9.05.2025 – Gazveler ve seriyyeler ışığında Hz. Resulüllah’ın (sav) yüce sireti. Ayrıca son Pakistan-Hindistan savaşı için dua çağrısı

5. Halifetü’l Mesih Hazretleri (Allah yardımcısı olsun) 9 Mayıs 2025’te Mübarek Camisinde Cuma Hutbesi verdi. Hutbe çeşitli dillerde tercüme ile MTA televizyonunda canlı olarak yayınlandı. Huzur-i Enver (aba) Teşehhüd ve Fatiha Suresini okuduktan sonra şöyle buyurdu: Mûte Savaşı’nın biraz daha tafsilatı şöyle beyan edilmiştir: Hazreti Avf bin Malik Eşcaî (ra) şöyle anlatır: Ben, Hazreti Zeyd bin Harise (ra) ile birlikte yola çıkan topluluk ile sefere katılmıştım. Yemen halkından bir adamla karşılaştım. Onun sadece bir kılıcı vardı. Bir Müslüman bir deve kesti. O kişi ondan biraz deri istedi, o da verdi. O kişi o deriyi kalkan gibi yaptı.

Sonra der ki, yolculuğumuza devam ettik. Roma ordusuyla karşılaştık. Onlardan kahverengi bir ata binmiş, üzerinde altın eğer ve altın silahlar olan bir kişi Müslümanlara meydan okumaya başladı. O Yemenli kişi bir kayanın arkasından ona doğru geldi, düşmanın atının arka ayaklarını kesti, savaş oldu, Romalı yere düştü. O Yemenli kılıcını alıp üzerine çıktı ve Müslüman onu öldürdü. Onun atını ve silahlarını aldı.

Allah Müslümanlara zafer nasip edince, Hazreti Halid bin Velid (ra) o Yemenli kişiye haber gönderdi ve ondan biraz eşya aldı.

Hz. Avf (ra) anlatır: Hazreti Halid’in (ra) yanına geldim. Dedim ki, Allah-u Teâlâ’nın ganimet hakkında ne hüküm verdiğini biliyor musunuz? Yani bir savaşta öldürülen düşmanın üzerindeki eşyalar onu öldüren kişiye aittir. O, “Evet! Biliyorum, fakat ben bu malın olması gerekenden çok fazla olduğuna kanaat getirdim” dedi. Ben ona, “Bu eşyayı o kişiye geri verin, yoksa Resulullah (sav)’in huzuruna arz edeceğim” dedim. Hazreti Halid (ra) eşyayı geri vermeyi reddetti.

Bu durum Peygamber Efendimizin huzuruna arz edilince, O Hz. Halid’e “Ne yaptın?” diye sordu. O, “Ben onu çok mal zannettim, bu yüzden bir kısmını geri aldım” diye arz etti. Peygamber Efendimiz (sav) buyurdu: “Ondan aldığını ona geri ver.” Hazreti Avf (ra) der ki ben Halide şöyle dedi: “Haydi şimdi onu al bakalım!”. O, Hazreti Halid’e bunu söylerken Hz. Resulüllah (sav) duydu ve “Ne oldu?” diye sordu. Hazreti Avf (ra) der ki, ben de bütün olayı anlattım. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) öfkelendi. Buyurdu ki: “Halid! Bütün eşyayı ona geri verme.” Sonra terbiye için buyurdu ki: “Siz benim emirlerimi bu halde bırakmak mı istiyorsunuz ki, işin saf kısmı sizin olsun, onların pisliği de onların üzerinde kalsın?”

Huzur-i Enver buyurdu ki, şimdi burada bir emirin itibarını tesis etmek gerekiyordu. Bunun üzerine Resulullah (sav) buyurdu ki, ‘Bu şekilde emire ‘önce yanlış iş yaptın’ diye sitem ediyorsunuz.’ Bu yüzden Resulullah (sav) ilk kararını geri aldı.

