Hz. Halifetü’l Mesih 5 (Allah yardımcısı olsun) 30 Ağustos 2024’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle dedi: Almanya Calsasından önceki hutbelerde ifk olayından bahsediyordum. Bu konuda Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurur: Allah Teâlâ, kendi sıfat-ı kemâlinde, bir azap haberinin sonuçlarını, tövbe, istiğfar, dua ve sadaka ile def’etmeyi yerleştirmiştir. Aynı şekilde insanlara da, Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye’de sabit olduğu üzere, bu güzel ahlakı öğretmiştir. Nitekim Hz. Aişe validemize, sırf fesatlarından dolayı gerçeğe aykırı yakıştırma yapan münafıkların bu kötü sözlerine bazı saf sahabeler de iştirak etmişti. Bu sahabelerden birisi ise hz. Ebubekir’in evinden her gün iki defa yemek yiyen birisiydi. Hz. Ebubekir (ra) onun bu hatası üzerine yemin etti ve bir vaîd (cezalandırma haberi) şeklinde, onun bu yanlış hareketinin cezası olarak bir daha asla ona yemek vermeyeceğini söyledi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
وَلۡیَعۡفُوۡا وَلۡیَصۡفَحُوۡا ؕاَلَا تُحِبُّوۡنَ اَنۡ یَّغۡفِرَ اللّٰہُ لَکُمۡؕ وَاللّٰہُ غَفُوۡرٌ رَّحِیۡمٌ۔
(Aranızdan erdemli ve varlıklı olanlar, akrabalarına, yoksullara ve Allah yolunda göç edenlere yardım etmemeye yemin etmesinler. Affedip, göz yumsunlar. Allah’ın, (kusurlarınızı) bağışlamasını istemez misiniz? Allah, çok bağışlayan ve rahmet edendir.)
Öyle olunca hz. Ebubekir bu yeminini bozdu ve eskiden olduğu gibi yemek vermeye devam etti.
Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurur: İşte bu sebeple İslam ahlakında şayet bir vaîd olarak bir yemin edilirse, bunu bozmak güzel ahlaka dahildir. Mesela, biri hizmetkarına karşı yemin ederek, “Kesinlikle sana elli tane tokat atacağım” derse, onun tövbe ve yalvarmasına karşılık affetmek İslam sünnetidir ve “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın” emrine uygun olur. Ancak va’d’dan (olumlu) sözden dönmek caiz değildir. va’d’dan dönülmesi halinde sorumluluk vardır, fakat vaîd’den dönülmesi halinde sorumluluk yoktur.
Hz. Mirza Beşir Ahmed (ra), “Siret Hatemennebiyyin” kitabında, ifk vakasını Sahih-i Buhari’nin rivayeti ışığında beyan ederek şöyle yazar: Bu konuda bu rivayet, bütün rivayetlerden daha detaylı ve bağlantılıdır. Bu rivayette, hz. Resulüllah’ın (sav) özel hayatına öyle aydınlatıcı bir ışık tutuluyor ki, hiçbir tarihçi bunu göz ardı edemez. Ve doğruluğu açısından da bu rivayet, şüpheye yer bırakmayacak kadar yüksek bir konumdadır. Şimdi dikkat edilmesi gereken nokta, münafıkların ortaya attığı bu fitnenin ne kadar tehlikeli olduğudur.
Bu olayda sadece temiz ve takva sahibi bir kadının iffetine saldırmak amaçlanmamıştı. Asıl amaç, dolaylı yoldan İslam dininin mübarek kurucusunun şerefini zedelemek ve İslam toplumunu büyük bir sarsıntıya uğratmaktı. Münafıklar, bu çirkin ve alçak propagandayı öyle yaydılar ki, bazı saf, samimi Müslümanlar bile onların tuzağına düşerek yanlış yola saptılar. Bu kişiler arasında özellikle Hasan bin Sabit, Hamne binti Cahş ve Mistah bin Esase gibi isimler zikredilir. Ancak Hz. Aişe’nin ahlakı öylesine yüksektir ki, o tüm bu kişileri affetti ve kalbinde onlara karşı hiçbir kin beslemedi.
