldu ve tekrar dediler ki: “Ya Resûlullah! Biz böyle söylemeyiz.”
Sonra Hazreti Peygamber (sav) buyurdu ki: Siz bu sözü bir başka şekilde de söyleyebilirsiniz; o da şudur:
“Allah’ın tüm dünyanın hidayeti için gönderdiği kişi, Mekke’nin bir şeyi idi, ama Allah onu Medine’ye götürdü. Sonra Allah kendi gücü ve kuvvetiyle Mekke’yi O’nun için fethetti. O vakit Mekkelilerin, kendi şeylerinin kendilerine kalacağı düşüncesi vardı. Lakin Mekkeliler koyunları ve keçileri aldılar, Medineliler ise Allah’ın Resûlü’nü alıp kendi şehirlerine doğru yola çıktılar.”
Sonra Hazreti Peygamber (sav) buyurdu ki: “Şüphesiz bu söz bir cahilin ağzından çıktı, lakin bunun yüzünden artık bu dünyanın hükümdarlığını elde edemezsiniz, hizmetlerinizin karşılığı size ancak Kevser Havuzu’nda verilecektir.”
Hazreti Muslih-i Mev’ûd (ra) buyuruyor ki: Görün! Tarih gösteriyor ki on üç asır geçti ve on dördüncü asır geçiyor (hatta şimdi o da geçti), bu süre zarfında her millet İslâm sayesinde hükümdar oldu, ancak hiçbir Ensarî hükümdar olamadı.
Bazen bir kişinin sözü tüm bir kavim için zarara neden olabilir.
Hazreti Muslih-i Mev’ûd (ra) bu olayı bir hutbesinde anlattı ve bunu anlatarak cemaate bir nasihatte bulundu ki, o günkü kadar bugün de bizim için önemlidir.
Hazreti Muslih-i Mev’ûd (ra) buyurdu ki: Makam, mal veya dünya elde etmek için fedakârlık yapanlar, benim çağrım üzerine (yani Halîfe-i Vakt’in çağrısı üzerine) kurban için asla gelmesinler. Yalnızca Allah için fedakârlık yapanlar gelsin. Zira ben kendim de zayıf ve hasta bir insanım, kimsenin minnetini kabul edemem. Bu yüzden ben kendim için istemiyorum. Kim Allah Teâlâ için verirse, versin, ve Allah Teâlâ da onun karşılığını verecektir. Allah Teâlâ’ya tevekkül etmek gerekir. O isterse bu dünyada verir, isterse ahirette verir. Her halükârda ihlasla fedakârlık yapanın fedakârlığı boşa gitmez, müminin fedakârlığını kimse boşa çıkaramaz. Dolayısıyla, fedakârlık yapanlar, dünyayı değil, Allah’ı göz önünde bulunduranlardır.
Huzur-i Enver buyurdu ki: Cemaat bireylerinde belli bir yaşa gelince, “bu kadar tecrübemiz var, bu kadar iş yaptık, bunun ödülünü almalıyız. Bunun mükafatı bize verilmiyor.” düşüncesi de ortaya çıkar. Onlar düşünmelidirler ki: Dünyanın ödülünü almak mı, yoksa Allah Teâlâ’nın lütuflarına vâris olmak mıdır? Ensarullah’ın (Allah’ın yardımcıları) toplantısı da bugün başlıyor; bu yaşta tecrübe edinildiğinde bu düşünceler akla gelir, bu sebeple bu bağlamda Ensarullah’a da şunu söylüyorum ki: Eğer bir kimsenin kalbinde tecrübesi ve hizmeti hakkında bir düşünce doğarsa, onu silkip atsın ve Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaya çalışsın.
Bu vesileyle Bedevîlerin sabırsızlığından da bahsedilir. Ganimetlerin taksimi sırasında bazı Bedevîler Hazreti Peygamber’in (sav) etrafında toplandılar ve mal talep etmeye başladılar. Onların izdihamı nedeniyle Resûlullah’ın (sav) mübarek örtüsü bile dikenli bir çalıya takıldı ve biraz itiş kakış oldu.
Bunun üzerine Hazreti Peygamber (sav) buyurdu ki: “Örtümü bana geri verin.” Sonra o dikenli ağaçları işaret ederek buyurdu ki: “Eğer bu dikenler kadar da bende deve olsaydı, hepsini size dağıtırdım ve beni ne cimri, ne yalancı ne de korkak bulurdunuz.”