Hz. Cabir (ra)’den rivayet edildiğine göre, Mute Savaşı’nda bazı Müslümanlar şehit oldu. Müslümanlara müşriklerin bir kısmı ganimet olarak verildi. Hz. Huzeyme bin Sabit (ra) anlatıyor: ‘Ben Mute Savaşı’na katıldım. Romalılardan biri beni mübarezeye davet etti, ben de onu öldürdüm. Onun üzerinde yakutlarla süslü bir zırh vardı. Benim niyetim o yakutlardı. Onları aldım. Hz.Resulullah’ın (sav) huzuruna vardığımda, yakutları ona takdim ettim. O da onları bana verdi.'”

Hz. Halid bin Velid (ra) anlatıyor: ‘Mute günü elimde dokuz kılıç kırıldı ve sadece bir Yemen işi geniş kılıç elimde kaldı.’ Allame Muhammed bin Yusuf der ki: ‘Bu rivayetten anlaşılıyor ki Müslümanlar müşrikleri çokça öldürmüşlerdi, aksi takdirde onlardan kurtulamazlardı.

Müslümanların sayısı üç bin iken, müşriklerin sayısı iki yüz binden fazlaydı. Bu tek başına Müslümanların üstünlüğüne kesin bir delildir. Allah en iyisini bilir!

Bir rivayette göre Hz. Ya’la bin Ümeyye (ra) Mute ehlinin haberini alıp Hz. Resulullah’ın huzuruna geldi. Resulullah (sav) buyurdu ki: ‘İstersen sen bana anlat, istersen ben sana onların hakkında anlatayım.’ O da dedi ki: ‘Ey Allah’ın Resulü (sav)! Siz bana anlatın.’ Resulullah (sav) onlara bütün olayı anlattı. O kişi dedi ki: ‘Seni hak ile gönderen Zât’a yemin ederim ki, siz bu olaylardan tek bir kelime bile atlamadınız.’ Resulullah (sav) buyurdu ki: ‘Allah, yeryüzünü benim için yükseltti, öyle ki ben onların savaş meydanını gördüm.

Ben onları rüyamda gördüm. Onlar altın yataklardaydılar. Hz. Abdullah bin Revaha’nın  yatağını gördüm. Onun yatağında biraz eğrilik vardı. Bunun sebebini sordum. Bana denildi ki, ‘Bu ikisi dosdoğru gittiler fakat Abdullah biraz tereddüt etti, sonra ilerledi.’ Huzur-i Enver buyurdu ki, ‘Bu tereddüdün zikri geçen hutbede geçti, kendisi demişti ki, ‘Önce içimden savaşmasam mı diye bir düşünce geçti.

Bir rivayette göre Hz. Abdullah bin Ömer (ra), Hz. Cafer’in oğlu Abdullah’a selam verirken şöyle derdi: ‘Esselamu aleyke ya ibne zil cenahayn!’ Yani, ‘Ey iki kanat sahibinin oğlu! Selam sana olsun!

Hz. Muslih-i Mev’ud (ra) bazı meseleleri açıklarken bir detayda şöyle buyuruyor: Zor meseleleri bazı insanlar anlar, bazıları anlamaz. Ve bu noktada, bilgili olan diğer insanların o meseleleri anlamayanlara açıklaması gerekir. Bu, ister kendilerinin yeterince düşünmemesinden kaynaklansın ister kalplerinin bir günah sebebiyle Allah-u Teâlâ’nın lütfunu cezb etmeye hazır olmamasından olsun fark etmez. Bu zor konular genellikle iki türdedir. Birincisi, ince felsefelere dayanan ilmi konulardır. Örneğin, tevhit (Allah’ın birliği) böyledir. Herkes Allah’ın bir olduğunu anlayabilir, ancak insanın her fiiline Allah-u Teâlâ’nın tevhidinin nasıl etki ettiği gibi sufiyane derinlikleri anlamak için bir arife ihtiyaç vardır. Ve bu meseleleri başkalarına anlatmak için alim bir kimse gereklidir. Herkes bu ince noktaları çıkaramaz. Ancak şu kadarını herkes anlayacaktır ki, Kur’an-ı Kerim başka bir ilahın varlığını kabul etmez. İkincisi ise, ilmi olmayan ama teşbih veya istiare denilen bir dilde ifade edilmiş anlamlar hakkında ortaya çıkan zorluklardır. Halk, o dili bilmediği için, gerçeğe dayanmayan anlamlar çıkarabilir.