Hz. Aişe, Hz. Hasan bin Sabit ile oldukça hoşgörülü bir şekilde görüşür ve şöyle derdi: “Hasan’ın Peygamber Efendimizi destekleyen ve kâfirlere karşı şiirler söylediğini asla unutamam.” Bir keresinde Hz. Hasan, Hz. Aişe’yi övmek için bir şiir söylemişti. Ancak, (meşhur müsteşrik) Muir, Arapça bilgisine veya önyargısına bakın ki, o bu şiiri tamamen yanlış ve gramer kurallarına aykırı bir şekilde anlamlandırmıştır. Buna rağmen Muir, Hz. Aişe’nin masumiyetini kabul ederek, onun geçmiş ve gelecekteki yaşamının bu iftiradan berî olduğunu belirtmiştir.
Hz. Muslih-i Mevud (ra), bu iftirayı atanların maksadını belirtirken, asıl amacı görmemiz gerektiğini söylemiştir. Bunun sebebi, bu kişilerin Hz. Aişe’ye özel bir düşmanlık beslemesi olamaz. Bu iftiranın iki olası sebebi vardır: Birincisi, bu iftiranın doğru olmasıdır ki, hiçbir Müslüman bunu kabul edemez, özellikle de Allah Teala Arş-ı Ala’dan, bu çirkin düşünceyi reddetmiştir. İkinci olasılık ise, bu iftiranın Hz. Muhammed (sav) ve Hz. Ebu Bekir’e zarar vermek amacıyla atılmış olmasıdır. Zira hz. Aişe (ra), birinin eşi, diğerinin ise kızıydı. Bu iki zatın itibarını zedelemek, siyasi çekişmelerde bazı kişilere fayda sağlayabilirdi. Peygamber Efendimizin makam ve mertebesi, iftira atanlar tarafından asla elinden alınamazdı. Ancak onların endişesi, Peygamber Efendimizden sonra da kendi amaçlarına ulaşamamak üzerineydi. Zira onlar, Peygamber Efendimizden sonra halife olacak kişinin, Ebu Bekir’den başkası olmadığının farkındaydılar.
Bu nedenle, bu tehlikeyi fark ederek Hz. Aişe’ye iftira attılar. Böylece Hz. Aişe, Peygamber Efendimizin gözünden düşecek ve bu sayede de Hz. Ebu Bekir’in Müslümanlar arasındaki saygınlığı azalacak, hatta Peygamber Efendimizden sonra halife olma ihtimali tamamen ortadan kalkacaktı. Tarih gösterir ki, Medine’de yaşayan iki büyük Arap kabilesi olan Evs ve Hazrec, aralarındaki savaş ve kan dökmeyi bırakarak barışmış ve Abdullah bin Ubey bin Selul’ü Medine’nin kralı yapmıştı. Medine’den bazı kişiler Mekke’den döndüklerinde, ahir zaman peygamberinin Mekke’de ortaya çıktığını ve ona biat ettiklerini söylemişlerdi. Bunun üzerine diğer bazı insanların isteği üzerine Peygamber Efendimiz, bir sahabeyi Medine’ye tebliğ görevinde bulunmak üzere göndermişti ve Medineli birçok insan İslam’a girmişti.
Abdullah bin Ubey bin Selul, krallığın elden gittiğini görünce ve Peygamber Efendimizden sonra Müslümanların bakışlarının Hz. Ebu Bekir’e yöneldiğini fark edince, onların itibarını zedelemeyi kendi çıkarına uygun gördü. Böylece hem Hz. Ebu Bekir’i insanlardan ve Peygamber Efendimizden uzaklaştıracaktı. Bu kötü niyetini gerçekleştirmek için de Hz. Aişe’nin savaş sırasında geride kalması olayını fırsat bilerek, ona çok çirkin bir iftira attı.
