Hz. Halifetü’l Mesih 5 (Allah yardımcısı olsun) 8 Ekim 2021’de İslamabad (UK) Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile birlikte MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver, kelime-yi şehadet ve Fatiha suresini okuduktan sonra, şöyle buyurdu:
Hz. Ömer (ra) zamanındaki fetihleri anlatıyordum. Allame Şibli Numani, hz. Ömer’in (ra) fetihleri ve onların sebepleri ve gerekçelerinden bahsederek şöyle yazar: Bir tarihçinin kalbinde derhal şu soru oluşacaktır ki birkaç çöl insanı, İran ve Roma saltanatlarını nasıl yıktı. Acaba bu, tarih dünyasının özel bir olayı mıydı? Acaba bu fetihler, (Büyük) İskender ve Cengiz Han’ın fetihlerine benzetilebilir mi?
Hz. Ömer’in (ra) fethettiği ülkelerin toplam genişliği, 2 milyon 251 bin mil kare idi. Bu fetihlerle ilgili Avrupalı tarihçilerin görüşü şudur: O zaman İran ve Roma saltanatları çöküş dönemindeydi. Hüsrev Perviz’den sonra İran saltanatının düzeni bozulmuştu. Nuşirvan’dan bir müddet önce dinsiz imansız mazduka grubu çok güçlenmişti ve onlar, dünya hırsını yok etmek için kadınlar da dahil memleketin bütün serveti ortak olmalı, diyorlardı. Aynı şekilde Nasturi (Doğu Kilisesi) Hıristiyanlar da hiçbir hükümette sığınacak bir yer bulamıyordu. Müslümanlar dini inançlara dokunmadıkları ve bu gruplar da uzun müddetten beri zulme maruz kaldıkları için bu her iki grup İslam’ın gölgesi altına girip zulümden kurtuldular.
Roma saltanatı hakkında Avrupalı tarihçilerin görüşü şudur: Hıristiyanların kendi aralarındaki anlaşmazlıklar o günlerde çok kuvvetliydi ve saltanat zayıflamıştı.
Allame Şibli, bunu reddederek şöyle der: Şüphesiz o zaman İran ve Roma saltanatları en güçlü seviyesinde değildi ama Araplar gibi gücü ve imkanı olmayan bir milletle karşı karşıya gelip de parça parça olacak kadar zayıf ta değildiler. Romalılar ve İranlılar savaş konusunda uzmandılar, envai çeşit savaş silahları vardı, kalelerinin ve siperlerinin içinde kalarak ülkelerini koruyabilirlerdi.
Diğer taraftan Arapların bütün askerlerinin sayısı yüz binden bile azdı ve onlar da revaçta olan savaş silahlarında yoksun ve savaş tekniklerine vakıf olmayan kimselerdi. Velhasıl bu sorunun asıl cevabı şuydu: O zaman Müslümanlarda, İslam Peygamberi (sav) sayesinde, coşku, azim, kararlılık, yüksek dayanma gücü, cesaret oluşmuştu ve hz. Ömer (ra) bunları daha da kuvvetlendirdi. Müslümanların takvası ve dürüstlüğü yönetim konusunda onlara yardımcı oldu ve bu yüzden halk onlara hiçbir zaman direnmedi. Irak ve Suriye’nin reisleri ve hükümet ileri gelenleri işte bu ahlakı görüp Müslüman oldular. Nitekim böyle bir durumda İskender ve Cengiz Han’dan bahsetmek kesinlikle alakasızdır. Onların her ikisi de gazap, zulüm ve katliam yaparak büyük fetihler elde ettiler. Halbuki Müslümanlar doğruluk, yumuşaklık ve insaf ile halkın kalbini kazandılar. Cengiz Han, Bahtunnasr, Teymür, Nadirşah vesaire hep zalim idi. Fakat hz. Ömer’in (ra) yaptığı fetihlerde asla kanun ve insafa tecavüz edilmezdi. Müsle (uzuvların kesilmesi), çocukları öldürmek, verilen sözü bozmak ve katliam yapmak bir kenara ağaçları kesmeye bile izin verilmiyordu.
