Emir’ül Müminin 5. Halifetü’l Mesih hazretleri, 31 Ekim 2025 (31 İha 1404 Hicri Şemsi) tarihinde Mübarek Camii, İslamabad, Tilford, İngiltere’de bir Cuma hutbesi irad etti. Bu hutbe, MTA televizyonu aracılığıyla tüm dünyaya yayınlandı. Teşehhüd, Teavvuz ve Fatiha suresinin okunmasından sonra Huzur-i Enver şöyle buyurdu:
Bugünlerde Tebük Gazvesi’nden bahsedilmektedir.
Hazreti Resulüllah (s.a.v.) bu gazve için yola çıktığında, tarih bize bu konuda şunları aktarır: İslam ordusu, sürekli konaklayarak yolculuk etti ve bu yolculuk boyunca öğle ve ikindi, akşam ve yatsı namazları daima birleştirilerek (cem edilerek) kılındı. Bu sefer sırasında Hazreti Abdurrahman bin Avf’a (r.a.) namaz kıldırma fırsatı nasip oldu.
Aynı şekilde, bu yolculuk sırasında Hazreti Resulüllah (s.a.v.) ve İslam ordusu, Semûd Kavmi’nin harabelerinin yakınından da geçti. Bu bölgenin adı Hicr’dir ve Medine’den Tebük’e giderken yol üzerinde bulunur; günümüzde buraya Medâin-i Sâlih denmektedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu yerin suyunu kullanmayı ve bu suyla abdest almayı da yasakladı. Hazreti Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Zulmeden bu kavmin yerleşim yerlerine, ancak ağlayarak girin. Ola ki, onlara isabet eden musibet size de isabet etmesin.” Bir rivayette ise Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) yüzünü örttüğü ve bineğini hızlandırdığı zikredilmiştir.
Bu sefer sırasında Peygamber Efendimizin Kasva adlı devesinin kaybolma olayı da yaşandı.
Bu olay üzerine münafıklardan bazıları ortalığı karıştırmak için bazı yorumlar yaptılar. Hazreti Resulüllah (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu: “İtiraz eden bir kişi, ‘Muhammed (s.a.v.) kendine peygamber diyor ama kaybolan devesinin nerede olduğunu dahi bilmiyor’ diyor.”
Hazreti Resulüllah (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın bana bildirdiğinin dışında hiçbir şeyi bilmem.” Ardından şöyle buyurdu: “Allah, bana devenin yerini bildirdi; o, falan boğazdadır.” Sahebelerden biri oraya gitti ve devesini orada bulup geri getirdi.
Bu yolculuk sırasında yol azığı da tükenmişti.
Yolda insanlar acıkınca, su taşıyan develerini kesmek için Peygamber Efendimizden izin istediler ve Hazreti Resulüllah (s.a.v.) bu izni verdi.
Fakat Hazreti Ömer (r.a.) şöyle arz etti: Böyle yaparsak binek hayvanları azalır. Siz en iyisi, insanların kalan erzakını toplatın ve üzerine bereket duası yapın. Nitekim öyle yapıldı ve Hazreti Peygamber (s.a.v.) erzağın üzerine bereket duası etti. Bunun sonucunda erzakta öyle bir bereket oluştu ki, herkes yedi, doydu ve hatta artanı da kaldı.
Bu yolculuk sırasında, farklı sonuçlar ve rehberlikler içeren birçok olay meydana geldi.
Örneğin, iki adam kavga etti; biri diğerinin elini ısırdı. Diğer kişi elini çekmek istediğinde, ısıran kişinin dişleri kırıldı. Dişleri kırılan kişi, kırılan dişleri için diyet talep etti. Hazreti Resulüllah (s.a.v.) bu talebi, şu sözlerle reddetti: ‘O kişi, elini ağzında bıraksaydı da sanki onun eli bir devenin ağzındaymış gibi sen onu çiğnese miydin?’ Böylece diyet hakkı kararının dahi olayların gerçekliğine ve kanıtlara bağlı olduğu anlaşıldı.
Aynı şekilde, bu yolculukta bir hurma bahçesinin yanından geçilirken, Hazreti Resulüllah (s.a.v.) bazı sahâbelerden bahçedeki hurma meyvesinin ne kadar olacağını tahmin etmelerini istedi. Herkes bir tahmin yürüttü ve Hazreti Resulüllah (s.a.v.) de bir tahminde bulundu. Bahçenin sahibi olan kadın yakınlarında duruyordu. Ona, meyveler toplandığında ağırlığını kaydetmesi söylendi. Dönüşte bu kadına bahçeden elde edilen meyve sorulduğunda, tam olarak Peygamber Efendimizin tahmin ettiği ağırlığı bildirdi.
Yine bu yolculuk sırasında Hazreti Resulüllah (s.a.v.) bir gün: ‘Bu gece çok şiddetli bir kasırga ve fırtına olacak’ buyurdu. Gerçekten de öyle oldu ve çok şiddetli bir rüzgâr esti.
Bu sefer sırasında, yağmurun yağması, yiyecek ve içecek erzakının çoğalması ve boş kuyuların suyla dolması gibi çeşitli mucizeler de yaşandı.
Tebük Gazvesi’ndeki nöbet ve koruma ile ilgili olarak zikredilir ki:
Hazreti Resulüllah (s.a.v.), özel koruma için Hz. Ubad bin Bişr’i görevlendirmişti. Kendisi, arkadaşlarıyla birlikte ordunun etrafında devriye geziyordu. Bir gün şöyle arz ettiler: “Ya Resûlullah! Biz gece devriye gezerken tekbir sesleri duyuyoruz. Acaba bizden başka birini daha nöbete atadınız mı?”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Hayır, ben sizin dışınızda kimseyi görevlendirmedim. Fakat olabilir ki bazı Müslümanlar gönüllü olarak kendiliğinden ileri çıkıyordur,” buyurdu.