Hz. Muslih-i Mevud (ra), İfk hadisesi ile Hz. Ebu Bekir’in halifeliği arasındaki ilişkiyi anlatırken, Nur Suresi’nin başından sonuna kadar tek bir konunun işlendiğini belirtmektedir. İlk olarak Hz. Aişe’ye atılan iftiradan bahsedilmiş ve hemen ardından Allah Teala, halifelikten bahsetmiştir. Allah Teala, halifeliğin bir krallık değil, ilahi nurun devamlılığı için bir araç olduğunu ve bu nedenle de Allah’ın elinde olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla Allah bu nuru mutlaka devam ettirecek ve dilediği kişiyi halife yapacaktır. Hatta Allah, Müslümanlardan bir değil, birçok kişiyi halife yaparak bu nurun devamını sağlayacağını vaat etmektedir. Sizler isterseniz iftira atmaya devam edin. Ne halifeliği yok edebilirsiniz ne de Hz. Ebu Bekir’i halife olmaktan mahrum edebilirsiniz. Çünkü halifelik, Allah’ın nurunun tecelli ettiği bir nurdur ve insanlar bunu kendi çabalarıyla yok edemezler.
Hz. Mesih-i Mev’ud (as) şöyle buyurur: Peygamberlerin durumu da böyledir; Allah Teala bir iş hakkında bilgi verdiğinde o işten vazgeçer veya o işi benimserler. İftira hadisesinde olduğu gibi, Hz. Muhammed (sav) başta bu olaydan haberdar değildi. Hatta Hz. Aişe babasının evine gitmiş ve Peygamber Efendimiz de eğer bir hata yapmışsa tövbe etmesini söylemişti. Bu olaylar karşısında Peygamber Efendimiz ne kadar sıkıntı çekmişti ancak bu sır bir süre O’na açıklanmamıştı. Ta ki Allah Teala vahy ile
اَلۡخَبِیۡثٰتُ لِلۡخَبِیۡثِیۡنَ وَالۡخَبِیۡثُوۡنَ لِلۡخَبِیۡثٰتِ ۚ وَالطَّیِّبٰتُ لِلطَّیِّبِیۡنَ وَالطَّیِّبُوۡنَ لِلطَّیِّبٰت ِ
“Kötülükler kötüler içindir, kötüler kötülükler içindir. İyi şeyler iyiler içindir, iyiler de iyi şeyler içindir.” buyurunca iftiranın gerçek yüzü ortaya çıkmıştır. Bu durum Peygamber Efendimizin şanında bir değişikliğe neden olur mu? Kesinlikle hayır. Böyle bir düşünceye kapılan kişi zalim ve Allah’tan korkmayan biridir ve bu durum küfre kadar varır. Hz. Muhammed (sav) ve diğer peygamberler asla gaybı bildiklerini iddia etmemişlerdir. Gaybı bilmek Allah’ın özelliğidir.
Hz. Resulüllah’ın (sav), Evs ve Hazrec kabileleri arasında barışı yaptırdığı da zikredilmektedir. Bir rivayete göre, Peygamber Efendimiz (sav) birkaç gün sonra Hz. Sa’d bin Muaz (ra) ve bazı sahabelerle birlikte Hz. Sa’d bin Ubade’nin yanına gitmiş ve orada yemek yemişlerdir. Sonra birkaç gün sonra da Hz. Sa’d bin Ubade (ra) ve bazı sahabeleri alarak Hz. Sa’d bin Muaz’ın evine gitmiş ve orada biraz sohbet ettikten sonra yemek yemişlerdir. Böylece aralarındaki kırgınlıklar giderilmek istenmiştir.
Aralarında sevgi, muhabbet ve barış oluşturmak için Peygamber Efendimizin bir yöntemi de buydu.