Hazreti Peygamber (sav) Bedevîlerin bu terbiyesizliğine karşı onlara ne azar çekti ne de gücendi, bilakis gülümseyerek en güzel şekilde onları eğitti ve onlara mal da verdi.
Hazreti Muslih-i Mev’ûd (ra) buyurur ki: Bu savaşlardan sonra toplanan ve yenilmiş düşmanların cezalarından ve savaş meydanında bıraktıkları şeylerden oluşan malların, adet olduğu üzere Resûlullah (sav) tarafından İslam ordusuna dağıtılması gerekiyordu. Fakat bu sefer Hazreti Peygamber (sav), bu malları Müslümanlara dağıtmak yerine, Mekke ve civarındaki insanlara dağıttı. Bu insanlar henüz iman sahibi olmamışlardı, birçoğu hala kâfirdi ve Müslüman olanlar da yeni Müslüman olmuşlardı. Bir kavmin kendi malını başka insanlara dağıtması onlar için tamamen yeni bir şeydi.
Bazı insanlarda bu malın dağıtılması, kalplerinde iyilik ve takva yerine hırsı daha da artırdı. Resûlullah’ın (sav) etrafında toplanıp daha fazla taleple O’nu rahatsız etmeye başladılar. Hatta ite kaka onu bir ağaca kadar götürdüler ve bir kişi, onun omuzlarında duran örtüsünü yakalayıp öyle bir büktü ki, Hazreti Peygamber’in (sav) nefesi kesilmeye başladı.
Hazreti Peygamber (sav) buyurdu ki: “Ey insanlar! Eğer bende başka bir şey olsaydı, onu da size verirdim. Beni asla cimri veya korkak bulmazsınız.”
Sonra devesinin yanına gitti ve ondan bir kıl kopardı, onu yukarı kaldırdı ve buyurdu ki: “Ey insanlar! Sizin mallarınızdan bu kıl kadar dahi ihtiyacım yok, Arap hukukuna göre hükümetin payı olan beşte bir (Humus) hariç. Ve o beşte bir payı da kendi nefsime harcamıyorum, bilakis o da yine sizin işleriniz için harcanmaktadır. Ve unutmayın ki hıyanet eden kişi, Kıyamet Günü’nde Allah’ın huzurunda bu hıyaneti yüzünden zelil olacaktır.”
Huzur-i Enver şöyle buyurdu: İnsanlar diyor ki, Muhammed Resûlullah (sav) krallık heveslisiydi; kralların ve halkın ilişkisi böyle mi olur? Birinin kralı ite kaka götürmeye ve boynuna kuşak atıp onu boğmaya gücü yeter mi? Allah’ın Resûllerinden başka kim bu örneği gösterebilir! Lakin tüm malları yoksullara bu şekilde dağıtmasına rağmen, yine de Resûlullah’ın (sav) taksimini adil bulmayan taş kalpli insanlar mevcuttu.
Hadislerde rivayet edilir ki, ganimetlerin taksimi sırasında bir Bedevî Resûlullah’ın (sav) huzuruna geldi ve dedi ki: “Ey Muhammed (sav), bana söz verdiğin şeyi yerine getir.” Resûlullah (sav) buyurdu ki: “Sevin!” Bedevî dedi ki: “Çok defa aynı şeyi söyledin, “sevin!” Bir şey vermedin, sadece söyleyip duruyorsun.”
Resûlullah (sav) bu tepkiyi hoş karşılamadı, mübarek yüzünü ondan çevirdi ve orada duran Ebû Mûsâ el-Eş’arî ve Bilâl’e dönerek buyurdu ki: “O, müjdeyi kabul etmekten kaçındı, şimdi siz kabul edin!” İkisi bunu duyunca hemen dediler ki: “Ya Resûlullah! Biz kabul ettik.”
Bundan sonra Hazreti Peygamber (sav) bir su kâsesi istedi, içine elini ve yüzünü yıkadı, sonra o kalan suyu Hazreti Ebû Mûsâ ve Hazreti Bilâl’e (ra) vererek buyurdu ki: “Siz ikiniz bu suyu için ve yüzlerinize ve sinelerinize de dökün ve sevinin.” Nitekim onlar da kâseyi alıp öyle yaptılar.