Bunun üzerine, görevli olmadığı halde Peygamber sevgisiyle bu işi kendiliğinden yapan Hazreti Silkân bin Selâme (r.a.) ayağa kalktı. Şöyle arz etti: “Ya Resûlullah! Ben, on süvarimle birlikte çıkar, bu görev yapanların korumasını yaparım.”
Bunun üzerine Hazreti Peygamber (s.a.v.) dua ederek şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ, Allah yolunda koruma yapanları koruyanlara merhamet etsin. İnsanlardan veya hayvanlardan koruduğunuz her bir can ve hayvan için, size birer kırat ecir verilecektir.”
Tebük yolculuğu sırasında insanların durumu öyleydi ki, her konaklama esnasında bazı kişiler geride kalıyordu. Sahâbeler, “Yâ Resûlullah! Bugün falan kişi geride kaldı” diye haber verdiklerinde, Peygamber Efendimiz şöyle buyururdu: “Bırakın onu! Eğer onda bir hayır varsa, Allah onu size ulaştırır. Yok, eğer bundan başka bir durum varsa, Allah sizi ondan kurtarır.”
Aynı şekilde, bir defasında Hazreti Ebû Zer (r.a.) hakkında da benzer bir haber verildiğinde, Peygamber Efendimiz yine aynı şeyi buyurdu: “Bırakın onu! Eğer onda bir hayır varsa, Allah onu size ulaştırır. Yok, eğer bundan başka bir durum varsa, Allah sizi ondan kurtarır.”
Hazreti Ebû Zer’in devesi tamamen yavaşlamıştı. Nihayet devesini bırakıp, eşyalarını kendi sırtına yükleyerek Peygamber Efendimizin arkasından yürümeye başladı. Birkaç gün sonra, bir konaklama yerinde insanlar yalnız başına birinin geldiğini görünce Hz. Resulüllah’a haber verdiler. Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu “Keşke o Ebu Zer olsa!” O yaklaştığında insanlar onun gerçekten Ebu Zer olduğunu söylediler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Allah, Ebu Zer’e rahmet etsin! O, tek başına yürüdü, tek başına vefat edecek ve tek başına diriltilecektir.”
Peygamber Efendimizin hz. Ebû Zer hakkındaki bu sözü harfi harfine gerçekleşti. Hz. Osman’ın (r.a.) hilafeti döneminde, o, ailesiyle birlikte Medine’nin dışında, uzak bir yere yerleşmişti. Vefat vakti yaklaştığında, eşi endişelendi. Bunun üzerine hz. Ebû Zer şöyle dedi: “Endişelenme! Ben Resûlullah’ı (s.a.v.) şöyle derken işittim: ‘Sizden bir kişi çölde, ıssız bir yerde vefat edecek ve onun cenaze namazına müminlerden bir topluluk katılacaktır.’ ” Hz. Ebû Zer ardından şunu ekledi: “Resûlullah (s.a.v.) bunu söylediğinde orada bulunan herkes vefat etti ve hiçbiri çölde vefat etmedi. O kişi benim. Öyleyse sen merak etme. Ben vefat edince beni yıka ve Medine’ye giden yol üzerine koy.”
Gerçekten de öyle yapıldı. Kısa bir süre sonra, Abdullah bin Mes’ud (r.a.), arkadaşlarıyla birlikte oradan geçiyordu. Onlar, Irak’tan umre niyetiyle geliyorlardı. Bunun Hazreti Ebû Zer’in cenazesi olduğunu öğrendiklerinde ağlamaya başladı ve şöyle dedi:
“Resûlullah (s.a.v.) doğru söylemişti: ‘Ebu Zer tek başına yürür ve tek başına vefat eder.’ ”
Ardından o ve arkadaşları Hazreti Ebû Zer’in cenaze namazını kıldılar ve onu oraya defnettiler.
Huzur-i Enver, hutbenin sonunda Rabvah saldırısı yaralıları, Pakistan ve Bangladeş’teki Ahmedi Müslümanlar ve mazlum Filistinliler için dua çağrısında bulunarak şunları söyledi:
“Rabvah’taki camiye yapılan saldırıda yaralananlar için dua edin ki, Allah Teâlâ ağır yaralıları koruması altına alsın ve onlara tez zamanda tam şifa versin.
Allah, Pakistan’daki muhaliflerin her planını boşa çıkarsın.
Rabvah’ta ‘Hatmi Nübüvvet’ adı altında muhaliflerin toplantısı yapılıyor; mollalar ne pislik ve iğrençlik konuşacaklarsa konuşuyorlar. Allah Teâlâ, onların şerrinden korusun.
Bangladeş’teki Ahmedi Müslümanlar için de dua edin. Orada da muhaliflerin niyetleri çok kötü görünüyor. Allah Teâlâ, oradaki her Ahmedi’yi de korusun.
Filistinliler için de dua edin. Allah Teâlâ onlara merhamet etsin ve zalimlerden kurtuluş versin. Sözü edilen ‘ateşkes’ sadece lafta kalmıştır. Son iki günde yaşanan olaylar, bu ateşkesin sadece sözde bir ateşkes olduğunu kanıtlamıştır. Allah Teâlâ bu mazlumları zulümden korusun ve zalimleri cezalandırsın.”
٭…٭…٭