Hz. Ömer Faruk’un (ra) fetihlerine karşı, dünyada daha birçok fatih gelip geçmiştir diye cevap verenlerin unutmaması lazım ki böyle bir titizlik, kanuna bağlılık ve af ile hiçbir hükümran, bir avuç yer fethetmemişti. İskender, Cengiz Han vesaire savaşlara bizzat katılırdı, halbuki hz. Ömer (ra) bütün hilafet dönemi boyunca bir kere bile herhangi bir savaşa iştirak etmedi. Fakat buna rağmen bütün askerlerin kontrolü onun elinde olurdu. İskender vesairenin fetihleri bir bulut gibiydi, bir zaman kuvvetlice esti ve sonra geçti. Fakat hz. Ömer Faruk’un (ra) fetihleri öyle istikrarlıydı ki on üç asır sonra bugün bile, fethedilmiş o ülkeler İslam’a tabidirler.
O fetihlerde o zamanki coşku ve azmin rolü olduğu kadar vaktin halifesinin rolü yoktu, şeklindeki genel görüş ile ilgili Allame Şibli şöyle yazar: Hz. Osman (ra) ve hz. Ali’nin (ra) zamanında da nihayetinde aynı Müslümanlar vardı, ama netice ne oldu? Coşku ve etkilenmek şüphesiz muazzam bir kuvvettir, ancak bu güç, onu kullanan da aynı güç ve kuvvette ise işe yarar. Hz. Ömer’in (ra) fetihlerindeki durum açıkça göstermektedir ki bütün askerler, kuklacının elindeki kukla gibi hz. Ömer’in (ra) işareti ile hareket ederlerdi. Ordunun düzeni, askeri eğitim, karargahların inşası, atların yetiştirilmesi, kalelerin muhafazası, mevsime uygun olarak birliklerin nakil ve harekatı, istihbarat sistemi, askeri birlik komutanlarının seçimi, sur yıkıcı aletlerin seçimi ve bunlar gibi birçok şeyi bizzat hz. Ömer (ra) icat etti ve güçlü bir şekilde bunları yürürlüğe koydu. On yıla yayılmış savaşlarda iki defa tehlikeli durum oldu; Biri Nihavend çarpışması, diğeri de Roma Kayser’i Cezirelilere yardım için tekrar Humus’a saldırdığında meydana geldi. Bu her iki tufanı da bastıran yalnız hz. Ömer’in (ra) güzel tedbiri idi. Bugüne kadar fetihleri ve adaleti birleştirmiş hz. Ömer Faruk (ra) gibi bir fatih ve sancaktar çıkmadı.
Hz. Resulüllah (sav), bir defasında hz. Ömer’e (ra) dua ederek, yeni elbise giy ve övgüye değer bir hayat geçir ve de şehitlerin ölümünü iste, buyurmuştu. Hz. Resulüllah (sav), hz. Ebubekir (ra), hz. Ömer (ra) ve hz. Osman (ra) ile birlikte Uhud dağına çıktığında dağ sarsılmaya başladı. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: Ey Uhud! Dur! Senin üzerinde bir Nebi, bir sıddik ve iki şehit var. Başka bir defa Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: Cebrail bana dedi ki, İslam alemi hz. Ömer’in vefatına ağlayacak. Ümmü’l Müminin hz. Hafsa (ra) şöyle beyan eder: Babası hz. Ömer (ra), ey Allah’ım! Bana Senin yolunda şehit olmayı nasip et, diye dua ederdi.
Hz. Muslih Mevud (ra) şöyle der: Hz. Ömer (ra), bana Medine’de şehit olmak nasip olsun, diye dua ederdi. Bu dua o kadar tehlikeliydi ki, düşman Medine’ye saldırsın ve Medine’nin sokaklarında hz. Ömer’i (ra) şehit etsin, anlamına geliyordu. Ancak Allah-u Teala onun duasını başka bir şekilde kabul etti ve o sözde Müslüman birisinin eliyle Medine’de şehit edildi.
Hz. Ömer’in (ra) şehit olacağına dair, hz. Ebu Musa Eşarî ve hz. Avf bin Malik rüya görmüşlerdi. Aynı şekilde hz. Ömer (ra) de kendisinin şehit olacağına dair bir manzara görmüştü. Hz. Ömer’e (ra) Hicri 23’te Zilhicce’nin 26’sında saldırı yapıldı ve kendisi yaralandı. Hicri 24’te Muharrem ayının 1’inde şehit oldu ve aynı gün defin işlemi gerçekleşti.