Mesela, Resul-i Kerim (sav) zamanında bir olay yaşandı. Şam Savaşı’nda Resul-i Kerim (sav) Hz. Zeyd bin Harise’yi ordunun komutanı olarak gönderdi ve buyurdu ki, ‘Eğer Zeyd şehit olursa, Cafer bin Ebi Talib komutayı alsın, eğer Cafer de şehit olursa, Abdullah bin Revaha komutayı alsın.’ Ve aynen Hz. Resulullah’ın buyurduğu gibi oldu. Resulullah (sav) Hz. Cafer’in şehadeti üzerine buyurdu ki: ‘Cafer için ağlayan kimse yok.’ Hz. Resulullah’ın kastı, insanların gidip ağlaması değildi, bilakis bu, ‘kardeşimiz de şehit oldu ve biz sabrediyoruz’ şeklinde bir üzüntü ifadesiydi. Ancak Ensar, bu ifadeyi kelime anlamıyla alarak kadınları Hz. Cafer’in evine gönderdiler ve onlar da orada ağlayıp sızlamaya başladılar. Resulullah (sav) bu durumu öğrenince buyurdu ki: ‘Benim kastım bu değildi.’ Sonra buyurdu ki: ‘Onların başlarına toprak serpin,’ yani onları bırakın, kendiliğinden susarlar. Fakat bir kişi bu sözü de kelime anlamıyla alarak gerçekten toprak atmaya başladı. Hz. Ayşe (ra) onu azarlayarak, ‘Sen sözü hiç anlamadın,’ dedi. Huzur-i Enver buyurdu ki, ‘Bazen kelime anlamları öyle alınır ki, hakikate aykırı olur ve böylece söz bambaşka yerlere varır.

Bu olay, Ashab-ı Kiram’ın Hz. Resulüllah’a olan aşkını da gösteriyor. Hz. Muslih-i Mev’ud (ra) bu olayı anlatıp başka bir yerde şöyle buyurmuştur: Sahabe (ra) kadınlarını ağlamaları için Hz. Cafer’in evine gönderdiklerinde, bu olay Sahabe’nin kalbinde Hz. Resul-i Kerim’e olan muhabbetin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Bu sevgi onlara, Hz. Resulüllah’ın ne istediğini düşünme fırsatı vermedi bile. Aksine, hemen kadınlara dediler ki, ‘Kendi üzüntünüzü unutun ve Hz. Resulüllah’ın üzüntüsüne ortak olun. İşte Ashab-ı Kiram’ın kalbinde Hz. Resul-i Kerim’e  nasıl bir aşk olduğunu bundan anlayabilirsiniz.

Hz. Muslih Mev’ud (ra) buyuruyor ki, zahiren bu küçük bir olaydır fakat duyguların ifadesi için bundan daha iyi olaylar çok az bulunur. Bunlar, hizmetleri Hz. Muhammed’in (sav) önünde olan, fedakarlıkları her an ve her lahza Hz. Resul-i Kerim’in gözleri önünde cereyan eden insanlardı. Ve bu insanlar Hz. Resulüllah’a öyle bir muhabbet besliyorlardı ki, bunun benzeri hiçbir dünyevi ilişkide bulunamaz. Öyleyse, dünya açısından bakılırsa, duygular açısından bakılırsa, Hz. Muhammed’in (sav) bu insanların düşüncelerine daha çok saygı göstermesi gerekirdi ve Hz. Resulüllah’ın bizimle ilgili sevgisi daha az olmalıydı. Fakat Hz. Muhammed’in (sav), insanî sevgi ne kadar sınırsız olabiliyorsa o denli sınırsız sevgisi, sizin himmetinizin düşmesine razı olmadı. Bilakis, Hz. Resul-i Kerim’in  muhabbeti, orta ümmetin himmetinin düşmesine de razı olmadı.