Hz. Aişe’ye iftira atanların sayısı hakkında farklı rivayetler vardır. Bazı rivayetlerde üç, on, on beş ve kırk gibi sayılar zikredilmiştir. Bu iftira atanların cezası konusunda da görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Ebu Davud’un Sünen’inde, Peygamber Efendimizin (sav) iki erkek ve bir kadın hakkında iftira cezası verdiğine dair bir rivayet vardır. Bu kişilerden ikisi Hz. Hasan bin Sabit ve Mistah bin Esase idi. Nefili’ye göre bu kadın Hamne bint Cahş idi. Başka bir görüşe göre ise Peygamber Efendimiz (sav) bunlardan hiç kimseye had cezası vermemiştir. Bir başka görüşe göre ise Abdullah bin Ubey, Mistah bin Esase, Hz. Hasan bin Sabit ve Hamne binti Cahş’a had cezası verilmiştir.
Hz. Muslih Mevud (ra), bir hutbesinde Hz. Aişe’ye iftira atan üç kişiye kırbaç cezası verildiğini belirtmiştir. Bunlardan biri Hz. Hasan bin Sabit’tir. Diğeri ise Mistah adında biridir. Mistah o kadar fakir birisiydi ki hz. Ebu Bekir’in evinde kalır, orada yemek yer ve Hz. Ebu Bekir kendisi için kıyafet yaptırırdı. Üçüncüsü ise bir kadındı. Bu üçü cezalandırıldı. Hz. Muslih Mevud (ra), Nur Suresi 36. ayetin tefsirinde bu iftira atanların her birinin yaptıklarına göre azap göreceğini yazar. Bu fitnenin başı olan Abdullah bin Ubey, vaîde uygun olarak kırbaç cezasına da çarptırıldı ve Allah tarafından da cezalandırılarak Peygamber Efendimizin (sav) hayatında iken sıkıntı ve çaresizlik içinde helak olup gitti.
Daha sonra Huzur-i Enver, Almanya yıllık toplantısı hakkında şöyle buyurdu: “Katılımcılardan, daha önce katılmayanlar veya ilk defa katılanlar büyük bir memnuniyet ve mutluluklarını ifade ettiler. Medya ve haberler vasıtasıyla milyonlarca insana Ahmediyet ve İslam mesajı ulaştırıldı. Allah-u Teala bunun hayırlı ve uzun ömürlü sonuçlarını meydana getirsin ve Ahmedilere de gerçek anlamda her zaman faydalanmaya devam etmeleri için güç versin.”
Dualara ilgi gösterin. Allah-u Teala kendi lütuflarının ve rahmetinin örtüsüyle bizi daima örtsün.
Son olarak Huzur-i Enver, Sudanlı saygıdeğer imam Muhammed Belu’nun vefatı üzerine kendisini hayırla yadetti ve cemaat hizmetlerindeki gayretlerini anlattıktan sonra, Cuma namazından sonra onun için gıyabi cenaze namazı kılacağını duyurdu. Daha sonra Sudanlı Ahmediler için şöyle dua çağrısında bulundu:
“(Savaş yüzünden) Ahmediler de canlarını kurtarmak ve barış için Sudan’ın farklı bölgelerine dağıldılar ve şu anda da farklı yerlerde büyük sıkıntı ve yoksulluk içinde yaşıyorlar. Allah-u Teala Ahmedilerin imanlarını kuvvetlendirsin.
Huzur-i Enver devamla şöyle buyurdu: “Allah-u Teala onların durumlarını da değiştirsin ve dediğim gibi ülkede büyük bir fitne yayılmış durumda, Allah bu fitneyi de ortadan kaldırsın ve merhamet etsin, bu insanlar birbirlerinin hakkını gözeten kimseler olsunlar. Müslüman, Müslümanın kardeşi olmanın hakkını versin ve İslamî hükümetlerdeki fitneleri Allah-u Teala uzaklaştırsın ve Ahmedilere gerçek anlamda huzur içinde bir hayat sürmeyi nasip etsin.”
٭…٭…٭