Şehit edilme olayının Sahih-i Buhari’de yer alan detaylarına göre, sabah namazı sırasında Muğire’nin bir Acem kölesi, çift taraflı acem hançeri ile hz. Ömer’e (ra) saldırmıştı. O adam kendini kurtarmak için 13 kişiyi daha yaralamıştı, onlardan yedisi de can verdi. Hz. Ömer (ra) yaralanınca hz. Abdurrahman bin Avf’ı (ra) imamlık için öne çekti, o kısa olarak namazı kıldırdı. Hz. Ömer (ra) mescitten alınarak eve getirildi, orada kendisine önce nebiz (bir tür meyve suyu) ve sonra süt içirildi. Ancak bir işe yaramadı ve insanlar kendisinin kurtulamayacağını anladı. Bir genç onun faziletlerinden bahsedince hz. Ömer (ra) şöyle buyurdu: Benim arzum şudur ki benim ile ilgili söylenenler birbirine denk olsun, Allah-u Teala beni cezalandırmasın da sevap da vermesin.
Hz. Ömer (ra), oğlu Abdullah bin Ömer’e borcunu hesaplattırdı, takriben 86 bin dirhem idi, bunun ödenmesini emretti. Sonra hz. Abdullah bin Ömer’i (ra) hz. Aişe’nin (ra) yanına gönderdi ve şöyle dedi: Ümmü’l Müminin hz. Aişe’ye (ra) de ki Ömer bin Hattab, iki yoldaşının yanına defnedilmek istiyor.
Abdullah bin Ömer (ra), hz. Aişe’nin (ra) yanına vardığında o ağlıyordu. Hz. Ömer’in (ra) mesajını duyunca dedi ki, ben o yeri kendim için ayırmıştım ama ben bugün hz. Ömer’i (ra) kendi zatımdan üstün tutuyorum. Hz. Aişe’nin (ra) izin verdiğini duyduğunda hz. Ömer (ra) elhamdülillah! Ben bundan başka bir şeyin derdinde değildim, dedi.
Hz. Ömer (ra), hz. Ali (ra), hz. Osman (ra), hz. Zübeyr (ra), hz. Talha (ra), hz. Saad (ra) ve hz. Abdurrahman bin Avf’ı (ra) hilafet seçimi için tayin etti ve seçilecek olan halifeye Muhacir ve Ensar’a, Bedevi ve Arab’a, ve muhtaçlara iyi davranmasını vasiyet etti.
Hz. Ömer (ra) ile ilgili konulara gelecek sefer devam edeceğini bildirdikten sonra Huzur-i Enver şöyle dedi: Bugün Almanya Calsası (yıllık toplantısı) başlıyor. Bu iki günlük calsadır. Yarın inşallah kapanış konuşmasını ben yapacağım. Allah-u Teala bu calsayı bereketli kılsın.
Huzur-i Enver, hutbenin sonunda iki merhumdan hayırla bahsetti ve gaip cenaze namazlarını kıldıracağını bildirdi.
Merhumlardan ilki, Endonezya Mürebbisi sayın Kamer-üd Din Bey idi. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Merhum 1972’de Ahmediyet’i kabul etmişti ve 1986’da Pakistan’daki Camia Ahmediye’den mezun olmuştu. Kendisinin hizmet süresi 35 yılı bulmaktadır. Merhum, kanaatkâr, ibadetgüzar, Hilafete muhabbeti olan, son derece muhlis ve cemaatimizin coşkulu bir hizmetkarı idi.
İkinci merhum, sayın Sabiha Harun Hanım’dır. O, geçen gün 73 yaşında vefat etti. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Allah-u Teala onu üç oğul ve üç kız evlat ile nimetlendirdi. Oğullarından biri 4. Halifetü’l Mesih hazretlerinin damadı idi. Merhume, sessiz tabiatlı, sadaka ve hayrat yapan, misafirperver ve çok sabırlı bir hatun idi.