Nitekim bir mecliste Hz. Resulullah (sav), daha sonra gelecek olan insanlardan şu ifadelerle bahsetti: ‘Benim kardeşlerim! Benden sonra gelecek olanlar böyle olacaklar.’ Sahabe (ra) bunu işitince gıpta etti ve dediler ki: ‘Onlar kardeş oldu da biz olmadık mı?’ Resulullah (sav) buyurdu ki: ‘Siz benim Sahabemsiniz, onlar ise benim kardeşlerimdir. Siz bana bakıyor ve benimle birlikte dini hizmetleri yerine getiriyorsunuz, bu size az bir nimet midir? Beni görmeyecek ve benden sonra gelecek olan o insanlar için de bir şeyler söylememe izin verin ki onlar da teselli bulsunlar ve moralleri yükselsin.’ İşte görün, Resul-i Kerim (sav) sizin moralinizi ne kadar yükseltmiştir, buyurmuştur ki: ‘Ümmetimin ilk kısmı mı daha hayırlıdır yoksa son kısmı mı, bilmiyorum.

Allame İbn Kesir’in El-Bidâye ve’n-Nihâye adlı eserinde Mute şehitlerini zikrettikten sonra, onların sayısının on iki olduğunu yazdı. Huzur-i Enver buyurdu ki, bazı rivayetlerde şehitlerin sayısı daha fazla da zikredilmiştir. Fakat her halükârda bu çok büyük bir mucizedir. Çünkü iki ordu karşı karşıya geldi, Allah yolunda savaşan ordunun sayısı üç bin idi, diğer düşman ordusunun sayısı ise yüz bin Romalı ve yüz bin Hristiyan olmak üzere iki yüz bin idi; üç bin kişilik ordu iki yüz binlik orduya karşı savaştı, yine de Müslümanlardan sadece on iki veya çok az sayıda kişi şehit oldu ve müşriklerin büyük bir kısmı cehenneme yuvarlandı.

Müslümanlar Mute’den döndüklerinde, Resulullah (sav) ve Sahabe-i Kiram (ra) onları karşıladı. Bazı insanlar, ‘Neden şehit olup gelmediler, bu bir zafer olmadı ki,’ diye öfkelenmişlerdi. Hatta bazıları ordunun üzerine toprak atmaya başlayıp, ‘Ey kaçanlar! Siz Allah yolundan kaçtınız,’ diyorlardı. Bunun üzerine Resulullah (sav) buyurdu ki: ‘Bunlar kaçanlar değil, bilakis “Kerrâr” yani geri dönüp saldıranlardır.

Sonra bir seriyye zikredilmektedir ki, bu seriyye Hz. Amr bin As (ra) seriyyesi olarak bilinir. Bu seriyye Cemaziye’l-Âhir 8. Hicri yılında gerçekleşmiştir. İbn İshak hariç herkes bu seriyyenin Mute Savaşı’ndan sonra ve Mute Savaşı’nın Cemaziye’l-Ûlâ 8. Hicri yılında olduğuna ittifak etmiştir. Bu seriyyenin sebebi şudur ki, Hz. Resulullah’a, Benî Kudâa’dan bir grubun Medine çevresine saldırmak için toplandığı haberi ulaşmıştır. Bunların etkisiz hale getirilmesi için Resul-i Kerim (sav) Hz. Amr bin As’ı görevlendirmiştir.

Hz. Resulullah (sav), Hz. Amr bin As’ın komutasında Muhacir ve Ensar’dan oluşan, otuz süvariyi de içeren üç yüz kişilik bir ordu hazırladı. Peygamber Efendimiz Hz. Amr (ra) için beyaz renkli bir sancak ve onunla birlikte siyah renkli bir sancak bağladı. Hz. Amr (ra) savaş konusunda özel bir yeteneğe ve harp sanatlarına dair bilgiye sahipti. Hz. Resulullah (sav) da onu bu savaşçı yeteneği sebebiyle komutan yapmıştı. Hz. Amr’ı bu seriyyeye göndermesinin bir sebebi de, babaannesinin Benî Bellî kabilesine mensup olması hasebiyle, Benî Bellî ile iyi ilişkiler kurmak için iyi bir vasıta olabileceği düşüncesiydi.