Huzur-i Enver buyurdu ki: Burada Ezvac-ı Mutahharât’ın (Peygamber’in hanımları) ihlasının ve Hazreti Peygamber’in (sav) mübarek zatından bereket elde etme susuzluğunun da tuhaf ve gıpta edilecek bir manzarası görülür.
Yazılmıştır ki, yakınlardaki bir çadırda Ümmü’l-Mü’minîn Hazreti Ümmü Seleme (radiyallahu anha) da vardı. Anlaşılan o ki, tüm bu olay onun çadırının yakınında olmuştu. Perdenin arkasından onlara dedi ki: “Anneniz için de biraz su bırakın.” Nitekim onlar da Hazreti Ümmü Seleme (ra) için kâsede biraz su bıraktılar.
Hutbe-i Sâniye’den (İkinci Hutbe) önce Huzur-i Enver, bazı merhumları hayırla andı:
İlk olarak Sayın Fehimüddîn Nâsır Sahip’in anılmasıdır. Kendisi Romanya’da Mürebbi idi. Geçtiğimiz günlerde 52 yaşında vefat etti. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Allah Teâlâ’nın lütfuyla Mûsî idi.
Ailesinden ilk Ahmediyet’i kabul eden büyükbabası Hazreti Mirza İlmüddîn Sahip (ra) idi. Kendisi mektupla Hazreti Mesih-i Mev’ûd (aleyhisselatü vesselam)’a biat etme şerefine nail oldu.
Merhum, Haziran 1996’da Câmia Ahmediye’den mezun oldu. Sonra Pakistan’da çeşitli yerlerde görev yaptı. Daha sonra Kur’an Tefsirinde uzmanlık da yaptı. 2006’da Romanya’ya gönderildi ve vefatına kadar orada hizmet etti.
Eşi, örnek bir eş olduğunu yazıyor. Hilâfetle derin bir sevgi ve ihlas bağı vardı, her kişisel ve cemaat işinden önce Halîfe-i Vakt’e yazar ve rehberlik isterdi. Cemaat fertlerini ve çocuklarını her zaman pratik örneğiyle eğitti. Vaktinde namazları kılmak, teheccüd ve nafile namazlar kılmak onun adetiydi.
Hastalığı şiddetliyken bile namazları kılmaya özen gösterdi ve sonunda hastalığı (kanser olmuştu) şiddetlenip konuşması zorlaştığında, işaretle defter istedi ve yazdı ki: “İbadet ve Allah Teâlâ’nın huzurunda dua, her zorluk ve sıkıntıda O’nun eşiğine eğilmek.”
Rumence Kur’an-ı Kerîm tercümesini tamamlamak istiyordu, bir buçuk cüzün tercümesini tamamlamıştı, ancak başka işler yüzünden daha fazla ilerleyemedi. Aynı şekilde Hazreti Mesih-i Mev’ûd’un (a.s.) kitaplarını da tercüme ediyordu.
2006’da Romanya’ya gitmişti, oradaki ilk mübelliğdi, dili de çok iyi öğrendi ve oradan lisans diploması aldı. Cemaat için büyük işler yaptı, cemaati orada kaydettirdi, bir cemaat merkezi kurdu ve günlük işlerini tamamlamadan rahat oturmazdı.
Romanya’dan yeni biat eden bir Ahmedi diyor ki: Onu hastaneye getirdiğimde, ertesi gün bir cemaat işi için benden yardım istedi, bunun için yakındaki şehre gelmek gerekiyordu. İşi yapmak için gittiğimizde, yolda çeşitli konularda konuşurken bir an Mürbî Sahip duygusal bir halde birkaç dakikalığına bana dedi ki: “Eğer Allah korusun başına bir şey gelirse, buraya defin edilmek ister ki, burada kaldığı ve burada olumlu bir değişim yarattığı hatırlansın.”
Sonra yazıyor ki: Sağlığı daha da kötüleşmesine rağmen, her zaman dizüstü bilgisayarında çalışarak ve kendi eliyle bir mektup yazarak işini sürdürmek için elinden geleni yaptı. Her zaman Allah’ın dini ve başkaları için daha çok endişelenirdi. Son nefesine kadar bir an bile kendisini düşünmedi.
