Allah’ın lütuflarını daha fazla cezbeden geceleri edilen dualardır, bu günlerde dünyayı mahvolmaktan kurtarmak için buna çok daha fazla ihtiyaç var.
Hz. Halifetü’l Mesih 5 (Allah yardımcısı olsun) 27 Ekim 2023’te İslamabad Mübarek camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı.
Huzur-i Enver, kelime-yi şehadet ve Fatiha suresini okuduktan sonra şöyle dedi: Hz. Resulüllah’ın (sav) siretinden bahsediyordum. Rivayetlerde hz. Resulüllah’ın (sav) kendi kızı ve damadına teheccüd namazını telkin etmesi, Buhari’de şöyle yer almaktadır: Hz. Ali (ra) beyan eder: Birgün hz. Resulüllah (sav) onun ve hz. Fatıma’nın ziyaretine eve geldi ve “sizler (teheccüd) namazı kılmıyor musunuz?” diye sordu. Bunun üzerine hz. Ali şöyle cevap verdi: Canımız Allah’ın elindedir, O ne zaman isterse bizi kaldırıyor.
Hz. Resulüllah (sav) buna hiçbir cevap vermedi ve geri gitti. Geri giderken şu ayet-i kerimeyi okuyordu:
وَكَانَ الْإِنسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلً
Yani, İnsan, her şeyden daha münakaşacıdır. (Kehf 18/55)
Hz. Muslih Mevud (ra) bu olaydan bahsederek şöyle der: Bir defa hz. Ali (ra) Peygamber Efendimize, içinde tartışma ve karşılık verme rengi bulunduran bir cevap verdiğinde hz. Resulüllah (sav) kızıp öfkelenmek yerine, öyle latif bir tarz benimsedi ki hz. Ali (ra) herhalde ömrünün sonuna kadar onun tadını almaya devam etmiştir. Onun hissettiği tadı ancak kendisi anlayabilir; fakat hz. Resulüllah’ın hoşnutsuzluğunu gösterme yöntemi, ince düşünceli kimseleri bugün bile hayrete düşürmektedir. Aslında hz. Resulüllah’ın bu kadarcık söylemesi kendi içinde öyle faydalar taşımaktaydı ki başka birisi yüz nutuk ile onun onda birine bile ulaşılamazdı.
Huzur-i Enver şöyle dedi: Teheccüd eda etmek konusunda bu olay bize hatırlatıcı olmalı ve özellikle mürebbiler, vakfe zindigiler (hayatlarını dine vakfedenler) ve görevlilerin buna önem göstermeleri gerekir. Allah’ın lütuflarını daha fazla cezbeden geceleri edilen dualardır, bu günlerde dünyayı mahvolmaktan kurtarmak için buna çok daha fazla ihtiyaç var.
Daha sonraki olaylar arasında Beni Kaynuka Gazvesinden bahsedilmektedir. Bu gazve hicri 2’de oldu. İslam’ın gelişiyle Evs ve Hazrec kabileleri eski düşmanlıklarını bir kenara bırakıp birlik olduğunda bu, Yahudilerin hoşuna gitmedi ve Yahudiler çeşitli entrikalarla onları tekrar birbirlerine karşı kışkırtmaya çalıştılar.
Durum böyleyken bir defasında Evs ve Hazrecliler arasında tartışma ve zıtlaşma o kadar büyüdü ki savaşa amade olma raddesine kadar geldi. Neredeyse kanlı bir savaş başlayacaktı, ancak Allah’ın takdiri ile bütün durumla ilgili haber hz. Resulüllah’a kadar ulaştı. Haberi duyar duymaz hz. Resulüllah (sav) oraya gitti ve çok hikmetli bir şekilde tarafları ikna etti. Hz. Resulüllah’ın (sav) konuşmasının öyle güçlü etkisi oldu ki halk ağlamaya başladı ve Evs ve Hazrec’in birbirini öldürmeye amade olan insanları birbirinin boynuna sarılmaya başladı.
Bedir Gazvesinde Allah-u Teala Müslümanlara galibiyet nasip edince Yahudilerin isyankarlıkları büsbütün aşikar oldu. Hatta Yahudiler açıkça şöyle demeye başladılar: Sizler, savaşmayı bilmeyen bir topluluğu yendiniz, eğer bizimle savaşacak olursanız, savaşçı erkeklerin bizler olduğumuzu anlarsınız. Yahudilerden ilk olarak anlaşmaya aykırı davranan kabile Beni Kaynuka idi.