İslam ordusu yola çıktı. Geceleyin yolculuk ediyor, gündüzleri ise gizleniyordu. Nihayet Cüzam kabilesinin bölgesinde, Selâsil adında bir pınarın yakınına ulaştılar. Bu sebeple bu seriyyeye Seriyye-i Zâtü’s-Selâsil de denir. Pınarın yakınına varınca Müslümanlar, düşman ordusunun çok büyük olduğunu öğrendiler. Hz. Amr (ra), daha fazla yardım istemek için Hz. Râfi bin Mekîs’i Hz.  Resulullah’a gönderdi. Hz. Resulullah (sav), Hz. Ebû Ubeyde bin el-Cerrah (ra) için bir sancak hazırladı ve iki yüz Muhacir ve Ensar’dan oluşan bir birliği onunla birlikte yola çıkardı. Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) da bunların arasındaydı. Resulullah (sav), Hz.Ebû Ubeyde’yi  gönderirken ona nasihat ederek buyurdu ki, ‘Ulaştığında Amr’a katıl ve tek bir ordu olun, aranızda ihtilaf etmeyin.

Her neyse, detayda yazıldığına göre Müslümanlar oradan hareket ettiler ve düşman bölgesine varıp orayı ezip çiğnediler ve galip geldiler. Hatta Müslümanlar, düşmanın toplandığı haberini aldıkları yere ulaştıklarında, düşman Müslümanların haberini alınca kaçıp dağıldı. Müslümanlar onları takip ettiler ve düşmanın küçük bir grubuyla karşılaştılar. Müslümanlar bu gruba saldırarak onları mağlup ettiler ve geri kalan herkes kaçtı.

Müslümanlar burada birkaç gün kaldılar. Ne zaman bir  düşman grubu hakkında haber alsalar, onlarla savaşmak için süvariler gönderirlerdi. Bu süvariler onlarla savaşıp koyun ve develerle geri dönerlerdi. Müslümanlar Medine’ye dönmek üzere yola çıktılar. Hz. Amr (ra), Hz. Avf bin Malik el-Eşcaî’yi  Resulullah (sav)’e önceden gönderdi ki, onların dönüşleri, güvenlikleri ve savaşın durumu hakkında onu bilgilendirsin.

Sonra Hz. Ebû Ubeyde bin el-Cerrah (ra) seriyyesi vardır. Bu seriyye Receb 8. Hicri yılında gerçekleşmiştir. Bu seriyyenin başka isimleri de vardır. Bu seriyyeye Seriyye-i Seyfü’l-Bahr de denir. Seyfü’l-Bahr, deniz kıyısı anlamına gelir. Bu seriyyede Sahabe (ra) Kızıldeniz sahilinde konakladığı için buna Seriyye-i Seyfü’l-Bahr denilmiştir. Bu orduya ‘yaprak yiyen ordu’ denilmesinin sebebi ise, bu seriyye sırasında öyle bir zamanın gelmiş olmasıdır ki, Sahabe (ra) ağaçların yapraklarını yemek zorunda kalmışlardı.

Bu seriyyenin komutanı Hz. Ebû Ubeyde bin el-Cerrah (ra) idi. Hz. Resulullah (sav) ona üç yüz Muhacir ve Ensar sahabeden oluşan bir ordu vererek Benî Cüheyne’nin bir koluna doğru gönderdi. Bu orduda Hz. Ömer (ra) da bulunuyordu.

Bu seriyyenin amacı şöyle açıklanır: Kureyşlilerin, tahıl yüklü olarak deniz sahili boyunca Şam’dan Mekke’ye gitmekte olan bir kervanının, Cüheyne kabilesi tarafından saldırıya uğrama tehlikesi vardı. Bu, Hudeybiye Antlaşması’nın yapıldığı dönemdi ve Cüheyne kabilesi Hz. Resulullah’ın müttefiki olduğu için, Resulullah (sav) ileri görüşlülükle hareket ederek, Şam’dan gelen Kureyş kervanına dokunulmaması ve Kureyş’e barışı bozma ve antlaşmayı ihlal etme bahanesi verilmemesi için ihtiyat olarak onlara bir koruma birliği gönderdi. Bundan anlaşılıyor ki, bu Sahabe (ra) herhangi biriyle savaşmak için gitmemişlerdi. Bu nedenle on beş günden fazla süren ikametleri boyunca herhangi bir çatışma zikredilmemektedir.