Sonra yazıyor ki: Mürebbi Sahip’in zamanını ve uykusunu başkaları için feda ettiğini gördüm. Başkalarına hizmet etme fırsatı bulduğu için her zaman şükran duyuyordu. Ağzından kimse hakkında en ufak bir kötü söz duymadım. Ağlaya ağlaya sadece ailesi için değil, Romanya cemaatimiz ve üyeleri için de dualar ederdi. Asla bir günlük izin kullanmadı ve daha fazla dinlenmek istemedi, çünkü cemaate her yönden en iyi yetenekleriyle hizmet etme görevi olduğunu söylerdi, bunun için uykusundan veya sağlığından ne kadar fedakârlık etmesi gerekse de. Her zaman tam tevekkülünü Allah Teâlâ’ya eder, başkalarına da bol bol dua etmeyi ve O’nun yardımına güvenmeyi telkin ve teşvik ederdi.
Huzur-i Enver buyurdu ki: Bir Mürebbi’nin vasıfları işte bu yeni Ahmedi’nin anlattığıdır ve bu terbiyet ve kendi örneğidir ki, tebliğde ve terbiyet’te kolaylıklar ve sonuçlar doğurur. Yabancı bir ülkede din uğruna kurban oldu, bu açıdan makamı bir şehit makamıdır. Son nefesine kadar ahd-i vefasına sadık kaldı ve bunu hakkıyla yerine getirdi.
Ben de her zaman gördüm ki, yüzünde hep bir tebessüm vardı.
Mevlevî Ubeydullah Sahip, Mauritius’ta görev yerinde vefat etmişti, Hazreti Muslih-i Mev’ûd (ra) onu anarken cemaate de nasihat etmişti ki, böyle insanlar şehit olurlar ve merhumdan ders almamız gerekir.
Şüphesiz Fehîm Nâsır merhumun da benzer bir karakteri vardı ve bu örnek bir derstir ve özellikle de Vâkıfîn-i Zindegî (hayatını cemaat hizmetine adayanlar) için bir derstir.
Allah Teâlâ merhumun derecelerini yükseltsin ve eşi, çocukları ve annesi başta olmak üzere herkese sabır ihsan eylesin.
İkinci olarak, Sayın Abdülâlîm Fârûkî Sahip’in anılmasıdır. Kanada’daki Abdürreşîd Fârûkî Sahip’in oğluydu, geçtiğimiz günlerde vefat etti. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Merhum Mûsî idi.
Vefatı şöyle gerçekleşti: Üç silahlı kişi evine girdi. Kendi odasında uyuyordu. Eşi ve üç çocuğu alt kattaydı. Oğlu da kendi odasındaydı. Haydutlar herkesin telefonunu aldı. Merhum gürültü duyarak uyandı. Bir haydut odasına girdi, merhum haydutu korkutmak istedi, bu sırada haydut onun burnuna ve omzuna bir sopa ile vurdu ve kaçtı. O sırada merhum oğlunun odasına doğru gitmeye başladı, merdivenlerin yanında duran bir haydut ona iki el ateş etti. Bir kurşun merhumun kalbine yakın isabet etti ve olay yerinde vefat etti. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.
Kendisi Hazreti Mesih-i Mev’ûd’un (a.s.) Sahabelerinden Hazreti Mevlevî Kudretullah Sahip Sanorî (ra) ve Hazreti Mevlevî Muhammed Hüseyin Sahip’in (ra) torunlarının torunuydu. Cemaatin aktif bir üyesiydi. Beş vakit namazı ve teheccüdü düzenliydi. Coşkulu bir dâî ilallâh (Allah’a davet eden) idi. Bölgesinde Yerel Tebliğ Sekreteri olarak da hizmet etme fırsatı buldu. Bu sırada Yerel Sadır olarak hizmet veriyordu. Geride eşinin yanı sıra bir oğlu ve üç kızı da kaldı.
Allah Teâlâ ona mağfiret ve rahmetle muamele etsin. Annesine, eşine ve çocuklarına sabır versin. Çocukları onun güzel örneğini ve arzularını takip edenlerden olsun.
İngilizce Özet: https://www.alislam.org/friday-sermon/2025-09-26.html