Beni Kaynuka’nın şerriyle ilgili bir olay şöyledir: Bir Müslüman kadın bir defa Beni Kaynuka’nın pazarına gittiğinde oradaki bazı serseriler onu rahatsız ettiler ve öyle çirkin bir hareket yaptılar ki o masum kadın çıplak kaldı. Hemen yakından bir Müslüman şahıs geçiyordu. O, bu manzarayı görünce atılıp şerli bir Yahudiyi öldürdü. Bunun üzerine diğer Yahudiler o Müslüman’ın üzerine atılıp öldürdüler. Bu haber hz. Resulüllah’a kadar ulaşınca kendisi şöyle buyurdu: Biz onlarla böyle hareketler yapsınlar diye anlaşma yapmadık. Hz. Ubade bin Samit (ra) şöyle dedi: Ya Resulallah! Ben Allah ve Resulünün yanındayım ve bu kafirlerle olan anlaşma artık benim için geçersiz olmuştur. Hz. Resulüllah (sav) Yahudilere anlatmak için çok uğraştı ancak onlar nasihat almak yerine Müslümanları açıkça tehdit etmeye başladılar. Ondan sonra Yahudiler oradan kalkıp kalelerine kapandılar ve hz. Resulüllah (sav) onların tarafına yöneldi. Beni Kaynuka 15 gün boyunca muhasara edildi.
Hz. Resulüllah (sav) bu gazve için 15 Şevval’de yola çıktı ve Zilkade’nin başına kadar orada kaldı. Beni Kaynuka’da, kalenin savunmasına tayin edilmiş dört yüz savaşçı vardı. Muhasaradan bunalan Yahudiler hz. Resulüllah’tan şu talepte bulundular: Bizim yolumuz açılırsa biz kadınlarımız ve çocuklarımızla Medine’yi terk edip daimi olarak buradan ayrılacağız ve bizim mallarımız ve eşyalarımız silahlarımızla birlikte hepsi sizin olacak. Hz. Resulüllah (sav) Yahudilerin bu talebini kabul etti ve Beni Kaynuka’nın Medine’den çekip gitmesine hükmetti.
Peygamber Efendimiz Beni Kaynuka’nın sürgün edilmesi görevini Ubade bin Samit’e verdi ve Medine’den çıkmaları için üç gün mühlet tanıdı.
Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra) Beni Kaynuka ile ilgili olarak Yahudilerin hz. Resulüllah’a (sav) davranışından bahsederek şöyle der: Anlaşmadan sonra hz. Resulüllah (sav) hususiyetle Yahudilerin gönlünü almaya önem verirdi. Nitekim bir defa bir Yahudi ile bir Müslüman arasında anlaşmazlık oldu. Yahudi, hz. Musa’nın bütün peygamberlerden üstün olduğunu beyan etti. Bunun üzerine o Müslüman Yahudi’ye biraz sertlik gösterdi ve Hz. Muhammed’in (sav) en yüce peygamber olduğunu beyan etti. Bu konu hz. Resulüllah’a kadar ulaştığında Peygamber Efendimiz o Müslümanı uyardı ve ona şöyle dedi: Peygamberlerin birbirinden üstünlüğünü beyan edip durmak senin işin değildir. Daha sonra hz. Resulüllah (sav) hz. Musa’nın cüzî bir faziletini beyan ederek o Yahudinin gönlünü aldı.
Bu şekilde gönül okşayıcı davranışa rağmen Yahudiler hep fitne çıkartmaya devam ettiler ve en sonunda iş savaşa kadar vardı.
Beni Kaynuka’nın sürgün edilmesi konusunda hz. Mirza Beşir Ahmed şöyle der: Bu ceza Beni Kaynuka’nın işlediği suçlara göre, ayrıca o devri göz önünde tutarak çok yumuşak bir ceza idi. Bu cezada ön planda olan müslümanların kendilerini korumasıydı, yoksa Arapların göçebe kavimlerinde yer değiştirmek büyük bir şey değildi.
Beni Kaynuka Gazvesinin tarihiyle ilgili bir miktar ihtilaf bulunur. Vakıdi ve İbni Saad, Hicri 2 yılı Şevval ayı olarak beyan eder. İbni İshak ve İbni Hişam bunu Sevik Gazvesinden sonraya koyar.
Hutbenin sonunda bu konunun gelecek sefer devam edeceğini belirttikten sonra Huzur-i Enver şöyle buyurdu:
Bugünlerde dünyanın durumundan dolayı ben tekrar dua için hatırlatma yapıyorum. Hamas ve İsrail arasındaki savaş ve onun neticesinde masum Filistinli kadınlar ve çocukların şehit düşmeleri arttıkça artıyor. Savaşın hızla şiddetlenmesi ve İsrail hükümeti ve büyük güçlerin izlediği politika yüzünden artık dünya savaşının karşımıza dikildiği görülmektedir. Artık bazı Müslüman ülkelerin başkanları da açık açık şunu demeye başladılar; Rusya, Çin ve Batılı analistler bile şunu söylemeye ve yazmaya başladılar: Artık savaşın dairesinin genişlediği görülmektedir. Eğer derhal hikmetli bir politika benimsenmez ise bu dünyanın mahvoluşu olacaktır. Bütün her şey haberlerde verilmektedir, durum hepinizin önündedir. Bu yüzden Ahmedilerin dualara özel bir önem göstermeleri gerekiyor. Asla gevşememek lazım. En azından her namazın bir secdesinde bunun için dua etmelidir.