İkinci hutbeden önce Hazret-i Enver, yakın zamanda yaşanan Pakistan-Hindistan gerginliği ve Filistin’deki Müslümanlar ile tüm Müslüman ümmeti için dua çağrısında bulunarak şöyle buyurdu: ‘Bugün şunu da söylemek istiyorum, geçen cuma da söylemiştim ki, Pakistan ve Hindistan arasındaki savaş durumu hakkında çok dua edin ki aralarında sulh ve barış ortamı tesis olsun. Çünkü günümüzde savaşlarda kullanılan silahlar nedeniyle siviller de ölüyor ve ölmektedirler, şimdi savaşın yeni bir şekli oluşmaktadır.

Bu nedenle dua edilmelidir ki her iki taraf da barışa razı olsun ve büyük kayıplardan sakınılsın. Bu bağlamda şunu da hatırlamak gerekir ki, günümüzde sosyal medyada veya internetin diğer mecralarında, elektronik medyada her ne varsa, mesajlarda, herkes çok serbestçe yorumlar yapmakta ve kendi isteğine göre her şeyi söylemektedir. Bunun faydası az, zararı ise çoktur. Herkes kendince güya istediğini ifade ediyor.

Ahmediler bundan sakınmalıdır. Çünkü bu ifadenin faydası az, zararı ise çoktur.

Ve eğer birine mesaj verme konusunda çok arzuluysanız, o zaman barış ve esenlik mesajı verin. Hz. Mesih-i Mev’ud (as) da hayatının sonunda yazdığı ‘Barış Mesajı’ kitabında aynı mesajı vermişti. Barış ve esenlik mesajıydı. Bu nedenle her Ahmedi bunu aklında tutmalı ve bunun için çaba göstermelidir.

Allah-u Teâlâ herkesi masum canların kaybından korusun. Görünüşe göre bazı büyük güçler bunu körüklemeye çalışıyor. Onlar istiyorlar ki her iki güç de savaşsın ve zayıflasın ve kendi silahları da satılsın. Allah Teâlâ onların şerrinden de korusun.

Aynı şekilde Filistin halkı için de dua edin. Allah Teâlâ onlar için de kolaylıklar yaratsın ve onlar da kendi ülkelerinde huzur içinde yaşayabilsinler. Ancak görünüşe göre barışın hiçbir imkanı yok, aksine onları bir şekilde buradan çıkarma çabası var ve bütün güçler buna dâhildir.

Allah-u Teâlâ Müslüman ülkelere akıl versin ve birleşsinler. Eğer birleşirlerse birçok sorun çözülebilir.

Eğer bir dünya savaşı olursa, bazı insanların, bazı ülkelerin ‘biz kurtuluruz’ şeklindeki düşüncesi yanlıştır. O herkesi içine alacaktır. Bu nedenle herkes bu yanlış düşünceden sakınmalıdır. Yüce Allah herkesi korusun.

Velhasıl, bunun çözümü, her zaman söylediğim gibi, sadece ve sadece Allah-u Teâlâ’ya yönelmektir ve onları kurtarabilecek tek yol budur. Bunun dışında başka hiçbir yol yoktur.

Allah-u Teâlâ herkesi buna muvaffak kılsın.”

٭…٭…٭

Önceki

Son Dakika: Yakın Zamandaki Pakistan-Hindistan Savaşı Bağlamında ve Filistin Mazlumları İçin Dua Çağrısı

Sonraki

16.05.2025 – Bazı seriyyeler ışığında Hz. Resulüllah’ın (sav) yüce sireti. Ayrıca iki merhumun hayırlı zikri