Batılı ülkelerin hiçbirinin lideri, insaf ile hareket etmek istemiyor. Bununla ilgili bir şey söylemeye cesaretleri de yok. “Filanca ülkenin başbakanı ya da başkanı iyidir, filancanınki iyi değildir; ona şöyle dememek lazım ve Müslümanların onun aleyhinde konuşmaması lazım” vesaire gibi tartışmalara Ahmedilerin girmemesi gerekir. Bütün bunlar lüzumsuz şeylerdir. Birisi cesaretli olup savaşı sona erdirmek için çaba sarfetmediği müddetçe dünyayı yıkıma götürmekten sorumludur.
Velhasıl kendi ortamınızda dualarla birlikte, zulmü durdurun mesajını yaymaya çalışın. Eğer bir Ahmedinin (yetkili) birisiyle irtibatı varsa onu ikna etmeye çalışsın. Cesaret de budur, Allah’ın emrine göre hareket etmenin ölçüsü de işte budur.
İsrail hükümetinin temsilcileri “Hamas bizim masum insanlarımızı öldürdü, biz intikam alacağız” diyor. Bu karşılık artık bütün sınırları aştı. Ne kadar İsraillinin canını kaybettiği beyan ediliyorsa, ondan dört-beş kat fazla Filistinli canından oldu. Eğer söyledikleri gibi onların planı Hamas’ı yok etmekse o halde teke tek onlarla savaşın. Kadınları, çocukları ve yaşlıları neden hedef alıyorlar? Sonra o insanları su, yiyecek, ilaç her şeyden mahrum ettiler. Bu noktaya gelince bu devletlerin tüm insan hakları ve savaş ilkeleri iddiaları ortadan kalkıyor.
Tabii ki bazıları buna dikkat de çekiyorlar. Nitekim geçenlerde Amerika’nın eski başkanı Obama “Savaş yapılacaksa bile savaş kurallarını göz önünde tutmak gerekir, sivillere zulüm edilmemeli” demişti. Birleşmiş Milletler’in Genel Sekreteri de konuşmuştu. Bunun üzerine İsrail hükümeti yaygara koparttı. Kendilerini dünyadaki en büyük barış inşacıları veya savunucuları olarak gören sözde barışçılar, Genel Sekreter’in açıklamasını destekleyecek hiçbir şey söylemediler, aksine hoşlanmadıklarını belirttiler.
Her ne olursa olsun durum tehlikelidir ve gitgide daha da tehlikeli olmaktadır. Batılı medya bir tarafın haberlerini abarta abarta verirken diğer tarafın haberini bir köşede küçücük veriyorlar. Tıpkı geçen gün serbest bırakılan kadın gibi. O kadın şöyle dedi: Bana tutukluyken çok iyi davranıldı. İşte bu haber bir köşede verildi. Buna karşılık, “Hamas’ın hapishanesi cehennem idi” beyanı ise devamlı olarak büyük haberlerin bir parçası olarak sunulmaktadır.
İnsaf şudur ki, her durumun öne konması ve sonra kimin zalim kimin mazlum olduğuna; hangi safhaya kadar savaşın caiz olduğu ve nerede son verilmesi gerektiğine dünyanın kendisinin karar vermesine fırsat tanımaktır.
Nitekim dünyanın karşısına bütün durumun olduğu gibi konması gerekir, tek taraflı değil. Sözün özü bizim dualara çok önem vermemiz lazım, zulmü sona erdirmek için kendi daireniz içinde çaba da sarf etmek gerekir, dua da etmek gerekir. Müslüman mazlumlar için de Müslüman hükümetlerin kapsamlı ve kalıcı bir plan yapmaları için de dua etmek gerekir.
Müslümanların sorunlarının uzaklaşması için bizim hususi sancı hissetmemiz lazım. Bizler Vadedilen Mesih’e inanan kimseleriz. O Vadedilen Mesih ki, onların sürekli sıkıntı vermelerine rağmen Müslümanlara karşı duygularını şöyle dile getirmiştir:
’’اے دل! تو نیز خاطرِ ایناں نگاہ دار
کاخر کنند دعوئے حبِّ پیمبرمؐ‘‘
Ey kalbim! Sen bu insanları hoş gör. Nihayetinde onlar benim Peygamberimi sevdiklerini iddia ederler.
Nitekim hz. Resulüllah’a (sav) olan sevgimiz, Müslümanlar için çok dua etmemizi gerektirir. Allah-u Teala bizi buna muvaffak kılsın ve Müslümanlara da dünyaya da akıl versin. Amin.
٭…٭…٭